Hûd Sûresi 108. Ayet

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ  ...

Mutlu olanlara gelince, gökler ve yerler durdukça içinde ebedî kalmak üzere cennettedirler. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Bu, onlara ardı kesilmez bir lütuf olarak verilmiştir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَمَّا ve
2 الَّذِينَ kimseler
3 سُعِدُوا mutlu olan(lar) س ع د
4 فَفِي içindedirler
5 الْجَنَّةِ cennet ج ن ن
6 خَالِدِينَ onlar sürekli kalıcıdırlar خ ل د
7 فِيهَا orada
8 مَا
9 دَامَتِ durdukça د و م
10 السَّمَاوَاتُ gökler س م و
11 وَالْأَرْضُ ve yer ا ر ض
12 إِلَّا dışında
13 مَا
14 شَاءَ diledikleri ش ي ا
15 رَبُّكَ Rabbinin ر ب ب
16 عَطَاءً bir lütuftur ع ط و
17 غَيْرَ olmaksızın غ ي ر
18 مَجْذُوذٍ kesinti ج ذ ذ
 
Bu âyetler, 103. âyetin “O gün bütün insanların bir araya toplandığı gündür” meâlindeki bölümünü açıklayıcı mahiyette olup mahşerde toplanacak olan insanların dünyadaki iman ve amellerine göre oradaki durumlarının ne olacağını, varıp kalacakları yerleri haber vererek o günün dehşetini tasvir etmektedir. Âyetlerin, putperest kavimlerin kıssalarının ardından gelmiş olması dikkate alındığında 105. âyetin putların Allah katında kendileri için şefaatçi olacağına inanan kimselere hitap ettiği anlaşılırsa da âyette genel olarak şefaatçilere güvenip de günahtan sakınmayan kimselerin uyarıldığını söylemek daha uygun olur. Zira o yüce mahkemede Allah’ın izni olmadan ne peygamber ne evliya ne melek ne de başka bir güç şefaat edip söz söyleyebilir (Tâhâ 20/109; Nebe’ 78/38). İnsanlar, dünyadaki iman ve amellerine göre âhirette bedbahtlar ve mutlular olmak üzere iki gruba ayrılacaklardır. 106. âyette dünyada inkârcılıkta ısrar eden bedbahtların âhirette cehennem ateşiyle cezalandırılacakları, 108. âyette ise mutluların yani müminlerin cennet nimetleriyle ödüllendirilecekleri ifade edilmiştir. 
 107. âyette geçen ve “gökler ve yer durdukça” şeklinde çevirilen ifadeyi müfessirler iki şekilde yorumlamışlardır: a) Bu cümle Arap dilinde mecazi anlamda sonsuzluğu ifade etmek için kullanılır. Buna göre âyet bedbahtların cehennemde ebedî olarak kalacaklarını göstermektedir. b) “Âhiretteki gökler ve yer durdukça” demektir. Âhiret sonsuz olduğuna göre bedbahtlar da cehennemde sonsuz olarak kalacaklardır (âhiretteki gökler ve yer için bk. İbrâhim 14/48). “Rabbinin dilediği hariç” istisnası ile ilgili olarak da müfessirler farklı yorumlarda bulunmuşlardır. a) “Allah dilediği takdirde bu ebedîliği bir süre sonra sona erdirecek” demektir. Bu durum cehennemin de sonlu olacağını hatıra getirmektedir. b) Allah dilediği kimseleri orada ebedî kalmaktan kurtaracaktır. Bu da bazı müşrik ve inkârcıların cehennemde ebedî kalmaktan kurtulacağı ihtimalini hatıra getirmektedir (krş. En‘âm 6/128). Şüphesiz ki Allah istediğini yapma gücüne sahiptir; O’nun için hiçbir engel söz konusu değildir; ancak müşrik ve inkârcıları affetmeyeceğini, bunların ebedî olarak cehennemde kalacağını açıkça bildirmiştir (Nisâ 4/14, 116). c) Başka bir yoruma göre ise bedbahtlar, günahkâr müminler ve inkârcılar olmak üzere ikiye ayrılır. Bu istisna müşrik ve inkârcıları değil günahkâr müminleri ifade eder. Bunlar belli bir süre cehennemde kaldıktan sonra yüce Allah bunları oradan çıkartıp cennete yerleştirecek, inkârcı bedbahtlar ise ebedî olarak cehennemde kalacaklardır. Bu yorum müminlerin ebedî olarak cennette, inkârcıların ise ebedî olarak cehennemde kalacaklarını açıkça ifade eden âyetlerle bu âyeti uzlaştırmaya yöneliktir (bk. Mâide 5/119; Cin 72/23. Bu istisna ile ilgili diğer görüşler için bk. Şevkânî, II, 595-596).
 Bize göre, “Allah dilemedikçe…” şeklindeki ifade, “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” meâlindeki âyette olduğu gibi (İnsân 76/30) –birçok yerde– her şeyin Allah’ın dilemesi sonucu olduğunu açıklamaya yöneliktir. Burada da âyeti şöyle anlamak mümkündür: “Cehenneme girecek olanların bir kısmının orada ebedî kalmaları “Allah’ın dilemesine bağlı” olarak böyledir.
 Mutlu olanlara gelince bunlar da sonsuz olarak cennette yaşayacaklardır. “Rabbinin dilediği hariç” istisnası bunlar hakkında da mevcuttur; ancak âyetin son cümlesi cennet nimetlerinin kesintisiz olduğunu ve cennete girenlerin oradan çıkarılmayacağını göstermektedir. Bu takdirde istisnanın anlamı nedir? İbn Âşûr’a göre bu istisna iki anlamda yorumlanabilir: 1. Tövbe etmeden âhirete giden müminler bir süre cehennemde kaldıktan sonra Allah merhameti gereği onları bir sebep ve hikmetle affeder ve cennete koyar. 2. Bu istisnadan maksat Allah’ın lutuf ve rahmetinin bir tecellisi olan nimetlerin, “ödenmesi gereken bir borç” şeklinde anlaşılmasını önlemektir (XII, 165-166). Bazı müfessirlerse bu istisnayı, “Allah onlara başka bir mükâfat bahşetmeyi istemedikçe” şeklinde yorumlamışlardır (Reşîd Rızâ, XII, 160-161). “Allah insanın önünde yeni bir evrim sahnesi, daha yüksek bir evre açmadıkça (cennette sonsuz olarak kalacaklardır)” şeklinde yorumlayanlar da vardır (Esed, 447).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 199-201
 

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir. 

