Felâk Sûresi 1. Ayet

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِۙ  ...

De ki: “Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.”  (1 - 5. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قُلْ de ki ق و ل
2 أَعُوذُ sığınırım ben ع و ذ
3 بِرَبِّ Rabbe ر ب ب
4 الْفَلَقِ karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran ف ل ق
 
Sabah” diye çevirdiğimiz felak kelimesi “yarmak” anlamındaki felk (فلق)masdarından isimdir. Yarma ve çatlatma neticesinde meydana gelen şeyin sıfatı olarak kullanılmaktadır. Yaygın yoruma göre burada Allah’ın gece karanlığını yarması neticesinde meydana gelen sabah aydınlığını ifade eder. Ancak, bir sonraki âyetle bağlantısı dikkate alındığında kelimenin, “yokluktan yarılıp çıkan mahlûkat” şeklinde özetleyebileceğimiz daha genel bir anlam içerdiğini kabul etmek gerekir. Buna göre felak kelimesi kâinatın yokluk alanından belki bir patlama ile ilk meydana gelişini ve yaratılışını ifade eder. Bu cümleden olmak üzere arzdan kaynayan pınarlar, bulutlardan boşalan yağmurlar, tohumlardan filiz veren bitkiler, rahimlerden çıkan yavrular gibi Allah’ın kudretiyle bir asıldan, bir kaynaktan ayrılıp çıkan bütün mahlûkat felak kelimesinin kapsamına girer. Ayrıca –Muhammed Esed’in de belirttiği gibi (III, 1324)– felak kelimesinin, “bir belirsizlikten (dönem) sonra hakikatin ortaya çıkışı” şeklindeki tanımı (Tâcü’l-arûs, “flk” md.) dikkate alındığında “sabahın rabbi” deyimiyle “Allah’ın, hakikatin her şekildeki idrakinin kaynağı olduğuna ve bir kimsenin O’na sığınmasının, ‘hakikatin ardından koşmak’ ile eş anlamlı olduğuna” işaret edildiği de düşünülebilir. Eski tefsirlerde felak kelimesine, “cehennemin ismi, cehennemde bir zindanın veya bitkinin ya da kuyunun ismi” gibi –bize göre isabetli olmayan– başka yorumlar da getirilmiştir (meselâ bk. Taberî, XXX, 349-351; Şevkânî, V, 616-617).
 
Peygamber Efendimiz kendisine Muavvizeteyn gibi benzeri görülmemiş iki sûre indirildiğini söylemiştir. 
(Müslim, Müsafirin 264,265; Tirmizi, Fezâilü’l-Kur’ân 12; Nesâi, İftitah 44, İstiâze 1).

Allah’ın Resûlü sahâbisine Muavvizeteyn ile birlikte İhlâs sûresini okumayı tavsiye eder ve :” Akşama ve sabaha erdiğinde İhlâs ile Muavvizeteyn’i üçer defa okumak, her türlü kötülükten korunman için yeter” buyurdu ( Ebû Dâvud, Edeb 101; Tirmizi, Daavât 116; Nesâi, İstiâze 1). Kendini ise her gece yatağına yatmadan önce iki elini birleştirip, İhlâs ve Muavvizeteyn’i okuyup ellerine üflerdi; sonra da başından, yüzünden ve vücudunun ön kısmından başlayarak, vücudunu bu şekilde üç defa meshederdi. 
(Buhari, Fezâilü’l-Kur’ân 14; Tıb 39; Ebû Dâvud, Edeb 97,98; Tirmizi, Daavât 21).

Hz. Peygamber (s.a.s) yatağına girdiği zaman İhlâs sûresiyle Muavvizeteyni okurdu. Buhârî, Hz. Aişe validemizden şöyle rivayet etmiştir: "Hz. Muhammed (s.a.s) her gece yatmağa hazırlandığı zaman iki elini açarak birleştirir, İhlâs, Felâk ve Nâs sûrelerini okuyarak ellerinin içine üfler, sonra başından ve yüzünden başlayarak üç defa elinin eriştiği kadarıyla bütün vücudunu sıvazlar ondan sonra yatardı.
(Buhari, Fezâilü’l-Kur’ân 14; Müslim, Selâm 51; Mâlik, Muvatta’ , Ayn 4).
Hz. Âişe, Resûlullah Efendimizin, âilesinden biri hastalandığı zaman da ona Muavvizeteyn’i okuyup üflediğini söylemiştir. 
(Müslim, Selâm 50).
 

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِۙ


Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulul-kavl,  اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ ‘dır. قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اَعُوذُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir.

بِرَبِّ  car mecruru  اَعُوذُ  fiiline mütealliktir.  الْفَلَقِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.   
 

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِۙ


Sure, berâat-i istihlâl sanatına uygun olarak, surenin konusuyla alakalı bir cümleyle başlamıştır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiştir. Ayrıca cümle, hüsn-i ibtidâ sanatının güzel bir örneğidir.

