بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa |
|
2 | يَقُولُونَ | diyorlar mı? |
|
3 | افْتَرَاهُ | onu kendisi uydurdu |
|
4 | قُلْ | de ki |
|
5 | فَأْتُوا | getirin |
|
6 | بِعَشْرِ | on (tane) |
|
7 | سُوَرٍ | sure |
|
8 | مِثْلِهِ | onun benzeri |
|
9 | مُفْتَرَيَاتٍ | uydurulmuş |
|
10 | وَادْعُوا | ve çağırın |
|
11 | مَنِ |
|
|
12 | اسْتَطَعْتُمْ | gücünüzyeteni |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | دُونِ | başka |
|
15 | اللَّهِ | Allah’tan |
|
16 | إِنْ | eğer |
|
17 | كُنْتُمْ | iseniz |
|
18 | صَادِقِينَ | doğru sözlü |
|
عشر Aşera : Kelimenin iki anlamı vardır. Birincisi bildiğimiz adet olan on, ikincisi ise karışmak ve birleşmektir.Bu maddedeki asıl anlam; bir araya gelerek arkadaşlık etmektir. Bu açıdan onunla adet’e delalet eden türemişi (müştâkı) arasında bir teşâbüh (benzerlik) bulunur. الْعَشِير kelimesi, bu münasebetle ilgilidir ki o da arkadaşlık etmek ve bir araya gelmek demektir. Ve bu durumdaki herkesi kapsar. Karı koca, dost ve arkadaş gibi… الْعَشِيرَةُ cemaat olması itibarıyla müennestir yani sonundaki ة harfi mahzuf olan mevsuf’un çokluğuna delalet etmektedir.Yine aşiret kelimesi kayıtlanmadığında muaşeret ve arkadaşlık eden her yakını, arkadaşı ve dostu kapsar. المَعْشَر aslen ismi mekandır. İçinde musahabe (dostluk) bulunan topluluk için kullanılır. Sanki orası yakın ilişki kurma mahallidir. Bu yönüyle diğer topluluk isimlerinden ayrılır. العِشار Müfaale vezninde mastardır. İnsan ve hayvan topluluğunun muâşereti anlamındadır, kalıbı sebebiyle çokluk ifade eder. (Tahkik) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 27 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri aşiret, muaşeret, aşûre, öşür, aşar, maşeri ve işrettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)”
سور Severa : سَوْرٌ yükseğe sıçramaktır. Bu kelime öfke ve şarap içinde kullanılır. أسْوِرَةٌ kadın bileziği demektir, çoğulu أساوِرَةٌ dur. سُورَةٌ ise yüksek makam ve derecedir. سُورٌ da sur demektir. Bu anlamda Kuran sureleri demek; Kuran’ın, tıpkı surların şehrin etrafını çepeçevre kuşatması gibi sureleri çepeçevre kuşatmış çevrelemiş olmasındandır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 17 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sur ve sûredir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ
اَمْ munkatıadır. Yani بَلْ ve hemze manasındadır.
يَقُولُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, افْتَرٰيهُ ’dur. يَقُولُونَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
افْتَرٰي elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
افْتَرٰيهُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi فري ’dır.
İftial babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت ’dir.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم صادقين في ما تدّعون فأتوا بعشر (Eğer iddia ettiğinizde doğru sözlü iseniz onun gibi on sure getirin.) şeklindedir.
Mekulü’l-kavl mukadder şart cümlesidir. قُلْ fiilinin mef’ûlün bihi olup mahallen mansubdur.
أْتُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِعَشْرِ car mecruru فَأْتُوا fiiline müteallıktır.
سُوَرٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِثْلِه۪ kelimesi بِعَشْرِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan Sıfatlar:
Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُفْتَرَيَاتٍ kelimesi بِعَشْرِ ’nin sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. ادْعُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اسْتَطَعْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir Muttasıl zamir olan تُمْ fail olup mahallen merfûdur. مِنْ دُونِ car mecruru اسْتَطَعْتُمْ fiiline müteallıktır.
اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
صَادِق۪ينَ kelimesi كَانَ ’nin haberi olup nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler, harf ile îrablanırlar.
Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazfedilmiştir.
صَادِق۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan صدق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَطَعْتُمْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’al babındandır. Sülâsî fiili طوع ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, tevbih ve kınama amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Müspet muzari fiil sıygasındaki يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli افْتَرٰيهُۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayet-i kerime Kur’an’daki tehaddi (meydan okuma) ayetlerinden biridir. Tehaddi fiilinin kökü olan حدى fiili deveyi şarkı söyleyerek yürütmek, tahrik etmek demektir. Bakara Suresi 24 ve Yunus Suresi 38 ayetleriyle iktibas vardır.
اَمْ ; munkatı istifham harfidir. Burada hemze ve بَلْ manasındadır.
Ayetteki افْتَرٰيهُۜ kelimesindeki mef’ûl zamiri, bir önceki ayette geçen “sana vahy olunan şey” kısmına racidir. (Fahreddin er-Râzî)
قُلْ فَأْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِه۪ مُفْتَرَيَاتٍ وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli ise şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَ mahzuf şartın cevabına gelen rabıtadır. Takdiri, إن كنتم صادقين (Eğer doğru söylüyorsanız…) olan şart cümlesinin hazfi, îcaz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِثْلِه۪, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَأْتُوا emri taciz manasındadır. Amaç, muhatabın bu işi yapmaktan aciz kalacağını ifade etmektir. Mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Bu ayet tehaddi ayetlerindendir.
