قَالُوا يَا لُوطُ اِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ لَنْ يَصِلُٓوا اِلَيْكَ فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ اِلَّا امْرَاَتَكَۜ اِنَّهُ مُص۪يبُهَا مَٓا اَصَابَهُمْۜ اِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُۜ اَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَر۪يبٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | يَا لُوطُ | Lut |
|
3 | إِنَّا | şüphesiz biz |
|
4 | رُسُلُ | elçileriyiz |
|
5 | رَبِّكَ | Rabbinin |
|
6 | لَنْ |
|
|
7 | يَصِلُوا | ilişemeyecekler |
|
8 | إِلَيْكَ | sana |
|
9 | فَأَسْرِ | yürü |
|
10 | بِأَهْلِكَ | ailenle birlikte |
|
11 | بِقِطْعٍ | bir vaktinde |
|
12 | مِنَ |
|
|
13 | اللَّيْلِ | gecenin |
|
14 | وَلَا | ve |
|
15 | يَلْتَفِتْ | geriye dönüp bakmasın |
|
16 | مِنْكُمْ | sizden |
|
17 | أَحَدٌ | hiç kimse |
|
18 | إِلَّا | ancak hariç |
|
19 | امْرَأَتَكَ | hanımın |
|
20 | إِنَّهُ | şüphesiz |
|
21 | مُصِيبُهَا | onun başına gelecektir |
|
22 | مَا | şeyler |
|
23 | أَصَابَهُمْ | onların başına gelen |
|
24 | إِنَّ | şüphesiz |
|
25 | مَوْعِدَهُمُ | onlara vaadedilen vakit |
|
26 | الصُّبْحُ | sabahtır |
|
27 | أَلَيْسَ | değil mi? |
|
28 | الصُّبْحُ | sabah |
|
29 | بِقَرِيبٍ | yakın |
|
Elçiler Hz. Lût’un iyice bunaldığını görünce kimliklerini açığa vurarak ona kavmini helâk etmek için geldiklerini bildirdiler. Bu arada bir mûcize olarak yüce Allah elçilere sarkıntılık etmek isteyenlerin gözlerini kör etti (Kamer 54/37); artık Lût’u da yanındakileri de göremez oldular. Lût’un aile fertleri dışında ona inanan kimse bulunmadığı için (Zâriyât 51/36) melekler Hz. Lût’un, karısı dışındaki aile fertlerini alıp gecenin bir vaktinde şehri terketmesini istediler. Karısı iman etmediğinden o da kâfirlerle birlikte yok olacaktı. Lût ilâhî emir uyarınca geceleyin ailesini alıp şehirden çıktı; tan yerinin ağarması azabın gelmekte olduğunu haber veriyordu. Nitekim güneş doğarken onları korkunç bir gürültü yakalamış, ardından şiddetli bir depremle şehir alt üst olmuş, üzerlerine taş yağmış, yok olup gitmişlerdir (Hicr 15/73-74).
Lût kavminin başına gelen bu felâketin biçimi ve zamanı farklı âyetlerde bazı nüanslarla verilmiştir. Meselâ olay burada, sabahleyin tan yeri ağarırken ülkenin altının üstüne çevrilerek üzerlerine taş yağdırılması şeklinde anlatılmıştır; Hicr sûresinde ise (73-74) ortalık aydınlanırken onları korkunç bir sesin yakaladığı, ardından da ülkenin altının üstüne çevrilerek üzerlerine taş yağdırıldığı bildirilmiştir. Bu âyetleri dikkate alan bazı müfessirler olayın tan yeri ağarırken başlayıp güneş doğarken sona erdiğini söylemişlerdir (bk. Reşîd Rızâ, XII, 136).
Böylece Lût kavmi inançsızlık ve ahlâksızlığının cezasını çekerek tarih sahnesinden silinip gitmiştir. 83. âyetin son cümlesi Lût kavminin yaşadığı inançsızlık ve ahlâksızlığı yaşayan kimselerin başına bu tür felâketlerin gelebileceğine işaret etmektedir.
Kaynak :Kuran Yolu Tefsiri
قَالُوا يَا لُوطُ اِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ لَنْ يَصِلُٓوا اِلَيْكَ فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, يَا لُوطُ ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَا nida harfidir. لُوطُ nasb mahallinde damme üzere mebni münadadır.
Nidanın cevabı اِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ ’dır.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
رُسُلُ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur.
رَبِّكَ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz müstakbele çeviren harftir. Tekid ifade eder.
يَصِلُٓوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub muzari fiilidir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَيْكَ car mecruru يَصِلُٓوا fiiline müteallıktır.
فَ; sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. اَسْرِ illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
بِاَهْلِكَ car mecruru اَسْرِ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِقِطْعٍ car mecruru اَسْرِ fiiline müteallıktır. مِنَ الَّيْلِ car mecruru بِقِطْعٍ mahzuf sıfatına müteallıktır. اَسْرِ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. babındadır. Sülâsîsi سرى ’dir.
İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ اِلَّا امْرَاَتَكَۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. يَلْتَفِتْ meczum muzari fiilidir. مِنْكُمْ car mecruru يَلْتَفِتْ fiiline müteallıktır. اَحَدٌ fail olup lafzen merfûdur.
