وَكَاَيِّنْ مِنْ اٰيَةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ
Sözlükte âyet kelimesi “bir şeyin tanınmasına sebep olan ve varlığını gösteren işaret, açık alâmet, delil, ibret, şaşırtıcı şey, mûcize ve topluluk” anlamlarına gelir. Terim olarak, Kur’ân-ı Kerîm’in bir veya birkaç kelime yahut cümleden meydana gelen bölümlerini ifade eder. Burada âyet kelimesi alâmet, delil ve ibret veren şey mânalarında kullanılmıştır. Yani gerek insanın kendisinde gerekse dış dünyada, göklerde ve yerde Allah’ın varlığına, birliğine, ilmine, kudretine ve hikmetinin üstünlüğüne delâlet eden nice delil vardır ki bunlar insanların nazarı dikkatine sunulmuştur. İnsanoğlu ilmî, fikrî, felsefî ve amelî hayatında bu olaylarla her zaman karşı karşıyadır. Bu tabiat olaylarını düşünüp bunlardaki incelikleri, bunlara hâkim olan ilâhî kanunları keşfetmesi ve yaratanını tanıması gerekirken o, düşünmeden, ibret almadan bunlara sırt çevirip gider. Halbuki insanoğlu bunları düşünüp dikkatli bir şekilde incelese hem dünyada başarılı olacak hem de imanını taklitten tahkike çıkararak kâmil insan (has kul) olma yolunda ilerleyecek ve âhirette mutlu olacaktır.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri
Cilt: 3 Sayfa: 261
وَكَاَيِّنْ مِنْ اٰيَةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا
وَ istînâfiyyedir. كَاَيِّنْ sükun üzere mebni, mübteda olarak mahallen merfûdur.
مِنْ اٰيَةٍ car mecruru كَاَيِّنْ ’nin temyizi olup mahallen mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru اٰيَةٍ ’nin mahzuf sıfatına müteallıktır.
الْاَرْضِ kelimesi atıf harfi وَ ’la السَّمٰوَاتِ ’a matuftur.
يَمُرُّونَ fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَمُرُّونَ fiili نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَلَيْهَا car mecruru يَمُرُّونَ fiiline müteallıktır.
وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
عَنْهَا car mecruru مُعْرِضُونَ ’ye müteallıktır.
مُعْرِضُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır.Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.
مُعْرِضُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَاَيِّنْ مِنْ اٰيَةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ يَمُرُّونَ عَلَيْهَا وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesi formunda sübut ifade eden cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Kinaye ismi olan كَاَيِّنْ, ref mahallinde mübtedadır.
كَاَيِّنْ kelimesi, كْم (niceَ) manasındadır أيّ kelimesinin başındaki ك teşbih harfidir. Fakat teşbih manası yoktur. Çokluk ifade etmek için vaz edilmiş müfred bir kelimedir.
كَاَيِّنْ; belirsiz sayının çokluğuna delalet eden isimdir. Onu مِنْ ile mecrur olmuş temyizi açıklar. (Âşûr)
مِنْ اٰيَةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ [Gökte ve yerde nice ayetler] temyizdirِ. Temyizin galip olan kullanılışı مِنِْ iledir.
Mübtedanın haberi olan يَمُرُّونَ fiilinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla, sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
السَّمٰوَاتِ ve الْاَرْضِ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
يَمُرُّونَ عَلَيْهَا ibaresi, “onu görüyorlar” manasındadır. المُرُورُ kelimesi, göklerdeki ayetler (deliller) için kullanıldığında gerçek manasına hamledilemeyeceği için bu ayette meknî (imalı) mecaz olarak gelmiş olup inceleme ve müşahede etme manasında kullanılmıştır. Yani kelime burada, وإذا مَرُّوا بِاللَّغْوِ مَرُّوا كِرامًا [Furkan Suresi, 72] ayetindeki kullanımı gibidir. (Âşûr)
Hal konumundaki وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنْهَا, siyaktaki önemine binaen amiline takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder.
Onların, ondan (gökte ve yerdeki nice ayetlerden) yüz çeviriyor oldukları, kasr üslubuyla tekidli bir şekilde bildirilmiştir.
Belâgatçıların cumhuruna göre ister mef’ûl, ister zarf, isterse harfi cerle mecrur olsun amilin mamulüne takdîmi kasr ifade eder. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
وَهُمْ عَنْهَا مُعْرِضُونَ [Onlar ondan yüz çeviriyorlar.] cümlesi ile وَهُمْ مُشْرِكُونَ [Onlar ortak koşarlar.] cümlesinde edebi sanatlardan secî ve lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Secî; ayet sonlarındaki son harflerin birbirine uygunluğudur. (Safvetu't Tefasir).