Hûd Sûresi 51. Ayet

يَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى الَّذ۪ي فَطَرَن۪يۜ اَفَلَا تَعْقِلُونَ  ...

“Ey kavmim! Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak beni yaratana âittir. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
2 لَا
3 أَسْأَلُكُمْ sizden istemiyorum س ا ل
4 عَلَيْهِ bunun için
5 أَجْرًا bir ücret ا ج ر
6 إِنْ
7 أَجْرِيَ benim ücretim ا ج ر
8 إِلَّا yalnızca
9 عَلَى aittir
10 الَّذِي
11 فَطَرَنِي beni yaratana ف ط ر
12 أَفَلَا
13 تَعْقِلُونَ akıl etmiyor musunuz? ع ق ل
 
Rivayetlere göre Âd, Hz. Nûh’un dördüncü kuşaktan torunu olup babası Avs’tır. Avs’ın babası İrem, onun babası Sâm, onun babası ise Nûh’dur. Âd’ın ismine nisbetle söz konusu kavme de “Âd kavmi” denilmektedir. Hz. Nûh’tan sonra tarih sahnesine çıkmış olan bu kavim Yemen’de Uman ile Hadramut arasındaki bölgede yaşamış eski ve önemli bir Arap toplumudur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Hûd’un Ahkaf bölgesinde yaşayan bir kavme peygamber olarak gönderildiği anlatılmaktadır (bk. Ahkaf 46/21; Fecr 89/6-8). Ahkaf ise Uman ile Hadramut arasında kalan geniş kum çöllerinin adıdır. Kur’an’ın verdiği bilgilere göre bunlar İrem adında benzeri görülmemiş bir şehir kurmuş, müreffeh bir şekilde yaşıyorlardı. Muhteşem sarayları, bağları, bahçeleri vardı (krş. Şuarâ 26/128-134; Fecr 89/6-8). Ancak doğru yoldan sapmış, putperest olmuşlardı, kendilerine gönderilmiş olan peygamberi dinlemedikleri için helâk olup tarih sahnesinden silindiler. Müfessirler Âd kavmini Âd-ı Ûlâ (birinci Âd) ve Âd-ı Uhrâ (ikinci Âd) olmak üzere iki kısma ayırırlar. Hz. Hûd’un peygamber olarak gönderildiği kavmin Âd-ı Ûlâ olduğunda ittifak vardır. Nitekim Necm sûresinin 50. âyetinde helâk edilen kavmin Âd-ı Ûlâ olduğu bildirilmiştir. Bu kavim İslâm’ın ortaya çıkışından asırlarca önce tarih sahnesinden çekilmiş olmakla birlikte hikâyesi Arap geleneğinde canlı olarak devam ettiğinden Kur’an’da da göndermelerde bulunulmuştur (Âd hakkında bilgi için bk. Emin Işık, “Ahkaf sûresi”, DİA, I, 549; ayrıca bk. A‘râf 7/65)
 Hûd aleyhisselâm bir rivayete göre Âd’ın soyundan, başka bir rivayete göre de Âd’ın dedesi Sâm’ın diğer bir oğlunun soyundan olup Arap kavminden gelen peygamberlerin ilkidir. Âyette “onların kardeşi” denilmesi onun aynı topluma veya akraba kabileye mensup olduğunu ifade eder. 150 yıl yaşadığı bildirilmektedir. Kabrinin Hadramut’ta veya Kâbe’nin civarında bulunduğu yolunda rivayetler vardır (bilgi için bk. İbn Âşûr, VIII/2, 200; Ömer Faruk Harman, “Hûd”, DİA, XVIII, 279).
 Bu sûrenin ikinci kıssası olan Âd kıssası Kur’an’da birçok yerde farklı şekillerde ele alınmıştır. Kıssa her geçtiği yerde farklı bir üslûpla anlatılmış ve çeşitli açılardan değerlendirilmiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 177-178
 

يَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ 

 

يَا  nidadır.  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  يَ ’sı  mahzuftur.

Nidanın cevabı  لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً dır.  لَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

اَسْـَٔلُكُمْ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

عَلَيْهِ  car mecruru  اَجْراً  kelimesinin mahzuf haline müteallıktır.  اَجْراً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

 

اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى الَّذ۪ي فَطَرَن۪يۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اَجْرِيَ  mübteda olup  ي  üzere mukadder damme ile merfûdur.

