Hûd Sûresi 107. Ayet

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ  ...

Onlar, gökler ve yerler durdukça orada ebedî olarak kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilemesi başka. Şüphesiz Rabbin istediğini yapandır.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 خَالِدِينَ onlar sürekli kalıcıdırlar خ ل د
2 فِيهَا orada
3 مَا
4 دَامَتِ durdukça د و م
5 السَّمَاوَاتُ gökler س م و
6 وَالْأَرْضُ ve yer ا ر ض
7 إِلَّا dışında
8 مَا kimseler
9 شَاءَ diledikleri ش ي ا
10 رَبُّكَ Rabbinin ر ب ب
11 إِنَّ şüphesiz
12 رَبَّكَ Rabbin ر ب ب
13 فَعَّالٌ yapandır ف ع ل
14 لِمَا
15 يُرِيدُ dilediğini ر و د
 
Bu âyetler, 103. âyetin “O gün bütün insanların bir araya toplandığı gündür” meâlindeki bölümünü açıklayıcı mahiyette olup mahşerde toplanacak olan insanların dünyadaki iman ve amellerine göre oradaki durumlarının ne olacağını, varıp kalacakları yerleri haber vererek o günün dehşetini tasvir etmektedir. Âyetlerin, putperest kavimlerin kıssalarının ardından gelmiş olması dikkate alındığında 105. âyetin putların Allah katında kendileri için şefaatçi olacağına inanan kimselere hitap ettiği anlaşılırsa da âyette genel olarak şefaatçilere güvenip de günahtan sakınmayan kimselerin uyarıldığını söylemek daha uygun olur. Zira o yüce mahkemede Allah’ın izni olmadan ne peygamber ne evliya ne melek ne de başka bir güç şefaat edip söz söyleyebilir (Tâhâ 20/109; Nebe’ 78/38). İnsanlar, dünyadaki iman ve amellerine göre âhirette bedbahtlar ve mutlular olmak üzere iki gruba ayrılacaklardır. 106. âyette dünyada inkârcılıkta ısrar eden bedbahtların âhirette cehennem ateşiyle cezalandırılacakları, 108. âyette ise mutluların yani müminlerin cennet nimetleriyle ödüllendirilecekleri ifade edilmiştir. 
 107. âyette geçen ve “gökler ve yer durdukça” şeklinde çevirilen ifadeyi müfessirler iki şekilde yorumlamışlardır: a) Bu cümle Arap dilinde mecazi anlamda sonsuzluğu ifade etmek için kullanılır. Buna göre âyet bedbahtların cehennemde ebedî olarak kalacaklarını göstermektedir. b) “Âhiretteki gökler ve yer durdukça” demektir. Âhiret sonsuz olduğuna göre bedbahtlar da cehennemde sonsuz olarak kalacaklardır (âhiretteki gökler ve yer için bk. İbrâhim 14/48). “Rabbinin dilediği hariç” istisnası ile ilgili olarak da müfessirler farklı yorumlarda bulunmuşlardır. a) “Allah dilediği takdirde bu ebedîliği bir süre sonra sona erdirecek” demektir. Bu durum cehennemin de sonlu olacağını hatıra getirmektedir. b) Allah dilediği kimseleri orada ebedî kalmaktan kurtaracaktır. Bu da bazı müşrik ve inkârcıların cehennemde ebedî kalmaktan kurtulacağı ihtimalini hatıra getirmektedir (krş. En‘âm 6/128). Şüphesiz ki Allah istediğini yapma gücüne sahiptir; O’nun için hiçbir engel söz konusu değildir; ancak müşrik ve inkârcıları affetmeyeceğini, bunların ebedî olarak cehennemde kalacağını açıkça bildirmiştir (Nisâ 4/14, 116). c) Başka bir yoruma göre ise bedbahtlar, günahkâr müminler ve inkârcılar olmak üzere ikiye ayrılır. Bu istisna müşrik ve inkârcıları değil günahkâr müminleri ifade eder. Bunlar belli bir süre cehennemde kaldıktan sonra yüce Allah bunları oradan çıkartıp cennete yerleştirecek, inkârcı bedbahtlar ise ebedî olarak cehennemde kalacaklardır. Bu yorum müminlerin ebedî olarak cennette, inkârcıların ise ebedî olarak cehennemde kalacaklarını açıkça ifade eden âyetlerle bu âyeti uzlaştırmaya yöneliktir (bk. Mâide 5/119; Cin 72/23. Bu istisna ile ilgili diğer görüşler için bk. Şevkânî, II, 595-596).
 Bize göre, “Allah dilemedikçe…” şeklindeki ifade, “Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” meâlindeki âyette olduğu gibi (İnsân 76/30) –birçok yerde– her şeyin Allah’ın dilemesi sonucu olduğunu açıklamaya yöneliktir. Burada da âyeti şöyle anlamak mümkündür: “Cehenneme girecek olanların bir kısmının orada ebedî kalmaları “Allah’ın dilemesine bağlı” olarak böyledir.
 Mutlu olanlara gelince bunlar da sonsuz olarak cennette yaşayacaklardır. “Rabbinin dilediği hariç” istisnası bunlar hakkında da mevcuttur; ancak âyetin son cümlesi cennet nimetlerinin kesintisiz olduğunu ve cennete girenlerin oradan çıkarılmayacağını göstermektedir. Bu takdirde istisnanın anlamı nedir? İbn Âşûr’a göre bu istisna iki anlamda yorumlanabilir: 1. Tövbe etmeden âhirete giden müminler bir süre cehennemde kaldıktan sonra Allah merhameti gereği onları bir sebep ve hikmetle affeder ve cennete koyar. 2. Bu istisnadan maksat Allah’ın lutuf ve rahmetinin bir tecellisi olan nimetlerin, “ödenmesi gereken bir borç” şeklinde anlaşılmasını önlemektir (XII, 165-166). Bazı müfessirlerse bu istisnayı, “Allah onlara başka bir mükâfat bahşetmeyi istemedikçe” şeklinde yorumlamışlardır (Reşîd Rızâ, XII, 160-161). “Allah insanın önünde yeni bir evrim sahnesi, daha yüksek bir evre açmadıkça (cennette sonsuz olarak kalacaklardır)” şeklinde yorumlayanlar da vardır (Esed, 447).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 199-201
 

