Hûd Sûresi 85. Ayet

وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ  ...

“Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle tam yapın. İnsanların eşyalarını (mallarını ve haklarını) eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَا قَوْمِ kavmim ق و م
2 أَوْفُوا tam yapın و ف ي
3 الْمِكْيَالَ ölçüyü ك ي ل
4 وَالْمِيزَانَ ve tartıyı و ز ن
5 بِالْقِسْطِ adaletle ق س ط
6 وَلَا ve
7 تَبْخَسُوا eksik vermeyin ب خ س
8 النَّاسَ insanların ن و س
9 أَشْيَاءَهُمْ eşyalarını ش ي ا
10 وَلَا ve
11 تَعْثَوْا karışıklık çıkarmayın ع ث و
12 فِي
13 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
14 مُفْسِدِينَ bozguncular olarak ف س د
 
Medyen, Hicaz bölgesi ile Suriye ticaret yolu üzerinde, Akabe körfezine yakın bir yerleşim merkezi idi (ayrıca bk. A‘râf 7/85). Şuayb aleyhisselâm ise Medyen ve Eyke halkına gönderilmiş bir peygamberdi (bilgi için bk. A‘râf 7/85; Kasas 28/22-24; İbn Âşûr, VIII, 239). O da diğer peygamberler gibi inkârcı ve putperest halkına önce Allah’tan başka tanrı olmadığını anlattı ve herkesi O’na kulluk etmeye çağırdı. Ancak Medyen halkı putperestliğinin yanında toplumsal ahlâk, özellikle ticaret ahlâkı bakımından da bozulmuştu. Esasen Medyen halkı bolluk içinde, müreffeh bir hayat yaşıyordu; yani onların böyle ahlâk dışı davranışlara sapmaları yoksulluktan kaynaklanmıyordu. Hz. Şuayb bu konu üzerinde çok durdu; ölçüyü, tartıyı eksik tutmamalarını, adaletle ve düzgün ölçüp tartmalarını, kendi çıkarları uğruna insanların mallarının değerini düşürmemelerini ve yeryüzünde fesat çıkararak ülke düzenini bozmamalarını emretti; böylece hak dinin tevhid ve adalet ilkelerini toplumda yerleştirmeye çalıştı. Özellikle dürüstlük ilkesi üzerinde durdu. Kişinin insan ilişkileri alanında dürüst olmadıkça Allah’a karşı da dürüst olamayacağını anlattı.
 “Allah’ın bıraktığı (meşrû) kazanç” diye tercüme ettiğimiz bakıyyetullah tamlamasına “Allah’a itaat etmek, Allah’ın vasiyeti, Allah’ın rahmeti, Allah’ın verdiği rızık, kısmet (İbn Kesîr, IV, 273), Allah’ın hayır ve bereketi, Allah’ın acıması” (İbn Âşûr, XII, 139) gibi anlamlar da verilmiştir. Bu ifade Allah’ın helâlinden verdiği nimetin kalıcı, çeşitli yolsuzluklarla elde edilen malın ise geçici olduğuna da işaret eder. Zira helâlinden elde edilen kazanç meşrû olduğu için onda erdemli kimselerin bir diyeceği olmaz, malı veren, alana karşı herhangi bir kin ve nefret duygusu beslemez; malı sahibinin elinden almak için fırsat kollamaz; dolayısıyla toplum mal ve can güvenliği içinde yaşar. Ayrıca helâlinden kazanılıp meşrû yerlere harcanan malın âhiretteki sevabı da ebedîdir (bk. Meryem 19/76). Oysa yolsuzlukla elde edilen mal toplumda kin ve nefret duygularını kamçılar; anarşiye, kan dökülmesine sebep olur; sonuçta mal da can da telef olur. Bu sebeple Hz. Peygamber, “Kanlarınız ve mallarınız birbirinize haramdır” buyurmuştur (Buhârî, “Hac”, 132, “Megåzî”, 77; Müslim, “Hac”, 147, “Kasâme”, 29).
 Bakıyye kelimesinin “acımak” anlamı da dikkat çekici olup Allah’ın, acıyarak köklerini kesecek azaptan onları kurtarmasının yolsuzluklarla elde edecekleri dünya malından daha hayırlı olduğunu, aynı zamanda Allah’ın emrine uymadıkları takdirde köklerini kesecek bir ceza ile cezalandırılacakları tehdidini ifade eder. Nitekim âyetin, “Ben üzerinize bir bekçi değilim” meâlindeki son cümlesi de bu anlamı destekler mahiyettedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 192-193
 

وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  يَا  nida harfi,  قَوْمِ  münadadır. Kelimenin sonundaki kesra muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  ي ’sı mahzuftur.

Nidanın cevabı  اَوْفُوا الْمِكْيَالَ dir. 

اَوْفُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْمِكْيَالَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  الْم۪يزَانَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  الْمِكْيَالَ ye matuftur.  بِالْقِسْطِ  car mecruru  اَوْفُوا  fiilinin failinin haline müteallıktır.

بِالْقِسْطِ  sözündeki  بِ  harf-i ceri mülâbese içindir. (Âşûr) 

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık-bedel, istiane, zaman-mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)                      

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَبْخَسُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

النَّاسَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَشْيَٓاءَهُمْ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَعْثَوْا  fiili  نَ ’un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  تَعْثَوْا  fiiline müteallıktır.  مُفْسِد۪ينَ  kelimesi hal olup nasb alameti  ي’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

مُفْسِد۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ

 

Ayet önceki  يَا قَوْمِ ’e matuf olup nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Münada olan  قَوْمِ’deki mütekellim zamirinin hazfi nida edenin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

Nidanın cevabı olan  اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ  cümlesi şartın cevabına وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan  وَلَا تَعْثَوْا  cümlesi, her ikisi de inşâ cümlesi olması nedeniyle öncesine atfedilmiştir. 

الْمِكْيَالَ - الْم۪يزَانَ  ve  الْقِسْطِ  - اَوْفُوا  ve مُفْسِد۪ينَ  - تَعْثَوْا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, اَوْفُوا  ve  تَبْخَسُوا  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ  [insanlara eşyasını eksik de vermeyin.] 

Yani insanların ölçü ve tartı ile satın aldıkları şeyleri, ölçü ve tartının noksan olmaları ve adil olmamaları sebebiyle eksik vermeyin.

Bu husus daha önceki emirler zımnında anlaşıldığı halde burada sarahatle zikredilmesi, hakların noksan verilmesine ilişkin zikredilen korkutma ve zecirden (yasaklama) sonra buna ziyadesiyle önem atfetmek ve hakların ifasını teşvik içindir.

Muhtemeldir ki daha önce zikredilen ölçüyü ve tartıyı adaletle kullanmaktan murad, ölçülen ve tartılan mallarda hakkaniyetin ifasıdır ve insanlara eşyasını eksik vermemek emri de genel olup miktardaki eksikliği de başkasını da kapsamaktadır. Buna göre bu ifade, tahsisten sonra tamim kabilinden olur. (Ebüssuûd, Âşûr )

وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ  [Yeryüzünde fesat çıkarmayın] ifadesinde arz keli­mesinin açıkça zikredilmesi, fesadın çirkinliğini göstermekte mübalağa ifade eder.

مُفْسِد۪ينَ  kelimesi hal-i müekkidedir. Bu üslubun fesahat yönü şöyledir: مُفْسِد۪ينَ  lafzı fesadı yasaklamayı pekiştirir ve o yasağa karşı gafil davranma ve onu unutma gibi mahzurları da ortadan kaldırır. (Safvetu't Tefasir, Âşûr, Araf Suresi 74) 

Hal konumundaki  مُفْسِد۪ينَ  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Ayette yer alan  الْمِكْيَالَ [ölçü] ve  الْم۪يزَانَ [tartı] kavramları, eşya lafzının anlam kapsamına girdiği halde bu iki kavramın hususi olarak eşya lafzından önce zikredilmesiyle ıtnâb meydana gelmiştir. Itnâbın bu çeşidine tahsisten sonra tamim adı verilir. Söz konusu ayeti Beyzâvî şu şekilde izah eder: الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ  kelimelerinin ardından  اَشْيَٓاءَ  kelimesinin zikredilmesi sebebiyle burada tahsisten sonra tamim (özel ifadeden sonra genele geçme) sanatına başvurulmuştur. Zira “eşya” ifadesi, ölçü ve tartıyı da kapsayan daha genel bir ifadedir. Ayette özellikle bu iki kavramın zikredilmesi insanların daha çok bu alanda hile yaptıklarına işaret etmek içindir. Ayetin  لَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ [Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.] cümlesi de aynı edebî sanata örnektir. Çünkü  لَا تَعْثَوْا [karışıklık çıkarmayın]  ifadesi de haklarda noksanlaştırmayı ve diğer fesat çeşitlerini içine alan geniş manalı bir ifadedir. (Beyzâvî, III, 252; Konevî, X, 170)

Şuayb'ın onlara tavsiyelerinin [Ölçü ve tartıyı kıst/adalet ve hakkaniyet ile ifa edin. Bu insanlara, kendilerinin eşyasını eksiltmeyin/kusurlu-ayıplı göstermeyin-değersizleştirmeyin] şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

Bundan önce, ölçü ve tartının eksik tutulmaması emredildikten sonra burada da her ikisinde adaletin sarahatle emredilmesi, insanları adaleti tam olarak gerçekleştirmeye ve hakları eksiltmemeye ziyadesiyle sevk etmek ve bir de şu noktaya dikkat çekmek içindir: Onların sadece hakları eksik vermekten el çekmeleri yeterli değil, fakat ifsat ettikleri ve zulümlerine ölçü ve düşmanlıklarma kanun yaptıklarını da düzeltmeleri gerekir. (Ebüssuûd)

