Hûd Sûresi 96. Ayet

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ  ...

Andolsun, biz Mûsâ’yı âyetlerimizle ve apaçık bir mucize ile Firavun’a ve onun ileri gelen adamlarına peygamber gönderdik de ileri gelenler Firavun’un emrine uydular. Hâlbuki Firavun’un emri doğru değildi.  (96 - 97. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 أَرْسَلْنَا gönderdik ر س ل
3 مُوسَىٰ Musa’yı
4 بِايَاتِنَا ayetlerimizle ا ي ي
5 وَسُلْطَانٍ ve bir belgeyle س ل ط
6 مُبِينٍ apaçık ب ي ن
 
Sûrenin 25. âyetinden itibaren buraya kadar bazı peygamberlerin kıssaları, getirdikleri mesaj, inkârcılara karşı verdikleri mücadele ve bu mücadelenin sonucu hakkında açıklamalar yapıldı. Bu âyetlerde de Hz. Mûsâ’nın önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dini ihya etmek üzere mûcize ve delillerle Firavun’a ve ileri gelen çevresine gönderildiği ifade edilmektedir (Mûsâ ve Firavun hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49 vd.; A‘râf 7/103-156; mûcizeler hakkında bilgi için krş. A‘râf 7/133; İsrâ17/101). Firavun ve çevresindekilerin inkârcılıkta direnmeleri sebebiyle sonlarının önceki kavimlerin sonuna benzediğine işaret edilmektedir. Çünkü Firavun Allah’ın varlığına inanmıyor, her ülke halkının görevinin mutlak surette kendi hükümdarına itaat etmek olduğunu ileri sürüyor, ayrıca kendisinin en büyük tanrı olduğunu iddia ediyordu (bk. en-Nâziât79/24). Bu sebeple Hz. Mûsâ’nın tebliğ ettiği ilâhî emirleri kabul etmedi, çevresine de bunları kabul etmemelerini, Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları hakkında sert tedbirler almalarını emretti. Hakkın karşısına dikilen zorba güçler, genel olarak çevrelerini ve emirleri altında olanları peşlerinden sürüklemektedirler. Oysa Kur’an Allah’a isyan konusunda (ana-baba dahil) hiç kimseye itaat etmeye müsaade etmemektedir; aksine böyle bir durumda hem yöneteni hem de yönetileni eşit derecede sorumlu tutmaktadır. Nitekim 98. âyette Firavun ve onun peşine düşen halkın tuttukları yolun başta Firavun olmak üzere hepsini cehenneme götürecek bir yol olduğu ifade edilmiş, 99. âyette de genel olarak insanların önderlerini ve rehberlerini dikkatli ve bilinçli seçmeleri gerektiğine işaret edilmiştir.
 
Sûrenin 25. âyetinden itibaren buraya kadar bazı peygamberlerin kıssaları, getirdikleri mesaj, inkârcılara karşı verdikleri mücadele ve bu mücadelenin sonucu hakkında açıklamalar yapıldı. Bu âyetlerde de Hz. Mûsâ’nın önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dini ihya etmek üzere mûcize ve delillerle Firavun’a ve ileri gelen çevresine gönderildiği ifade edilmektedir (Mûsâ ve Firavun hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49 vd.; A‘râf 7/103-156; mûcizeler hakkında bilgi için krş. A‘râf 7/133; İsrâ17/101). Firavun ve çevresindekilerin inkârcılıkta direnmeleri sebebiyle sonlarının önceki kavimlerin sonuna benzediğine işaret edilmektedir. Çünkü Firavun Allah’ın varlığına inanmıyor, her ülke halkının görevinin mutlak surette kendi hükümdarına itaat etmek olduğunu ileri sürüyor, ayrıca kendisinin en büyük tanrı olduğunu iddia ediyordu (bk. en-Nâziât79/24). Bu sebeple Hz. Mûsâ’nın tebliğ ettiği ilâhî emirleri kabul etmedi, çevresine de bunları kabul etmemelerini, Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları hakkında sert tedbirler almalarını emretti. Hakkın karşısına dikilen zorba güçler, genel olarak çevrelerini ve emirleri altında olanları peşlerinden sürüklemektedirler. Oysa Kur’an Allah’a isyan konusunda (ana-baba dahil) hiç kimseye itaat etmeye müsaade etmemektedir; aksine böyle bir durumda hem yöneteni hem de yönetileni eşit derecede sorumlu tutmaktadır. Nitekim 98. âyette Firavun ve onun peşine düşen halkın tuttukları yolun başta Firavun olmak üzere hepsini cehenneme götürecek bir yol olduğu ifade edilmiş, 99. âyette de genel olarak insanların önderlerini ve rehberlerini dikkatli ve bilinçli seçmeleri gerektiğine işaret edilmiştir.
 

