Hûd Sûresi 50. Ayet

وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ  ...

Âd kavmine de kardeşleri Hûd’u gönderdik. Hûd, şöyle dedi: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. O’ndan başka sizin hiçbir ilâhınız yoktur. Siz, sadece iftira ediyorsunuz.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِلَىٰ ve (kavmin)e
2 عَادٍ Ad ع و د
3 أَخَاهُمْ kardeşleri ا خ و
4 هُودًا Hud’u (gönderdik) ه و د
5 قَالَ dedi ki ق و ل
6 يَا قَوْمِ kavmim ق و م
7 اعْبُدُوا kulluk edin ع ب د
8 اللَّهَ Allah’a
9 مَا yoktur
10 لَكُمْ sizin için
11 مِنْ hiç bir
12 إِلَٰهٍ ilah ا ل ه
13 غَيْرُهُ O’ndan başka غ ي ر
14 إِنْ
15 أَنْتُمْ siz
16 إِلَّا ancak
17 مُفْتَرُونَ yalan uyduranlarsınız ف ر ي
 
Rivayetlere göre Âd, Hz. Nûh’un dördüncü kuşaktan torunu olup babası Avs’tır. Avs’ın babası İrem, onun babası Sâm, onun babası ise Nûh’dur. Âd’ın ismine nisbetle söz konusu kavme de “Âd kavmi” denilmektedir. Hz. Nûh’tan sonra tarih sahnesine çıkmış olan bu kavim Yemen’de Uman ile Hadramut arasındaki bölgede yaşamış eski ve önemli bir Arap toplumudur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Hûd’un Ahkaf bölgesinde yaşayan bir kavme peygamber olarak gönderildiği anlatılmaktadır (bk. Ahkaf 46/21; Fecr 89/6-8). Ahkaf ise Uman ile Hadramut arasında kalan geniş kum çöllerinin adıdır. Kur’an’ın verdiği bilgilere göre bunlar İrem adında benzeri görülmemiş bir şehir kurmuş, müreffeh bir şekilde yaşıyorlardı. Muhteşem sarayları, bağları, bahçeleri vardı (krş. Şuarâ 26/128-134; Fecr 89/6-8). Ancak doğru yoldan sapmış, putperest olmuşlardı, kendilerine gönderilmiş olan peygamberi dinlemedikleri için helâk olup tarih sahnesinden silindiler. Müfessirler Âd kavmini Âd-ı Ûlâ (birinci Âd) ve Âd-ı Uhrâ (ikinci Âd) olmak üzere iki kısma ayırırlar. Hz. Hûd’un peygamber olarak gönderildiği kavmin Âd-ı Ûlâ olduğunda ittifak vardır. Nitekim Necm sûresinin 50. âyetinde helâk edilen kavmin Âd-ı Ûlâ olduğu bildirilmiştir. Bu kavim İslâm’ın ortaya çıkışından asırlarca önce tarih sahnesinden çekilmiş olmakla birlikte hikâyesi Arap geleneğinde canlı olarak devam ettiğinden Kur’an’da da göndermelerde bulunulmuştur (Âd hakkında bilgi için bk. Emin Işık, “Ahkaf sûresi”, DİA, I, 549; ayrıca bk. A‘râf 7/65)
 Hûd aleyhisselâm bir rivayete göre Âd’ın soyundan, başka bir rivayete göre de Âd’ın dedesi Sâm’ın diğer bir oğlunun soyundan olup Arap kavminden gelen peygamberlerin ilkidir. Âyette “onların kardeşi” denilmesi onun aynı topluma veya akraba kabileye mensup olduğunu ifade eder. 150 yıl yaşadığı bildirilmektedir. Kabrinin Hadramut’ta veya Kâbe’nin civarında bulunduğu yolunda rivayetler vardır (bilgi için bk. İbn Âşûr, VIII/2, 200; Ömer Faruk Harman, “Hûd”, DİA, XVIII, 279).
 Bu sûrenin ikinci kıssası olan Âd kıssası Kur’an’da birçok yerde farklı şekillerde ele alınmıştır. Kıssa her geçtiği yerde farklı bir üslûpla anlatılmış ve çeşitli açılardan değerlendirilmiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 177-178
 

وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ

 

وَ  atıf harfidir.  اِلٰى عَادٍ  car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri,  أرسلنا  (gönderdik) şeklindedir.

اَخَاهُمْ  mef’ûlün bih olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti eliftir.

Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

هُوداً  kelimesi  اَخَاهُمْ ’den bedel olup lafzen mansubdur.


قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  يَا قَوْمِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur.

Nidanın cevabı  اعْبُدُوا اللّٰهَ ’dır.  اعْبُدُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlün bih olup fetha ile masubdur.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  اِلٰهٍ  lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen  merfûdur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel-karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Zaid olan  مِنْ  harf-i ceri  لَيْسَ ’ye benzeyen  مَا dan sonra geldiğinde umumiyetle “hiç” (istiğrak) manası ifade eder. Buradaki zaid olan  مِنْ  harf-i cerinin istiğrak manası ifade etmesi cümlenin başına  لَيْسَ ’ye benzeyen nefy  مَا ’sının gelmesinden dolayıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

غَيْرُهُ  kelimesi  اِلٰهٍ  kelimesinin sıfatıdır. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  مُفْتَرُونَ  haber olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُفْتَرُونَ  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِلٰى عَادٍ اَخَاهُمْ هُوداًۜ 

 

