Hûd Sûresi 56. Ayet

اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  ...

“İşte ben, hem benim, hem sizin Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki, Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنِّي şüphesiz ben
2 تَوَكَّلْتُ güvendim و ك ل
3 عَلَى
4 اللَّهِ Allah’a
5 رَبِّي benim Rabbim ر ب ب
6 وَرَبِّكُمْ ve sizin Rabbiniz olan ر ب ب
7 مَا yoktur
8 مِنْ hiçbir
9 دَابَّةٍ canlı د ب ب
10 إِلَّا ki
11 هُوَ O’nun (Allah)
12 اخِذٌ tutmadığı ا خ ذ
13 بِنَاصِيَتِهَا onun perçeminden ن ص ي
14 إِنَّ şüphesiz
15 رَبِّي Rabbim ر ب ب
16 عَلَىٰ üzeredir
17 صِرَاطٍ yol ص ر ط
18 مُسْتَقِيمٍ doğru ق و م
 
Hz. Hûd, kavmine gönderilmiş bir peygamber olduğunu aklî deliller ve getirdiği mûcizelerle anlattı. Kur’ân-ı Kerîm bu mûcizelerin ne olduğunu bildirmemiş olmakla birlikte Hûd’un getirdiği mûcizeleri kavminin inkâr ettiğini haber vermektedir (bk. âyet 59). Kavmi onun getirdiği mûcizelere ve kullandığı aklî delillere değer vermedi ve çağrısını reddetti. Ayrıca Hûd’u küçümsediklerinden dolayı onun sözüne bakarak ilâhlarından vazgeçmeyeceklerini ve ona iman etmeyeceklerini bildirdiler. “Tanrılarımızdan biri senin aklını almış!” diyerek Hûd’un, tanrılarına dil uzatmasından dolayı onlardan biri tarafından çarpıldığını, bu sebeple delirmiş olabileceğini ileri sürdüler. Putperestlerin bu saygısız ve inatçı davranışları karşısında Hûd kendisinin hak peygamber olduğuna dair yüce Allah’ı şahit tuttuğu gibi topluluğun şirkinden uzak olduğu konusunda da doğrudan onları şahit gösterdi. Tanrılarının aklını almış olması iddiasına karşılık da hepsine meydan okuyarak bu iddiayı çürüttü. Çünkü Hûd Allah’a tevekkül edip O’na teslim olmuştu. O’nun adaletine güveniyor, neylerse güzel eyleyeceğine inanıyordu.
 56. âyet evrende ne kadar canlı varsa hepsinin Allah’ın emrinde ve kontrolünde bulunduğunu, O’nun kudret ve iradesinin bütün varlıklar üzerinde mutlak ve kesin olarak müessir olduğunu ifade eder. Hûd bu sözüyle Allah’ın izni olmadan kendisine kimsenin tuzak kurup herhangi bir kötülük yapamayacağına inancının tam olduğunu vurgulamak istemiştir. Allah’ın yolunun dosdoğru yol olmasından maksat, O’nun hüküm ve tasarruflarının tamamen doğru, adalete uygun olması, zulüm, hata ve yanlışlıktan uzak bulunmasıdır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 179
 
Hz. Hûd, kavmine gönderilmiş bir peygamber olduğunu aklî deliller ve getirdiği mûcizelerle anlattı. Kur’ân-ı Kerîm bu mûcizelerin ne olduğunu bildirmemiş olmakla birlikte Hûd’un getirdiği mûcizeleri kavminin inkâr ettiğini haber vermektedir (bk. âyet 59). Kavmi onun getirdiği mûcizelere ve kullandığı aklî delillere değer vermedi ve çağrısını reddetti. Ayrıca Hûd’u küçümsediklerinden dolayı onun sözüne bakarak ilâhlarından vazgeçmeyeceklerini ve ona iman etmeyeceklerini bildirdiler. “Tanrılarımızdan biri senin aklını almış!” diyerek Hûd’un, tanrılarına dil uzatmasından dolayı onlardan biri tarafından çarpıldığını, bu sebeple delirmiş olabileceğini ileri sürdüler. Putperestlerin bu saygısız ve inatçı davranışları karşısında Hûd kendisinin hak peygamber olduğuna dair yüce Allah’ı şahit tuttuğu gibi topluluğun şirkinden uzak olduğu konusunda da doğrudan onları şahit gösterdi. Tanrılarının aklını almış olması iddiasına karşılık da hepsine meydan okuyarak bu iddiayı çürüttü. Çünkü Hûd Allah’a tevekkül edip O’na teslim olmuştu. O’nun adaletine güveniyor, neylerse güzel eyleyeceğine inanıyordu.
 56. âyet evrende ne kadar canlı varsa hepsinin Allah’ın emrinde ve kontrolünde bulunduğunu, O’nun kudret ve iradesinin bütün varlıklar üzerinde mutlak ve kesin olarak müessir olduğunu ifade eder. Hûd bu sözüyle Allah’ın izni olmadan kendisine kimsenin tuzak kurup herhangi bir kötülük yapamayacağına inancının tam olduğunu vurgulamak istemiştir. Allah’ın yolunun dosdoğru yol olmasından maksat, O’nun hüküm ve tasarruflarının tamamen doğru, adalete uygun olması, zulüm, hata ve yanlışlıktan uzak bulunmasıdır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 179
 

اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

Mütekellim zamiri ي  ise  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

تَوَكَّلْتُ  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تَوَكَّلْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

عَلَى اللّٰهِ car mecruru  تَوَكَّلْتُ  fiiline müteallıktır.

رَبّ۪ي  kelimesi  lafza-i celâlden bedeldir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

رَبِّكُمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  رَبّ۪ي ’ye matuftur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  

دَٓابَّةٍ  kelimesi lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلَّا  hasr edatıdır.  Munfasıl zamir  هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.  اٰخِذٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

هُوَ اٰخِذٌ  cümlesi,  دَٓابَّةٍ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

بِنَاصِيَتِهَا  car mecruru  اٰخِذٌ  kelimesine müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

رَبّ۪ي  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup mukadder fetha ile mansubtur. Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَلٰى صِرَاطٍ car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine  müteallıktır.  مُسْتَق۪مٍ  kelimesi,  صِرَاطٍ ’ın sıfatıdır.
 

اِنّ۪ي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّٰهِ رَبّ۪ي وَرَبِّكُمْۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

رَبُّكُمْ  izafeti  رَبّ۪ي ye matuftur.  رَبُّكُمْ  izafetinde  كُمْ  zamiri,  رَبّ۪ي  izafetinde de  ي  zamiri şan ve  şeref kazanmıştır.

اللّٰهِ - رَبّ۪  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَاۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Menfi isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Lafzen mecrur olan  دَٓابَّةٍ, mübtedadır. Zaid  مِنْ  harfi cümleyi tekid etmiştir. Cümle ayrıca  مَا  ve  اِلَّا  ile yapılan kasrla tekid edilmiştir. Kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır.

Mübteda ve haberden müteşekkil  هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا  cümlesi  دَٓابَّةٍ ’in haberidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu haber cümlesi sübut ifade eder.

Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki Allah onu perçeminden yakalamasın.  مَا  ve  اِلَّا ’nın oluşturduğu kasr üslubu Allah’ın kudretinin azametini gözler önüne seriyor.

نَاصِيَتِ (Perçem) alnın üst kısmına denir. Bu tasvirle ezici irade, tartışmasız üstünlük ve karşı konulmaz egemenlik ifade edilir. İfadede, içinde bulunduğumuz duruma Hz. Hud’un soydaşlarının kabalığına ve sertliğine uygun düşen, onların gövdelerinin, vücut yapılarının iri yarılığı ile algılarının ve duygularının katılığı ile uyuşan sertlikte, somut bir görüntü çizilir. (Seyyid Kutub, Fi Zilali’l Kur’an) Bu açıdan mürâât-ı nazîr vardır. 

مَا مِنْ دَٓابَّةٍ اِلَّا هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا  (Yeryüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki Allah onu perçeminden yakalamasın) cümlesi istiare-i temsiliyyedir. Allah’ın elinde mülkünde, gücü ve kudreti altında olan mahlukat, esirin ve atın perçeminden çekildiği gibi sahibi tarafından perçeminden tutulup çekilen varlığa benzetilmiştir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir)

Bu ibare, bütün mahlukatın Allah’ın kontrolü/ egemenliği /yönetimi altında olduğunu son derece çarpıcı bir üslupla ifade etmektedir. Yani Allah, yegâne Malik, Kadir ve Kahir’dir. Hiçbir şey O’nun kontrolü dışında değildir. Her konuda karar, söz yetki O’nundur.


 اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin isminin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.

رَبّ۪ي  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.