اِلَّا istisna edatıdır. امْرَاَتَكَ müstesna olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَلْتَفِتْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi لفت ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ مُص۪يبُهَا مَٓا اَصَابَهُمْۜ اِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُۜ اَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَر۪يبٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. Şan zamiridir.
مُص۪يبُهَا مَٓا اَصَابَهُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
مُص۪يبُ mukaddem haber olup lafzen merfûdur.
Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsul مَٓا, muahhar mübteda olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اَصَابَهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اَصَابَهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
مَوْعِدَهُمُ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الصُّبْحُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
Hemze istifham harfidir. لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
الصُّبْحُ kelimesi لَيْسَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
بِ harf-i ceri zaiddir. قَر۪يبٍ lafzen mecrur, لَيْسَ ’nin haberi olup mahallen mansubdur.
Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُص۪يبُهَا sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا يَا لُوطُ اِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ لَنْ يَصِلُٓوا اِلَيْكَ
Fasılla gelmiş istînâf cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasındaki قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mütekellim, Hz. Lut’a gelen meleklerdir.
Nidanın cevabı olan اِنَّا رُسُلُ رَبِّكَ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
رَبِّكَ izafetinde Rabb isminin muzâf olduğu Hz. Lut’a ait olan كَ zamiri, şan ve şeref kazanmıştır.
Nidanın cevabı için tefsiriyye olan لَنْ يَصِلُٓوا اِلَيْكَ cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
فَاَسْرِ بِاَهْلِكَ بِقِطْعٍ مِنَ الَّيْلِ وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ اِلَّا امْرَاَتَكَۜ
Takdiri, تنبّه [Dikkat et!] olan, mukadder istinafa atfedilmiş cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan وَلَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ اِلَّا امْرَاَتَكَ cümlesi, makabline matuftur. امْرَاَتَكَ, müstesnadır.
لَا يَلْتَفِتْ مِنْكُمْ اَحَدٌ buyurulması, Lut (a.s.) ile birlikte olanları geriye dönmekten nehyetmek içindir. التفات, insanın arkasına dönüp bakmasıdır. Görünen odur ki bundan maksat şudur: Onların, memleketlerinde malları, mülkleri, kumaşları ve dostları vardı. İşte bundan dolayı melekler onlara, vakti gelince çıkmalarını, bütün bu şeyleri terk edip kesinlikle onlara dönüp bakmamalarını emretmişlerdir. Bundan maksat ise onların kalplerinin o şeylerle olan ilgisini kesmek idi. Bu kelime ile “yüz çevirip gitme” manası da kastedilmiş olabilir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّهُ مُص۪يبُهَا مَٓا اَصَابَهُمْۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. İstisnanın sebebinin açıklandığı cümle اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi olan مُص۪يبُهَا مَٓا اَصَابَهُمْۜ cümlesinde, takdim-tehir sanatı vardır. مُص۪يبُهَا, mukaddem haber, müşterek ism-i mevsûl مَٓا, muahhar mübtedadır. Sıla cümlesi اَصَابَهُمْۜ, mazi fiil sıygasında gelerek, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Müsnedin izafetle gelmesi veciz ifade kastına matuftur.
مُص۪يبُهَا - اَصَابَهُمْ arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hz. Lut’un karısına امْرَاَتَ denmesinin sebebi kocasıyla inanç birliği içinde olmamasıdır.
Ayette Hz. Lut’un karısından امْرَاَتَ şeklinde bahsedilmesinin sebebi kocasıyla inanç birliği içinde olmamasıdır.
İlgili ayetler incelendiğinde Kur’an’da zevc kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür:
İmrae kelimesi zevc için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır:
الصُّبْحُۜ - الَّيْلِ arasında tıbâk-ı îcab, الصُّبْحُۜ - اَلَيْسَ الصُّبْحُ arasında ise tıbâk- ı selb vardır.
اِنَّ مَوْعِدَهُمُ الصُّبْحُۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin ismi veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. اِنَّ ’nin haberi olan الصُّبْحُ’nun marife gelmesi, biliniyor olmasına işarettir.
Müsned, iki durumda marife olur. 1. Muhatap, müsned ve müsnedün ileyhden birini biliyor, diğerini bilmiyordur. Bildiği müsnedün ileyh, bilmediği müsned olur. 2. Muhatap ikisini de biliyordur ama siyâk, birinin takdimini gerektiriyordur. Mütekellim muhatabın bildiği şeyi ya da siyâkın gerektirdiği şeyi takdim ederek müsnedün ileyh yapar. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَصَابَ - الصُّبْحُۜ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs vardır.
اَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَر۪يبٍ
Ayetin son cümlesi, istînâfiyye veya itiraziyyedir. İstifham üslubunda gelmiş talebî inşâî isnaddır. Cümle, istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp takrir ve tevbih amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
لَيْسَ ’nin haberine dahil olan بِ harfi zaiddir.
الصُّبْحُ tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
اَلَيْسَ الصُّبْحُ بِقَر۪يبٍ cümlesi, mezkur illetin tekidi mahiyetindedir. Zira sabahın pek yakın olması, azap yerinden uzaklaşmak için geceleyin süratli yürümeyi gerektirmektedir. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî, Elmalılı Hamdi Yazır, Âşûr)