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ

 

خَالِد۪ينَ  kelimesi,  لَهُمْ ’deki zamirden hal olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanırlar.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.

دَامَتِ  tam fiil olup fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  السَّمٰوَاتُ  fail olup lafzen merfûdur.

الْاَرْضُ  atıf harfi  وَ  ile  السَّمٰوَاتُ a matuftur. 

اِلَّا  istisna harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muttasıl veya munkatı’ müstesna olarak  mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  شَٓاءَ رَبُّكَ dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

شَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

شَٓاءَ nin mefûlun bihi mahzuftur. Takdiri, إنقاذه من النار، أو زيادة مدّتهما (ateşten kurtarılması veya o ikisinin müddetini uzatılması) şeklindedir.

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ

 

 

İsim cümlesidir . اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَعَّالٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  

لِ  takviye için zaiddir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  يُر۪يدُ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

يُر۪يدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.
 

خَالِد۪ينَ ف۪يهَا مَا دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ

 

خَالِد۪ينَ  kelimesi,  لَهُمْ ’deki zamirden haldir.

مَا, masdariyyedir. Akabindeki  دَامَتِ السَّمٰوَاتُ وَالْاَرْضُ اِلَّا مَا شَٓاءَ رَبُّكَۜ  cümlesi, masdariye ve zarfiyedir,  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.

Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  شَٓاءَ رَبُّكَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ربُّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan Hz. Peygambere ait  كَ  zamiri şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

السَّمٰوَاتُ - الْاَرْضُ  arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr,   دَامَتِ - خَالِد۪ينَ  arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Cümlede iki farklı görevdeki  مَا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayetten murad onların cehennemde kalışlarının göklerin ve yerin devamına bağlı olduğunu anlatmak değildir. Çünkü bu konudaki naslar onların devamlılığına, göklerin ve yerin de son bulacağına işaret eder. Bu durumda “Onlar gökler ve yer durdukça orada kalacaklardır.” ibaresinden murad onların cehennemde kalışlarını teyit ve bunu belâgî bir şekilde anlatmaktır. Çünkü Araplar, “gök ve yer durdukça” ibaresini temsil yoluyla ebedilik anlamında kullanırlar. (Beyzâvî)

Burada bir istisna zikredilmiştir ki bu da Allah'ın dilemesidir. -Allahu a’lem- bu dileme, Allah'ın bu azap görenlerin halini biraz anlamaları için bazılarına rahmetini genişlettiğini haber verdiğine delalet etmektedir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 339)


اِنَّ رَبَّكَ فَعَّالٌ لِمَا يُر۪يدُ

 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبُّكَ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  كَ  zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûlün sılası  يُر۪يدُ, muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَٓاءَ - يُر۪يدُ  arasında mürâât-ı nazîr,  رَبُّكَ ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.