سُوَرٍ kelimesinki tenvin, herhangi bir nev manasındadır.
Aynı üslupla gelerek cevap cümlesine وَ ’la atfedilen وَادْعُوا cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
وَادْعُوا fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنِ ’in sılası اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Veciz ifade yollarından biri olan izafet şeklinde gelen مِنْ دُونِ اللّٰهِ, gayrının tahkiri içindir.
مِنْ - مَنِ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.
افْتَرٰيهُۜ - مُفْتَرَيَاتٍ ve يَقُولُونَ - قُلْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
مُفْتَرَيَاتٍ ve صَادِق۪ينَ kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَادْعُوا مَنِ اسْتَطَعْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ [Allah’ın dışındaki gücü yetecekleri çağırın.] cümlesinden bunu yapmaya Allah’tan başka kimsenin gücünün yetmeyeceğini, buna ancak Allah’ın gücünün yeteceği de anlaşılmış olur.
Alimler, Kur'an'ın mucizliğinin hangi hususta olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları bunun, fesahatinde; bazıları üslubu; bazıları tenakuzun bulunmaması; bazıları, onun pek çok ilim ihtiva etmesi; bazıları sarf, bazıları gaybî haber kapsaması hususunda olduğunu söylemişlerdir. Bana ve ekser alimlere göre Kur'an'ın asıl îcaz vechi, onun fesahatidir. Bu görüşte olanlar, bu ayeti görüşlerinin doğruluğuna dair delil getirerek şöyle demişlerdir: “Kur'an'ın mucize olması şayet, ihtiva ettiği ilimlerin çokluğu yahut gaybdan haberler vermesi yahut da tenakuzun bulunmaması hususunda olsaydı o zaman Cenab-ı Hakk'ın مُفْتَرَيَاتٍ ifadesinin bir manası kalmazdı. Ama Kur'an'ın îcaz yönü onun fesahati olunca, bu lafzın kullanılmış olması doğru olur. Zira fasih olanın fesahati, söylediği ister doğru ister yalan olsun, onun sözüyle ortaya çıkar.” (Fahreddin er-Râzî)
اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ
Ayetin son cümlesi müstenefe olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Şart cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle mahzuftur. Cümlenin takdiri, إن كنتم صادقين في أنه افتراء فأتوا بسورة مثله (Eğer onun iftira olduğu sözünüzde doğru iseniz, onun gibi bir sûre getirin.) şeklindedir.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)فَاِلَّمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ وَاَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَإِلَّمْ | eğer |
|
2 | يَسْتَجِيبُوا | cevap veremezlerse |
|
3 | لَكُمْ | size |
|
4 | فَاعْلَمُوا | bilin ki |
|
5 | أَنَّمَا | doğrusu o |
|
6 | أُنْزِلَ | indirilmiştir |
|
7 | بِعِلْمِ | ilmiyle |
|
8 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
9 | وَأَنْ | ve şüphesiz |
|
10 | لَا | yoktur |
|
11 | إِلَٰهَ | ilah |
|
12 | إِلَّا | başka |
|
13 | هُوَ | O’ndan |
|
14 | فَهَلْ | artık olur musunuz? |
|
15 | أَنْتُمْ | size |
|
16 | مُسْلِمُونَ | Müslüman |
|
فَاِلَّمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ وَاَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ
فَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezm eder. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَسْتَج۪يبُوا, fiili ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Şart cümlesidir.
لَكُمْ car mecruru يَسْتَج۪يبُوا fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
اعْلَمُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنَّمَا, kâffe ve mekfufedir. Kâffe; “men eden, alıkoyan” anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اُنْزِلَ fetha üzere mebni, mazi meçhul fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِعِلْمِ car mecruru naib-i failin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, ملتبسا بعلم الله (Allah’ın ilmiyle kuşatıcıdır.) şeklindedir.
اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
و atıf harfidir. اَنْ tekid ifade eden muhaffefe اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri; أنه şeklindedir.
لَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harftir. اِلٰهَ kelimesi لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. اِلَّا istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri, موجود (vardır) şeklindedir.
Munfasıl zamir هُوَ mahzuf haberin zamirinden bedeldir.
فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;
إذا تبين لكم ذلك فهل أنتم مُسْلِمُونَ ( Bu size apaçık olduğunda, siz artık Müslüman oluyor musunuz?) şeklindedir.
هَلْ emir manasında istifham harfidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
مُسْلِمُونَ haber olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
مُسْلِمُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan ifal babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاِلَّمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ فَاعْلَمُٓوا اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ وَاَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ
فَ istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi olan لَّمْ يَسْتَج۪يبُوا لَكُمْ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الِاسْتِجابَةُ; İcabet etmektir. Buradaki سْ ve تِ tekid içindir. Sosyal yardım ve yardım edileni destekleme ile ilgili kullanılmıştır. Mecaz-ı mürseldir. Çünkü sosyal destek çoğu zaman yardım çağrısından kaynaklanır. Yardıma hazır olduğunda gelip çağrıya cevap vermeye الِاسْتِجابَةُ denir. (Âşûr)
Muzari fiiller hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder ve tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek onu etkiler.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi اعْلَمُٓوا, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
اعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindeki اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ بِعِلْمِ اللّٰهِ cümlesine dahil olan اَنَّـمَٓا, kasr edatıdır. Kasrla tekid edilen fiil cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
وَاَنْ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ cümlesindeki اَنْ, ismi hazfedilmiş, muhaffefe اَنَّ ’dir. Haberi, cinsini nefyeden لَٓا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. Kasrla tekid edilmiş, faide-i haber talebî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. İsmi اِلٰهَ olan لَٓا ’nın haberinin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, موجود (vardır) olabilir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
هُوَ, mahzuf haberdeki zamirden bedeldir. Bedel, ıtnâb sanatı babındandır.