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.

مُوسٰى  mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

بِاٰيَاتِنَا  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır. 

Muttasıl zamir  نا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سُلْطَانٍ  kelimesi atıf harfi  و 'la makabline matuftur.  مُبٖينٍ  kelimesi  سُلْطَانٍ 'ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

مُبٖينٍ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’âl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا مُوسٰى بِاٰيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۙ

 

وَ, istînâfiyyedir.  لَ ; mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.

قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş  اَرْسَلْنَا نُوحاً اِلٰى قَوْمِه۪  cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

بِاٰيَاتِنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  اٰيَاتِ, şan ve şeref kazanmıştır.

سُلْطَانٍ ’deki tenvin, tazim ve nev ifade eder. 

مُب۪ينٍ  kelimesi,  سُلْطَانٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

مُب۪ينٍۙ : Bilindiği gibi  إبان ’den ism-i faildir.  إبان  ise hem lâzım hem de müteaddi olur. Lâzım olunca  مُب۪ينٍۙ  “açık” demektir. Müteaddi olunca mübeyyin anlamına gelir, açıklayıcı, aydınlatıcı veya furkan anlamına ayırıcı demek olur. (Elmalılı)

Sıfat, tâbi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Musa kıssası bu surede geçen yedinci ve son kıssadır.

بِاٰيَاتِنَا  ve  وَسُلْطَانٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Görülüyor ki burada da atfın üslubu değiştirilmiş “biz gönderdik” diyerek kasem ve fiil tekrarlanmış, ayrıca tasrih olunarak konu vurgulanmıştır. Böylece Hz. Musa'nın da Hz. Nuh ve Hz. İbrahim gibi bir tarih başlangıcı, bir dönüm noktası olduğuna dikkat çekilmiş ve işaret edilmiştir. Özellikle doğrudan doğruya Nuh kıssasına bağlanmasıyla da onun bir benzeri olduğuna dolaylı bir telmih yapılmıştır. Çünkü bu olayda da bir tufan ve suda boğulma meydana gelmiştir. (Elmalılı)

Ayette geçen, “apaçık delil, hüccet”ten maksat, Hz. Musa'ya verilen değnektir. Asa Hz.  Musa'ya verilen mucizelerin en meşhurudur. Bu böyledir. Çünkü Cenab-ı Hakk, Hz. Musa'ya apaçık olan dokuz mucize vermiştir ki bunlar şunlardır: Asa, yed-i beyza, tufan, çekirge istilası, bit istilası, kurbağa istilası, suların kana çevrilmesi, ürünlerin noksanlaşması ve insanların ölümü. Bazı alimler ürünlerin ve insanların noksanlaşması yerine Tûr Dağı'nın kökünden sökülüp İsrailoğullarının üzerlerinde durdurulmasını ve denizin yarılmasını saymışlardır. (Fahreddin er-Râzî)

Alimler, “hüccet”in, niçin “sultan” diye isimlendirildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bu cümleden olarak bazı muhakkikler şöyle demişlerdir: Sultan'ın padişahın başkasını ezip geçmesi gibi delili olan kimse de münazara esnasında delili olmayan kimseyi ezip geçer. İşte bundan dolayı “hüccet”e, “sultan” ismi verilmiştir. Zeccâc ise şöyle demiştir: “Sultan” hüccet anlamındadır; o, yeryüzünde Allah'ın hücceti olduğu için sultan adını almıştır. Bu kelime salît (susam yağı) kelimesinden iştikak etmiştir ki bu “aydınlanma vasıtası olan şey” demektir. Zeytinyağına, “Salît” denilmesi de bu manadadır.

Bu hususta şöyle bir üçüncü görüş daha vardır. “Sultan” kelimesi taslit (musallat-hükümran kılmak)'den türemiştir. Alimlere ilmî kuvvetlerinin mükemmel olması sebebiyle sultan denilmiştir. Krallara da kendilerindeki güç ve kuvvet sebebiyle bu ad verilmiştir. Ancak ne var ki alimlerin saltanatı, krallarınkinden daha mükemmel ve daha güçlüdür. Zira ulemanın saltanatı, neshi ve azli kabul etmez. Meliklerin saltanatı ise azlolunmayı ve neshi kabul eder. Kralların saltanatı ulemanın saltanatına tâbidir. Ulemanın saltanatı, peygamberlerin saltanatı cinsindendir. Kralların, meliklerin saltanatı da firavunların saltanatı cinsindendir. (Fahreddin er-Râzî)