Muttasıl zamir  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  الَّذٖي  müfred has ism-i mevsûl  عَلَى harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. 

İsm-i mevsûlün sılası  فَطَرَنٖي dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

فَطَرَنٖي  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو 'dir.

Sonundaki  نِ  vikayedir. Muttasıl zamir  ي  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 


اَفَلَا تَعْقِلُونَ

 

Hemze inkârî istifhamdır.  فَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تَعْقِلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 

يَا قَوْمِ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراًۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevap cümlesi  لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَجْراً  kelimesindeki tenvin kıllet ifade etmektedir. Kelimeye “hiçbir” manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, umum ifade eder.

Hud (a.s.) onları Allah'ın birliğine irşad etmeye çalışıp ve onları putperestlikten men edince, “Ey kavmim, ben buna mukabil sizden hiç bir ücret istemiyorum. Benim mükâfatım, beni yaradandan başkasına ait değildir.” dedi. İşte bu, Nuh’un (a.s.) söylediği şeyin aynısıdır. Çünkü Allah'a davet etme işi, bir karşılık umma kirlerinden temizlenmiş ve annmış olunca kalplerdeki tesiri de o nispette etkili olur. (Fahreddin er-Râzî)


اِنْ اَجْرِيَ اِلَّا عَلَى الَّذ۪ي فَطَرَن۪يۜ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır. Kasr üslubuyla tekid edilmiş, menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنْ  ve  اِلَّا  ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.

Bir olumlu bir de olumsuz cümle ihtiva etmektedir. “Benim mükâfatım ancak beni yaratandandır.” “Allah'tan başka hiç kimseden bir mükâfatım yoktur.”

عَلَى الَّذ۪ي ’nin müteallakı olan haber mahzuftur.

Mecrur mahaldeki mevsûlün sılası olan  فَطَرَن۪ي  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَجْر  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


اَفَلَا تَعْقِلُونَ

 

Ayetin fasılası mukadder istînâfa matuftur. Takdir şöyle olabilir:  أجهلتم فلا تعقلون (Bilmiyor musunuz, akletmiyor musunuz?)

Menfi muzari fiil cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

اَفَلَا تَعْقِلُونَ cümlesi çok büyük bir kınama ifadesidir. Anlam ise “Yaptığınız şeyin çirkin olduğuna akıl erdiremiyor musunuz ki bu fiillerin kötülüğü sizi onları yapmaktan alıkoymuyor? Adeta akılları örtülmüş kimseler gibisiniz. Çünkü akıl bu tür şeylerden kaçınır, bunları reddeder.” şeklindedir. (Keşşâf, Araf Suresi 169)

Kur’an’daki fasılalar, kimi zaman kevnî ayetler üzerinden örnekler verilerek, kimi zaman ahiretin kalıcılığına vurgu yapılarak, kimi zaman kâfirlerin Allah’ın dışında ilâhlar edinme konusundaki mantıksızlıkları geçmişle gelecek arasında bağ kurulmak suretiyle geçmişin tecrübesini geleceğe aktarma anlamındaki bir düşünmeyi kapsayan  تَعَقُّل  kelimesi ve “Hiç aklınızı kullanmıyor musunuz?”, “Hiç düşünmüyor musunuz?” gibi ifadelerle bitirilirken geçmişe yönelik düşünmeyi gerektiren ve hassaten önceki milletlerin tecrübeleriyle ilgili olaylar anlatılırken  لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ  gibi tezekküre çağıran ifadelerle bitirilmiştir. Olayın arka planının kavranmasının önem arz ettiği Kur’an’ın anlamına yönelik düşünme çağrıları ise  أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ  ifadesiyle karşılık bulmuştur. Zira tezekkürün zıddı olarak kullanılan tedebbür, geleceğe yön verecek bu türden bir düşünmeyi ve tedbiri gerektirir. Aklını kullanan bireylerin (تَعَقُّل) geçmişin yaşanmışlığını idrak ederek (تَذَكُّر) geleceğe yol bulmaları (تَدَبُّر) anlamında üçünü de kapsayan bir anlamın gerekli olduğu bazı fasılalar ise tefekküre yapılan vurgularla, bütün bunlardan içinde bulunduğumuz an için hüküm çıkarma bağlamındakiler ise  تَفَقُّه  kelimesiyle sonlandırılmıştır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)