Hûd Sûresi 77. Ayet

وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالَ هٰذَا يَوْمٌ عَص۪يبٌ  ...

Elçilerimiz Lût’a gelince onların yüzünden üzüldü, göğsü daraldı ve “Bu çok zor bir gün” dedi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَمَّا ve ne zaman ki
2 جَاءَتْ gelince ج ي ا
3 رُسُلُنَا Elçilerimiz ر س ل
4 لُوطًا Lut’a
5 سِيءَ kaygılandı س و ا
6 بِهِمْ onlardan
7 وَضَاقَ ve göğsüne bastı ض ي ق
8 بِهِمْ onlardan
9 ذَرْعًا bir sıkıntı ذ ر ع
10 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
11 هَٰذَا bu
12 يَوْمٌ bir gündür ي و م
13 عَصِيبٌ çetin ع ص ب
 

Elçiler Hz. İbrâhim’den ayrılıp Sodom’a gelerek Lût’a misafir oldular. Hz. Lût, onların melek olduğunu bilmediği için kavminin onlara sarkıntılık edebileceğini düşünerek kaygılandı. Şehir halkı hemen Lût’un evine doğru akın etmeye başladılar. Peygamber, kavminin babası hükmünde olduğu için onların kızlarını kendi kızları yerinde kabul edip kavminin onlarla evlenmelerini teklif ederek misafirlerini korumaya çalıştı. Bununla birlikte kendi kızlarıyla evlenmelerini teklif ettiği kanaatinde olanlar da vardır. Kitâb-ı Mukaddes’te bildirildiği üzere (Tekvîn 19/8) Lût’un kendi kızlarını teklif edip onlardan yararlanmalarına müsaade ettiği görüşünde olanlar da vardır; ancak bu tür çirkinlikleri ortadan kaldırmak için gönderilmiş olan bir peygamberin böyle bir davranışta bulunması mümkün değildir (bilgi için ayrıca bk. Hicr 15/51-74).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 187-188

 
عصب Asabe : عَصَبٌ eklem bağları/kirişleri demektir. لَحْمٌ عَصِبٌ ise çok sinirli olan ete denir. عُصْبَةٌ birbirerine yardım eden, destek veren topluluktur. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleriasabiyet, asabi, âsâp, taassup ve müteassıptır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالَ هٰذَا يَوْمٌ عَص۪يبٌ

 


وَ  istînâfiyyedir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

جَٓاءَتْ رُسُلُنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَٓاءَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. 

رُسُلُنَا  fail olup lafzen merfûdur. Mütekellim  zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لُوطاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

Şartın cevabı  س۪ٓيءَ بِهِمْ ’dır. 

س۪ٓيءَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri, هو ’dir. 

بِهِمْ  car mecruru  س۪ٓيءَ  fiiline müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ضَاقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

بِهِمْ  car mecruru  ضَاقَ  fiiline müteallıktır.

ذَرْعاً  temyiz olup fetha ile mansubdur. 

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: a) İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, b) Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, c) İçinde “كَفَى بِ” terkibi bulunan cümleler, d) Kem-i istifhamiye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler.

و atıf harfidir.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Mekulü’l-kavli,  هٰذَا يَوْمٌ ’dur.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

هٰذَا  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.

يَوْمٌ  haber olup lafzen merfûdur.

عَص۪يبٌ kelimesi  يَوْمٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar:

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَص۪يبٌ  mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَمَّا جَٓاءَتْ رُسُلُنَا لُوطاً س۪ٓيءَ بِهِمْ وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً وَقَالَ هٰذَا يَوْمٌ عَص۪يبٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  جَٓاءَتْ رُسُلُنَا  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı olan  س۪ٓيءَ بِهِمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً  cümlesi ve onu takibeden aynı üsluptaki  وَقَالَ هٰذَا يَوْمٌ عَص۪يبٌ  cümlesi, makabline matuftur.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا يَوْمٌ عَص۪يبٌ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil isim cümlesi faide-i haber ibtidâî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رُسُلُنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  رُسُلُ  şan ve şeref kazanmıştır.