Ayetin ilk cümlesi 25. ayetteki kasemin cevabı  أرسلنا نوحا  cümlesine  وَ ’la atfedilmiş olması caizdir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur  اِلٰى عَادٍ, takdiri  أرسلنا (gönderdik) olan fiile müteallıktır. Mahzufla birlikte cümle, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Allah, Hud’u onların kardeşi diye vasfetmiştir. Bu kardeşliğin, dinî bakımdan değil sadece neseb bakımından olduğu malumdur. Çünkü Hud (a.s.) Âd kabilesine mensup birisi idi. Bu kabile de Arap kabilelerinden olup Yemen civarındadır. Bunun bir benzeri ifade de “onlardan biri” manası kastedilerek bir kimseye, “Ey Temîm’in kardeşi” ve ”Süleyman'ın kardeşi” denilmesidir. (Fahreddin er-Râzî)

Hz. Hud, Âdemoğulları’ndandı, onların kardeşi, onlardan biri idi. İşin başında onunla soydaşları arasında kabilenin bütün bireylerini birbirine bağlanan “akrabalık” bağı vardı. Okuduğumuz ayetlerde bu ortak bağa dikkat çekiliyor. Çünkü bu ortak bağın doğal gereği olarak Hz. Hud ile “kardeşleri” arasında güven, karşılıklı sevgi ve öğüt alışverişi havasının egemen olmasının beklendiğine işaret ediliyor. Ayrıca soydaşlarının bu kardeşlerine karşı takındıkları olumsuz tavrın anormalliği ve yakışıksızlığı vurgulanıyor. Bunların yanı sıra Hz. Hud ile soydaşları arasında ilerde belirecek olan inanç farklılığı ilkesinden kaynaklanan ilişki kesikliğinin, yol ayrılışının doğallığı zihinlere işleniyor. Böylece inanç bağı kopunca bütün diğer bağların kopacağı, İslam toplumunda tek birleştirici bağın inanç bağı olduğu ilkesi somut motifler halinde gözlerimizin önüne seriliyor. (Seyyid Kutub, Fi Zilali’l Kur’an)

Burada din konusunda bir farklılık bulunduğu halde Hud için “kardeşleri” ifadesini kullanmıştır. Bu sözden maksat, Hz. Muhammed’in (s.a.) kavminin, ona meyletmesini sağlamaktır. Çünkü onun kavmi, Muhammed (s.a.) onların kabilelerinden bir kimse olduğu halde O’nun, Allah katından kendilerine gönderilmiş bir peygamber olduğunu kabul etmiyorlardı. Böylece Allah Teâlâ bu uzak görmeyi bertaraf etmek için Hud’un (a.s.) Âd kabilesinden olan bir kimse; Salih’in (a.s.) de Semud kabilesinden olan bir kimse olduğunu beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. 

Münada olan  قَوْمِ ’deki mütekellim zamirinin hazfi, nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir. Kelimedeki kesra, muzâfun ileyhten ivazdır.

Nidanın cevabı olan  اعْبُدُوا اللّٰهَ, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Hud’un (a.s.), “Allah'a ibadet ediniz.” sözünün manası, “Allah'tan başkasına tapmayın.” demektir. Bunun delili, Hud’un (a.s.), bu ifadenin hemen peşinden, “Sizin ondan başka hiçbir ilahınız yok.” demiş olmasıdır. Bu da bu sözün maksadının, onları putlara tapmakla meşgul olmaktan uzaklaştırıp alıkoymak olduğunu göstermektedir. (Fahreddin er-Râzî)


 مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Cümlede îcaz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  مَا  nafiyedir.  لَكُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Muahhar mübteda olan  اِلٰهٍ, zaid  مِنْ  sebebiyle lafzen mecrur, mahallen merfûdur.  اِلٰهٍ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye ’hiçbir’ manası katmıştır. Bilindiği gibi nefy sıyakında nekre, umum ifade eder.

اِلٰهٍ ,غَيْرُهُ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

غَيْرُهُ  izafeti gayrının tahkiri içindir.

اِلٰهٍ - اللّٰهَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.


اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ

 

Cümle kasr üslubuyla tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Nefy harfi  اِنْ  ve istisna harfi  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır.

Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Hud’un (a.s.) öğütlerine karşılık kavmi, onu uydurmakla suçlarken sözlerini kasr üslubuyla dile getirerek inanmamakta kararlı olduklarını ortaya koyuyorlar.

اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا مُفْتَرُونَ [Siz ancak iftira ediyorsunuz.] sözünde, nefy harfi olarak  مَا  değil,  اِنْ gelmiştir. Çünkü bu harf, nefy ifade etmek konusunda  مَا  harfinden daha kuvvetlidir.

Böylece Allah'a iftira ettikleri daha kuvvetli bir şekilde tespit edilerek ifade edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 3, s. 215)  

61 ve 84. ayetlerde Salih ve Şuayb peygamberler de aynı sözü söylemiştir. İktibas vardır.

Cenab-ı Hakk, “Siz, yalan düzenlerden başkası değilsiniz.” buyurmuştur. Yani “Siz, ‘Bu putlara ibadet etmek güzeldir.’ sözünüzde yahut ‘O putlar ibadete müstehaktır.’ sözünüzde yalan düzüyorsunuz. O putlar ne bir hissi ne de bir idrak kabiliyeti olmayan nesneler iken söylediğiniz bu söz nasıl olur da yalan ve iftira olmaz? Onları bir araya getirip onlara şekil veren insandır. Daha nasıl onlara tazimde bulunmak maksadıyla onları yapan insanın, onlara tapması ve alnını toprağa koyması yakışır?” demektir. (Fahreddin er-Râzî)