Hûd Sûresi 110. Ayet

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ  ...

Andolsun, biz Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik de onun hakkında ayrılığa düşülmüştü. Eğer daha önce Rabbinin bir sözü geçmemiş olsaydı, elbette aralarında hüküm verilirdi. Onlar da (müşrikler de) o Kur’an hakkında derin bir şüphe içindedirler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 اتَيْنَا verdik ا ت ي
3 مُوسَى Musa’ya
4 الْكِتَابَ Kitab’ı ك ت ب
5 فَاخْتُلِفَ ayrılığa düşüldü خ ل ف
6 فِيهِ onda
7 وَلَوْلَا eğer olmasaydı
8 كَلِمَةٌ bir söz ك ل م
9 سَبَقَتْ önceden geçmiş س ب ق
10 مِنْ tarafından
11 رَبِّكَ Rabbin ر ب ب
12 لَقُضِيَ hüküm verilirdi ق ض ي
13 بَيْنَهُمْ aralarında ب ي ن
14 وَإِنَّهُمْ şüphesiz onlar
15 لَفِي içindedirler
16 شَكٍّ bir tereddüt ش ك ك
17 مِنْهُ bunun hakkında
18 مُرِيبٍ gocundurucu ر ي ب
 
Daha önce Hz. Mûsâ’nın Firavun ve adamlarına mûcizelerle gönderildiği bildirilmişti (âyet 96-97). Mûsâ Firavun’a karşı verdiği tevhid mücadelesinden sonra İsrâiloğulları’nı Mısır’dan çıkarıp Sînâ yarımadasındaki Tîh çölüne getirmeyi başardı. Burada Sînâ dağında kendisine Tevrat adındaki ilâhî kitap vahyedildi. İşte âyette Mûsâ’ya verildiği bildirilen kitap budur. Ancak Hz. Mûsâ’nın ümmeti onun Firavun’a karşı verdiği mücadeleyi ve gösterdiği mûcizeleri bilmelerine rağmen bu kutsal kitabı anlama ve uygulama hakkında ihtilâfa düştüler. Kitabın bazı hükümlerini gizleyenler, onu istedikleri yönde yorumlayanlar, kendi fikirlerini kutsal kitabın içine katarak bunun Allah tarafından gönderilmiş olduğunu ileri sürenler oldu (İbn Âşûr, XII, 169-170).
“Daha önce verilmiş söz”den maksat, Allah’ın, kitap hakkında ihtilâfa düşenleri hemen cezalandırmayıp belirlenen zaman gelinceye kadar bekleyeceğine (Taberî, XII, 123) veya kıyamet gününe kadar onlara mühlet vereceğine dair sözüdür (Şevkânî, II, 600). Bir başka görüşe göre “Allah’ın, peygamber gönderip hak din ile ilgili deliller göstermedikçe ve bunlar üzerinde düşünme imkânı vermedikçe kişiyi cezalandırmayacağına dair ezelî sözü”dür (İbn Kesîr, IV, 282). İşte yüce Allah’ın önceden böyle bir sözü geçmemiş olsaydı suçluları hemen cezalandırır ve işlerini bitirirdi. Fakat O’nun isimlerinden biri de “çok sabırlı” anlamına gelen sabûrdur; acele etmez, ezelde takdir edilmiş olan zamanın gelmesini bekler, zamanı geldiğinde dilerse şiddetle cezalandırır ve suçluların işini bitirir (krş. Tâhâ 20/129).
 110. âyette kitap hakkında derin bir şüphe içinde oldukları bildirilenlerin Kur’an hakkında şüphe eden müşrikler olduğunu söyleyenler varsa da, âyetin bağlamı dikkate alındığında bunların Tevrat hakkında şüphe eden İsrâiloğulları yani Hz. Mûsâ’nın kavmi olduğu anlaşılır (krş. Şûrâ 42/14). Âhirette kimin haklı kimin haksız olduğu ortaya çıkacak ve AllahTeâlâ bunların her birinin yaptıklarının karşılığını verecektir.
112. Âyet metninde geçen istikamet kavramı Kur’an’da “bütüncü, devamlı ve tutarlı dindarlık, dinî hayat” mânasını ifade etmektedir. Âyette İslâm’ın esasını teşkil eden iki ilke yer almaktadır: Emrolunduğu gibi dosdoğru yaşamak ve haddi aşmamak, yani Allah’ın belirlediği sınırların dışına çıkmamak. Rivayete göre Resûlullah kendisine uygulanması bundan daha zor gelen bir âyet inmediğine işaret etmek üzere,“Hûd sûresi ve kardeşleri beni ihtiyarlattı” buyurmuştur. Sûrenin nesinin kendisini ihtiyarlattığı sorulduğunda, “Sana emredildiği gibi dosdoğru ol!” meâlindeki âyetin kendisini ihtiyarlattığını söylemiştir (Râzî, XVIII, 71; Hûd sûresinin kardeşleri hakkında bilgi için bk. bu sûrenin girişindeki “Fazileti” başlığı).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 203-205
 

