23 Ocak 2025
Yusuf Sûresi 38-43 (239. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yusuf Sûresi 38. Ayet

وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ  ...


“Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim, Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتَّبَعْتُ ve uydum ت ب ع
2 مِلَّةَ dinine م ل ل
3 ابَائِي atalarım ا ب و
4 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’in
5 وَإِسْحَاقَ ve İshak’ın
6 وَيَعْقُوبَ ve Ya’kub’un
7 مَا (hakkımız) yoktur
8 كَانَ ك و ن
9 لَنَا bizim
10 أَنْ
11 نُشْرِكَ ortak koşmağa ش ر ك
12 بِاللَّهِ Allah’a
13 مِنْ herhangi bir
14 شَيْءٍ şeyi ش ي ا
15 ذَٰلِكَ bu
16 مِنْ
17 فَضْلِ bir lutfudur ف ض ل
18 اللَّهِ Allah’ın
19 عَلَيْنَا üzerimize
20 وَعَلَى ve üzerine
21 النَّاسِ insanların ن و س
22 وَلَٰكِنَّ ama
23 أَكْثَرَ çoğu ك ث ر
24 النَّاسِ insanların ن و س
25 لَا
26 يَشْكُرُونَ şükretmezler ش ك ر
Bu olay, Hz. Yûsuf’un risâletini tebliğe başladığı ilk olay olmalıdır. Zira bundan önce tebliğde bulunduğunu gösteren herhangi bir işaret yoktur. Ona güvenen ve ondan rüyalarının yorumunu isteyen iki arkadaşına o, gayet nazik bir şekilde hitap ederek rüya yorumlama ilminin kehânet ve falcılık değil, Allah’ın, kendisine vahyettiği ilimlerden olduğunu bildirmiştir. Kendisinin Allah’a ve âhiret gününe inanmayan putperest Mısırlılar’ın dinine asla iltifat etmediğini, hak peygamber olan atalarının dinine mensup olduğunu ve bunların Allah’a ortak koşmalarının doğru olmadığını ifade etmiştir. Mısırlılar o zaman putperest olup çeşitli tanrılara tapıyorlardı (İbn Âşûr, XII, 271); nitekim 39 ve 40. âyetler bunu ifade etmektedir. Burada dikkat çeken bir husus da Hz. Yûsuf’un, “Size rızık olarak verilen yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim” diyerek yorum için bir vakit belirlemiş olmasıdır. Bu ifadeden, zindandakilerin dış dünya ile ilişkilerinin kesildiği, güneşin hareketini dahi izleme imkânlarının bulunmadığı, dolayısıyla, vakti ancak yemek, uyku ve havalandırma gibi olaylarla bildikleri anlaşılmaktadır. “Size rızık olarak verilen yemek gelmeden önce” ifadesini, mecaz olarak “olaylar başınıza gelmeden, rüyanız gerçekleşmeden önce” şeklinde anlamak da mümkündür. Hz. Yûsuf’un, “Bu (rüya yorumlama ilmi) rabbimin bana öğrettiklerindendir” meâlindeki ifadesi yüce Allah’ın ona rüya yorumlamanın dışında da şer‘î ilimler, hikmet, iktisat vb. birçok ilmi öğretmiş olduğuna işaret eder. Nitekim 55. âyette krala hitaben söyledikleri de bu yorumu destekler mahiyettedir. Hz. Yûsuf, aynı zamanda İbrâhim, İshak ve Ya‘kub aleyhisselâmın kendisinin ataları olduğunu söyleyerek kimliğini de ilk defa açıklamış bulunmaktadır. Ayrıca o, kendisinin Allah tarafından peygamber atalarına vahyedilen dini tebliğ etmek için seçilmiş olduğunu, dolayısıyla bir eğitim ve imtihan sürecinden geçtiğini biliyordu.

وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ

 

اتَّبَعْتُ  fiiliyle başlayan cümle önceki ayette geçen  تَرَكْتُ ’ye matuftur.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّبَعْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

مِلَّةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

اٰبَٓاء۪ٓي  mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اِبْرٰه۪يمَ  kelimesi  اٰبَٓاء۪ٓي ’den bedel olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ) da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb.)  gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ  kelimeleri atıf harfi وَ ’la  اِبْرٰه۪يمَ  matup olup her iki kelimede gayri munsarif olduğu için esre almamıştır. Cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

 

مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.

لَـنَٓا  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

اَنْ ve masdar-ı müevvel  كَانَ ’nin muahhar ismi olarak mahallen merfûdur.  نُشْرِكَ  mansub muzarı fiilidir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

بِاللّٰهِ  car mecruru  نُشْرِكَ  fiiline müteallıktır.

مِنْ  harfi ceri zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

نُشْرِكَ fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  شرك ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ 

 

İsim cümlesidir.  ذٰلِكَ  ismi işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

مِنْ فَضْلِ  car mecruru mahzuf habere müteallıktır.

اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  عَلَيْنَا  car mecruru  فَضْلِ ’e müteallıktır.

عَلَى النَّاسِ  car mecruru atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. 


 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ

 

وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَـٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

لٰكِنَّ ’nin ismi olan  أَكۡثَرَ  lafzen mansubdur.  ٱلنَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لٰكِنَّ ’nin haberi  لَا يَشْكُرُونَ cümlesi olup mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَشْكُرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَكْثَرَ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır. 

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzaf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

Burada marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاتَّبَعْتُ مِلَّةَ اٰبَٓاء۪ٓي اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَۜ 

 

Ayet, وَ  ile önceki ayetteki  تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ  cümlesine atfedilmiştir. Ayetin ilk cümlesi müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اِبْرٰه۪يمَ , mecrur mahaldeki اٰبَٓاء۪ٓي ’den bedeldir. Tezâyüfle  اِبْرٰه۪يمَ e atfedilen  اِسْحٰقَ  ve  يَعْقُوبَۜ  da  اٰبَٓاء۪ٓي ’den bedeldir.

İbrahim’e, İshak’a, Yakub’a (as) şeklindeki sıralamada derecelendirme söz konusudur. Bu istidrac sanatıdır. 

اِبْرٰه۪يمَ - اِسْحٰقَ - يَعْقُوبَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Hz. Yusuf'un bu sözü söylemesi, o iki arkadaşını tevhide teşvik etmek ve içinde bulundukları şirk ve dalaletten nefret ettirmek içindi. (Ebüssuûd)


مَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.

