Yusuf Sûresi 38. Ayet

وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ  ...

“Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim, Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتَّبَعْتُ ve uydum ت ب ع
2 مِلَّةَ dinine م ل ل
3 ابَائِي atalarım ا ب و
4 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’in
5 وَإِسْحَاقَ ve İshak’ın
6 وَيَعْقُوبَ ve Ya’kub’un
7 مَا (hakkımız) yoktur
8 كَانَ ك و ن
9 لَنَا bizim
10 أَنْ
11 نُشْرِكَ ortak koşmağa ش ر ك
12 بِاللَّهِ Allah’a
13 مِنْ herhangi bir
14 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
15 ذَٰلِكَ bu
16 مِنْ
17 فَضْلِ bir lutfudur ف ض ل
18 اللَّهِ Allah’ın
19 عَلَيْنَا üzerimize
20 وَعَلَى ve üzerine
21 النَّاسِ insanların ن و س
22 وَلَٰكِنَّ ama
23 أَكْثَرَ çoğu ك ث ر
24 النَّاسِ insanların ن و س
25 لَا
26 يَشْكُرُونَ şükretmezler ش ك ر
 
Bu olay, Hz. Yûsuf’un risâletini tebliğe başladığı ilk olay olmalıdır. Zira bundan önce tebliğde bulunduğunu gösteren herhangi bir işaret yoktur. Ona güvenen ve ondan rüyalarının yorumunu isteyen iki arkadaşına o, gayet nazik bir şekilde hitap ederek rüya yorumlama ilminin kehânet ve falcılık değil, Allah’ın, kendisine vahyettiği ilimlerden olduğunu bildirmiştir. Kendisinin Allah’a ve âhiret gününe inanmayan putperest Mısırlılar’ın dinine asla iltifat etmediğini, hak peygamber olan atalarının dinine mensup olduğunu ve bunların Allah’a ortak koşmalarının doğru olmadığını ifade etmiştir. Mısırlılar o zaman putperest olup çeşitli tanrılara tapıyorlardı (İbn Âşûr, XII, 271); nitekim 39 ve 40. âyetler bunu ifade etmektedir. Burada dikkat çeken bir husus da Hz. Yûsuf’un, “Size rızık olarak verilen yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim” diyerek yorum için bir vakit belirlemiş olmasıdır. Bu ifadeden, zindandakilerin dış dünya ile ilişkilerinin kesildiği, güneşin hareketini dahi izleme imkânlarının bulunmadığı, dolayısıyla, vakti ancak yemek, uyku ve havalandırma gibi olaylarla bildikleri anlaşılmaktadır. “Size rızık olarak verilen yemek gelmeden önce” ifadesini, mecaz olarak “olaylar başınıza gelmeden, rüyanız gerçekleşmeden önce” şeklinde anlamak da mümkündür. Hz. Yûsuf’un, “Bu (rüya yorumlama ilmi) rabbimin bana öğrettiklerindendir” meâlindeki ifadesi yüce Allah’ın ona rüya yorumlamanın dışında da şer‘î ilimler, hikmet, iktisat vb. birçok ilmi öğretmiş olduğuna işaret eder. Nitekim 55. âyette krala hitaben söyledikleri de bu yorumu destekler mahiyettedir. Hz. Yûsuf, aynı zamanda İbrâhim, İshak ve Ya‘kub aleyhisselâmın kendisinin ataları olduğunu söyleyerek kimliğini de ilk defa açıklamış bulunmaktadır. Ayrıca o, kendisinin Allah tarafından peygamber atalarına vahyedilen dini tebliğ etmek için seçilmiş olduğunu, dolayısıyla bir eğitim ve imtihan sürecinden geçtiğini biliyordu.
 
Bu olay, Hz. Yûsuf’un risâletini tebliğe başladığı ilk olay olmalıdır. Zira bundan önce tebliğde bulunduğunu gösteren herhangi bir işaret yoktur. Ona güvenen ve ondan rüyalarının yorumunu isteyen iki arkadaşına o, gayet nazik bir şekilde hitap ederek rüya yorumlama ilminin kehânet ve falcılık değil, Allah’ın, kendisine vahyettiği ilimlerden olduğunu bildirmiştir. Kendisinin Allah’a ve âhiret gününe inanmayan putperest Mısırlılar’ın dinine asla iltifat etmediğini, hak peygamber olan atalarının dinine mensup olduğunu ve bunların Allah’a ortak koşmalarının doğru olmadığını ifade etmiştir. Mısırlılar o zaman putperest olup çeşitli tanrılara tapıyorlardı (İbn Âşûr, XII, 271); nitekim 39 ve 40. âyetler bunu ifade etmektedir. Burada dikkat çeken bir husus da Hz. Yûsuf’un, “Size rızık olarak verilen yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim” diyerek yorum için bir vakit belirlemiş olmasıdır. Bu ifadeden, zindandakilerin dış dünya ile ilişkilerinin kesildiği, güneşin hareketini dahi izleme imkânlarının bulunmadığı, dolayısıyla, vakti ancak yemek, uyku ve havalandırma gibi olaylarla bildikleri anlaşılmaktadır. “Size rızık olarak verilen yemek gelmeden önce” ifadesini, mecaz olarak “olaylar başınıza gelmeden, rüyanız gerçekleşmeden önce” şeklinde anlamak da mümkündür. Hz. Yûsuf’un, “Bu (rüya yorumlama ilmi) rabbimin bana öğrettiklerindendir” meâlindeki ifadesi yüce Allah’ın ona rüya yorumlamanın dışında da şer‘î ilimler, hikmet, iktisat vb. birçok ilmi öğretmiş olduğuna işaret eder. Nitekim 55. âyette krala hitaben söyledikleri de bu yorumu destekler mahiyettedir. Hz. Yûsuf, aynı zamanda İbrâhim, İshak ve Ya‘kub aleyhisselâmın kendisinin ataları olduğunu söyleyerek kimliğini de ilk defa açıklamış bulunmaktadır. Ayrıca o, kendisinin Allah tarafından peygamber atalarına vahyedilen dini tebliğ etmek için seçilmiş olduğunu, dolayısıyla bir eğitim ve imtihan sürecinden geçtiğini biliyordu.
 

وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ

 

اتَّبَعْتُ  fiiliyle başlayan cümle önceki ayette geçen  تَرَكْتُ ’ye matuftur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّبَعْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

مِلَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اٰبَٓاء۪ٓي  mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi  اٰبَٓاء۪ٓي ’den bedel olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ) da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb.)  gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ  kelimeleri atıf harfi وَ ’la  اِبْرٰه۪يمَ  matup olup her iki kelimede gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

 

مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

لَـنَٓا  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

اَنْ ve masdar-ı müevvel  كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.  نُشْرِكَ  mansub muzarı fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

بِاللّٰهِ  car mecruru  نُشْرِكَ  fiiline müteallıktır.

مِنْ  harfi ceri zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

نُشْرِكَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ 

 

İsim cümlesidir.  ذٰلِكَ  ismi işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

مِنْ فَضْلِ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.

اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَلَيْنَا  car mecruru  فَضْلِ ’e müteallıktır.

عَلَى النَّاسِ  car mecruru atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 


 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ

 

وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَـٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

لٰكِنَّ ’nin ismi olan  أَكۡثَرَ  lafzen mansubdur.  ٱلنَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لٰكِنَّ ’nin haberi  لَا يَشْكُرُونَ cümlesi olup mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَشْكُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَكْثَرَ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır. 

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzaf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

Burada marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ 

 

Ayet, وَ  ile önceki ayetteki  تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ  cümlesine atfedilmiştir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اِبْرٰه۪يمَ , mecrur mahaldeki اٰبَٓاء۪ٓي ’den bedeldir. Tezâyüfle  اِبْرٰه۪يمَ e atfedilen  اِسْحٰقَ  ve  يَعْقُوبَۜ  da  اٰبَٓاء۪ٓي ’den bedeldir.

İbrahim’e, İshak’a, Yakub’a (as) şeklindeki sıralamada derecelendirme söz konusudur. Bu istidrac sanatıdır. 

اِبْرٰه۪يمَ - اِسْحٰقَ - يَعْقُوبَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Hz. Yusuf'un bu sözü söylemesi, o iki arkadaşını tevhide teşvik etmek ve içinde bulundukları şirk ve dalaletten nefret ettirmek içindi. (Ebüssuûd)


مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.

لَـنَٓا  car mecruru,  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ  cümlesi, masdar teviliyle muahhar mübtedadır.  Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet nev ve tahkir ifade eder. Hiçbir manasındadır. İstiğrak ifade eden  مِنْ  harfi de bu manayı destekler. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder.

مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)

مِنْ شَيْءٍ  kelimesinin manası: Şirkin çeşitleri pek çoktur. Müşriklerden bir kısmı putlara, bir kısmı ateşe, bir kısmı yıldızlara, bir kısmı da akla, nefse ve tabiata tapmaktadır. Bu sebeple onun, [Allah’a herhangi bir şeyi ortak tutmamız bizim için doğru olmaz] buyruğu, bütün bu gruplara ve fırkalara bir reddiye olurken aynı zamanda da hak olan dine bir irşaddır. (Fahreddin er-Râzî)


ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ

 

Hz. Yusuf’un sözlerine dahil olan cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu yüceltmek içindir.

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 190)

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 119)

İşaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile faziletlere işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  [işte o] aslında uzak işareti olduğu halde burada kullanılması, bu rütbenin yükseldiğini ve şerefteki mertebesinin yüceliğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Veciz ifade kastıyla gelen  فَضْلِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  فَضْلِ , şan ve şeref kazanmıştır.

Buradaki  ذٰلِكَ  kelimesi daha önce geçmiş olan şirk koşmamaya işarettir. Bu da delalet eder ki şirk koşmama ve imana nail olma, Allah’tandır. (Fahreddin er-Râzî)


  وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ

 

Ayetin son cümlesi  وَ la makabline atfedilmiştir. İstidrak harfi  لَـٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkan c. 2, s. 474)

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَشْكُرُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin fasılası olan bu cümle, başka surelerde de tekrarlanmıştır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi 28, s. 314)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. 

أَكۡثَرَ ٱلنَّاسِ  ibaresi Kur'an'da 20 yerde, üç konuda gelmiştir. İnsanların çoğu bilmezler (11 kez), şükretmezler (3 kez), iman etmezler (6 kez).

لَا یَشۡكُرُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

ٱلنَّاسِ [insanlar]’ın zamirle değil de zahir isimle zikredilmesi, bu nankörlük halinin pek çirkin olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)

Zamir kullanılması gereken yerlerde bazen, birtakım belâgî maksatlarla özel isim, sıfat veya işaret ismi gibi zahir isimlerin kullanıldığı görülmektedir. (Kazvînî, Îzâh, s. 66/67; Hâşimî, s. 110; Akdemir, s. 387)

Ayette zamir yerine işaret ismi kullanılması Allah’ın fazlının şanını yüceltmek ve övgü maksadıyladır.

Yusuf’un (as) atalarına tabi olduğunu söyledikten sonra onları, isimlerini zikrederek sayması bedî’ sanatlardan taksim sanatı üslubudur.

Son cümlede müsnedin fiil cümlesi oluşu hükmü takviye eder.

Bu ayette ıttırad sanatı vardır. Övdüğü kişinin, babasının, dedesinin isimleri zorlanmaksızın ve rastgele yapılmaksızın peşpeşe doğum sırasına göre zikredilmiştir. (İbn Ebi’l - İsba, Tahriru’t Tahbiris, 352)