فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ مَا يَعْبُدُونَ اِلَّا كَمَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ مِنْ قَبْلُۜ وَاِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَص۪يبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَا | o halde |
|
2 | تَكُ | olmasın |
|
3 | فِي | hiçbir |
|
4 | مِرْيَةٍ | tereddüd |
|
5 | مِمَّا | hakkında |
|
6 | يَعْبُدُ | taptıkları |
|
7 | هَٰؤُلَاءِ | onların |
|
8 | مَا |
|
|
9 | يَعْبُدُونَ | onlar tapmazlar |
|
10 | إِلَّا | başkasına |
|
11 | كَمَا | gibi olandan |
|
12 | يَعْبُدُ | taptıkları |
|
13 | ابَاؤُهُمْ | babalarının |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | قَبْلُ | daha önce |
|
16 | وَإِنَّا | şüphesiz biz |
|
17 | لَمُوَفُّوهُمْ | vereceğiz |
|
18 | نَصِيبَهُمْ | onların paylarını |
|
19 | غَيْرَ | olmadan |
|
20 | مَنْقُوصٍ | eksik |
|
فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن جاءك العلم بهذا فلا تك (Sana bunun ilmi gelirse …. olma) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.
- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)
تَكُ meczum muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
تَكُ ’nün aslı تَكُونَ ’dir. Cezm edatı لَا ’dan dolayı نَ ’un harekesi hazfedilmiş, sonra da iki sakin bir araya geldiği için و hazfedilmiştir. İllet harfi وَ ’a benzediğinden tahfif için نْ hazfedilmiştir. Böylece geriye تَكُ lafzı kalmıştır.
تَكُ isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. تَكُ ’un ismi müstetir olup takdiri انت ’dir.
ف۪ي مِرْيَةٍ car mecruru تَكُ ’un mahzuf haberine müteallıktır.
مَا müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harf-i ceriyle birlikte تَكُ ’nun mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَعْبُدُ merfû muzari fiildir. İsm-i işaret هٰٓؤُ۬لَٓاءِ fail olarak mahallen merfûdur.
مَا يَعْبُدُونَ اِلَّا كَمَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ مِنْ قَبْلُۜ
Fiil cümlesidir. مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْبُدُونَ fiili, نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır.
مَا ve masdar-ı müevvel, كَ harf-i ceriyle birlikte يَعْبُدُونَ fiilinin mahzuf mef’ûlün mutlakına müteallıktır. Takdiri, ما يعبدون إلّا عبادة كعبادة آبائهم (Sadece babalarının ibadeti gibi ibadet ederler) şeklindedir.
يَعْبُدُ merfû muzari fiildir. اٰبَٓاؤُ۬هُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ قَبْلُ car mecruru يَعْبُدُ fiiline müteallıktır. قَبْلَ ve بَعْدَ muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَص۪يبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ۟
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
مُوَفُّوهُمْ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. İzafetten dolayı ن harfi hazfedilmiştir.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَص۪يبَهُمْ ism-i fail olan مُوَفُّوهُمْ ’un mef’ûlün bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُوَفُّوهُمْ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
غَيْرَ kelimesi hal olup fetha ile mansubdur. مَنْقُوصٍ۟ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
غَيْرَ nahiv alimlerinin çoğunluğuna göre اِلَّا gibi istisna olarak kullanılmaktadır. Ancak غَيْرَ ’nın اِلَّا ’dan farkı, cümledeki konumuna göre îrab almasıdır.
اِلَّا edatından sonra gelen müstesna için zikredilen kuralların tamamı غَيْرُ için de geçerlidir. Yalnız اِلَّا ’dan sonra gelen müstesnanın alması gereken îrabı غَيْرُ edatının kendisi alır. Yani اِلَّا ’dan sonraki müstesna, mansub ise غَيْرُ da mansub, merfû ise غَيْرُ da merfû, mecrur ise غَيْرُ da mecrur olur.
