وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُواً اَحَدٌ
“Onun hiçbir dengi, muadili, benzeri yoktur” anlamındaki âyet, hem ilk âyetin açıklaması hem de bütünüyle sûrenin bir özeti mahiyetinde olup Allah’ın zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde denksiz ve benzersiz olduğu şeklindeki anlamıyla ilk âyetteki “ahad”ın tefsiri gibidir. Kendisinden başka var olan her şeyi O yarattığına göre yarattıklarının O’na denk olması mümkün değildir. Nitekim bu durum muhtelif âyetlerde ifade buyurulmuştur (meselâ bk. Nahl 16/17-22; Şûrâ 42/11).
İhlâs sûresinin, Kur’an’ın üçte birine denk olduğuna dair yukarıda geçen hadisi yorumlayan âlimlerden bir kısmı, bu denkliği sûreyi okumanın sevabı, bir kısmı da konusu ve mânası yönünden değerlendirmişlerdir. İkinci görüşe göre sûre, Kur’an’ın üç temel konusundan ilki olan tevhidle alâkalı olup, bu sûrenin anlamını iyice kavrayan ve itikadını bu sûrenin öğretisi yönünde oluşturan bir kimse Kur’an’ın tevhid ve akaid bölümünü de kavrayıp benimsemiş olur. Gazzâlî Cevâhiru’l-Kur’ân isimli eserinde (s. 47-48) özetle şu hususlara işaret eder: Kur’an’daki bilgiler ana hatlarıyla Allah hakkında bilgi (mârifetullah), âhiret bilgisi ve doğru yol bilgisi olmak üzere üçe ayrılır. İhlâs sûresi bunlardan ilkini, yani mârifetullah ve tevhid konusunu ihtiva etmektedir. Kur’an’daki diğer hükümler bu sûredeki tevhid temeline dayandığı için sûre Kur’an’ın üçte birine denk görülmüştür. Belirtilen öneminden dolayı İhlâs sûresi tefsir kitaplarında muhtelif yönleriyle ele alınıp incelendiği gibi felsefeden tasavvufa kadar çeşitli ilim dallarında da meşhur âlimler tarafından sûre üzerinde pek çok müstakil tefsir vb. çalışmalar yapılmış; ayrıca sûre üzerine tezler de hazırlanmıştır (bilgi ve örnekler için bk. Emin Işık, “İhlâs Sûresi”, DİA, XXI, 538).
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُواً اَحَدٌ
Atıf harfi وَ ’la önceki ayette geçen لَمْ يَلِدْ cümlesine matuftur. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَكُنْ sükun üzere meczum, nakıs muzâri fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَهُ car mecruru كُفُواً ‘e mütealliktir. كُفُواً kelimesi يَكُنْ ‘un mukaddem haberi olup fetha ile mansubdur. اَحَدٌ kelimesi يَكُنْ ‘un muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُواً اَحَدٌ
Surenin son ayeti atıf harfi وَ ’la makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vaslda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesiyle fiilin tekrarı ve yenilenmesi, isim cümlesiyle de sabitlik kastedilerek, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
Menfi muzari sıygada nakıs fiil كَان ‘nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. اَحَدٌ nakıs fiil كَان ’nin ismi, كُفُواً haberidir.
Ayette takdim-tehir sanatı vardır. Haberin mübtedaya takdimi ve habere müteallik olan car mecrur لَهُ ‘nun amiline takdimi ihtimam içindir.
اَحَدٌ , surede önemine binaen tekrarlanarak ıtnâb yapılmıştır. Bu tekrarda tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
كُفُواً , denklik demektir. Maksat Cenab-ı Hakkın zatında denkliği kaldırmaktır. Yani O'na hiçbir şey denk değildir, benzer değildir, eşit değildir. Aksine O, denk sanılanların yaratıcısıdır. Kısa olmasına rağmen bu surenin bütün ilahiyat konularını kapsaması ve bu konuları inkâr edenlere cevap vermesinden ötürüdür ki Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: ”İhlas Suresi Kur'an'ın üçte birine denktir." (Rûhu’l Beyan)
Burada geçen كُفُوًا kelimesinin aslı كُفُآً şeklinde sonu hemzelidir. Bu, Arapça’da eşi benzeri olmayan bir tabirdir. Çünkü bilindiği gibi Arapça’da Arapçalaşmış isimler arasında sonu و ile biten ve kendinden öncesi de ötre ile olan başka bir isim yoktur.
Böyle bir durumda و harfi ي ’ye dönüşür ve öncesi de kural olarak kesralı olur. Tıpkı التَّسَامِي /Yarışmak ve التَّدَاعِي /Toplantıya çağırmak fiillerinde olduğu gibi. Ancak, burada olduğu gibi geçici olan hallerde değişmesi caiz olur. Bu da Arapçada Arapçalaşmış isimlerin hilafınadır. Arapçalaşmış isimler arasında bunun benzeri yoktur. Dolayısıyla burada manaya paralel olarak, O’nun dengi, benzeri olmadığı gibi, bunu ifade eden kelime de benzeri olmayan bir şekilde gelmiştir. Bu da, mana ile kelime arasındaki mananın uyumu babındandır. Bunun yerine başka bir kelime gelseydi bu manayı ifade etmezdi. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s.97)
Hiç kimse ona denk olmadı, yani eş (zevce) ve başkası gibi ona denk biri olmadı. Aslında لَهُ zarfının sonraya bırakılması lazımdı, çünkü o كُفُواً 'e bağlıdır, ancak maksat zatına denkliği reddetmek olduğundan önemli olan başa alınmıştır. Zarfın كُفُواً 'de gizli zamirden hâl yahut haber olması da caizdir. O zaman كُفُواً kelimesi اَحَدٌ 'den hâl olur. Belki de üç cümlenin atıfla birbirine bağlanması, bunlardan denklik kısımlarının bertaraf edilmek istenmesindendir; bunlar tek bir cümle gibidir, üç cümle ile buna dikkat çekilmiştir. Bu sure kısa olmakla birlikte ilâhi marifetlerin hepsini ve o hususlarda aşırıya kaçanların reddini içine aldığı için hadiste onun Kur'an'ın üçte birine denk olduğu gelmiştir. Çünkü Kur'an'ın maksatları akaidi, hükümleri ve kıssaları anlatmakla sınırlıdır. Kim de onu Kur'an'ın tamamına denk sayarsa, bunlardan bizzat kastedileni nazarı itibara almış olur ki, o da akaittir (tevhiddir). (Beyzâvî)
لَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُواً اَحَدٌ ayeti, umumun içine girmiş olan bir şeyin, daha sonra özellikle zikredildiğini ifade eder. Bu da, konuyu daha çok açıklamak ve izah etmektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
الصَّمَدُۚ - اَحَدٌ gibi sonlarında, seci murassa' vardır. Bu da güzelleştirici edebî sanatlardandır.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayetle, surenin konusu mükemmel bir şekilde özetlenmiştir. Sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlanması olan hüsn-i inteha sanatının güzel bir örneğidir.