لَٓا ve اِلَّا ile oluşan kasr, kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur. Kasr لَٓا ’nın ismi ve haberi arasındadır. اِلٰهَ sıfat/maksûr, هُوَۙ mevsuf/maksûrun aleyhtir. Kasr-ı hakiki ve kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.
عِلْمِ kelimesinin Allah lafzına izafesi, ilmin şeref ve itibarının yüksekliğini gösterir.
Önceki ayetteki قُلْ hitabından sonra لَكُمْ فَاعْلَمُٓوا diyerek müfredden cemi muhatap sıygasına geçilerek iltifat yapılmıştır.
اللّٰهِ - اِلٰهَ kelimeleri arasında iştikak cinası, mürâât-ı nazîr ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَاعْلَمُٓوا - بِعِلْمِ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
“De ki: Öyleyse... getirin” ayeti ve ondan sonrasında hitap bir kişiye (Hz. Peygambere) yönelik olmakla birlikte “eğer... size cevap vermezlerse” ayetinde “sana” denilmeyişiyle ile ilgili olarak açıklama şöyledir: Bu ifade tekil olan muhataptan tazim ve tefhim kastı ile çoğula tahvil (iltifat) yapılmıştır. Nitekim başkan olana kimi zaman çoğul kipleri ile hitap edildiği de olur. Bununla birlikte “size” deki zamir ile “bilin”deki zamir bütün herkese aittir. Herkes bilsin ki bu Kitap ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir, demektir. Bu Mücahid’in görüşüdür. (Kurtubî)
“Eğer onun uydurulmuş olduğu iddiasında doğru iseniz…” sözü, dinin ispatı hususunda mutlaka aklî ve naklî delillerin izah edilmesi gerektiğine delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
Mütekellimin kendi iddiasını ispat etmek ve rakibinin iddiasını çürütmek için kelam ilmine nispet edilen kesin aklî delilleri kullanmasına el-mezhebü’l-kelâmî denilmiştir. Bu ayette de Allah Teâlâ aklî delillerle müşriklerin sözlerinin, düşüncelerinin batıl olduğunu ortaya koyuyor.
Eğer size cevap veremezlerse sözünün esas anlamı, yardıma çağırdıkları ne varsa yardımda aciz kalmışlardır, demektir.
Ayet önce peygamberimize hitapla başlıyor sonra eğer sana cevap vermezlerse yerine “size” şeklindeki çoğul zamire dönüyor. Bu iltifat üslubu Hz. Peygambere tazim içindir. (Beyzâvî)
فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
فَ, takdiri إذا تبين لكم ذلك (Bu size apaçık olduğunda) olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mübteda ve haberden müteşekkil cevap cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen emir manası taşıdığı ve tevbih murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
هَلْ, belâgi bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgi nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama هَلْ âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَهَلْ اَنْتُمْ مُسْلِمُونَ [Artık Müslüman oluyor musunuz?] benzeri sorularda bulunan talep manası, gereğini yapmaya ve özrün kalmadığına tenbih olduğundan, gayet etkili bir davettir. (Beyzâvî)
İlâhlarının cevap veremeyecekleri kesin iken, şüphe ifade eden şart cümlesinin kullanılmış olması, onlarla istihza etmek ve onların akıllarının son derece zayıf olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا وَهُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَنْ | kimler |
|
2 | كَانَ |
|
|
3 | يُرِيدُ | isterse |
|
4 | الْحَيَاةَ | hayatını |
|
5 | الدُّنْيَا | dünya |
|
6 | وَزِينَتَهَا | ve süsünü |
|
7 | نُوَفِّ | karşılıklarını tam veririz |
|
8 | إِلَيْهِمْ | onlara |
|
9 | أَعْمَالَهُمْ | yaptıklarının |
|
10 | فِيهَا | orada |
|
11 | وَهُمْ | ve onlara |
|
12 | فِيهَا | orada |
|
13 | لَا |
|
|
14 | يُبْخَسُونَ | bir noksanlık yapılmaz |
|
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا وَهُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ
مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart fiilidir.
كَانَ يُر۪يدُ cümlesi مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
كَانَ ’nin ismi müstetir هو zamiridir. يُر۪يدُ fiili كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
يُر۪يدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
الْحَيٰوةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الدُّنْيَا kelimesi, الْحَيٰوةَ ’nin sıfatı olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat iki kısma ayrılır:
1. Hakiki sıfat
Hakiki Sıfat:
1. Müfred olan sıfatlar
2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred Olan Sıfatlar:
Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:
Not: Gayr-ı akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle Olan SIfatlar:
Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ز۪ينَتَهَا atıf harfi و ’la makabline matuftur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ’dir.
نُوَفِّ, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
اَعْمَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف۪يهَا car mecruru نُوَفِّ fiiline müteallıktır.
وَهُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ cümlesi atıf harfi وَ ’la şartın cevabına matuftur.
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamiri هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru يُبْخَسُونَ kelimesine müteallıktır.
لَا يُبْخَسُونَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُبْخَسُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَا وَز۪ينَتَهَا نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا وَهُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ
Cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. مَنْ mübtedadır. كانِ ’nin dahil olduğu isim cümlesi hem şart cümlesi hem de مَنْ ’in haberidir.
نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ ف۪يهَا cümlesi şartın cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu terkibin مَنْ ’in haberi olmasına da cevaz vardır.