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ين, mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  سُعِدُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur. 

سُعِدُوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  فِي الْجَنَّةِ  car mecruru  الَّذ۪ينَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

خَالِد۪ينَ  kelimesi hal olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır. 

دَامَتِ  tam fiil olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  السَّمٰوَاتُ  fail olup lafzen merfûdur.

الْاَرْضُ  atıf harfi  وَ  ile  السَّمٰوَاتُ ’a matuftur.

اِلَّا  istisna harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  müstesna olarak  mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  شَٓاءَ رَبُّكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

شَٓاءَ ’nin mef’ûlu mahzuftur. 

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ

 

عَطَٓاءً  mahzuf fiilin mef’ûlü mutlaktan naibtir.

غَيْرَ  kelimesi  عَطَٓاءً ’nin sıfatı olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  مَجْذُوذٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَجْذُوذٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  جذذ  fiilinin ism-i mef’ûludur.
 

وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ

 

Ayet, …الذين شقوا  cümlesine atıf harfi  وَ ’la atfedilmiştir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.

اَمَّا  şart ve tafsil harfidir. Ayet şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Has ism-i mevsûl olan  الَّذ۪ينَ  mübtedadır.  فَ  karinesiyle gelen  …فَفِي الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ  terkibi,  mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Aynı zamanda  اَمَّا ’nın cevabıdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması arkadan gelen habere dikkat çekmek içindir. Bunun yanında tazim ve teşvik ifade eder.

Merfû mahaldeki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası  سُعِدُوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

سُعِدُوا  fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. 

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

مَا, masdariyyedir. Akabindeki  دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ  cümlesi, masdar teviliyle, zaman zarfı olarak  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.

Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  شَٓاءَ رَبُّكَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبُّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan Hz. Peygambere ait  كَ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

106. ayetle bu ayet güzel bir mukabele örneği teşkil etmektedir.

خَالِد۪ينَ - دَامَتِ  arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

السَّمٰوَاتُ  ve  الْاَرْضُ  arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

Cümlede iki farklı görevdeki  مَٓا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Şakîler hakkında, فَاَمَّا الَّذ۪ينَ شَقُوا  [Şakî/bedbaht olanlara gelince… (Hud Suresi, 106)] buyurularak şakî olmak kişilere isnad edilmiş, فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اُشَقُوا  buyurulmayarak yaptıkları şeyler nedeniyle kendilerini şakî hale getirdiklerine işaret edilmiştir. Mesut/bahtiyar olanlardan bahsedilirken ise  وَاَمَّا الَّذ۪ينَ سُعِدُوا  [Mesutlara/ bahtiyarlara gelince] buyurularak meçhul fiil gelmiş ve Allah'ın rahmeti ve fazlıyla onları mesut ettiğine işaret edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 342-343)


 عَطَٓاءً غَيْرَ مَجْذُوذٍ

 

عَطَٓاءً  mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri, ابعدوا (uzak oldular) şeklindedir. 

Mahzufla birlikte faide-i haber talebî kelam olan fiil cümlesidir. Mef’ûlü mutlakın amilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

غَيْرَ  kelimesi,  عَطَٓاءً  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

خَالِد۪ينَ  ve  غَيْرَ مَجْذُوذٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

آتَى  fiili,  اَعْطَى  fiili birbirinden farklıdır:

O halde bu anlatılanlardan ortaya çıkan sonuçlar şunlardır:

1. آتَى  fiilindeki hemze,  اَعْطَى  fiilindeki ayn harfinden daha kuvvetlidir. Bunun için daha geniş ve kapsamlıdır, önemli şeyler için kullanılır.  اَعْطَى  ise hem az hem de çok şeyler için kullanılır.  آتَى ; mal, mülk, hikmet, peygamberlerin doğruluğuna delalet eden ayetlerin verilmesi gibi konularda kullanılmıştır.  اَعْطَى  ise  تَ 'den daha yüksek ve açık olan mechur olan  طَ  harfinden dolayı zahir olan durumlarda kullanılır. Neredeyse tamamen mala ait durumlarda kullanılır.

2. آتَى  fiili, maddi ve manevi konularda ve  اَعْطَى  fiilinin kullanılmasının güzel olmadığı yerlerde kullanılır.

3. اَعْطَى  mülk edinme manasını taşır, bu mana  آتَى  fiilinde yoktur.

4. آتَى  fiiliyle verilen şey geri alınabilir, halbuki  اَعْطَى  fiili böyle değildir. Çünkü onda mülk edinme manası vardır.

5. Madem ki  اَعْطَى  fiili sahiplik olma manasını taşıyor, o halde bu, ihtisas sebebi olur. Çünkü bir kişi sahibi olduğu şeyde istediği gibi tasarruf edebilir, onu isterse yanında tutar isterse dilediğine verir.  (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 1, s. 102-103)