Hûd Sûresi 72. Ayet

قَالَتْ يَا وَيْلَتٰٓى ءَاَلِدُ وَاَنَا۬ عَجُوزٌ وَهٰذَا بَعْل۪ي شَيْخاًۜ اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عَج۪يبٌ  ...

Karısı, “Vay başıma gelenler! Ben bir kocakarı ve bu kocam da bir ihtiyar iken çocuk mu doğuracağım? Gerçekten bu, çok şaşılacak bir şey!” dedi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَتْ dedi ki ق و ل
2 يَا وَيْلَتَىٰ vay halime
3 أَأَلِدُ ben doğuracak mıyım? و ل د
4 وَأَنَا ben böyle
5 عَجُوزٌ kocamış bir kadın iken ع ج ز
6 وَهَٰذَا ve şu
7 بَعْلِي kocam da ب ع ل
8 شَيْخًا bir ihtiyar iken ش ي خ
9 إِنَّ gerçekten
10 هَٰذَا bu
11 لَشَيْءٌ bir şeydir ش ي ا
12 عَجِيبٌ şaşırtıcı ع ج ب
 
Bu kıssa Hûd sûresinde anlatılan kıssaların dördüncüsü olup ana konusu itibariyle Lût aleyhisselâm ve kavmini ele almaktadır. Lût, Tevrat’a göre, Güney Bâbil’deki Ur şehrinin yerlilerinden ve Hz. İbrâhim’in kardeşi Haran’ın oğludur; amcası İbrâhim ile birlikte Irak’tan ayrılıp önce Filistin’e; daha sonra da Ölüdeniz (Lût gölü) kıyısındaki Sodom ve Gomore’ye yerleşmişti. Bu sebeple “Lût kavmi” tabiri Hz. Lût’un mensup olduğu kavmi ifade etmeyip onun aralarında yaşamaya karar verdiği ve peygamber olarak görevlendirildiği Sodom sakinlerini ifade etmektedir” (bk. Tekvîn, 11/27-31; 13/11-13). Hz. Lût’un ikamet ettiği Sodom halkı, inkârcı oldukları gibi ahlâksızlık ve sapık ilişkiler içinde bulunuyorlardı. İşte Lût bu kavmi ıslah etmekle görevlendirilmişti (bk. A‘râf 7/80); ancak yöre halkı onun nasihatlerini dinlemedi ve sapık ilişkilerine devam ettiler; Allah Teâlâ da onları helâk etmek üzere elçilerini gönderdi. Kur’ân-ı Kerîm elçilerin kimler olduğu hakkında ayrıntılı bilgi vermemekle birlikte müfessirler bunların insan şekline girmiş melekler olduğunu kabul ederler (Râzî, XVIII, 23; Reşîd Rızâ, 127). Lût, aynı çağda Filistin’de ikamet eden Hz. İbrâhim’in yeğeni olduğu için olay İbrâhim’i de ilgilendiriyordu. Bu sebeple Allah’ın elçileri, durumdan onu haberdar edip ümmeti hakkında herhangi bir korkuya kapılmamasını sağlamak için öncelikle onu ziyaret ettiler. Hz. İbrâhim, misafirlerin yemeğe el uzatmadıklarını görünce durumlarından şüpheye kapıldı. Melekler, Lût kavmini helâk etmek için geldiklerini haber verdikten sonra İbrâhim’e inananların bu felâketten kurtulacağını söyleyerek onu rahatlattılar. Kitâb-ı Mukaddes’e göre çocuk müjdesi verildiğinde Hz. İbrâhim 100 yaşında, eşi Sâre ise doksan yaşında bulunuyordu (Tekvin, 17/17). Hicr sûresinin 54. âyetinde Hz. İbrâhim’in de yaşlılığı sebebiyle olayı yadırgadığı bildirilmektedir. Melekler, müjdeye şaşıran peygamber hanımını, bir müminin Allah’ın işine şaşmaması gerektiğini söyleyerek teskin ettiler. Zira tabiat kanunlarını koyan Allah’tır; bu kanunlar kâinatta cârî olmakla beraber Allah’ın iradesini sınırlayamaz; O, istisnaî tasarruflarla mûcizeler yaratır ve peygamberlerini destekler.
 
شيخ Şeyeha : Yaşlanmış/yaşı ilerlemiş kişiye şeyh شَيْخ denir. Çok ilme sahip olan kişi de şeyh olarak tabir edilir. Zira yaşlı da çok fazla deneyim ve bilgi sahibidir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri şeyh ve meşâyihtir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

قَالَتْ يَا وَيْلَتٰٓى ءَاَلِدُ وَاَنَا۬ عَجُوزٌ وَهٰذَا بَعْل۪ي شَيْخاًۜ 

 

Müjdenin cevabı olarak gelmiştir. Fiil cümlesidir.  قَالَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Fail müstetir olup takdiri  هى ’dir.