Bu ayette, üç bakımdan tekrar meydana gelmiştir. Çünkü Allah Teâlâ önce وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ [Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın.] buyurmuş; sonra اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ [Ölçüde ve tartıda adaleti yerine getirin.]  buyurmuştur. Bu, birinci sözün aynısıdır. Daha sonra da  وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ  [İnsanların eşyasını eksiltmeyin.] buyurmuştur. Öyleyse bu tekrardaki hikmet nedir? denirse biz deriz ki: Bunun birkaç izah şekli vardır:

Birinci İzah: Onun kavmi, bu işte ısrar etmekteydiler. Bundan dolayı eksik ölçü ve tartıdan men etmek hususunda iyice açıklamada bulunup tekid etmek ihtiyacını duymuştur. Tekrar ise tekidi, o meseleye gösterilen önem ve ihtimamın fazlalığını gösterir.

İkinci İzah: وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ [Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın.]  tabiri, eksik nehyetmektir.  اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ  [Ölçüde ve tartıda adaleti yerine getirin.]  adaleti tam olarak yerine getirmeyi emretmektir. Bir şeyin zıddını nehyetmek, onu emretmekten farklıdır. Bir kimse çıkıp da “Bir şeyin zıddını nehyetmek, onu emretmektir. Binaenaleyh bu bakımdan ayette bir tekrarın yapılmış olması gerekir.” diyemez. Çünkü biz diyoruz ki buna iki şekilde cevap verilebilir:

1) Allah Teâlâ, iyice tekid etmek için, bir şeyi emretmek ile onun zıddını nehyetmek için beraber zikretmiştir. Nitekim sen, “Akrabalarına sıla-i rahim yap, onlardan ilgini kesme!” dersin. Böyle bir cem' son derece fazla olan bir tekide işaret etmektedir.

2) Şöyle diyebiliriz: “Biz, emrin, sizin söylediğiniz gibi olduğunu kabul etmiyoruz. Çünkü hem bir işin eksik yapılmasının nehyedilmesi hem de o işin aslının nehyedilmesi mümkündür. Şu halde Cenab-ı Hakk, burada hem eksik ölçüp tartmaktan nehyetmekte hem de hakkın tam olarak verilmesini emretmektedir. Çünkü bu, Cenab-ı Hakk'ın, muameleleri men edip alışverişi yasaklamadığına; ancak eksik ölçüp tartmayı reddettiğine delalet eder. Bu böyledir, çünkü bir grup kimse, “Alışveriş, eksik ölçüp tartmaktan ve kimilerinin hakkını alıkoymaktan hali olamaz. Binaenaleyh, alışveriş külliyen haramdır.” demektedir. İşte böyle bir vehmi iptal etmek için Allah Teâlâ birinci ifadede eksik ölçüp tartmayı nehyetti; ikinci ayette de ölçüp tartmayı tam adaletle yapmayı emretti.

لَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ  [İnsanların eşyasını eksiltmeyin.] şeklindeki üçüncü ifadeye gelince bu bir tekrar değildir. Çünkü Allah Teâlâ önceki buyruğunda yasaklamayı, ölçüyü ve tartıyı noksanlaştırma meselesine tahsis etmiştir. Sonra bu hükmü, bütün şeylere tamim etmiştir (genelleştirmiştir). Bu izah ile bunun bir tekrar olmayıp aksine bu ifadelerin her birinde farklı bir mananın bulunduğu ortaya çıkar.

Üçüncü İzah: Allah Teâlâ birinci ayette وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ  [Ölçüyü ve tartıyı eksik tutmayın.] ikinci ayette,  اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ  [Ölçüde ve tartıda adaleti yerine getirin.]  buyurmuştur. İfa, adaleti yerine getirmek, o işi tam ve mükemmel bir biçimde yapmaktan ibarettir. Bu ise ancak hak edilenden daha fazla verdiği zaman tahakkuk eder. Allah Teâlâ, mesela abdestte yüzü yıkamayı emretti. Fakat başın cüzlerinden birini yıkamadıkça yüzün tamamını yıkama emri yerine gelmez. Velhasıl Cenab-ı Hakk birinci ayette, noksan ölçüp tartmayı nehyetmiş; ikinci ayette de fazlasıyla vermeyi emretmiştir. Bu vacibin kesin ve kati olarak yapılmış olabilmesi için bu miktardan fazlasının verilmesi gerekir. Şu halde Cenab-ı Hakk sanki önce insanı bu fazlalığın kendisinde kalması için başkalarının mallarını eksiltmeye gayret etmekten nehyetmiş, ikinci olarak da mesuliyetten kesin olarak kurtulmak için kendi hakkını azaltmaya gayret etmesini emretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)