Kelama en güzel giriş şekillerinden biri de kelamın konusuyla alakalı bir şeyle başlamaktır. Böylece kelamın maksadına işaret edilmiş olur. Surenin bu ilk ayeti berâat-i istihlâl sanatının güzel bir örneğidir. Hurûf-u mukattaa ile başlayan bütün sureler buna örnektir. Çünkü muhatabın dikkatini celbeder ve dinlemeye teşvik eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

Surenin ilk ayeti ibtidaiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. قُلْ ‘deki emi , Hz. Peygambere hitaptır. (Âşûr) 

Cümle emir üslubunda gelse de vaz edildiği emir anlamından çıkarak dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَعُوذُ بِرَبِّ الْفَلَقِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber, ibtidâî kelamdır.

Muzari fiil hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

Ayetin başında  قُلْ  emrin bulunması mekulü’l-kavlin Allah katında bir önemi, şanı ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder.

بِرَبِّ الْفَلَقِ  izafeti az sözle çok anlam ifade etme özelliği yanında muzâfun ileyhe tazim anlamı da taşır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَبِّ  lafzı burada Allah Teâlâ’nın diğer isimlerinden daha etkilidir, çünkü zararlı şeylerden korumak terbiyenin (Rabliğin) ta kendisidir. (Beyzâvî) 

الْفَلَقِ  örf icabı sabaha has bir durumdur. Bunun içindir ki, öyle tefsir edilmiştir. Özellikle sabahın seçilmesi onda hal değişmesi, gecenin vahşetinin nur sevinciyle yer değiştirmesi ve kıyamet gününün başlangıcını andırmasından dolayıdır ve şunu da akla getirmektedir ki, gecenin karanlığını bu âlemin üzerinden kaldırmaya gücü yetenin, korktuğu şeyden kendine sığınanı korumaya da gücü yeter. (Beyzâvî)

Bu ayetin metninde, sığınmanın Rabb ismine bağlanması ve Rabb isminin de, karanlıktan sonra nuru, sıkıntıdan sonra genişliği ve bitişiklik halinden sonra yarılmayı bildirenb الْفَلَقِ 'a izafe edilmesi, Allah'ın, sığınan kimseyi sığındığı şeyden kurtaracağına dair bir vaat ifade etmektedir; ayrıca Allah, bazı benzerlerini hatırlatmakla sığınanın umudunu takviye etmektedir ve Allah'a sığınma kapısını çalmak suretiyle gayret ve itina göstermeye de ziyadesiyle onu teşvik etmektedir. (Ebüssûud) 

اَعُوذُ  ‘sığınıyorum, iltica ediyorum, korunuyorum’ demektir. Rabbimiz Efendimiz Muhammed (sav)’e böyle söylemesini emretmiştir.  O’na  قُلْ اَعُوذُ (sığınırım de) diye emretmiştir. Burada şöyle bir soru gelebilir. Niçin O’na  قُلْ اَعُوذُ  şeklinde buyurdu da قُلْ demeden sadece  اَعُوذُ (Sığınıyorum) diye emretmedi. Muhakkak ki Allah Teâlâ insanın korktuğu şeyden kendisini kurtarmasını ve yardım etmesini Rabbine olan hacetini açıkça ilan etmesini istemiştir. Rabbine duyduğu ihtiyacı hissetmek ile yetinmemesini, Ondan Rabbine olan sığınmasını, ilticasını, Rabbinin korumasını istediğini ilan etmesini istemiştir. Çünkü o, korktuğu şeyi defetmek ve kurtulmak konusunda korktuğu şeyden daha zayıftır. Korktuğu, endişe ettiği şeyler çoktur ve kuvvetlidir. Hem açıktır hem gizlidir. Ona kendisini istediği zaman zarar verebilir. Eğer Rabbine sığınmaz ise, ki O Rabbi ona yardım eder, onun elinden tutar ve ondan şerri def eder. Kişinin Rabbine olan ihtiyacını ilan etmesi birçok açıdan zaruridir, bunlardan bir kısmı şunlardır: Bunda kibri, ucûbu, yalancı gururu ihtiyaçsız olma hissini öldürmek vardır ki bunlar tuğyanın sebebidir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 35.)

Muavvezeteyn'deki ayetlerde de  إِنَّ harfi gelmemiştir. Allahu a‘lem bunun sebebi istiazenin, korkulan ve sığınılan şeyin kadrine göre tekid edilmiş olduğudur. Korkulan şey şiddetli ve baskın, tehdit de şiddetli ise bu durumda istiaze,  اني اَعُوذُ [muhakkak ki ben sığınırım] şeklinde tekid edilmiştir. Bunun dışında ise sadece  اَعُوذُ (sığınırım) şeklinde gelmiştir. Mesela Ğâfir Suresinde istiaze  إِنَّ  ile tekid edilmiştir. Çünkü Firavun Musa'yı (as) öldürmekle tehdit etmektedir.  (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 1, s. 38.)

Burada  رَبِّ  lafzının seçilmesi ve bunun  الْفَلَقِ  kelimesine izafe edilmesi çok uygundur. Rabb; mâlik, mürebbi, efendi, yönetici, öğretmen, yol gösterici demektir. Şerlerden kurtulmak isteyen kişinin de mahlukatın rabbine, mâlikine, yöneticisine sığınması en uygun seçimdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 1, s.35-36)