هٰذَا  ile zamana işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

عَص۪يبٌ  kelimesi,  يَوْمٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Ayette geçen  ذَرْعاً  kelimesi, güç ve kuvvet anlamına da gelmektedir. وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً (onlardan göğsü daraldı) ifadesi de tahammül edememek, dayanamamak anlamında kullanılmaktadır. Aslında, deveye taşıyamayacağı kadar ağır yük yüklendiğinde tahammül edememesini ifade etmede kullanılmaktaydı. Daha sonra bu ifade, kişinin kötülüğe engel olmaktan aciz kalması sebebiyle şiddetli bir sıkıntı halinden kinaye olarak kullanılmıştır. 

Beyzâvî, konuyla ilgili olarak ayetin tefsîrinde şunları kaydeder: “Meleklerin Lut’a gelişi onu üzdü, çünkü onlar genç delikanlı şeklinde gelmişlerdi. O da onları insan zannetmişti. Dolayısıyla kavminin onlara saldıracağından, kendisinin de onları savunmaktan aciz kalacağından korktu ‘ve içi daraldı’ yani onların namına göğsü sıkıştı.

Bu da  وَضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً  ifadesi bir kötülüğü savamadığı ve ona çare bulamadığı zaman kişinin şiddetli bir şekilde içinin daralmasından kinayedir.” (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)

Aynı ibareyi Zemahşerî şöyle açıklamıştır: (Kavminin) durumu ve işleri idare yöntemleri, onun  ذَرْع ’ini / gücünü daralttı/ zayıflattı, yok etti. Araplar  ذَرْع  ’ın/zer’in daralmasını, gücün/ kuvvetin yitirilmesi olarak anlayagelmişlerdir. Keza onlar rehebe’z - zira’  رهب الذراع  ifadesini ise (birinin), bir şeye güç yetirmesi durumunda söylemişlerdir. Deyimin arka planı şu şekildedir: ذَرْع ’ı /kolu uzun olan bir adamın eli, kolu kısa olan adamın elinin ulaşamayacağı yere ulaşır. Dolayısıyla  ذَرْع  kelimesi, yerine göre acz/güçsüzlük, yerine göre de güç/ kuvvet belirtecek şekilde deyimleştirilmiştir. (Keşşaf III, 457)

ضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً  tabiri, güç ve takatin azalmasını ifade etmektedir. (Ebüssuûd)

ضَاقَ بِهِمْ ذَرْعاً  tabiri, onların gelişi sebebiyle demektir. İsnad değiştirilmiş ve muzâfun ileyhe yapılmış, müsned temyiz olmuştur.  الضِّيقِ  fiilinin kabiliyet manasındaki  الذَّرْعِ’nin sahibine isnad edilmesi mecazi mana açısından daha münasiptir. Temsîli mücerred istiaredir. (Âşûr)

Faili  رُسُلُنَا  kelimesi olan  جَٓاءَتْ  fiili, müennes sıyga ile geldi: Fail, âkil cemi müzekkeri gayri salim veya cemi müennes gayri salim ise fiil müzekker veya müennes gelebilir. (Ahmet Şimşek, Arap Dilinde Müzekkerlik ve Müenneslik Uyumu)

س۪ٓيءَ بِهِمْ ; ifadesinin manası hakkında iki görüş vardır:

Birincisi: Onların adına kavmi için kötü düşündü, demektir. Bunu İbni Abbas demiştir.

İkincisi: Elçilerin gelmesi onu üzdü, demektir. Çünkü onları tanımadı ve onlar için kavminden korktu. Bunu da İbni Cerir demiştir. Zeccâc şöyle demiştir:  س۪ٓيءَ بِهِمْ  aslında:  سوئ بِهِمْ  idi ki  سُوء  kökünden gelir. Ancak  و  sakin kılınmış, kesresi de  س ’e nakledilmiştir. (Zâdu’l-Mesîr Tefsiri)

عَص۪يبٌ; kritik bir gün demektir.