Mecazî istila için olan  عَلٰى  harf-i ceri, Bakara Suresi’nin 5. ayeti olan  أُولَئِكَ عَلى هُدًى مِن رَبِّهِمْ  ayetindeki manevi pekiştirme (temkin-yerleştirme) için müstear olarak gelen  عَلٰى harf-i ceri gibidir. Bu şekilde yapılan nitelendirme/vasıflandırma, değişmeyecek olan köklü bir niteleme/vasıflandırmadır. (Âşûr)

صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  sıfat tamlamasının nekre gelişi tazim ifade eder. Sıfat dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

رَبّ۪ي  lafzı ayette üç kez tekrarlanmıştır. Reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı  vardır.

اِنَّ رَبّ۪ي عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ  (Rabbim, doğru yol üzerindedir.) cümlesi de Yüce Allah’ın mülkündeki tam adalet için güzel bir istiaredir. O, kullarının işlerinden haberdardır. O’nun elinden hiçbir zalim kaçıp kurtulamaz, O’na sığınan hiçbir kimsenin hakkı, O’nun katında zayi olmaz. (Safvetu't Tefasir) 

Bu ayet Kur’an’da geçen ve Münciyat (Kurtuluş) ayetleri olarak isimlendirilen 7 ayetten biridir.

Söz Konusu 7 ayet şunlardır:

1) Tevbe Suresi, 51:

قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلاَنَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

Anlamı: “De ki: Bizim başımıza ancak Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O, bizim yardımcımızdır. Öyleyse müminler, yalnız Allah’a güvensinler.”

2) Yunus Suresi, 107:

وَإِن يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ هُوَ وَإِن يُرِدْكَ بِخَيْرٍ فَلاَ رَآدَّ لِفَضْلِهِ يُصَيبُ بِهِ مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

Anlamı: “Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa bil ki onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.”

3) Hûd Suresi, 6:

وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ

Anlamı: “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin (dünyada) duracakları yeri de (öldükten sonra) emaneten konulacakları yeri de O bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı)dır.”

4) Hûd Suresi, 56:

إِنِّي تَوَكَّلْتُ عَلَى اللّهِ رَبِّي وَرَبِّكُم مَّا مِن دَآبَّةٍ إِلاَّ هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا إِنَّ رَبِّي عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ

Anlamı: “İşte ben, hem benim hem sizin Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Yeryüzünde bulunan hiçbir canlı yoktur ki Allah, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim dosdoğru bir yol üzerindedir.” 

5) Ankebut Suresi, 60:

وَكَأَيِّن مِن دَابَّةٍ لَا تَحْمِلُ رِزْقَهَا اللَّهُ يَرْزُقُهَا وَإِيَّاكُمْ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

Anlamı: “Nice canlılar vardır ki rızıklarını taşımazlar (yiyecek biriktirmezler). Onları da sizi de Allah rızıklandırır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” 

6) Fâtır Sûresi, 2:

مَا يَفْتَحِ اللَّهُ لِلنَّاسِ مِن رَّحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَا وَمَا يُمْسِكْ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِن بَعْدِهِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

Anlamı: “Allah, insanlar için ne rahmet açarsa, artık onu tutacak (engelleyecek) yoktur. Neyi de tutarsa bundan sonra onu gönderecek yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” 

7) Zümer Suresi, 38:

وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ لَيَقُولُنَّ اللَّهُ قُلْ أَفَرَأَيْتُم مَّا تَدْعُونَ مِن دُونِ اللَّهِ إِنْ أَرَادَنِيَ اللَّهُ بِضُرٍّ هَلْ هُنَّ كَاشِفَاتُ ضُرِّهِ أَوْ أَرَادَنِي بِرَحْمَةٍ هَلْ هُنَّ مُمْسِكَاتُ رَحْمَتِهِ قُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ عَلَيْهِ يَتَوَكَّلُ الْمُتَوَكِّلُونَ

Anlamı: “Andolsun eğer onlara, ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye sorsan elbette ‘Allah’ derler. De ki: ‘Peki, söyleyin bakalım? Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleriniz var ya; eğer Allah bana herhangi bir zarar dokundurmak isterse onlar Allah’ın dokundurduğu zararı kaldırabilirler mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilese onlar O’nun rahmetini engelleyebilirler mi?’ De ki: ‘Allah bana yeter. Tevekkül edenler ancak O’na tevekkül ederler.’”