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ

 

وَ  atıf harfidir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مُوسَى  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

الْكِتَابَ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  atıf harfidir.  اخْتَلَفُوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

اخْتَلَفُوا  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındandır. Sülâsîsi  خلف ’dir.

İftiâl babı fiille mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. 


 وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. 

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi) 

كَلِمَةٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri,  موجودة  (mevcuttur.) şeklindedir.

سَبَقَتْ  cümlesi  كَلِمَةٌ un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَبَقَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى’dir.

مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  كَلِمَةٌ un mahzuf sıfatına müteallıktır.

لَ  harfi  لَوْلَا ’nın cevabının başına gelen rabıtadır. 

قُضِيَ  elif üzere mukadder fetha ile mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

بَيْنَهُمْ  mekân zarfı,  قُضِيَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

 وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُمْ  muttasıl zamiri,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

ف۪ي شَكٍّ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  مِنْهُ  car mecruru  شَكٍّ ’e müteallıktır.

مُر۪يبٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ ف۪يهِۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.  قَدْ  ve  لَ  tekid edilmiş cevap cümlesi …وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

اٰتَيْنَا  kelimesindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)

Aynı üslupta gelerek şartın cevabına  فَ  ile atfedilen  فَاخْتُلِفَ ف۪يهِ  cümlesi de müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.


 وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ 

 

İstînâfa matuf cümle, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart cümlesi;  لَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ  menfi isim cümlesi şeklinde gelerek sübut ifade etmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan  كَلِمَةٌ ’un haberi mahzuftur. Müspet mazi fiil sıygasındaki  سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ  cümlesi,  كَلِمَةٌ  için sıfattır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimi olarak ıtnâb sanatıdır.

كَلِمَةٌ  lafzındaki tenkir tazim içindir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ  cümlesi  لَوْ ’in cevabıdır.

رَبِّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  كُمْ  zamiri şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

لَوْلَٓا  şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye “olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi” şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

اٰتَيْنَا - رَبِّكَ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.

وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ  (Rabbinden takdir edilmiş bir kelime olmasaydı…) ifadesinde  كَلِمَةٌ kaderden kinayedir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

أتى  fiili,  أعطى ’dan farklı olarak, hemzeden dolayı daha çok önemli şeyler ve hikmet gibi manevi olan şeyler için de kullanılır. Mesela zekat  أتى  fiiliyle kullanılır.

لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ  ibaresinde îcâz-ı kasr vardır. Onların başına gelecekler son derece veciz bir şekilde ifade edilmiştir. Îcâz-ı kasr hazif yapılmaksızın az sayıda kelimeyle çok mana ifade etmektir. Yani “lafzın az, mananın çok olmasıdır.”


 وَاِنَّهُمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ

 

İstînâfa matuf cümle,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اِنَّ ’nin haberi mahzuftur. 

مُر۪يبٍ  kelimesi,  شَكٍّ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

لَف۪ي شَكٍّ  ibaresinde istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  شَكٍّ  içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  شَكٍّ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.

شَكٍّ  kelimesi, karışık bilgi için kullanıldığı gibi mutlak tereddüt anlamında ve ilmin (kesin bilginin) karşıtı olarak da kullanılır. İşte bundan dolayıdır ki şek, (Onların o konuda hiçbir bilgileri yoktur; sadece zanna uyuyorlar.) ifadesi ile de tekid edilmiştir. Şek, cehalet; ilim ise kesin bilgi olsun veya olmasın, kalbin mutmain olduğu inanç (itikat) olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd, Hud Suresi 62)

شَكٍّ ’deki tenvin tahkir içindir.

اخْتُلِفَ  -  شَكٍّ  -  مُر۪يبٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.