هُمْ ف۪يهَا لَا يُبْخَسُونَ cümlesi atıf harfi وَ ’la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. İsim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede car-mecrur, önemine binaen amiline takdim edilmiştir.
Müsnedin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.
(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُبْخَسُونَ ve نُوَفِّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ ile اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ kelimeleri arasında müfred ve cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
“Amellerin karşılığı verilir.” manasında نُوَفِّ اِلَيْهِمْ اَعْمَالَهُمْ [amelleri verilir] buyurulması, amellerin karşılığının tam olarak verildiğini ifade eder. (Âşûr)
Burada istemek veya arzu etmekten murad sadece kalbî istek değil fakat bu sonuçları gerçekleştiren girişimlerdir. Yaptıklarından murad da herkesin yaptığı değildir. Zira herkes temenni ettiği, arzuladığı her şeye erişemez. Çünkü bu, hikmete mebni olan ilâhî iradeye bağlıdır. (Ebüssuûd)اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا النَّارُۘ وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ف۪يهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أُولَٰئِكَ | bunlar |
|
2 | الَّذِينَ | kimselerdir |
|
3 | لَيْسَ | olmayan |
|
4 | لَهُمْ | kendileri için |
|
5 | فِي |
|
|
6 | الْاخِرَةِ | ahirette |
|
7 | إِلَّا | başka bir şey |
|
8 | النَّارُ | ateşten |
|
9 | وَحَبِطَ | ve boşa gitmiştir |
|
10 | مَا |
|
|
11 | صَنَعُوا | işledikleri |
|
12 | فِيهَا | orada |
|
13 | وَبَاطِلٌ | ve geçersizdir |
|
14 | مَا |
|
|
15 | كَانُوا | oldukları |
|
16 | يَعْمَلُونَ | yapmakta |
|
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا النَّارُۘ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret olan اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası لَيْسَ لَهُمْ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَيْسَ camid nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
لَهُمْ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
فِي الْاٰخِرَةِ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
اِلَّا hasr edatıdır. النَّارُ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ف۪يهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. حَبِطَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مَا ve masdar-ı müevvel, حَبِطَ fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.
صَنَعُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهَا car mecruru صَنَعُوا fiiline müteallıktır.
بَاطِلٌ مَا كَانُوا cümlesi atıf harfi وَ ’la حَبِطَ fiiline matuftur.
بَاطِلٌ mukaddem habere matuf olup lafzen merfûdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانُوا isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا damme üzere mebni nakıs fiildir.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
يَعْمَلُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يَعْمَلُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfu muzari fiildir. Muttasıl zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا النَّارُۘ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, sadece dünya hayatını amaç edinenleri tahkir etmek içindir.Cümle müstenefedir. Ancak ismi-i işaret iki cümleyi birbirine bağlar ve ism-i işaretten önce zikredilen vasıfları temyiz için getirilir. İsm-i işarette, muşârun ileyhin bundan önce zikredilen sıfatlardan dolayı arkadan gelecek şeyleri hak ettiğine dair tenbih vardır. (أُولَئِكَ عَلى هُدًى مِن رَبِّهِمْ) şeklindeki Bakara/5 ayetinde olduğu gibi. (Âşûr)
Haber konumundaki has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ ’nin sılası, nakıs fiil لَيْسَ ’nin dahil olduğu ve kasr üslubuyla tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ifade eden bu isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُمْ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf olan mukaddem haberine müteallıktır. النَّارُۘ muahhar ismidir.
Haberin ism-i mevsûlle marife olması bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.
اِلَّا النَّارُ sözü, ahirette onlara verilecek ateşten başka bir şey yoktur manasında istisna-i müferrağdır. Bu, onların ebediyyen ateşte kalacaklarını gösterir. Bu da bize göre onların kâfir olduğuna delalet eder. (Âşûr)
لَيْسَ لَهُمْ فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا النَّارُ [Onlara ahirette ateşten başka bir şey yoktur.] ifadesinde mana, لَيْسَ ve اِلَّا ile oluşturulmuş kasr üslubuyla kesin olarak ifade edilmiştir.
وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ف۪يهَا وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Cümle, الَّذ۪ينَ ’nin sılasına وَ ’la atfedilmiştir.
Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. حَبِطَ fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan صَنَعُوا cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَحَبِطَ cümlesine matuf olan وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ isim cümlesinde takdim-tehir sanatı vardır. بَاطِلٌ, mukaddem haber, müşterek ism-i mevsûl مَا, muahhar mübtedadır.