Bu edat isim olduğundan dolayı muzâftır. Bundan sonra gelen kelime muzâfun ileyhtir ve daima mecrurdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْقُوصٍ kelimesi sülâsî mücerred olan نقص fiilinin ism-i mef’ûlüdür.فَلَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِۜ
Rabıta harfi فَ ile gelen bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümle, hazfedilen şartın cevabıdır. Takdiri, إن جاءك العلم بهذا (Eğer sana ilim gelirse…) olan mahzuf şartla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cevap cümlesi لَا تَكُ ف۪ي مِرْيَةٍ مِمَّا يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا, harf-i cerle birlikte تَكُ ’nun mahzuf haberine müteallıktır. Sılası يَعْبُدُ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ف۪ي harfi zarf için mecazî anlamda gelmiştir. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin, işaret ismi هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ile gelmesi müşrikleri tahkir ve kınama içindir.
مِرْيَةٍ kelimesinin kökü مرى fiilidir. Asıl olarak sağmak için dişi devenin memelerini temizlemek manasında kullanılır. Bir işte şüpheye düşmek demektir. Şekk kelimesinden daha özeldir. (Müfredat)
مَا يَعْبُدُونَ اِلَّا كَمَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ مِنْ قَبْلُۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi fiil cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَا ve اِلَّٓا ile oluşan kasr, cümleyi iki kez tekid etmiştir. Kasr, fiille car mecrur arasındadır.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar harfi مَا ’ya dahil olan كَ, teşbih harfidir. Akabindeki masdar tevilindeki cümleyle birlikte يَعْبُدُونَ fiilinin mahzuf mef’ûlün mutlakına müteallıktır.
Ayetteki teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredildiği için de mufassaldır.
Cümlede farklı görevdeki مَا ’lar arasında tam cinas ve لَا - اِلَّا arasında cinas-ı nakıs ve bu kelime grupları arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مَا يَعْبُدُونَ - يَعْبُدُ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır
اِلَّا كَمَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬هُمْ مِنْ قَبْلُ (Başka değil/ancak atalarının önceden beri ibadet ettiği gibi) cümlesi, كَمَاعبد اٰبَٓاؤُ۬هُمْ şeklinde mazi fiille gelmesi gerekirken muzari fiille gelmiş, bunun onlarda bir âdet haline geldiğine işaret edilmiştir. Mazi fiil böyle devamlı olmakla muzari fiil de mûtad (âdet) olmakla isimlendirilir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 344-345)
وَاِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَص۪يبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ۟
Ta’liliyye cümlesine matuf olan son cümle, اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir.
نَا zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.
Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)
Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
لَمُوَفُّوهُمْ - مَنْقُوصٍ۟ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafiy sanatı vardır.
“Onların nasibini tam vereceğiz.” dedikten sonra (gayra menkus) eksiksiz buyurulması ıtnâb sanatıdır. Karşılığın ödenmesinde gösterilecek titizlik vurgulanmış olur. Ayrıca bu durumun kesinliği fiil cümlesinden daha kuvvetli olan isim cümlesiyle ifade edilmiştir.
Burada “eksiksiz olarak” kaydının zikredilmesi, haddizatında (aslında) eksik olduğu halde ifadenin mecazî olma vehmini kaldırmak içindir. (Ebüssuûd)
وَاِنَّا لَمُوَفُّوهُمْ نَصٖيبَهُمْ غَيْرَ مَنْقُوصٍ [Biz de elbet nasiplerini eksiksiz vereceğiz.] Bu cümleden maksadın, “Biz onların nasiplerini yani onların payı olan azabı eksiksiz vereceğiz.” manası olabileceği gibi “Onlar her ne kadar kâfir olup haktan yüz çevirmiş olsalar da onların rızıklarını ve dünyevî hayırlardan nasiplerini eksiksiz vereceğiz.” manası olması da muhtemeldir. Yine bu cümleden maksadın, “Biz, özürlerini ve mazeretlerini gidermek için deliller ortaya koyma, peygamberler gönderme ve kitaplar indirme hususundaki hisselerini eksiksiz vereceğiz.” şeklinde olması da muhtemel olabileceği gibi, bu manaların hepsinin birden kastedilmiş olması da muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî)ü
غَيْرَ مَنْقُوصٍ۟ ibaresi, verilen sözün yerine getirileceğini teyit edici şekilde hal olarak gelmiş olup bu yönüyle mana itibariyle cümledeki istihza vurgusunu güçlendirmiştir. Nitekim vadedilen şeyin itibarı, verilen vaadin doğrulanmasıyla artar ve buna da البِشارَةِ denir. (Âşûr)