Hûd Sûresi 97. Ayet

اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ  ...

Andolsun, biz Mûsâ’yı âyetlerimizle ve apaçık bir mucize ile Firavun’a ve onun ileri gelen adamlarına peygamber gönderdik de ileri gelenler Firavun’un emrine uydular. Hâlbuki Firavun’un emri doğru değildi.  (96 - 97. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَىٰ
2 فِرْعَوْنَ Firavun’a
3 وَمَلَئِهِ ve adamlarına م ل ا
4 فَاتَّبَعُوا onlar uydular ت ب ع
5 أَمْرَ buyruğuna ا م ر
6 فِرْعَوْنَ Firavun’un
7 وَمَا ve değildi
8 أَمْرُ buyruğu ا م ر
9 فِرْعَوْنَ Firavun’un
10 بِرَشِيدٍ doğruya yöneltici ر ش د
 
Sûrenin 25. âyetinden itibaren buraya kadar bazı peygamberlerin kıssaları, getirdikleri mesaj, inkârcılara karşı verdikleri mücadele ve bu mücadelenin sonucu hakkında açıklamalar yapıldı. Bu âyetlerde de Hz. Mûsâ’nın önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dini ihya etmek üzere mûcize ve delillerle Firavun’a ve ileri gelen çevresine gönderildiği ifade edilmektedir (Mûsâ ve Firavun hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49 vd.; A‘râf 7/103-156; mûcizeler hakkında bilgi için krş. A‘râf 7/133; İsrâ17/101). Firavun ve çevresindekilerin inkârcılıkta direnmeleri sebebiyle sonlarının önceki kavimlerin sonuna benzediğine işaret edilmektedir. Çünkü Firavun Allah’ın varlığına inanmıyor, her ülke halkının görevinin mutlak surette kendi hükümdarına itaat etmek olduğunu ileri sürüyor, ayrıca kendisinin en büyük tanrı olduğunu iddia ediyordu (bk. en-Nâziât79/24). Bu sebeple Hz. Mûsâ’nın tebliğ ettiği ilâhî emirleri kabul etmedi, çevresine de bunları kabul etmemelerini, Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları hakkında sert tedbirler almalarını emretti. Hakkın karşısına dikilen zorba güçler, genel olarak çevrelerini ve emirleri altında olanları peşlerinden sürüklemektedirler. Oysa Kur’an Allah’a isyan konusunda (ana-baba dahil) hiç kimseye itaat etmeye müsaade etmemektedir; aksine böyle bir durumda hem yöneteni hem de yönetileni eşit derecede sorumlu tutmaktadır. Nitekim 98. âyette Firavun ve onun peşine düşen halkın tuttukları yolun başta Firavun olmak üzere hepsini cehenneme götürecek bir yol olduğu ifade edilmiş, 99. âyette de genel olarak insanların önderlerini ve rehberlerini dikkatli ve bilinçli seçmeleri gerektiğine işaret edilmiştir.
 
Sûrenin 25. âyetinden itibaren buraya kadar bazı peygamberlerin kıssaları, getirdikleri mesaj, inkârcılara karşı verdikleri mücadele ve bu mücadelenin sonucu hakkında açıklamalar yapıldı. Bu âyetlerde de Hz. Mûsâ’nın önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dini ihya etmek üzere mûcize ve delillerle Firavun’a ve ileri gelen çevresine gönderildiği ifade edilmektedir (Mûsâ ve Firavun hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49 vd.; A‘râf 7/103-156; mûcizeler hakkında bilgi için krş. A‘râf 7/133; İsrâ17/101). Firavun ve çevresindekilerin inkârcılıkta direnmeleri sebebiyle sonlarının önceki kavimlerin sonuna benzediğine işaret edilmektedir. Çünkü Firavun Allah’ın varlığına inanmıyor, her ülke halkının görevinin mutlak surette kendi hükümdarına itaat etmek olduğunu ileri sürüyor, ayrıca kendisinin en büyük tanrı olduğunu iddia ediyordu (bk. en-Nâziât79/24). Bu sebeple Hz. Mûsâ’nın tebliğ ettiği ilâhî emirleri kabul etmedi, çevresine de bunları kabul etmemelerini, Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları hakkında sert tedbirler almalarını emretti. Hakkın karşısına dikilen zorba güçler, genel olarak çevrelerini ve emirleri altında olanları peşlerinden sürüklemektedirler. Oysa Kur’an Allah’a isyan konusunda (ana-baba dahil) hiç kimseye itaat etmeye müsaade etmemektedir; aksine böyle bir durumda hem yöneteni hem de yönetileni eşit derecede sorumlu tutmaktadır. Nitekim 98. âyette Firavun ve onun peşine düşen halkın tuttukları yolun başta Firavun olmak üzere hepsini cehenneme götürecek bir yol olduğu ifade edilmiş, 99. âyette de genel olarak insanların önderlerini ve rehberlerini dikkatli ve bilinçli seçmeleri gerektiğine işaret edilmiştir.
 

اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ 

 

اِلٰى فِرْعَوْنَ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır.  

فِرْعَوْنَ  kelimesi gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir.

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَلَا۬ئِهٖ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  فِرْعَوْنَ ’ye matuftur. Muttasıl zamir  ه  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  اتَّـبَعُٓوا  damme üzere mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  

اَمْرَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre yerine fetha almıştır.

اتَّـبَعُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


 وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ

 

مَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَشٖيدٍ  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir.  مَٓا  nefy harfi olup  ليس  gibi ismini ref haberini nasb eder. 

اَمْرُ  kelimesi  مَٓا ’nın ismi olup lafzen merfûdur.

فِرْعَوْنَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre yerine fetha almıştır.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  رَشٖيدٍ  kelimesi lafzen mecrur,  َٓما nın haberi olarak mahallen mansubdur.
 

اِلٰى فِرْعَوْنَ وَمَلَا۬ئِه۪ فَاتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَۚ 

 

Car mecrur  اِلٰى فِرْعَوْنَ,  önceki ayette geçen  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır.

اتَّـبَعُٓوا اَمْرَ فِرْعَوْنَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hal konumundaki  وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ  cümlesi menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eder.

Müsned olan  بِرَش۪يدٍ ’deki  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

فَاتَّـبَعُٓوا [İttibâ ettiler/uydular] buyurularak firavunun emrine ittibâ etmeleri/uymaları mübalağalı bir şekilde ifade edilmiştir. Malum olduğu üzere  اتبع  fiili iftiâl babındandır ve  تبع  fiilinden farklı olarak mübâlağa, teksir ve içtihat ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 225)

Musa'nın peygamberliği, firavunun bütün kavmi için olduğu halde yalnız kavminin önde gelenleri zikre tahsis edilmiş, çünkü görüş bildirmek ve yönetmek noktasında onlar asıldır; diğerleri ise fikirde de idarede de onlara tâbidir. (Ebüssuûd)

Firavunun küfrü ve önde gelenlerine bunu emretmesi, kesindir; sarih olarak zikrine gerek yoktur; hallerinin zikrine gerek olan ancak onun önde gelenleridir ki onlar, kendilerini hidayete davet eden ile dalalete çağıran arasında bulunuyorlar. İşte bunların kötü seçimleri teşhir edilmektedir. (Ebüssuûd)


 وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ

 

Hal cümlesi olarak  وَ ’la gelen cümle, menfi isim cümlesi, faide-i haber inkâri kelamdır. Nefy harfi  مَٓا, nakıs fiil  ليس  gibi amel etmiştir.  بِرَش۪يدٍ ’e dahil olan zaid harf  بِ, tekid ifade eder. Lafzen mecrur mahallen mansub olan  بِرَش۪يدٍ, nefy harfi  مَٓا ’nın haberidir.

وَمَٓا اَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَش۪يدٍ  [Halbuki firavunun emri, kesinlikle reşîd değildi.] cümlesinde, olumsuzluk harfi olarak gelen  مَٓا, isim cümlesine dahil olmuş ve haber  بِ  harfi ile tekid edilmiştir. Bütün bunlar firavunun emrinin yerinde olmadığı manasını tekidli ve mübalağalı bir şekilde vurgular. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 3, s. 225)

مَٓا اَمْرُ - اَمْرَ  arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ales-sadr sanatı,  فِرْعَوْنَ  kelimesinin ayette üç kez tekrarlanmasında reddü'l-acüz ale's-sadr sanatları vardır.

Burası aslında zamir mevkii iken “Onun emri değildir.” denilmeyip de doğrudan doğruya firavunun isminin sarahatle ifade edilmesi çok anlamlıdır. Zira öncekinde firavunun şahsı, bu ikincide vasfı kastolunmuştur. Çünkü firavun ismi fesada, bozgunculuğa, zorbalık ve zulme, sapmaya ve saptırmaya delalet etmesi ile meşhurdur. Bundan dolayı önceki özellikle firavunun emri demek olduğu halde ikincisi genellikle firavun emri yani firavun kısmının emri demek olur. (Elmalılı)