İsm-i mevsûlun sılası olan كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı: 41)
صَنَعُوا - يَعْمَلُونَ ve وَبَاطِلٌ - وَحَبِطَ ve الَّذ۪ينَ - مَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَحَبِطَ مَا صَنَعُوا ve وَبَاطِلٌ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ibareleri arasında gramer yapısı bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُۚ فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفَمَنْ | kimse gibi midir? |
|
2 | كَانَ | olan |
|
3 | عَلَىٰ | üzere |
|
4 | بَيِّنَةٍ | açık bir delil |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | رَبِّهِ | Rabbinden |
|
7 | وَيَتْلُوهُ | ve onu izleyen |
|
8 | شَاهِدٌ | bir şahit |
|
9 | مِنْهُ | O’nun tarafından |
|
10 | وَمِنْ | ve |
|
11 | قَبْلِهِ | ondan önce |
|
12 | كِتَابُ | kitabı (elinde bulunan) |
|
13 | مُوسَىٰ | Musa’nın |
|
14 | إِمَامًا | bir rehber |
|
15 | وَرَحْمَةً | ve rahmet olan |
|
16 | أُولَٰئِكَ | işte bunlar |
|
17 | يُؤْمِنُونَ | iman ederler |
|
18 | بِهِ | ona |
|
19 | وَمَنْ | ve kim |
|
20 | يَكْفُرْ | inkar ederse |
|
21 | بِهِ | onu |
|
22 | مِنَ |
|
|
23 | الْأَحْزَابِ | topluluklardan |
|
24 | فَالنَّارُ | ateştir |
|
25 | مَوْعِدُهُ | kendisine vaadedilen |
|
26 | فَلَا |
|
|
27 | تَكُ | hiç olma |
|
28 | فِي | içinde |
|
29 | مِرْيَةٍ | şüphe |
|
30 | مِنْهُ | bundan |
|
31 | إِنَّهُ | şüphesiz bu |
|
32 | الْحَقُّ | bir gerçektir |
|
33 | مِنْ | -den |
|
34 | رَبِّكَ | Rabbin- |
|
35 | وَلَٰكِنَّ | ancak |
|
36 | أَكْثَرَ | çoğu |
|
37 | النَّاسِ | insanların |
|
38 | لَا |
|
|
39 | يُؤْمِنُونَ | iman etmezler |
|
اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ
Hemze istifham harfi, فَ istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَانَ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هو ’dir.
عَلٰى بَيِّنَةٍ car mecruru كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
مِنْ رَبِّه۪ car mecruru بَيِّنَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَيَتْلُو fiili و üzere mukadder damme ile merfu muzari fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
شَاهِدٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْهُ car mecruru شَاهِدٌ ’un mahzuf sıfatına müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مِنْ قَبْلِه۪ car mecruru كِتَابُ ’nin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir ه muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كِتَابُ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مُوسٰٓى muzâfun ileyh olup elif üzere mukadder fetha ile mecrurdur. Çünkü gayri munsarif isimler esre almazlar.
İsimler irab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından 2’ye ayrılır:
1. Munsarif isimler: Tenvin ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.
2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.
Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِمَاماً kelimesi كِتَابُ ’nun hali olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَحْمَةً kelimesi atıf harfi وَ ’la اِمَاماً ’e matuftur.
شَاهِدٌ kelimesi sülâsî mücerred olan شهد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُۚ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. يُؤْمِنُونَ fiili, haber olarak mahallen merfûdur.
يُؤْمِنُونَ fiili ن ’un sübutuyla merfu muzari fiildir. Muttasıl zamir و fail olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. مَنْ şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَكْفُرْ şart fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Aynı zamanda mübtedanın haberidir.
بِه۪ car mecruru يَكْفُرْ fiiline müteallıktır.
مِنَ الْاَحْزَابِ car mecruru يَكْفُرْ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لنَّارُ mübteda olup damme ile merfûdur.
مَوْعِدُهُ haber olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ
فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَكُ ’nün aslı تَكُونَ ’dir. Cezm edatı اِنْ ’den dolayı نَ ’un harekesi hazfedilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و hazf edilmiştir. İllet harfi وَ ’a benzediğinden tahfif için نْ hazfedilmiştir. Böylece geriye تَكُ lafzı kalmıştır.
تَكُ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تَكُ ’un ismi müstetir olup takdiri انت ’dir.
ف۪ي مِرْيَةٍ car mecruru تَكُ ’un mahzuf haberine müteallıktır. مِنْهُ car mecruru مِرْيَةٍ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır.
اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. الْحَقُّ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
مِنْ رَبِّكَ car mecruru الْحَقُّ ’nun mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
وَ atıf harfidir. لَـٰكِنَّ istidrak harfidir.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İstidrak; düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَـٰكِنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre لَـٰكِنَّ de اِنَّ gibi cümleyi tekid eder.
لٰكِنَّ ’nin ismi olan أَكۡثَرَ lafzen mansubdur. ٱلنَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لٰكِنَّ ’nin haberi لَا يُؤْمِنُونَ cümlesi olup mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَاماً وَرَحْمَةًۜ
فَ istînâfiyye, hemze takriri istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. مَنْ ’in, takdiri كغيره (Ondan başkası gibi) olan haberi mahzuftur.
Müsnedün ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası, كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ şeklinde sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَلٰى بَيِّنَةٍ ’in müteallakı olan كَانَ ’nin haberi mahzuftur. بَيِّنَةٍ ’deki tenvin tazim ifade eder.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama ve takrir kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
رَبِّه۪ izafeti, muzâfun ileyhe şeref kazandırmıştır.
وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِنْهُ fiil cümlesi sılaya matuftur. Fiilin faili olan شَاهِدٌ ’un nekre gelmesi tazim içindir.
Ayette, Rabbinden bir delil üzere olanla, dünya hayatına talip kimsenin bir olamayacağı istifham sıygasıyla ifade edilmiştir.
Ayet, ihlaslı her mümini içine alacak şekilde genel bir hükümdür. Bununla beraber, bundan murad Hz. Peygamberdir veya ehl-i kitaptan iman edenlerdir, şeklinde yorumlar da vardır.
Bazı alimlere göre burada sözü edilen delil, akıldır. Buna göre ayette, aklını gereği gibi kullanan kimse ile her şeyi dünya hayatından ibaret kabul edip fıtrata aykırı olarak inkâr yoluna sapan kimselerin bir olmadığı vurgulanmıştır. Üstelik insan doğru bir inanca sahip olma yolunda sadece aklıyla baş başa bırakılmayıp ilâhî vahiyle de desteklenmiştir. Ayetin devamı bunu nazara verir.
اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, sadece dünya hayatını amaç edinenleri tahkir etmek içindir.
Mübteda olan işaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi, fiil cümlesi olarak gelmiştir. يُؤْمِنُونَ بِه۪ cümlesi haberdir.
Müsnedün ileyhin, uzağa mahsus ism-i işaretle marife olması ahirete inananların şanının yüceliğini vurgulamak ve onların durumuna gereken önemin verildiğini göstermek içindir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
وَمَنْ يَكْفُرْ بِه۪ مِنَ الْاَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُۚ
Cümle وَ ’la اُو۬لٰٓئِكَ يُؤْمِنُونَ بِه۪ۜ cümlesine atfedilmiştir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَكْفُرْ بِه۪ cümlesi مَنْ ’in haberidir.
Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi النَّارُ مَوْعِدُهُ ise faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْاَحْزَابِ kelimesi çoğul olarak Kur’an’da hep kâfirler hakkında kullanılmıştır.
يُؤْمِنُونَ - يَكْفُرْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ
Ayet mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, تنبّه فلا تك في مرية (Dikkat et, şüphe içinde olma) şeklindedir.
Bu nehiy Kur’an ile kâfirleri tariz için kinaye olarak kullanılmıştır. Çünkü nehiy, yasak olanın fesadını ve eksikliğini gerektirir. (Âşûr)
فَ, sebebi müsebbebe bağlayan rabıtadır. Menfi كان ’nin dahil olduğu cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur ف۪ي مِرْيَةٍ’in müteallakı olan كَان ’nin haberi, mahzuftur.
كَان ’li olumsuz sigalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Tefsir 3/79)
مِرْيَةٍ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. “Hiç bir şüphe” anlamındadır. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder.
ف۪ي مِرْيَةٍ ibaresindeki فٖي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. فٖي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla şüphe, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada فٖي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü şüphe hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak kalpteki tereddüdü etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Onun resul olarak geldiği konusunda bu zikredilenlerden sonra herhangi bir kişide onun risaletinin doğruluğu hakkında herhangi bir şüphe kalmış mıdır? Bunun için arkadan فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْهُ [Öyleyse ondan hiçbir kuşku içinde olma!] sözü, تكن kelimesindeki nun harfinin hazfıyla تك şeklinde gelmiştir. Böylece kelimenin aslında bulunan nun harfi gibi “sendeki şüphe gitsin” manası taşımıştır.
Bu yasaklama ile nefsteki şüphenin kaybolması, kelimede hazf olan nun harfi ile birleşerek, hak olduğu manasını yerleştirmiş ve ardından, اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ [Muhakkak ki o, senin Rabbinden hakkın ta kendisidir. (Hud Suresi, 17)] buyurulmuştur. Bundan sonra da her zihne şüphenin arız olacağı göz önünde tutularak, insan tabiatının böyle olduğu söylenerek insanlardan çoğunun inanmadığı ifade edilmiştir. Bunun için her türlü ayet ve bütün deliller getirilse de insanların çoğu iman etmez. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 3, s. 63)
مِرْيَةٍ kelimesinin kökü مرى fiilidir. Asıl olarak sağmak için dişi devenin memelerini temizlemek demektir. Bir işte şüpheye düşmek demektir. Şek kelimesinden daha özeldir. (Müfredat)
اِنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin الْ takısıyla marife olması tahsis ifade eder.
الْحَقُّ kelimesinin marifeliği; hak cinsinin Kur’âna kasrını ifade eder. Kur’ândaki hakkın, cins özelliğinin kemalinde mübalağa ifade eder. Adeta ondan başka hak yoktur. حاتِمٌ الجَوادُ. (Cömert olan sadece Hâtim’dir) sözünde olduğu gibi. (Âşûr)Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla رَبِّ ’de tecrîd sanatı vardır.
رَبِّكَ izafeti Resulullah’a (s.a.) ait zamirin tazimi içindir.
مِرْيَةٍ - الْحَقُّ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ
وَ atıf harfidir. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يُؤْمِنُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ اُو۬لٰٓئِكَ يُعْرَضُونَ عَلٰى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْاَشْهَادُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْۚ اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَنْ | kim olabilir? |
|
2 | أَظْلَمُ | daha zalim |
|
3 | مِمَّنِ | kimseden |
|
4 | افْتَرَىٰ | uyduran |
|
5 | عَلَى | karşı |
|
6 | اللَّهِ | Allah’a |
|
7 | كَذِبًا | yalan |
|
8 | أُولَٰئِكَ | bunlar |
|
9 | يُعْرَضُونَ | sunulurlar |
|
10 | عَلَىٰ | üzerine |
|
11 | رَبِّهِمْ | Rabblerine |
|
12 | وَيَقُولُ | ve derler |
|
13 | الْأَشْهَادُ | şahitler |
|
14 | هَٰؤُلَاءِ | işte bunlardır |
|
15 | الَّذِينَ | kimseler |
|
16 | كَذَبُوا | yalan söyleyen(ler) |
|
17 | عَلَىٰ | karşı |
|
18 | رَبِّهِمْ | Rabblerine |
|
19 | أَلَا | haberiniz olsun |
|
20 | لَعْنَةُ | laneti |
|
21 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
22 | عَلَى | üzerinedir |
|
23 | الظَّالِمِينَ | zalimlerin |
|
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur. اَظْلَمُ haberdir. İsm-i tafdil kalıbındandır.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْ müşterek ism-i mevsûlu مِنْ harf-i ceriyle birlikte اَظْلَمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
افْتَرٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru افْتَرٰى fiiline müteallıktır. الْكَذِبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اُو۬لٰٓئِكَ يُعْرَضُونَ عَلٰى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْاَشْهَادُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْۚ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret olan اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُعْرَضُونَ cümlesi, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُعْرَضُونَ fiili ن 'un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Muttasıl zamir çoğul و ’ı naib-i faili olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى رَبِّهِمْ car mecruru يُعْرَضُونَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. يَقُولُ merfû muzari fiildir. الْاَشْهَادُ fail olup lafzen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا ’dir. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. İsm-i işaret هٰٓؤُ۬لَٓاءِ mübteda olarak mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, haber olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَذَبُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَذَبُوا mazi fiildir. Muttasıl zamir çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
عَلٰى رَبِّهِمْ car mecruru كَذَبُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ
اَلَا tenbih harfidir.