لَـنَٓا  car mecruru,  كَانَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  نُشْرِكَ بِاللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ  cümlesi, masdar teviliyle muahhar mübtedadır.  Masdar-ı müevvel cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet nev ve tahkir ifade eder. Hiçbir manasındadır. İstiğrak ifade eden  مِنْ  harfi de bu manayı destekler. Olumsuz siyakta nekre, umum ifade eder.

مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)

مِنْ شَيْءٍ  kelimesinin manası: Şirkin çeşitleri pek çoktur. Müşriklerden bir kısmı putlara, bir kısmı ateşe, bir kısmı yıldızlara, bir kısmı da akla, nefse ve tabiata tapmaktadır. Bu sebeple onun, [Allah’a herhangi bir şeyi ortak tutmamız bizim için doğru olmaz] buyruğu, bütün bu gruplara ve fırkalara bir reddiye olurken aynı zamanda da hak olan dine bir irşaddır. (Fahreddin er-Râzî)


ذٰلِكَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِ عَلَيْنَا وَعَلَى النَّاسِ

 

Hz. Yusuf’un sözlerine dahil olan cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin uzağı işaret etmekte kullanılan işaret ismi ile marife olması, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu yüceltmek içindir.

ذَ ٰ⁠لِكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 190)

İşaret ismi arkasından gelen şeylerin, kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi, Vakafat, s. 119)

İşaret ismi  ذٰلِكَ ’de istiare vardır.  ذٰلِكَ  ile faziletlere işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  [işte o] aslında uzak işareti olduğu halde burada kullanılması, bu rütbenin yükseldiğini ve şerefteki mertebesinin yüceliğini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

Veciz ifade kastıyla gelen  فَضْلِ اللّٰهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  فَضْلِ , şan ve şeref kazanmıştır.

Buradaki  ذٰلِكَ  kelimesi daha önce geçmiş olan şirk koşmamaya işarettir. Bu da delalet eder ki şirk koşmama ve imana nail olma, Allah’tandır. (Fahreddin er-Râzî)


  وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ

 

Ayetin son cümlesi  وَ la makabline atfedilmiştir. İstidrak harfi  لَـٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkan c. 2, s. 474)

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَشْكُرُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetin fasılası olan bu cümle, başka surelerde de tekrarlanmıştır.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi 28, s. 314)

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. 

أَكۡثَرَ ٱلنَّاسِ  ibaresi Kur'an'da 20 yerde, üç konuda gelmiştir. İnsanların çoğu bilmezler (11 kez), şükretmezler (3 kez), iman etmezler (6 kez).

لَا یَشۡكُرُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

ٱلنَّاسِ [insanlar]’ın zamirle değil de zahir isimle zikredilmesi, bu nankörlük halinin pek çirkin olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)

Zamir kullanılması gereken yerlerde bazen, birtakım belâgî maksatlarla özel isim, sıfat veya işaret ismi gibi zahir isimlerin kullanıldığı görülmektedir. (Kazvînî, Îzâh, s. 66/67; Hâşimî, s. 110; Akdemir, s. 387)

Ayette zamir yerine işaret ismi kullanılması Allah’ın fazlının şanını yüceltmek ve övgü maksadıyladır.

Yusuf’un (as) atalarına tabi olduğunu söyledikten sonra onları, isimlerini zikrederek sayması bedî’ sanatlardan taksim sanatı üslubudur.

Son cümlede müsnedin fiil cümlesi oluşu hükmü takviye eder.

Bu ayette ıttırad sanatı vardır. Övdüğü kişinin, babasının, dedesinin isimleri zorlanmaksızın ve rastgele yapılmaksızın peşpeşe doğum sırasına göre zikredilmiştir. (İbn Ebi’l - İsba, Tahriru’t Tahbiris, 352)


Yusuf Sûresi 39. Ayet

يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ  ...


“Ey zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı ilâhlar mı daha iyidir, yoksa mutlak hâkimiyet sahibi olan tek Allah mı?”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا صَاحِبَيِ benim arkadaşlarım ص ح ب
2 السِّجْنِ zindan س ج ن
3 أَأَرْبَابٌ tanrılar mı? ر ب ب
4 مُتَفَرِّقُونَ çeşitli ف ر ق
5 خَيْرٌ daha hayırlıdır خ ي ر
6 أَمِ yoksa
7 اللَّهُ Allah (mı?)
8 الْوَاحِدُ tek و ح د
9 الْقَهَّارُ kahhar olan ق ه ر
Rivayete göre o dönemde Mısırlılar’ın otuz dolayında tanrıları vardı; bunlar farklı tabiat kuvvetlerini veya bazı yıldızları temsil ediyorlardı (İbn Âşûr, XII, 276). Bu âyetlerde Hz. Yûsuf, aklî deliller getirerek muhataplarına gerçek ve tek Allah’a inanmayı telkin etmektedir. Ayrıca arkadaşlarının rüyalarını yorumlayarak birinin daha önce olduğu gibi efendisinin hizmetine gireceğini ve ona şarap sunacağını; diğerinin ise asılacağını, kafasını kuşların didikleyeceğini söylemiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 233-234
قهر Qahera : قَهْر hem gâlip gelmek hem de boyun eğdirmek anlamına gelir ve her ikisi için ayrı ayrı da kullanılabilir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 10 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri kahretmek, kâhir, Kahhar ve Kâhire’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ

 

يَا  nida harfi,  صَاحِبَيِ  münada olup nasb alameti  ى ’dir.  السِّجْنِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ ’dir. 

Hemze istifham harfidir.  اَرْبَابٌ  mübteda olup lafzen merfûdur. 

مُتَفَرِّقُونَ  kelimesi  اَرْبَابٌ ’un sıfatı olup ref alameti و ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik-nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

خَيْرٌ haber olup lafzen merfûdur. 

اَمِ : atıf harfidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar.

Not: Genellikle soru edatı olan hemze ile ( اَ ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: 

1. Muttasıl  اَمْ

2. Munkatı’  اَمْ

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اللّٰهُ  lafza-i celâli, atıf harfi  اَمِ  ile  اَرْبَابٌ ’e matuftur. 

الْوَاحِدُ  kelimesi  اللّٰهُ  lafza-i celâlin sıfatı olup lafzen merfûdur.  الْقَهَّارُ  kelimesi ise lafza-i celâlin ikinci sıfatı olup lafzen merfûdur.

مُتَفَرِّقُونَ  kelimesi  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفَعَّلَ  babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَيْرٌ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  şeklindedir. Çok kullanıldıklarından Arap dilinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzaf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ اَمِ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُۜ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Nidanın cevabı olarak gelen  ءَاَرْبَابٌ مُتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Lafza-i celâl, mübteda olan  ءَاَرْبَابٌ ’ye  اَمِ  atıf harfiyle atfedilmiştir.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama ve taaccüp manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayetteki soru yanlış yola sapmaya karşı uyarıda bulunmak kastıyla söylenmiş bir söz olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

مُتَفَرِّقُونَ  kelimesi,  اَرْبَابٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Bu söz “farzetme” üslubunda söylenmiş bir sözdür. Yani “Biz onlardan, hayrı gerektiren bir şeyin meydana gelebileceğini farzetsek bile, onlar mı hayırlıdır, tek ve Kahhâr olan Allah mı?” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

مُتَفَرِّقُونَ  (farklı farklı) sözü, onların mağlup ve aciz nesneler olduğuna bir işarettir. (Fahreddin er-Râzî)


Yusuf Sûresi 40. Ayet

مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ  ...


“Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَا
2 تَعْبُدُونَ siz tapmıyorsunuz ع ب د
3 مِنْ
4 دُونِهِ o’nu bırakıp د و ن
5 إِلَّا başkasına
6 أَسْمَاءً (boş) isimlerden س م و
7 سَمَّيْتُمُوهَا isimlendirdiği س م و
8 أَنْتُمْ sizin
9 وَابَاؤُكُمْ ve atalarınızın ا ب و
10 مَا
11 أَنْزَلَ indirmemiştir ن ز ل
12 اللَّهُ Allah
13 بِهَا onlar hakkında
14 مِنْ hiçbir
15 سُلْطَانٍ delil س ل ط
16 إِنِ yoktur
17 الْحُكْمُ (hiçbir) Hüküm ح ك م
18 إِلَّا dışında
19 لِلَّهِ Allah’ın
20 أَمَرَ O emretmiştir ا م ر
21 أَلَّا
22 تَعْبُدُوا tapmamanızı ع ب د
23 إِلَّا başkasına
24 إِيَّاهُ kendisinden
25 ذَٰلِكَ işte budur
26 الدِّينُ din د ي ن
27 الْقَيِّمُ doğru ق و م
28 وَلَٰكِنَّ ama
29 أَكْثَرَ çoğu ك ث ر
30 النَّاسِ insanların ن و س
31 لَا
32 يَعْلَمُونَ bilmezler ع ل م

مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ 

 

Fiil cümlesidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

تَعْبُدُونَ  fiili  ن ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ دُونِه۪ٓ  car mecruru  اَسْمَٓاءً ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪ٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّٓا  hasr edatıdır.  اَسْمَٓاءً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

سَمَّيْتُمُوهَٓا   fiili  اَسْمَٓاءً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur.

سَمَّيْتُمُوهَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur.  هَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.   سَمَّيْتُمُوهَٓا  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.

سَمَّيْتُمُوهَٓا ’daki failini tekid etmek içindir.  اٰبَٓاؤُ۬كُمْ  kelimesi  وَ ’la fail olan zamire matuf olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَٓا  nefy  harfi olup olumsuzluk manasındadır.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  fail  olup lafzen merfûdur. 

بِهَا  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.  

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  سُلْطَانٍ  lafzen mecrur, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

سَمَّيْتُمُوهَٓا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi  سمو ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ

 

 

اِنِ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  الْحُكْمُ  mübteda olup lafzen merfûdur. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  لِلّٰهِ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.


اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ 

 

Fiil cümlesidir. اَمَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

أَنْ  masdar harfidir.  لا  nehiy harfi olup olumsuzluk emir manasındadır. 

تَعْبُدُٓوا  fiili  ن ’un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَّٓا  hasr edatıdır. Munfasıl zamir   اِيَّاهُ  mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur. 

أَنْ  ve masdar-ı müevvel,  تَعْبُدُٓوا  fiili  اَمَرَ  fiilinin ikinci mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Birinci mef’ûlun bihi mahzuftur. Takdiri;  أمر الناس عدم عبادة إله غير الله  veya عبادة الله (İnsanlara Allah'tan başka bir tanrıya tapmamalarını veya Allah’a tapmalarını emretti.) şeklindedir.


ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

الدّ۪ينُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الْقَيِّمُ  kelimesi  الدّ۪ينُ ’nun sıfatıdır.

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَـٰكِنَّ  harfi,  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لَـٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder. 

لٰكِنَّ ’nin ismi olan  أَكۡثَرَ  lafzen mansubdur.  ٱلنَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

لٰكِنَّ ’nin haberi  لَا يَعْلَمُونَ cümlesi olup mahallen merfûdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَكْثَرَ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır. 

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

Burada marifeye muzâf olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasr üslubuyla tekid edilmiş menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَا  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef'ûllere değil zikredilen mef'ûle tahsis edilmiştir. O mef'ûlde vaki olan başka fiiller vardır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef'ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَسْمَٓاءً ’deki tenvin tahkir içindir.

مِنْ دُونِه۪ٓ  izafeti, gayrının tahkiri içindir.

دُونِه۪  tabirinin, Allah'tan gayrı ve Allah’la beraber olmak üzere iki manası vardır. (Medine Balcı c. 8, s. 723)

سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ  cümlesi,  اَسْمَٓاءً  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Burada kâfirlerin taptıkları varlıklarla ilgili olarak kullanılan  اَسْمَٓاءً  kelimesi, cümleye adeta tapınılanın içini boşaltıp anlamsızlaştırırcasına olumsuz yönde bir mübalağa anlamı katmıştır. (Ebu Ḥafs Ömer b. Ali b. Âdil ed-Dımeşḳî, el-Lubâb fi Ulûmi’l-Kitâb)

Burada o isimlerin verildiği varlıkların zikredilmemesi, makamın gereği olarak onları varlık mertebesinden düşürmek ve mabutsuz ibadetleri geçersiz olduğu gibi, karşılığı olmayan bu isimlendirmenin de geçersiz olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

أنْتُمْ وآباؤُكُمْ  cümlesi  سَمَّيْتُمُوها  fiilindeki merfû zamirin tefsiri mahiyetindedir. Burada atalarına verilen bu karşılıktan maksat, onların haklılıklarını ispat etmek için öne sürebilecekleri delillendirme ve tartışma yollarını tıkamaktır. Nitekim o ilahlar babalarının ve atalarının ibadet edegeldikleri mabudlardır. Aynı zamanda çok sayıda ve çeşit çeşit ilâhlara tapınmalarından vazgeçirme konusunda ikna edilebilmelerinin kolaylaştırılması için kendileri ve ataları birlikte muhatap alınarak ilgili gerekçe telkin edilmiştir. (Âşûr)


مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ

 

Yine  اَسْمَٓاءٍ  için sıfat olan menfi mazi fiil sıygasındaki  مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍ  cümlesi, menfi mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıfatlar anlamı zenginleştirmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

سُلْطَانٍ ‘deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye “hiçbir” anlamı katmıştır. Çünkü, menfi siyakta nekre umum ifade eder.

اَسْمَٓاءً - سَمَّيْتُمُوهَٓا  kelimeleri arasında  iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


  اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Öncesindeki mananın ta’lili olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Kasr üslubuyla tekid edilmiş menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

اِنِ  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.

Bir olumlu bir de olumsuz mana ihtiva etmektedir. “Allah hüküm sahibidir.” “Allah'tan başka gerçek hüküm sahibi yoktur.”

Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  عَلَى اللّٰهِ mahzuf habere müteallıktır.

Burada da zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaîdini ağırlaştırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ta’lil hükmündeki cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki menfi muzari fiil sıygasında  اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُ  cümlesi, masdar tevilinde, اَمَرَ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür. Fiilin ilk mef’ûlü mahzuftur.

اَلَّا  harfi  اَنْ  ve  لا  harflerinden olumuştur.  اَنْ  harfi, muhaffee  veya masdariyyedir. Olumsuzluk bildiren  لا  ile istisna harfi  اِلَّا , birlikte kasr ifade ederler. Bu ifadenin manası, O’ndan başkasına ibadeti yasaklayıp sadece Allah’a ibadeti emretmek” olur. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

تَعْبُدُونَ  -  تَعْبُدُٓوا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَمَرَ - الْحُكْمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


 ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması, mütekellimin, işaret edilene verdiği önemi ifade etmesi yanında, tazim kastı taşımaktadır.

Haberin elif-lam ile marife olması tahsis ifade eder. 

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ  isim cümlesinin müsnedi/haberi olan  الدّ۪ينُ  kelimesinin marife olarak gelmesi, tahsis ifade eder. Dolayısıyla kasr üslubunu manaya yansıttığımızda “İşte bu doğru hesaptır” yerine, “İşte en doğru hesap budur” ya da “Bu hesaptan başka doğru bir hesap yoktur”, şeklinde tercüme edilmesi daha uygun olacaktır.

(Meydânî, el-Belâgatu’l Arabiyye, c. I, s. 544, Tevbe Suresi 36)


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

 

وَ  atıf harfidir. İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ ’nin muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde, muhatabın muhayyilesini (hayal gücünü) harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi 28, s. 314)

Ayetin fasılası 38. ayette olduğu gibi  başka surelerde de ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Böyle tekrarlanan cümleler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

أَكۡثَرَ ٱلنَّاسِ  ibaresi Kur'an'da 20 yerde, üç konuda gelmiştir. İnsanların çoğu bilmezler (11 kez), şükretmezler (3 kez), iman etmezler (6 kez).

لَا يَعْلَمُونَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

"Ey iman edenler!" şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut - Belâgat)

ٱلنَّاسِ [insanlar]’ın zamirle değil de zahir isimle zikredilmesi, bu nankörlük halinin pek çirkin olduğunu belirtmek içindir. (Ebüssuûd)

اَلَّا- اِلَّٓا - لَا  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yusuf Sûresi 41. Ayet

يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْراًۚ وَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪ۜ قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذ۪ي ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ  ...


“Ey zindan arkadaşlarım! (Rüyanızın yorumuna gelince,) biriniz efendisine şarap sunacak, diğeri ise asılacak ve kuşlar başından yiyecektir. Yorumunu sorduğunuz iş böylece kesinleşmiştir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا صَاحِبَيِ arkadaşlarım ص ح ب
2 السِّجْنِ zindan س ج ن
3 أَمَّا
4 أَحَدُكُمَا ikinizden biriniz ا ح د
5 فَيَسْقِي yine sunacak س ق ي
6 رَبَّهُ efendisine ر ب ب
7 خَمْرًا şarap خ م ر
8 وَأَمَّا
9 الْاخَرُ diğeri ise ا خ ر
10 فَيُصْلَبُ asılacak ص ل ب
11 فَتَأْكُلُ yiyecek ا ك ل
12 الطَّيْرُ kuşlar ط ي ر
13 مِنْ
14 رَأْسِهِ onun başından ر ا س
15 قُضِيَ kesinleşmiştir ق ض ي
16 الْأَمْرُ ا م ر
17 الَّذِي
18 فِيهِ hakkında
19 تَسْتَفْتِيَانِ sorduğunuz ف ت ي

يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْراًۚ 

 

يَا  nida harfi,  صَاحِبَيِ  münada olup nasb alameti  ى ’dir.  السِّجْنِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. Burada münada muzâf olarak geldiği için mureb münadaya girer ve lafzen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı   اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي ’dır.

اَمَّٓا  tafsil manasında şart harfidir.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

اَحَدُكُمَا mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يَسْق۪ي  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

يَسْق۪ي  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

رَبَّهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

خَمْراً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.


 وَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪ۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  اَمَّا  tafsil manasında şart harfidir. الْاٰخَرُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

يُصْلَبُ  fiili mübteda olarak mahallen merfûdur.

يُصْلَبُ  merfû meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

فَ  atıf harfidir.  تَأْكُلُ  merfû muzari fiildir.  الطَّيْرُ  fail olup lafzen merfûdur.

مِنْ رَأْسِه۪  car mecruru  تَأْكُلُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذ۪ي ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ

 

Fiil cümlesidir.  قُضِيَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. الْاَمْرُ  naib-i faili olup lafzen merfûdur. 

الَّذ۪ي  müfred müzekker has ism-i mevsûl,  الْاَمْرُ ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تَسْتَفْتِيَانِ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat: 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: cinsiyet, adet, marifelik-nekrelik ve îrab.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪يهِ  car mecruru  تَسْتَفْتِيَانِ  fiiline müteallıktır. تَسْتَفْتِيَانِ  fiili  ن ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Tesniye elifi fail olarak mahallen merfûdur.

تَسْتَفْتِيَانِ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  فتى ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.

يَا صَاحِبَيِ السِّجْنِ اَمَّٓا اَحَدُكُمَا فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْراًۚ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı olarak gelen  اَمَّٓا اَحَدُكُمَا  cümlesi, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَيَسْق۪ي رَبَّهُ خَمْراً , aynı zamanda mübteda olan اَحَدُكُمَا ’nın haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart, tafsil ve tekid bildiren  اَمَّا  edatı, cevabının başındaki  ف  harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında  ف  harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)

خَمْراًۚ ’daki tenvin kesret ve nev ifade eder.


  وَاَمَّا الْاٰخَرُ فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪ۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Makabline matuf olan cümle, şart üslubunda haberî isnaddır.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَيُصْلَبُ فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪ۜ , aynı zamanda mübteda olan  الْاٰخَرُ ’nun haberidir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üsluptaki  فَتَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْ رَأْسِه۪ۜ  cümlesi,  فَيُصْلَبُ  cümlesine matuftur.


 قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذ۪ي ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قُضِيَ  fiili mef’ûle dikkat çekmek için ve failin malum olması sebebiyle meçhul bina edilmiştir.

Has ism-i mevsûl, الْاَمْرُ  için sıfat konumundadır.  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede car mecrur  ف۪يهِ , önemine binaen amiline takdim edilmiştir.

Hz. Yusuf aynı hitabı 39. ayetin başında da yapmıştı. Bu tekrarda ve  اَمَّا ’larda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

Cem’ ma’at-taksim ve’t-tefrik vardır.

Hz. Yusuf’un,  قُضِيَ الْاَمْرُ الَّذ۪ي ف۪يهِ تَسْتَفْتِيَانِۜ  [Yorumunu sorduğunuz iş, böylece kesinleşmiştir.] demesi, yaptığı yorumun gerçek olduğunu belirtmek ve onu pekiştirmek içindir. (Ebüssuûd)

 
Yusuf Sûresi 42. Ayet

وَقَالَ لِلَّذ۪ي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَۜ ۟  ...


Yûsuf, onlardan kurtulacağını düşündüğü kişiye, “Efendinin yanında beni an”, dedi. Fakat şeytan onu efendisine hatırlatmayı unutturdu da bu yüzden o, birkaç yıl daha zindanda kaldı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
2 لِلَّذِي kişiye
3 ظَنَّ sandığı ظ ن ن
4 أَنَّهُ onun
5 نَاجٍ kurtulacağını ن ج و
6 مِنْهُمَا o iki kişiden
7 اذْكُرْنِي beni an ذ ك ر
8 عِنْدَ yanında ع ن د
9 رَبِّكَ efendin(kralın)ın ر ب ب
10 فَأَنْسَاهُ fakat ona unutturdu ن س ي
11 الشَّيْطَانُ şeytan ش ط ن
12 ذِكْرَ söylemeyi ذ ك ر
13 رَبِّهِ efendisine ر ب ب
14 فَلَبِثَ (böylece) kaldı ل ب ث
15 فِي
16 السِّجْنِ zindanda س ج ن
17 بِضْعَ birkaç ب ض ع
18 سِنِينَ yıl س ن و
Bu arada Hz. Yûsuf, kurtulacağına inandığı gençten kendisinin suçsuz olduğunu ve haksız yere zindana atılmış bulunduğunu krala anlatmasını rica etti, fakat genç zindandan çıktıktan sonra Yûsuf’un ricasını unuttu. Böylece Yûsuf birkaç yıl daha zindanda kaldı. “Fakat şeytan ona, efendisine Yûsuf’tan söz etmeyi unutturdu” meâlindeki cümle müfessirler tarafından iki farklı şekilde yorumlanmıştır:
 a) Şeytan Hz. Yûsuf’a Allah’ı anmayı unutturdu. Böylece Yûsuf, zindan arkadaşından kendisinin suçsuz olduğunu krala hatırlatmasını rica etti de kurtuluşu Allah’tan dilemedi. Bundan dolayı Allah onu birkaç yıl daha zindanda tutarak cezalandırdı. Bu konuda rivayet edilen bir de hadis vardır. Resûlullah şöyle buyurmuştur: “Yûsuf bu sözü söylememiş olsaydı, zindanda bu kadar uzun süre kalmazdı. Zira o kurtuluşu Allah’tan başkasından istedi” (Taberî, XII, 223). Gerek bu yorum gerekse delil olarak getirilen bu hadis, diğer müfessirler tarafından zayıf kabul edilmiştir (İbn Kesîr, IV, 317).
 b) Şeytan, zindandan çıkan gence Hz. Yûsuf’un durumunu efendisi krala anlatmayı unutturdu. Dolayısıyla Yûsuf birkaç yıl daha zindanda kaldı. Müfessirlerin birçoğu bu mânayı tercih etmişlerdir. Çünkü bir peygamberin gerektiğinde insanlardan yardım istemesi, kurtuluş yollarını araması Allah’ı unuttuğunu göstermez. 45. âyet de bu mânayı destekler mahiyettedir.
 Hz. Yûsuf’un zindanda kaldığı süre hakkında beş, yedi, on iki veya on dört yıl şeklinde farklı rivayetler vardır (Şevkânî, III, 34).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 234
سنو Seneve : Bu kelimenin kökü konusunda iki görüş vardır: Bir görüşe göre onun aslı سنهة dir. Çünkü Araplar bu kökten سانه ile ‘yıl yıl muamelede bulundu’ derler. 2/259 فَانظُرْ إِلَى طَعَامِكَ وَشَرَابِكَ لَمْ يَتَسَنَّهْ ayetteki ifadeninde buradan geldiği söylenmektedir. Yani üzerinden yıllar geçmesiyle değişmedi ve tazeliği gitmedi. Diğer görüşe göre ise bu kelimenin aslı vavlıdır. Çünkü Araplar bu kökten سنوات kelimesini türetirler. سنه kelimesi, daha çok kuraklığın olduğu yıl için kullanılır. Yusuf /47 قَالَ تَزْرَعُونَ سَبْعَ سِنِينَ دَأَبًا- Araf/130 وَلَقَدْ أَخَذْنَا آلَ فِرْعَونَ بِالسِّنِينَ وَنَقْصٍ مِّن الثَّمَرَاتِ Yine bu kelimedeki asıl anlam değişimdir.
Sene ve Âam Farkına gelince; Âam günlerin toplamı sene ise ayların toplamıdır. Âam bir şeyin vakti olma anlamını ifade ederken sene de böyle bir mana yoktur. Buna mukabil tarih konusunda da seneta mietin denildiği halde aamu mietin kullanılmaz. ( Müfredat – Furuq – Tahqiq ) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sene ve seniyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَقَالَ لِلَّذ۪ي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

اَلَّذِي  müfred has  ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  قَالَ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  ظَنَّ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

ظَنَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel, ظَنَّ  fiilinin iki mef’ûlu yerinde olarak mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

هُ  muttasıl zamir  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

نَاجٍ  kelimesi  اَنَّ ’nin haberi olup mahzuf  ى  üzerine mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir. 

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin irab durumu şöyledir: 

a. Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا - اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) irab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. İrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنْهُمَا  car mecruru  نَاجٍ ’in  mahzuf haline müteallıktır.

Mekulü’l-kavli  اذْكُرْن۪ي  cümledir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اذْكُرْن۪ي  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir. 

Sonundaki  ن  vikayedir. Muttasıl zamir  ى  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

عِنْدَ  zaman zarfı,  اذْكُرْ  fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّكَ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


 فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَۜ ۟

 

ف  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْسٰيهُ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

الشَّيْطَانُ  fail olup lafzen merfûdur.

ذِكْرَ  ikinci mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.  رَبِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  لَبِثَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.

فِي السِّجْنِ  car mecruru  لَبِثَ  fiiline müteallıktır.

بِضْعَ  zaman zarfı,  لَبِثَ  fiiline müteallıktır.  سِن۪ينَ  muzâfun ileyh olup  cer alameti  ي’dır. Cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için  ي  ile cer olurlar.

اَنْسٰيهُ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İf’al babındadır. Sülâsîsi  نسى ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَالَ لِلَّذ۪ي ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki  لِلَّذ۪ينَ  has ism-i mevsûlu başındaki harf-i cerle birlikte  قَالَ  fiiline müteallıktır. Sılası  ظَنَّ اَنَّهُ نَاجٍ مِنْهُمَا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’yi müteakip gelen  نَاجٍ مِنْهُمَا  cümlesi, masdar teviliyle  ظَنَّ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.  اَنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, isim cümlesi formunda gelerek sübut ve temekkün ifade etmiştir.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اذْكُرْن۪ي عِنْدَ رَبِّكَۘ  cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

ظَنَّ, zıt iki anlamı olan fiillerdendir. Hem zannetti hem de kesin olarak bildi demektir. Burada ‘kesin bildi’ anlamındadır.

اذْكُرْن۪ي - ذِكْرَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪ فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَۜ ۟

 

Takdiri,  فخرج [Ve çıktı] olan mahzuf cümleye  فَ  ile atfedilmiştir. İki cümle arasında meskutun anh mevcuttur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Yine aynı üsluptaki  لَبِثَ فِي السِّجْنِ  cümlesi,  اَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir.

رَبِّ  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

فَلَبِثَ فِي السِّجْنِ بِضْعَ سِن۪ينَ  [Yusuf zindanda birkaç yıl kaldı.] burada geçen  بِضْعَ  üç ile dokuz arasıdır,  بضع ’dan gelir ki kesmek demektir. (Beyzâvî)

Burada tevriye sanatını görmek mümkündür. Bu ayette geçen birinci Rab kelimesi, Yusuf’a (aa) rüyasını yorumlatan ve akabinde zindandan kurtulan adamın efendisi olan kralı ifade ederken, ikinci Rab kelimesiyle birlikte hem kralın hem de rabbimiz olan Allah’ın kastedilme ihtimaline zemin hazırlanmaktadır ki ayette öncesi zikredilmeden  فَاَنْسٰيهُ الشَّيْطَانُ ذِكْرَ رَبِّه۪  denilmiş olsaydı Rab kelimesi sadece Allah’a ait olurdu. Dolayısıyla şeytanın zindandan kurtulan adama ifadedeki uzak anlamıyla Yusuf’un (as) rububiyetini anlattığı Allah’ı unutturduğu anlamında bir tevriye vardır. (Zerkeşî, el-Burhân fi Ulûmi’l-Kur’an, III, 446)

 
Yusuf Sûresi 43. Ayet

وَقَالَ الْمَلِكُ اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۜ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ اَفْتُون۪ي ف۪ي رُءْيَايَ اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ  ...


Kral, “Ben rüyamda yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yediğini; ayrıca yedi yeşil başak ve yedi de kuru başak görüyorum. Ey ileri gelenler! Eğer rüya yorumluyorsanız, rüyamı bana yorumlayın” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
2 الْمَلِكُ Kral م ل ك
3 إِنِّي şüphesiz ben
4 أَرَىٰ (düşümde) görüyorum ر ا ي
5 سَبْعَ yedi س ب ع
6 بَقَرَاتٍ inek ب ق ر
7 سِمَانٍ semiz س م ن
8 يَأْكُلُهُنَّ bunları yiyor ا ك ل
9 سَبْعٌ yedi س ب ع
10 عِجَافٌ zayıf inek ع ج ف
11 وَسَبْعَ ve yedi س ب ع
12 سُنْبُلَاتٍ başak س ن ب ل
13 خُضْرٍ yeşil خ ض ر
14 وَأُخَرَ ve diğerleri de ا خ ر
15 يَابِسَاتٍ kuru ي ب س
16 يَا أَيُّهَا Ey
17 الْمَلَأُ efendiler م ل ا
18 أَفْتُونِي bana anlatın ف ت ي
19 فِي
20 رُؤْيَايَ bu rü’yamı ر ا ي
21 إِنْ eğer
22 كُنْتُمْ siz ك و ن
23 لِلرُّؤْيَا rü’ya ر ا ي
24 تَعْبُرُونَ ta’bir ediyorsanız ع ب ر
Bu kralın, Sînâ yarımadası yoluyla gelip Mısır’ı istilâ ettikten sonra ülkede milâttan önce 1700’den 1580’e kadar hüküm süren altı Hiksos kralından biri olduğu bildirilmektedir (bk. Ahmet Suphi Fırat, “Yûsuf”, İA, XIII, 441). Tarihçilerin bunları, “göçebe ülkelerin hükümdarları” veya “çoban krallar” diye isimlendirmiş olmaları bunların Mısır’ı istilâ etmeden önce henüz tam olarak yerleşik hayata geçmemiş olan Suriyeli Araplar oldukları ihtimalini kuvvetlendirir. Bunların İbrânî asıllı Hz. Yûsuf ile menşe yakınlığı ihtimali de vardır. Çünkü İbrânîler de daha önce Arabistan yarımadasından Mezopotamya’ya, sonra Suriye’ye göç eden bedevî kabilelerden birinin soyundan gelmektedir. Kralın, Hz. Yûsuf’a güven duyması ve ailesine ülkesinde geniş imkân tanıması Mısır’da zaman içinde İsrâil toplumunun meydana gelmesini sağlamıştır (Esed, II, 464-465; İbn Âşûr, XII, 280).
 Hz. Mûsâ’nın zamanında ise Hiksoslar dönemi kapanmıştı, artık Mısır’ı Kıptî soyundan gelen Firavun yönetiyordu. Ülkesi için bir tehlike oluşturacağı endişesiyle İsrâiloğulları’nın erkek çocuklarını öldürüyor, kız çocuklarını hayatta bırakıyordu (Bakara 2/49).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 236
خضر: Yeşil demek olan خُضْرٌ kelimesi أخْضَرُ ‘nun çoğuludur. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmişti (Mucemul Müfehres)  Türkçede kullanılan şekilleri Hıdır ve Hıdrellez’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

وَقَالَ الْمَلِكُ اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمَلِكُ  fail olup lafzen merfûdur. 

Mekulü’l-kavl  اِنّ۪ٓي اَرٰى ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olup mahallen mansubdur.

إِنَّ  tekid edatıdır. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  

ى  muttasıl zamir  إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

اَرٰى  fiili  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اَرٰى  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ’dir.

سَبْعَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  بَقَرَاتٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

سِمَانٍ  kelimesi  بَقَرَاتٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat: 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi meful, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsufuna dört açıdan uyar: cinsiyet, adet, marifelik-nekrelik ve îrab.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsuf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْكُلُهُنَّ  fiili,  بَقَرَاتٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْكُلُهُنَّ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُنَّ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

سَبْعٌ  fail olup lafzen merfûdur.  عِجَافٌ  kelimesi  سَبْعٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur. 

سَبْعَ سُنْبُلَاتٍ  atıf harfi  و ’la makabline matuftur. 

خُضْرٍ  kelimesi  سُنْبُلَاتٍ ’in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

اُخَرَ  atıf harfi  و ’la  سَبْعَ سُنْبُلَاتٍ ’ye matuftur.

يَابِسَاتٍ  kelimesi  وَاُخَرَ ’ın sıfatı olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler fetha yerine kesra alırlar. 


  يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ اَفْتُون۪ي ف۪ي رُءْيَايَ 

 

يَٓا  nida harfidir.  أَیُّ  münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الْمَلَأُ  münadadan bedel veya atf-ı beyandır. 

Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا , müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nidanın cevabı  اَفْتُون۪ي  cümlesidir.

اَفْتُون۪ي  fiili  ن un hazfiyla mebni emir fiilidir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Sonundaki  ن  vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

ف۪ي رُءْيَايَ  car mecruru  اَفْتُون۪ي  fiiline müteallıktır.  Muzâf mahzuftur. Takdiri; في تفسير رؤياي  şeklindedir.

رُءْيَايَ  elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Mütekellim zamiri  ى  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ

 

 

اِنْ  şart harfi iki fiili cezm eder.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  كُنْتُمْ  sükun üzere mebni nakıs mazi fiildir 

تُمْ  muttasıl zamiri  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. 

لِ  takviye için zaiddir.  لرُّءْيَا  lafzen mecrur,  mukaddem mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

تَعْبُرُونَ  fiili,  كَانَ ’nin haberi olup mahallen mansubdur.

تَعْبُرُونَ  fiili  ن ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı  fail olarak mahallen merfûdur.

Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri;  إن كنتم.. فأفتوني (Eğer … olursa Bana fetva verin) şeklindedir.

وَقَالَ الْمَلِكُ اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعَ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَاُخَرَ يَابِسَاتٍۜ

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan…اِنّ۪ٓي اَرٰى  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hudûs, hükmü takviye ifade etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

سِمَانٍ  kelimesi  بَقَرَاتٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

يَأْكُلُهُنَّ  cümlesi de  بَقَرَاتٍ  için sıfatttır. Muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنّ۪ٓي اَرٰى سَبْعَ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ  (Ben yedi sığır görüyorum.) cümlesinde şimdiki zaman kipi, geçmiş bir halin hikâyesi için kullanılmıştır. (Safvetü't Tefasir)

سِمَانٍ  - عِجَافٌ  kelimeleri arasında da tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ  tabirindeki yeşil renk başakların taze olmasından kinayedir.  

يَابِسَاتٍ - خُضْرٍ  tıbâk-ı tedbîc sanatı vardır. 

Birinci cümlede  بَقَرَاتٍ , ikinci cümlede  سَبْعَ سُنْبُلَاتٍ  ibareleri hazf edilmiştir. Îcâz-ı hazif vardır. Mahzufa delalet eden bir karînenin bulunması şartıyla ibaredeki bir kelimenin, cümlenin veya daha fazla ifadenin hazf edilmesine denir.

Bu yolla yapılan îcâza genellikle; bilinen veya tahmini kolay olan hususları söyleyerek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek veya karîneye dayanarak dile getirilmeyen şeyleri muhatabın hayaline ve yorumlamasına bırakarak anlam zenginliği kazandırmak ve benzeri sebeplerle başvurulur. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı) Bu; ihtibak sanatıdır. 

İkinci  سَبْعَ  kelimesinin ise  عِجَافٌ  ile nitelenmesi, mevsufu dikkate almadan onunla temyizin imkânsız olmasındandır. Çünkü o bakara cinsini açıklamak içindir. Kıyasa göre  عُجف  denilmeli idi, çünkü o,  عَجْفاء ‘nın çoğuludur, ancak  سِمَانٍ ’a benzetilmiştir, çünkü onun zıddıdır. (Beyzâvî)

Eğer sıfat, isim tamlamasından sonra gelir, muzâf sayı olursa bu sıfa­tın muzâfa veya muzâfun ileyh üzerine icrası caiz olur. (el-İtkan)

اَرٰى  ifadesi muzari sıygasıyla olduğu için “gördüm” demiyor, “görüyorum” diyor. Buna göre aynı rüyayı üst üste birkaç defa görmüş olduğu anlaşılıyor. Sonra meseleyi ciddiye alıp meşhur danışma meclisini topluyor. (Elmalılı Hamdi Yazır)


يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ اَفْتُون۪ي ف۪ي رُءْيَايَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

يَٓا اَيُّهَا الْمَلَأُ  nidasıyla arkadan gelen mananın önemine dikkat çekilmiştir.

Nidanın cevabı olarak gelen  اَفْتُون۪ي ف۪ي رُءْيَايَ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

ف۪ي رُءْيَايَ  ibaresindaki  ف۪ي  harfinin gelişi istiare-i tebeiyyedir. Bilindiği gibi  ف۪ي  harfinde zarfiyet manası vardır. Gerçek manada mazruf özelliği taşımayan  رُءْيَا , içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır.


 اِنْ كُنْتُمْ لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Takdiri,  إن كنتم.. فأفتوني (Eğer … olursa Bana fetva verin) olan terkipte, öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Şart cümlesinde müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

لِلرُّءْيَا تَعْبُرُونَ  ifadesinde mef’ûlun amiline takdimi söz konusudur. Bunun sebebi rüyaya dikkat çekmektir.

لِلرُّءْيَا  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Ezheri de şunu nakletmiştir:  تَعْبُرُونَ  kelimesi “nehrin kıyısı, kenarı” anlamına gelen عِبر  ve عَبر  kelimesinden iştikak etmiştir. (عِبْرُ النهرِ) tabirinin anlamı, “Nehri kat ederek, öte yakasına geçtim” demektir. Rüyanın iki tarafını iyice düşünüp, etrafında dönüp dolaşarak tefekkürde bulunduğu ve bir tarafından ötekine geçtiği için, rüyayı yorumlayana da عابر/âbir ismi verilmektedir. (Fahreddin er-Râzî)

لِلرُّؤْيا  car mecrurunun amili olan  تَعْبُرُونَ  fiiline takdimi; tabir konusunda görmenin önemi ve fasılaya riayet içindir.  لِلرُّؤْيا kelimesindeki tarif cins içindir.  لِ  ise mamulundan sonraya tehir edilmiş olan amilin zayıflığı dolayısıyla takviye için gelmiştir. (Âşûr)

 

Günün Mesajı
Bu sayfada anlatılan ve rüya gören kral, tarihi araştırmalara göre, Mısır'da M.Ö. yaklaşık 1700-1550 yıllarında hükmeden Hiksoslar hanedanından bir kraldı. Hiksoslar, Arap-Asya karışımı bir kavim olup, yaklaşık 1720-1710 yıllarında Suriye'den gelerek Mısır'ı işgal etmiş ve Orta Dönem krallığına son verip, idareyi ele geçirmişlerdi. Tebes yerine, Nil deltasında Avaris-Tanis'i başkent edinmişlerdi. Bir buçuk asra varan hakimiyetleri döneminde Suriye ve Filistin'i de içine alan güçlü bir krallık kurmuşlar ve ülkelerinde huzur, emniyet ve refahı sağlamışlardı. Bunda Hz. Yusuf'un katkısı çok büyük, hatta birinci derecede olsa gerektir. Atlarla çekilen araba yapmışlar, fetihlerini bir kale gibi kullandıkları yığılmış ve pekiştirilmiş, dikdörtgen şeklinde toprak tabya ve koruganlarla sağlama almışlardı. Hiksoslar, M.Ö. 1550 civarında Amasis 1'e yenilerek iktidarı kaybettiler ve yerlerini Firavunlar aldı. Bu tarihten itibaren Hz. Musa gelinceye kadar İsrail Oğulları için iki buçuk asır kadar sürecek işkenceler dönemi başladı.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Ey Latîf olan Allahım! Emrin üzere, hz. İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Kelamın vesilesiyle elçilerinin ve Rasulun hz. Muhammed (sav)’in davetini işittim ve itaat ettim. Kabul buyurmanı dilerim. İslam’ı dosdoğru yaşamak için yardımını isterim. Şirkin her halinden ve şükürsüzlükten, Sana sığınırım.

 

Ey Rahman olan Allahım! Zihnimi ve kalbimi gereksiz bilgilerle meşgul tutmanın çok kolay olduğu bir dönemde yaşıyorum. Bu kolaylığın, beni tembelliğe ve kolaya kaçmaya itmesinden, Sana sığınırım. Zihnimi ve kalbimi, gereksiz düşüncelerden ve hallerden arındırmak için şüphesiz yardımına muhtacım. Senin rızan yönünde, beni ve halimi değiştirecek hayırlı kararlar almamı ve hayırlı başlangıçlar yapmamı nasip et.

Ey Rahîm olan Allahım! Dünyada sahip olduğum her şeyimi güzelleştir. Çirkinleştirecek – büyüğünden ufağına – herhangi bir sebepten, Sana sığınırım. Gözlerimden ayaklarıma, zihnimden kalbime, duygularımdan düşüncelerime, hallerimden rüyalarıma, eşyalarımdan giysilerime; sahip olduğum her şeyi nurunla aydınlat ve arındır. Ki sahip olduğum her şeyde Senin rızanı gözetenlerden olayım.

Ey Ğaffar olan Allahım! Bana hayırlı olanı hatırlat. Hayırlı insanları düşündür. Onları gönlüme ve dualarıma, hayırla yerleştir. Hayırlı işlerle meşgul ettir. Başladığım işleri de hayırla tamamına erdir. Nerede olursam olayım, gönlüm ve gözüm – helal, güzel ve hayırlı olanı – sevsin ve seçsin. Beni de sevdiğin ve razı olduğun kullarının gönüllerine ve dualarına düşür. Yerde ve göklerde hayırla anılan kullarından eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji