فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ قَالُوا لَا تَخَفْ اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمِ لُوطٍۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | رَأَىٰ | görünce |
|
3 | أَيْدِيَهُمْ | ellerinin |
|
4 | لَا |
|
|
5 | تَصِلُ | uzanmadığını |
|
6 | إِلَيْهِ | ona |
|
7 | نَكِرَهُمْ | onlardan hoşlanmadı |
|
8 | وَأَوْجَسَ | ve içine düştü |
|
9 | مِنْهُمْ | onlardan dolayı |
|
10 | خِيفَةً | bir korku |
|
11 | قَالُوا | dediler ki |
|
12 | لَا |
|
|
13 | تَخَفْ | korkma |
|
14 | إِنَّا | biz |
|
15 | أُرْسِلْنَا | gönderildik |
|
16 | إِلَىٰ |
|
|
17 | قَوْمِ | kavmine |
|
18 | لُوطٍ | Lut |
|
فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ
فَ atıf harfidir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رَآٰ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَآٰ şart fiili olup elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
اَيْدِيَهُمْ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا تَصِلُ اِلَيْهِ cümlesi اَيْدِيَهُمْ ’in hali olarak mahallen mansubdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَصِلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هِي ’dir. اِلَيْهِ car mecruru لَا تَصِلُ fiiline müteallıktır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal menfi (olumsuz) fiil cümlesi olarak geldiğinde başında و gelebilir de gelmeyebilir de. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Şartın cevabı نَكِرَهُمْ ’dur.
نَكِرَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
اَوْجَسَ fiili atıf harfi وَ ’la makabline (kendisinden öncesine) matuftur. اَوْجَسَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنْهُمْ car mecruru اَوْجَسَ fiiline müteallıktır. خٖيفَةً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
قَالُوا لَا تَخَفْ اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمِ لُوطٍۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, لَا تَخَفْ ’dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَخَفْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Muzari fiillerin (أَنَا – أَنْتَ – نَخْنُ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ - هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevâzendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَنْزَلْنَٓا fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
اُرْسِلْـنَٓا sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
اِلٰى قَوْمِ car mecruru اُرْسِلْـنَٓا fiiline müteallıktır. لُوطٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خ۪يفَةًۜ
فَ atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan رَآٰ cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَا تَصِلُ اِلَيْهِ cümlesi اَيْدِيَهُمْ ’dan haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Aynı zamanda bu ibare, hiçbir şey yememekten kinayedir.
Şartın cevabı olan نَكِرَهُمْ وَاَوْجَسَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki وَاَوْجَسَ مِنْهُمْ خٖيفَةً cümlesi, نَكِرَهُمْ cümlesine وَ ’la atfedilmiştir. İki cümlenin atıf sebebi tezâyüftür.
خٖيفَةً - اَوْجَسَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
İbrahim (a.s.), misafirlerin, ellerini yemeğe uzatmadıklarını yani yemediklerini görünce onların bu halinden hoşlanmadı, demektir. Ayet-i kerimede فَبِمَا رآهُمْ يَمُدُّونَ اَيْدِيهِمْ değil, فَلَمَّا رَآٰ اَيْدِيَهُمْ لَا تَصِلُ اِلَيْهِ (Ellerinin ona uzanmadığını görünce) buyurularak rü’yet (görmek) fiili اِلَيْ harfiyle gelmiş, böylece misafirleri ağırlamaktaki edebe işaret edilmiştir. Çünkü ev sahibinin gözünü misafirlere dikmesi, onların ihtiyaçları ve istekleri doğrultusunda yemek yemesine engel olur. Bunun için ev sahibinin sadece kaçamak bakışlarla yemek yiyip yemediklerini gözlemesi uygun olur. İbrahim de yemek yiyip yemediklerini anlamak için misafirlerinin ellerine bakmıştır.
Rûhu'l-Meânî'de bu cümleyle alakalı olarak şöyle yazılıdır: Meleklerin ellerinin yemeğe uzanmaması, yemek yemediklerinden kinayedir. Bu da misafirlerin yemeği yiyip yemediklerini kontrol etmenin, misafir ağırlamanın edebi olduğuna delildir. Bunun için misafire gözleri dikmenin değil de fark ettirmeksizin bakmanın gerektiği zikredilmiştir. Çünkü kendisine dikilen bakışlar, misafirlerin yemek yemekten çekinmesine sebeb olabilir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 3, s. 274-275)
“Ellerinin ona ulaşmadığını görünce” ibaresi; onların, getirilen kızarmış buzağıyı yemediklerinin, temsîli istiare yoluyla sanatsal bir anlatımıdır.
Eve bir konuk geldiğinde ikram olunan yemekten yemezse onun hayır için gelmediği sonucu çıkarılırdı. (Ebüssuûd, Âşûr)
قَالُوا لَا تَخَفْ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan لَا تَخَفْ cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
خٖيفَةً - لَا تَخَفْ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
اِنَّٓا اُرْسِلْـنَٓا اِلٰى قَوْمِ لُوطٍۜ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
إنّا أُرْسِلْنا إلى قَوْمِ لُوطٍ demeleri, onların melek olduklarını açıklamak içindir. Cümle onların geliş sebebini açıkladığı için istînâf-ı beyâniyyedir. (Âşûr)
Burada أرْسَلْنا fiilinin müteallıkı yani ne için gönderildiği hazfedilmiştir. Bu kıssada ve benzerlerinde açıkça bilindiği için veciz ifade gelmiştir. (Âşûr)