Hûd Sûresi 55. Ayet

مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ  ...

Biz sadece şunu söyleriz: “Seni, ilâhlarımızdan biri fena çarpmış.” Hûd, dedi ki: “İşte ben Allah’ı şâhit tutuyorum. Siz de şâhit olun ki, ben sizin Allah’ı bırakıp da O’na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Haydi hepiniz toptan bana tuzak kurun, sonra da bana göz açtırmayın.”  (54 - 55. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مِنْ
2 دُونِهِ O’ndan başka د و ن
3 فَكِيدُونِي haydi bana tuzak kurun ك ي د
4 جَمِيعًا hep birlikte ج م ع
5 ثُمَّ sonra
6 لَا
7 تُنْظِرُونِ bana hiç göz açtırmayın ن ظ ر
 
Hz. Hûd, kavmine gönderilmiş bir peygamber olduğunu aklî deliller ve getirdiği mûcizelerle anlattı. Kur’ân-ı Kerîm bu mûcizelerin ne olduğunu bildirmemiş olmakla birlikte Hûd’un getirdiği mûcizeleri kavminin inkâr ettiğini haber vermektedir (bk. âyet 59). Kavmi onun getirdiği mûcizelere ve kullandığı aklî delillere değer vermedi ve çağrısını reddetti. Ayrıca Hûd’u küçümsediklerinden dolayı onun sözüne bakarak ilâhlarından vazgeçmeyeceklerini ve ona iman etmeyeceklerini bildirdiler. “Tanrılarımızdan biri senin aklını almış!” diyerek Hûd’un, tanrılarına dil uzatmasından dolayı onlardan biri tarafından çarpıldığını, bu sebeple delirmiş olabileceğini ileri sürdüler. Putperestlerin bu saygısız ve inatçı davranışları karşısında Hûd kendisinin hak peygamber olduğuna dair yüce Allah’ı şahit tuttuğu gibi topluluğun şirkinden uzak olduğu konusunda da doğrudan onları şahit gösterdi. Tanrılarının aklını almış olması iddiasına karşılık da hepsine meydan okuyarak bu iddiayı çürüttü. Çünkü Hûd Allah’a tevekkül edip O’na teslim olmuştu. O’nun adaletine güveniyor, neylerse güzel eyleyeceğine inanıyordu.
 56. âyet evrende ne kadar canlı varsa hepsinin Allah’ın emrinde ve kontrolünde bulunduğunu, O’nun kudret ve iradesinin bütün varlıklar üzerinde mutlak ve kesin olarak müessir olduğunu ifade eder. Hûd bu sözüyle Allah’ın izni olmadan kendisine kimsenin tuzak kurup herhangi bir kötülük yapamayacağına inancının tam olduğunu vurgulamak istemiştir. Allah’ın yolunun dosdoğru yol olmasından maksat, O’nun hüküm ve tasarruflarının tamamen doğru, adalete uygun olması, zulüm, hata ve yanlışlıktan uzak bulunmasıdır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 179
 
Hz. Hûd, kavmine gönderilmiş bir peygamber olduğunu aklî deliller ve getirdiği mûcizelerle anlattı. Kur’ân-ı Kerîm bu mûcizelerin ne olduğunu bildirmemiş olmakla birlikte Hûd’un getirdiği mûcizeleri kavminin inkâr ettiğini haber vermektedir (bk. âyet 59). Kavmi onun getirdiği mûcizelere ve kullandığı aklî delillere değer vermedi ve çağrısını reddetti. Ayrıca Hûd’u küçümsediklerinden dolayı onun sözüne bakarak ilâhlarından vazgeçmeyeceklerini ve ona iman etmeyeceklerini bildirdiler. “Tanrılarımızdan biri senin aklını almış!” diyerek Hûd’un, tanrılarına dil uzatmasından dolayı onlardan biri tarafından çarpıldığını, bu sebeple delirmiş olabileceğini ileri sürdüler. Putperestlerin bu saygısız ve inatçı davranışları karşısında Hûd kendisinin hak peygamber olduğuna dair yüce Allah’ı şahit tuttuğu gibi topluluğun şirkinden uzak olduğu konusunda da doğrudan onları şahit gösterdi. Tanrılarının aklını almış olması iddiasına karşılık da hepsine meydan okuyarak bu iddiayı çürüttü. Çünkü Hûd Allah’a tevekkül edip O’na teslim olmuştu. O’nun adaletine güveniyor, neylerse güzel eyleyeceğine inanıyordu.
 56. âyet evrende ne kadar canlı varsa hepsinin Allah’ın emrinde ve kontrolünde bulunduğunu, O’nun kudret ve iradesinin bütün varlıklar üzerinde mutlak ve kesin olarak müessir olduğunu ifade eder. Hûd bu sözüyle Allah’ın izni olmadan kendisine kimsenin tuzak kurup herhangi bir kötülük yapamayacağına inancının tam olduğunu vurgulamak istemiştir. Allah’ın yolunun dosdoğru yol olmasından maksat, O’nun hüküm ve tasarruflarının tamamen doğru, adalete uygun olması, zulüm, hata ve yanlışlıktan uzak bulunmasıdır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 179
 

مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ

 

مِنْ دُونِه۪  car mecruru  تُشْرِكُونَۙ  fiilinin mahzuf mef’ûlunun sıfatına müteallıktır. Takdiri, تشركون آلهة من دونه (Allah’ın dışında (veya yanında) ilahları şirk koşuyorsunuz.) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن استطعتم أن تكيدوني فكيدوني (Bana tuzak kurmaya gücünüz yetiyorsa kurun.) şeklindedir.

ك۪يدُون۪ي  fiili  نَ un hazfıyla mebni emir fiildir. Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  ise mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

جَم۪يعاً  kelimesi,  ك۪يدُون۪ي  fiilinin hali olup fetha ile mansubdur.

جَم۪يعاً  kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren haldir. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ, tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ   ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

تُنْظِرُونِ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur. Mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

تُنْظِرُونِ  fiili , sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. if’al babıdır.Sülâsisi  نظر ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 

مِنْ دُونِه۪ فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً ثُمَّ لَا تُنْظِرُونِ

 

Önceki ayetin devamı olan car mecrur  مِنْ دُونِه۪, amili  تُشْرِكُونَۙ  olan fiilin, mahzuf mef’ûlunun sıfatına müteallıktır. Takdiri,  تشركون آلهة من دونه  (Allah’ın dışında (veya yanında) ilahları şirk koşuyorsunuz.) şeklindedir. 

فَك۪يدُون۪ي جَم۪يعاً  cümlesindeki  فَ  rabıtadır. Cümle mahzuf şartın cevabıdır. Cevap cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Mahzuf şartın takdiri  إن استطعتم أن تكيدوني  [Bana tuzak kurmaya gücünüz varsa…] şeklindedir.

Emir sıygasındaki  فَك۪يدُون۪ي  “tuzak kurun” cümlesinden murad meydan okuma, inzar ve acze düşürmek manasıdır. Mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

ك۪يدُون۪  şeklindeki emir, putların ve kavmin acizliğini göstermek için kinaye olarak ibaha manasında kullanılmıştır. (Âşûr)

Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

جَم۪يعاً  kelimesi  ك۪يدُون۪ي  fiilinin failinin halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ve tekid eden ıtnâb sanatıdır.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  لَا تُنْظِرُونِ  cümlesi de  ثُمَّ  ile makabline atfedilmiştir. Cümle nehiy üslubunda gelmiş olmasına rağmen tehaddi inzar ve acze düşürmek kastı taşıması sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

تُنْظِرُونِ  cümlesinde mef’ûl olan mütekellim zamirinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Hz. Hud daha sonra “Artık bana topyekûn istediğiniz tuzağı kurun, sonra bana mühlet de vermeyin.” demiştir ki bu, Hz. Nuh’un kavmine, “Siz ve ortaklarınız da artık toplanıp ne yapacağınızı kararlaştırın… Bana mühlet de vermeyin.” (Yunus Suresi 7) şeklindeki sözünün aynısıdır. (Fahreddin er-Râzî) İktibas vardır.

Hud'un (a.s.) bu meydan okuması, en büyük mucizelerden biridir. Zira Hud (a.s.), tek başına, o katı ve kaba Ad kavminin azgınlarından büyük bir topluluk içinde bulunuyordu. Buna rağmen onlar, hiçbir şey yapmaya muktedir olamamışlardır. Hud (a.s.), öyle sağlam ve yüksek bir kaleye sığınmış ve öyle kopmaz bir ipe tutunmuştur ki ona düşman olanlar aciz kalmışlardır. (Ebüssuûd, Kurtubî)

جَم۪يعاً  kelimesi tekid için gelmiştir.