لَعْنَةُ mübteda olup lafzen merfûdur. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَلَى الظَّالِم۪ينَ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. الظَّالِم۪ينَ ’nin cer alameti ي ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباًۜ
وَ, istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnad olup, sübut ifade eden isim cümlesidir.
İstifham ismi مَنْ mübteda konumundadır. İnkârî manadadır.
Soru kastı taşımayıp tevbih ve inkâri anlama gelen cümle, mecâz-ı mürsel mürekkebtir.
Ayrıca mütekellimin Allah Teâlâ olduğu istifhamda tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celâlin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Müsned olan اَظْلَمُ ism-i tafdil kalıbındadır. Mübalağa ifade eder. Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası olan افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِباً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır.
مَنْ lafzının tekrarında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
Ayetteki istifham, Allah’a yalan iftira etmekle zulmeden bu kişilerin başına gelecek felaketi haber veren büyük bir tehdit anlamında mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
كَذِباًۜ - كَذَبُوا ,اَظْلَمُ - الظَّالِم۪ينَۙ kelimeleri arasında cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
افْتَرٰى - كَذِباً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin bu cümlesinde اَظْلَمُ [daha zalim] deniyorsa da burada her “zalimden daha zalim” manası kastedilir. Nitekim daha sonra “Şüphesiz ki onlar, ahirette en çok zarara uğrayanların ta kendileridir.” buyrulur ki bu ifade o manayı teyid eder. (Ebüssuûd)
اُو۬لٰٓئِكَ يُعْرَضُونَ عَلٰى رَبِّهِمْ وَيَقُولُ الْاَشْهَادُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübteda olan işaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi يُعْرَضُونَ عَلٰى رَبِّهِمْ, müspet muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir.
Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Burada عَلٰى رَبِّهِمْ [Rabblerine] denmesi, onların Allah'tan başkalarını rab edinmelerinin batıllığına işaret eder. (Ebüssuûd)
Ayette يُعْرَضُونَ fiilinin عَلَى harf-i ceriyle müteaddi olarak gelmesi, iradenin hazır olduğunu ifade eder ve Allah’ın onlar üzerindeki kudretine imada bulunur. (Âşûr)
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan وَيَقُولُ الْاَشْهَادُ cümlesi, يُعْرَضُونَ cümlesine matuftur.
يَقُولُ fiilinin mekulü’l-kavli olan هٰٓؤُ۬لَٓاءِ الَّذ۪ينَ cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi faide-i haber ibtidâî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i işaretle marife olarak gelmesi, işaret edilene dikkat çekip tahkir etmek içindir. Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur. Mevsûlün sılası olan كَذَبُوا عَلٰى رَبِّهِمْۚ mazi, fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
رَبِّهِمْۚ izafeti muzâfın şanı, muzâfun ileyhin tahkiri içindir.
رَبِّهِمْۚ izafetinde Rabb isminin inanmayanlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manası vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
رَبِّهِمْ lafzının tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.
اُو۬لٰٓئِكَ ve هٰٓؤُ۬لَٓاءِ işaret isimleri, zalimleri ve yalancıları kınama ve tevbih içindir.
اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiş tenbih harfi اَلَا ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَلَا لَعْنَةُ اللّٰهِ عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ cümlesi şahitliğin son sözleridir. Tenbih harfiyle başlaması, teşhir makamına uygun olmuştur. Haber onları tahkir ve ayıplama şeklinde dua şeklinde kullanılmıştır. (Âşûr)
Müsnedün ileyh az sözle çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir.
Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. عَلَى الظَّالِم۪ينَۙ ’nin müteallakı olan haber mahzuftur.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
لَعْنَةُ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan لَعْنَةُ ’ya tazim ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَلَا tahdîd (teşvik) ilişkisi kurar. Fiilin teşvik yoluyla ve şiddetli bir şekilde yerine getirilmesini talep eder. Arz için kullanıldığında ise fiilin yumuşak bir biçimde yapılmasının istenmesidir. Diğer tahdîd edatlarındaki özelliğe sahip olup tevbih ve tendim ifade etmez. (Abdullah Hacibekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ
İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri, هم şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَصُدُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru يَصُدُّونَ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَبْغُونَهَا عِوَجاً cümlesi atıf harfi وَ ’la sıla cümlesine matuftur.
يَبْغُونَهَا fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عِوَجاً hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir.
Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal, (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
بِالْاٰخِرَةِ car mecruru كَافِرُونَ ’ye müteallıktır. Munfasıl zamir هُمْ birinciyi tekid etmek içindir.
كَافِرُونَ haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
كَافِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَّذ۪ينَ يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. اَلَّذ۪ينَ, takdiri هُمْ olan mahzuf mübtedanın haberidir.
Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder.
İsm-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ cümlesi sılaya وَ ’la atfedilmiştir.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafeti, lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ için şan ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
وَيَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ sözünde de istiare vardır. Çünkü Allah’ın yolu, onun dini demektir. Buna göre dinde sapma noktaları ararlar sözü “Açık ve boş noktalar bulmaya çalışırlar.”, “O doğru değil eğri büğrü bir yoldur.” diye şüpheler vehmettirirler demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
“Allah yolu”ndan murad, Allah’ın dini ve Resulüne ittibadır. Onların Allah yolunda eğrilik aramaları birtakım şüpheler ileri sürerek Allah yolunu eğri göstermek istemeleri veya insanlara Allah yolunu eğri bir yol olarak sunmaya çalışmalarıdır. (Beyzâvî)
يَصُدُّونَ عَنْ ibaresinde istiare vardır. İnkâr etmek, uzaklaşmaya benzetilmiştir.
وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ
Ayetin son cümlesi, sıla cümlesine matuftur Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki ikinci munfasıl zamir هُمْ, tekid için gelmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِالْاٰخِرَةِ, amili olan كَافِرُونَۜ kelimesine önemine binaen takdim edilmiştir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfret ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَ sözünde, isim cümlesi yoluyla küfürlerinin sübut ve temekkün ettiği ifade edilmiştir. (Âşûr)
Ayetin son cümlesinde (car mecrurun takdimi ve fasıl zamiri dahil edilmesiyle) “Ve onlar, ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir.” denilmesi, hem onların küfrünü tekidle anlatır hem de böyle bir inkârın onlara has olduğunu bildirir.
هُمْ zamirinin tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.Burada inkârla ilgili olarak “bile bile” tabirinin sebebi şudur: Küfür, bir şeyi örtmek demektir; bu bakımdan, tohumu toprakla örttüğünden dolayı çiftçiye kâfir denir. Dolayısıyla küfür, nefsani arzular, dünyevi menfaatler, ön yargı, şartlanmışlık, yanlış bakış açısına sahip olma, kötü niyet, kibir ve zulüm gibi faktörlerin tesiri altında herhangi bir iman esasını bile bile reddetmek, inkâr etmek demektir.
İkinci olarak, bir insanın kâfir olması için ona imani gerçeklerin tebliğ edilmiş olması veya en azından onlardan haberdar olup araştırma yapabileceği bir konumda bulunması gereklidir. Tebliğ, belâğ kökünden gelir ki, o da imani gerçekleri kişilere, akıllarının ikna olacağı, neticede nefisleri ve vicdanlarıyla başbaşa kalarak iman ile küfür arasında serbest tercih yapabilecekleri noktaya kadar anlatmak, iletmek manâsınadır.
İşte, Kur'ân-ı Kerim'in haklarında kâfir hükmü vererek ebedi Cehennem azabıyla tehdit ettiği kimseler, öncelikle, iman hakikatlerinin kendilerine akıllarını ikna edecek, neticede nefisleri ve vicdanlarıyla başbaşa kalıp tercihlerini yapacakları ölçüde ulaştırıldığı veya bu hakikatlerden haberdar olup, onları araştırabilecek konumda bulunan fakat yine yukarıda anılan faktörlerin tesiri altında inkâr içinde kalmakta ısrar edenlerdir.
Ey Kur’an-ı Kerim’in sahibi olan Allahım!
Halimin;
Sadece dünyalıklara sahip olmak için çalışırken, ahiretini kendi elleriyle boşa çıkaranların,
Aklını faydasız meselelere yorarken, kurtuluş vesilesi ilimlerinden uzak kalanların,
Çok okuyan bilinirken, Kelamındaki hakikatleri kavrayamanların ya da gözü ayetlerine değmeyenlerin,
Her işe vakti yeterken, ibadetlerini önemsemeyenlerin,
Başkalarının ne dediklerine ve ne düşündüklerine değer verirken, Senin sınırlarını aşmaktan çekinmeyenlerin,
Daha iyisini bildiğini iddia ederek, kendisinde Senin emirlerinden uzaklaşma ve yasaklarına yaklaşma hakkı görenlerin,
Zamanın popüler düşüncelerine kapılarak, emir ve yasaklarından taviz verenlerin ve rızandan uzaklaşanların,
Şaşıranların ve şaşırtanların hallerine benzemesinden ve gönlümün onları ve amellerini sevmesinden koru.
Ey yeri ve gökleri, dünya ve ahiret hayatını yaratan Allahım! Yüzümü nereye dönersem döneyim, Seni hatırlayayım. Nereye gidersem gideyim, alametlerinden ibret alayım. Kiminle görüşürsem görüşeyim, hakkı konuşayım. Ne kadar seversem seveyim, batıl olan her şeyden uzak durayım. Ne kadar istersem isteyeyim, verdiğine ve vermediğine rıza göstereyim. Ne kadar zorlanırsam zorlanayım, yalnız Senin rızan için emirlerine itaat edeyim. Ne işle meşgul olursam olayım, rızanı gözeteyim. Vesveseler ne yalanlar fısıldarsa fısıldasın, tövbe edeyim. Hangi halin içine girersem gireyim, Sana sığınayım. Sevgine ve rahmetine mazhar olayım. Dünya imtihanını kolaylıkla, başarıyla ve huzurla atlatayım. Cennet kapısına, merhametinle ve meleklerinle beraber varayım. Sevdiklerine ve sevdiklerime kavuşayım. Sana kavuşayım Allahım. Sana kavuşan kullarından olayım.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji