Hûd Sûresi 99. Ayet

وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ  ...

Onlar, hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Ne kötü destektir onlara verilen destek!
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأُتْبِعُوا onlar uğratıldılar ت ب ع
2 فِي
3 هَٰذِهِ burada
4 لَعْنَةً lanete ل ع ن
5 وَيَوْمَ ve gününde ي و م
6 الْقِيَامَةِ kıyamet ق و م
7 بِئْسَ ne kötü ب ا س
8 الرِّفْدُ bir bağıştır ر ف د
9 الْمَرْفُودُ verilen bu bağış ر ف د
 
Sûrenin 25. âyetinden itibaren buraya kadar bazı peygamberlerin kıssaları, getirdikleri mesaj, inkârcılara karşı verdikleri mücadele ve bu mücadelenin sonucu hakkında açıklamalar yapıldı. Bu âyetlerde de Hz. Mûsâ’nın önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dini ihya etmek üzere mûcize ve delillerle Firavun’a ve ileri gelen çevresine gönderildiği ifade edilmektedir (Mûsâ ve Firavun hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49 vd.; A‘râf 7/103-156; mûcizeler hakkında bilgi için krş. A‘râf 7/133; İsrâ17/101). Firavun ve çevresindekilerin inkârcılıkta direnmeleri sebebiyle sonlarının önceki kavimlerin sonuna benzediğine işaret edilmektedir. Çünkü Firavun Allah’ın varlığına inanmıyor, her ülke halkının görevinin mutlak surette kendi hükümdarına itaat etmek olduğunu ileri sürüyor, ayrıca kendisinin en büyük tanrı olduğunu iddia ediyordu (bk. en-Nâziât79/24). Bu sebeple Hz. Mûsâ’nın tebliğ ettiği ilâhî emirleri kabul etmedi, çevresine de bunları kabul etmemelerini, Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları hakkında sert tedbirler almalarını emretti. Hakkın karşısına dikilen zorba güçler, genel olarak çevrelerini ve emirleri altında olanları peşlerinden sürüklemektedirler. Oysa Kur’an Allah’a isyan konusunda (ana-baba dahil) hiç kimseye itaat etmeye müsaade etmemektedir; aksine böyle bir durumda hem yöneteni hem de yönetileni eşit derecede sorumlu tutmaktadır. Nitekim 98. âyette Firavun ve onun peşine düşen halkın tuttukları yolun başta Firavun olmak üzere hepsini cehenneme götürecek bir yol olduğu ifade edilmiş, 99. âyette de genel olarak insanların önderlerini ve rehberlerini dikkatli ve bilinçli seçmeleri gerektiğine işaret edilmiştir.
 
Sûrenin 25. âyetinden itibaren buraya kadar bazı peygamberlerin kıssaları, getirdikleri mesaj, inkârcılara karşı verdikleri mücadele ve bu mücadelenin sonucu hakkında açıklamalar yapıldı. Bu âyetlerde de Hz. Mûsâ’nın önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dini ihya etmek üzere mûcize ve delillerle Firavun’a ve ileri gelen çevresine gönderildiği ifade edilmektedir (Mûsâ ve Firavun hakkında bilgi için bk. Bakara 2/49 vd.; A‘râf 7/103-156; mûcizeler hakkında bilgi için krş. A‘râf 7/133; İsrâ17/101). Firavun ve çevresindekilerin inkârcılıkta direnmeleri sebebiyle sonlarının önceki kavimlerin sonuna benzediğine işaret edilmektedir. Çünkü Firavun Allah’ın varlığına inanmıyor, her ülke halkının görevinin mutlak surette kendi hükümdarına itaat etmek olduğunu ileri sürüyor, ayrıca kendisinin en büyük tanrı olduğunu iddia ediyordu (bk. en-Nâziât79/24). Bu sebeple Hz. Mûsâ’nın tebliğ ettiği ilâhî emirleri kabul etmedi, çevresine de bunları kabul etmemelerini, Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları hakkında sert tedbirler almalarını emretti. Hakkın karşısına dikilen zorba güçler, genel olarak çevrelerini ve emirleri altında olanları peşlerinden sürüklemektedirler. Oysa Kur’an Allah’a isyan konusunda (ana-baba dahil) hiç kimseye itaat etmeye müsaade etmemektedir; aksine böyle bir durumda hem yöneteni hem de yönetileni eşit derecede sorumlu tutmaktadır. Nitekim 98. âyette Firavun ve onun peşine düşen halkın tuttukları yolun başta Firavun olmak üzere hepsini cehenneme götürecek bir yol olduğu ifade edilmiş, 99. âyette de genel olarak insanların önderlerini ve rehberlerini dikkatli ve bilinçli seçmeleri gerektiğine işaret edilmiştir.
 

وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اُتْبِعُوا   fiili damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  naib-i fail olup mahallen merfûdur.  

ف۪ي هٰذِهِ  car mecruru  اُتْبِعُوا  fiiline müteallıktır.  لَعْنَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يَوْمَ الْقِيٰمَةِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la makabline (kendisinden öncesine)  matuftur.

يَوْمَ  zaman zarfı,  اُتْبِعُوا  fiiline müteallıktır.  الْقِيٰمَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


 بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ

 

بِئْسَ  camid fiil olup zem fiillerindendir.  الرِّفْدُ  kelimesi  بِئْسَ ’nin faili olup damme ile merfûdur.

بِئْسَ  fiilinin mahsusu  الْمَرْفُودُ dur.  الْمَرْفُودُ  mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfudur. Takdiri,  هو şeklindedir.

بِئْسَ  zem fiili bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir. Zem fiili ile kurulan cümlelerde fail; marife veya gizli zamir olur, ondan sonra da mahsus gelir. Fail zamir ise temyizle yahut  مَا  ile belirtilir. Bu fiilin failinin geliş şekilleri şunlardır: 

1. Failinin  ال ’lı gelmesi 

2. Failinin  ال ’lı isme muzâf olarak gelmesi 

3. Bu fiillerin  مَا  harfine bitişik olarak gelmesi

4. Failinin ism-i mevsûl olarak gelmesi

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْمَرْفُودُ  sülâsî mücerred olan  رف د  fiilinin ismi mef’ûludur.

 

وَاُتْبِعُوا ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ

 

Müsbet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

هٰذِه۪  ile  لَعْنَةً ’e işaret edilmiştir.  لَعْنَةً  kelimesindeki tenvin, tasavvuru mümkün olmayan bir yapıyı ifade eder.

Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla lanet, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü lanet, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ne kadar korkunç bir durumda olduklarına işaret etmek için bu üslup kullanılmıştır.

ف۪ي  harf-i ceri zarfiyet anlamı verir.  ف۪ي هٰذِه۪ لَعْنَةً  sözünden onların lanetle zarf ve mazrufu gibi iç içe olduklarını anlıyoruz.


 بِئْسَ الرِّفْدُ الْمَرْفُودُ

 

Ayetin istînâfiyye olarak fasılla gelen son cümlesi, gayri talebî inşâî isnaddır.

 بِئْسَ, zem anlamı taşıyan camid fildir.  الرِّفْدُ  failidir. بِئْسَ  fiilinin mahsusu olan  الْمَرْفُودُ, takdiri  هو  olan, mahzuf mübteda için haberdir. 

هو الْمَرْفُودُ  cümlesi, zem cümlesi için tefsiriyyedir. Veya  الْمَرْفُودُ, zem fiilinin mahzuf mahsusu için sıfattır.

Zem fiili mahsusuyla birlikte tekid ifade eder. Bir şahsı veya nesneyi yermek maksadıyla kurulan cümlelerde olur. Cümleye kattığı genel anlam hayret ve mübalağa ifadesidir.

رِّفْدُ - مَرْفُودُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü'l-acüz ale's-sadr sanatı vardır.

لَعْنَةً - بِئْسَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Başkasına tâbi olanlar, tâbi oldukları kimsenin yardımcıları oldukları cihetle, kendileriyle alay etmek yoluyla, onların yardımı lanetlenmiştir. Bazıları, ayetin metninde geçen  رِّفْدُ  kelimesini, yardım olarak değil, armağan olarak tefsir etmişlerdir. Ancak bu mana bu makama münasip değildir. (Ebüssuûd)

وِرْدُ -  مَوْرُودُ  ; رِّفْد  -  مَرْفُودُ  kelimeleriyle ifade edilen “O varılan ne kötü pınardır.” ve “O varılan ne kötü bağıştır.” sözleri istiaredir. Çünkü Allah Teâlâ cehennem ateşine giden kavminin önünde yer alan firavunu, tıpkı dünyada dalalette öncüleri, sapıklıkta önderleri olduğu gibi pınara gidenlerin öncüsü olarak  وارد kelimesiyle, pınara kervandan önce varıp da kovayı, kuyuyu ve suyu kullanılmaya hazır hale getiren kimsedir) konumunda, cehennem ateşini de başına varılan su/pınar mevkiinde ifade etmiştir. Bundan sonra da “(Cehennem ateşi, başına) varılan ne kötü pınardır!” buyurmuştur. Çünkü bu pınar/su, boğaza takılıp kalan lokmayı geçirmiyor, susuzluğu gidermiyor.

“Bu, yapılan ne kötü bağıştır.” ifadesindeki  رِّفْدُ  sözünde istiare vardır. Çünkü  رِّفْدُ ’in gerçek anlamı “bağış”tır. رْ ’nın üstün ve esresiyle “رَفَدَهُ ,يرْفِدهُ ,رَفْداً ve  رِفادة (Ona bağış yaptı, ona yardım etti)” diye söylenir. Ancak lanet, Arapların bir yurttan diğerine intikalleri sırasında yardım ve ihsan isteyenin âdeti, azık teminine çalışan yolcunun örfü gereğince onlara yapılan bağış ve ihsan  رِّفْدُ  konumunda ifade edildiği için lanetin mecaz yoluyla  رِّفْدُ (bağış) diye isimlendirilmesi caiz olmuştur. Bu tıpkı Allah Teâlâ’nın  فبشِّرهمْ بعذابٍ ألِيمٍ  (O halde, müjdele! Onları acıklı bir azap ile) sözündeki gibidir. Müjdeleme (el-beşaret) de genellikle kötü değil iyi (şeyler) için olur. Ancak onların azaba müstahak olduklarının kendilerine haber verilmesi, başkalarının sevabı hak etmiş olduklarının müjdelenmesi mevkiinde kılınınca bu (uyarma)nın “müjdeleme” olarak isimlendirilmesi caiz olmuştur. Ayetlerde geçen “azabın müjdelenmesi, azabın tadılması”, “ateşin pınar (موريد)”, “lanetin yardım (رِّفْدُ) kılınması” gibi tabirler, cehennem yolundan vazgeçirme, cennet yoluna çevirme amaçlı, cennet ve nimetlerinden kaybedilenler ile onları yerine ele geçecekleri ve başa gelecekleri mukayese etmek suretiyle insaf ve izana davet edip cehenneme giden yoldan insanları vazgeçirmeyi hedefleyen, zıt anlamların kastedilmesine (ironi) dayalı edebi alay içeren istiare-i tehekkümiyelerdir.) (Şerîf erRâdî, Kur’an Mecazları)