Mekulü’l-kavli,  يَا وَيْلَتٰٓى ’dir.  قَالَتْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَا  nida harfidir.  وَيْلَتٰٓى münada olup mukadder fetha ile mansubdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı   ءَاَلِدُ ’dir. Hemze istifham harfidir.  اَلِدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

وَاَنَا۬ عَجُوزٌ  cümlesi  اَلِدُ ’deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur.  عَجُوزٌ haber olup lafzen merfûdur. 

وَهٰذَا بَعْل۪ي شَيْخاً  cümlesi hal cümlesine matuf olup mahallen mansubdur. 

İşaret ismi  هٰذَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  بَعْل۪ي  haber olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  ise muzâfun ileyh olarak  mahallen mecrurdur.

شَيْخاً  kelimesi  بَعْل۪ي ’nin hali olup fetha ile mansubdur. 

Hal; cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamir veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عَج۪يبٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هٰذَا  işaret ismi,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  شَيْءٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur.

عَج۪يبٌ kelimesi  شَيْءٌ ’un sıfatıdır. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالَتْ يَا وَيْلَتٰٓى ءَاَلِدُ وَاَنَا۬ عَجُوزٌ وَهٰذَا بَعْل۪ي شَيْخاًۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَتْ  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı  istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen inkâr, taaccüp ve tevbih manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Hal konumundaki  اَنَا۬ عَجُوزٌ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Hal cümlesine  وَ ’la atfedilen  وَهٰذَا بَعْل۪ي شَيْخاًۜ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin, izafetle gelmesi veciz ifade içindir.

شَيْخاً  kelimesi  بَعْل۪ي ’den haldir.

“Ben bir acuzeyken doğuracak mıyım?” sorusu, hayret ifade etmek üzere hakiki anlamından çıkarak belâğî manalarından biri olan taaccüp anlamında kullanılmıştır. Bu; mecaz sanatlarından mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Hz. İbrahim’in karısının, kocasını  هٰذَا  işaret ismiyle işaret etmesi tahkir ifade eder.

شَيْخاً - عَجُوزٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

بَعْل۪ ; hem put adı, hem de eş-koca demektir.  بَعْل۪  kelimesi diğer eş manasındaki kelimelere nispetle cinsel birlikteliğin gerçekleştiğini vurgular. Yani evlilik fiilen gerçekleştiği halde çocuk sahibi olmadıkları anlaşılıyor. Bu kelime bu anlamda Kuran’da sadece iki yerde geçmiştir. Biri bu ayet, diğeri Nisa Suresi 128 ayetidir.

Hz. İbrahim’in karısının bu durumu hayret verici görmesi, Allah’ın kudreti yönünden değil âdeti yönündendi. (Fahreddin er-Râzî)

Ferrâ şöyle demiştir: ويل ’in aslı  وىْ  olup bu da  خزى (rüsvalık) manasınadır. Nitekim Arapçada, “rüsvalık falancaya olsun” manasında  وَىْ لِفُلَانٍ  denir.  

ويلك  sözü, “Yazık, rüsvalık olsun sana!” demektir. Sîbeveyhi şöyle demiştir: “وَيْحٌ  ölümle yüzyüze olan kimseyi uyarmak için  وَيْلٌ  ölüme düşen kimse için kullanılır.’’ (Fahreddin er-Râzî)

İbrahim'in karısının hali kendi halinden önce zikredilmiştir. Çünkü onun hali, çocuk yapmak imkânından daha çok uzaktır. Zira bazen yaşlı bir erkeğin genç bir kadından çocuğu olabilmektedir.

Bir de müjde, sarih olarak İbrahim'in (a.s.) karısına yönelikti.

Allah'ın kulları için koyduğu sünnete göre bu şaşılacak bir şey idi. (Ebüssuûd)


اِنَّ هٰذَا لَشَيْءٌ عَج۪يبٌ

 

İstînâfiyye olarak gelmiştir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu şaşılacak bir şey derken kullanılan  هٰذَا  işaret isminde istiare vardır.

هٰذَا nın tekrarında reddü'l-acüz ale's-sadr,  عَجُوزٌ - عَج۪يبٌ  kelimeleri arasında cinas vardır.

عَج۪يبٌ  kelimesi,  شَيْءٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)