فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۙ مَنْضُودٍۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | جَاءَ | gelince |
|
3 | أَمْرُنَا | emrimiz |
|
4 | جَعَلْنَا | çevirdik |
|
5 | عَالِيَهَا | üstünü |
|
6 | سَافِلَهَا | altına |
|
7 | وَأَمْطَرْنَا | ve yağdırdık |
|
8 | عَلَيْهَا | üzerine |
|
9 | حِجَارَةً | taşlar |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | سِجِّيلٍ | balçıktan pişirilmiş |
|
12 | مَنْضُودٍ | birbirini izleyen |
|
Elçiler Hz. Lût’un iyice bunaldığını görünce kimliklerini açığa vurarak ona kavmini helâk etmek için geldiklerini bildirdiler. Bu arada bir mûcize olarak yüce Allah elçilere sarkıntılık etmek isteyenlerin gözlerini kör etti (Kamer 54/37); artık Lût’u da yanındakileri de göremez oldular. Lût’un aile fertleri dışında ona inanan kimse bulunmadığı için (Zâriyât 51/36) melekler Hz. Lût’un, karısı dışındaki aile fertlerini alıp gecenin bir vaktinde şehri terketmesini istediler. Karısı iman etmediğinden o da kâfirlerle birlikte yok olacaktı. Lût ilâhî emir uyarınca geceleyin ailesini alıp şehirden çıktı; tan yerinin ağarması azabın gelmekte olduğunu haber veriyordu. Nitekim güneş doğarken onları korkunç bir gürültü yakalamış, ardından şiddetli bir depremle şehir alt üst olmuş, üzerlerine taş yağmış, yok olup gitmişlerdir (Hicr 15/73-74).
Lût kavminin başına gelen bu felâketin biçimi ve zamanı farklı âyetlerde bazı nüanslarla verilmiştir. Meselâ olay burada, sabahleyin tan yeri ağarırken ülkenin altının üstüne çevrilerek üzerlerine taş yağdırılması şeklinde anlatılmıştır; Hicr sûresinde ise (73-74) ortalık aydınlanırken onları korkunç bir sesin yakaladığı, ardından da ülkenin altının üstüne çevrilerek üzerlerine taş yağdırıldığı bildirilmiştir. Bu âyetleri dikkate alan bazı müfessirler olayın tan yeri ağarırken başlayıp güneş doğarken sona erdiğini söylemişlerdir (bk. Reşîd Rızâ, XII, 136).
Böylece Lût kavmi inançsızlık ve ahlâksızlığının cezasını çekerek tarih sahnesinden silinip gitmiştir. 83. âyetin son cümlesi Lût kavminin yaşadığı inançsızlık ve ahlâksızlığı yaşayan kimselerin başına bu tür felâketlerin gelebileceğine işaret etmektedir.
Kaynak :Kuran Yolu Tefsiri
فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۙ مَنْضُودٍۙ
فَ istînâfiyyedir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
جَٓاءَ اَمْرُنَا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اَمْرُ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا ’dır.
جَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur. عَالِيَهَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَافِلَهَا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. اَمْطَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهَا car mecruru اَمْطَرْنَا fiiline müteallıktır. حِجَارَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْ سِجّ۪يلٍ car mecruru حِجَارَةً ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
مَنْضُودٍ kelimesi سِجّ۪يلٍ sıfatı olup lafzen mecrurdur.
عَالِيَهَا kelimesi sülâsî mücerred olan علو fiilinin ism-i failidir.
سَافِلَهَا kelimesi sülâsî mücerred olan سفل fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَنْضُودٍ kelimesi sülâsî mücerred olan نضد fiilinin ism-i mef’ûludur.فَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً مِنْ سِجّ۪يلٍۙ مَنْضُودٍۙ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan جَٓاءَ اَمْرُنَا cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı فَ karinesi olmadan gelen جَعَلْنَا عَالِيَهَا سَافِلَهَا cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَاَمْطَرْنَا عَلَيْهَا حِجَارَةً cümlesi şartın cevabına matuftur.
مَنْضُودٍ kelimesi, سِجّ۪يلٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
جَٓاءَ اَمْرُنَا ibaresindeki جَٓاءَ fiilinde tebei istiare vardır. Geldi fiili, oldu/vuku buldu anlamında müstear olmuştur.
اَمْرُنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan اَمْرُ tazim edilmiştir.
جَٓاءَ اَمْرُنَا [Emrin gelmesi] ifadesi azap vaktinden kinayedir. Ayrıca bu ibarede emrin جَٓاءَ fiiline isnadı aklî mecazdır.
حِجَارَةً ve سِجّ۪يلٍۙ kelimelerindeki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.
سِّجِّيلُ kelimesi, cehennemdeki bir ateş vadisi olarak tefsir edilmiştir. Hem lâm ile hem nûn ile okunmuştur. Başındaki مِن teb'iziyyedir. Burada teşbih-i beliğ vardır. بِحِجارَةٍ كَأنَّها مِن سِجِّيلِ جَهَنَّمَ (Cehennemin vadileri gibi olan taşlar) demektir.
عَالِيَهَا - عَلَيْهَا kelimeleri arasında cinas vardır.
Allah’ın, sebebin sahibi kendisi olması dolayısıyla nefsine isnat ederek (biz yaptık demesi) işi tazim etmek içindir. (Beyzâvî)
عَالِيَهَا (üstüne) ve سَافِلَهَا (altına) arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Zemahşerî mukabele metodunu vasıllarda kullanılan atıf harflerinin değişimi muvacehesinde de uygulamıştır. Hud Suresi’nde iki ayette ولمّا, iki ayette de فلمّا şeklinde kullanılan و ve ف atıflarının anlama katkıları ve belâgî yönlerini, ف ’nin hemen önceki ayetlerde zikredilen vaatlerden sonra kullanılmasıyla ilişkilendirir. (Zemahşerî, Keşşâf, II, 400)
Azabımızın vakti ve vadedilen zamanı olan sabah vakti gelince, Lut kavminin, مؤتفكات denilen kentlerinin altını üstüne getirdik. Bunlar beş kent olup oralarda dört yüz milyon insan yaşıyordu.
Bu kentlerin altını üstüne getirmekle de altüst olma hak gerçekleşebildiği halde ayette bu şekilde ifade edilmesi, durumun ne kadar korkunç ve feci olduğunu ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)
Ayette taş yağdırma fiilinin, Allah'ın zamirine isnat edilmesi, gerçek müsebbibin O olması itibarıyla durumun vehamet ve korkunçluğunu göstermek içindir. (Ebüssuûd)