22 Ocak 2025
Yusuf Sûresi 31-37 (238. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yusuf Sûresi 31. Ayet

فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ اَرْسَلَتْ اِلَيْهِنَّ وَاَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَـٔاً وَاٰتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكّ۪يناً وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّۚ فَلَمَّا رَاَيْنَهُٓ اَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا هٰذَا بَشَراًۜ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا مَلَكٌ كَر۪يمٌ  ...


Kadın, bunların dedikodularını işitince haber gönderip onları çağırdı. (Ziyafet düzenleyip) onlar için oturup yaslanacakları yer hazırladı. Her birine birer de bıçak verdi ve Yûsuf’a, “Çık karşılarına” dedi. Kadınlar Yûsuf’u görünce, onu pek büyüttüler ve şaşkınlıkla ellerini kestiler. “Hâşâ! Allah için, bu bir insan değil, ancak şerefli bir melektir” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 سَمِعَتْ (kadın) işitti س م ع
3 بِمَكْرِهِنَّ onların hilelerini م ك ر
4 أَرْسَلَتْ (haber) gönderdi ر س ل
5 إِلَيْهِنَّ onlara
6 وَأَعْتَدَتْ ve hazırladı ع ت د
7 لَهُنَّ onlar için
8 مُتَّكَأً dayanacak yastıklar و ك ا
9 وَاتَتْ ve verdi ا ت ي
10 كُلَّ her ك ل ل
11 وَاحِدَةٍ birine و ح د
12 مِنْهُنَّ onlardan
13 سِكِّينًا birer bıçak س ك ن
14 وَقَالَتِ ve dedi ق و ل
15 اخْرُجْ çık! خ ر ج
16 عَلَيْهِنَّ karşılarına
17 فَلَمَّا ne zaman ki
18 رَأَيْنَهُ O’nu görünce ر ا ي
19 أَكْبَرْنَهُ onu (gözlerinde) büyüttüler ك ب ر
20 وَقَطَّعْنَ ve kestiler ق ط ع
21 أَيْدِيَهُنَّ ellerini ي د ي
22 وَقُلْنَ ve dediler ق و ل
23 حَاشَ haşa ح و ش
24 لِلَّهِ Allah için
25 مَا değildir
26 هَٰذَا bu
27 بَشَرًا insan ب ش ر
28 إِنْ
29 هَٰذَا bu
30 إِلَّا ancak
31 مَلَكٌ bir melektir م ل ك
32 كَرِيمٌ güzel ك ر م
Olay Mısır’ın ileri gelenleri arasında duyulup yayılınca bir grup kadın Aziz’in karısının, kölesine âşık olmasını kınadılar ve “Yûsuf’un sevdası onun kalbine işlemiş!” dediler. Bunu duyan Zelîha kadınları evine davet etti. Misafirler için evini donattı ve yaslanıp oturacakları yerler hazırladı. Davetliler gelince önlerine yemekler, meyveler ve bıçaklar koydu. Onlar meyveleri soyarken Yûsuf’a huzurlarına çıkmasını emretti. Yûsuf’un güzelliğine hayran kalan kadınlar, şaşkınlıklarından ellerini kestiler ve onun insan değil, yüce bir melek olduğunu söylediler. Zelîha, “İşte hakkında beni kınadığınız şahıs budur. Ben onun nefsinden murat almak istedim. Fakat o, iffetini korudu. Andolsun, eğer kendisine emredeceğimi yapmazsa, mutlaka zindana atılacak ve elbette sürünenlerden olacaktır!” dedi. Burada dikkat çekici olan şudur: Mısır’ın ileri gelenlerinin hanımları, Zelîha’nın zina gibi çirkin bir fiile teşebbüs etmesini kınamış olmalarına rağmen Zelîha, davet ettiği hanımlar içerisinde arzularını ve ahlâk dışı niyetlerini açıkça ilân etmekten çekinmemiştir. Nitekim ziyafet esnasında, kendisine âşık olduğu Yûsuf’u davetlilerin huzuruna çıkararak, böyle yakışıklı ve güzel bir köleye âşık olmanın, toplum değerleri açısından, kendisi için bir nakîsa olmadığını vurgulamak istemiştir.

وكأ Veke’e : وِكاء kırba ve kese gibi şeylerin ağzını bağlamaya yarayan bağdır. Bazen de وِكاء içine birşeyler konup ağzı kapatılan kabın ismi olarak kullanılır. İf’al formundaki أوْكَأ fiili dayanak yaptı demektir. تَوَكَّأَ ise kuvvet aldı ve dayandı manasında kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

حاش Hâşe : حاشَ uzak oldu demektir. Ebu Ubeyde ‘Bu bir tenzih ve istisnadır’ demiştir. İnsanın yemeği kenarından yemesine حَوْش denir. Bu bağlamdan hareketle dip ve kenar anlamındaki حاشِيَة Türkçede de dipnot manasında kullanılmaktadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de mufâale babında fiil olarak 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri hâşiye ve hâşâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ اَرْسَلَتْ اِلَيْهِنَّ وَاَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَـٔاً وَاٰتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكّ۪يناً وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّۚ

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَمِعَتْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

سَمِعَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

بِمَكْرِهِنَّ  car mecruru,  سَمِعَتْ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı,  اَرْسَلَتْ اِلَيْهِنَّ dir.

اَرْسَلَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

اِلَيْهِنَّ  car mecruru,  اَرْسَلَتْ  fiiline müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَعْتَدَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir. 

لَهُنَّ  car mecruru,  اَعْتَدَتْ  fiiline müteallıktır.  مُتَّكَـٔاً  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

اٰتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la  اَعْتَدَتْ  fiiline matuftur.

اٰتَتْ  fiili mukadder elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

كُلَّ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  وَاحِدَةٍ  muzâfun ileyh olarak lafzen mecrurdur.  مِنْهُنَّ  car mecruru   كُلَّ وَاحِدَةٍ ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.

سِكّ۪يناً  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

قَالَتِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la şartın cevabına matuftur.

قَالَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى’dir. Mekulü’l-kavli,  اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ ’dir.  قَالَتِ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

اخْرُجْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir

عَلَيْهِنَّ  car mecruru  اخْرُجْ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.

اَعْتَدَتْ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babındandır.

Sülâsîsi  عتد dir.

اٰتَتْ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babındandır. Sülâsîsi  أتي dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.

مُتَّكَـٔاً  sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i mef’ûlüdür.


   فَلَمَّا رَاَيْنَهُٓ اَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ مَا هٰذَا بَشَراًۜ 

 

فَ  atıf harfidir.  لَمَّٓا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. 

رَاَيْنَهُٓ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رَاَيْنَهُٓ  fiili ( نَ ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

Şartın cevabı,  اَكْبَرْنَهُ ’dir.

اَكْبَرْنَ  fiili (نَ) nûnu’n- nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  قَطَّعْنَ  fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.

اَيْدِيَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قُلْنَ  fiili atıf harfi  وَ  ile  اَكْبَرْنَ  fiiline matuftur. 

وَقُلْنَ  fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni mazi fiildir. Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  حَاشَ لِلّٰهِ ’dır.

حَاشَ  fiili mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

لِلّٰهِ  car mecruru  حَاشَ ‘deki failin mahzuf haline  müteallıktır. Takdiriمطيعا لله  (Allah’a itaat ederek) şeklindedir. 

مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. 

هٰذَا  işaret ismi  مَا ’nın ismi olarak mahallen merfûdur.

بَشَراً  kelimesi  مَا ’nın haberi olup lafzen mansubdur.


اِنْ هٰذَٓا اِلَّا مَلَكٌ كَر۪يمٌ

 

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. İşaret ismi  هٰذَٓا  mübteda olarak mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  مَلَكٌ  mübtedanın haberi olarak lafzen merfûdur. 

كَر۪يمٌ  kelimesi,  مَلَكٌ ’un sıfatıdır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَر۪يمٌ  kelimesi sıfat-ı müşebbehedir. 

Sıfat-ı müşebbehe; Benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَمَّا سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ اَرْسَلَتْ اِلَيْهِنَّ وَاَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَـٔاً وَاٰتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكّ۪يناً وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّۚ

 

فَ  atıf harfidir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Müteallakı  سَمِعَتْ  olan  لَمَّا  şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesi olan  اَرْسَلَتْ اِلَيْهِنَّ  müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen  وَاَعْتَدَتْ لَهُنَّ مُتَّكَـٔاً  cümlesi şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

وَاٰتَتْ كُلَّ وَاحِدَةٍ مِنْهُنَّ سِكّ۪يناً  cümlesi ve  وَقَالَتِ اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ  cümlesi de aynı üslupta gelerek şartın cevabına atfedilmiştir. Cümleler arasındaki atıf sebebi, hükümde ortaklıktır.

قَالَتِ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh Usulü, s. 558-559)

سَمِعَتْ بِمَكْرِهِنَّ  (Onların tuzaklarını işitti) Gizlilikte dedikodu tuzağa benzediği için, burada  مَكْرِ  kelimesi dedikodu için müstear olarak kullanılmıştır. (Safvetü't Tefasir)

مُتَّكَـٔاً ’deki tenvin, nev ve kesret,  سِكّ۪يناً ’deki tenvin ise herhangi bir nev ifade eder.

سِكّ۪يناً : Et ve başka şeyleri kesmeye yarayan bir alettir. Denildi ki: Onlara bir hindistan cevizi ve bir muz getirdi, onlar gelip yaslandılar. Veciz bir ifadeyle bu iki fiil hazf edildi. Ve her birine meyveleri soymaları için bir bıçak verdi. (Âşûr)

اخْرُجْ عَلَيْهِنَّ  ibaresi; başka bir mekanda olduğuna ve oraya sadece onların izniyle girebildiğine işaret eder.  الخُرُوجِ  fiili  عَلى  ile müteaddi olduğunda  ادْخُلْ  yani ‘’gir’’ manasına da gelir. Çünkü kastedilen, sadece içinde bulunduğu evden çıkışı değil, başka eve de girmesidir. (Âşûr)


فَلَمَّا رَاَيْنَهُٓ اَكْبَرْنَهُ وَقَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ وَقُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ

 

فَ  atıf harfidir. Ayet şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  رَاَيْنَهُٓ  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  رَاَيْنَهُٓ  zaman zarfı  لَمَّا ’nın müteallakıdır.

Cevap cümlesi olan  اَكْبَرْنَهُ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَمَّا رَاَيْنَهُٓ  (Kadınlar onu görünce) cümlesi, çıkma emrinin gerektirdiği ve kelamın siyakından anlaşılan mukadder bir cümleye matuftur. Bunun hazfedilmesi, sanki zikredilmesi halinde ortaya çıkmayacak olan “ kadınların onu görmeleri” manasını ifade etmek içindir. Nitekim “Cinlerden bir ifrit: Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm.” (Neml Suresi, 39) kelamından sonra “Süleyman, o tahtı yanı başında yerleşmiş olarak görünce…” (Neml Suresi, 40) kelamında benzer bir cümlenin hazfedilmesi de sürat manasını ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)

Hükümde ortaklık sebebiyle cevaba matuf olan  وَقَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ  ve  قُلْنَ حَاشَ لِلّٰهِ  cümleleri, cevap cümlesiyle aynı üsluptadır.

قُلْنَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  حَاشَ لِلّٰهِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümle dua manasında itiraziyye de olabilir. O takdirde sonraki cümle mekulü’l-kavl olur.

لِلّٰهِ ’deki cer harfi istisna ifade eder. Bazı dil bilimcilere göre ise zaiddir. İstisna  ifade eden camid fiillerden sonra gelen isim, mef’ûl olarak mansubdur. (Mahmud Sâfî)

حَاشَ  (Hâşa!) kelimesi harf-i cer olup, bir şeyi istisna ederken onu diğerlerinden tenzih edip ayırmak için kullanılır. (Keşşâf)

وَقَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ  (Ellerini kestiler) ibaresinde de istiare vardır. Zira “kesmek” lafzı, “yaralamak” yerine müstear olarak kullanılmıştır. “Ellerini yaraladılar” demektir.

(Safvetü't Tefasir)

Başka bir açıdan düşünüldüğünde “Ellerini kestiler” ifadesi, onların dehşete kapılarak hayrete düşmelerinden kinayedir.

“Ellerini doğradılar” ibaresiyle parmaklarını kestikleri kastedilmektedir. Cüz-kül alakasıyla mecaz-ı mürseldir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

هُنَّ  zamiri ayette 6 kere,  هٰذَٓا  ve  لَمَّا  kelimeleri ikişer kere tekrarlanmıştır. Bu tekrarlarda reddü’l-acüz ale’s-sadr  sanatları vardır.

قَطَّعْنَ اَيْدِيَهُنَّ  قَطَّعْ  lafzı, çok kesmek manasında  جرح dan istiaredir. (Sâbûnî)


مَا هٰذَا بَشَراًۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i itttisâldir.

Menfi isim cümlesi formunda gelmiştir.  مَا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَا ’nın isminin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilene dikkat çekme amacının yanında tazim ve tecessüm ifade eder.


 اِنْ هٰذَٓا اِلَّا مَلَكٌ كَر۪يمٌ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Kasrla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.  هٰذَٓا  mevsuf/maksûr,  مَلَكٌ كَر۪يمٌ  sıfat/maksûrun aleyhtir. 

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi işaret edilene tazim kastı taşımaktadır. Ayrıca işaret isminde tecessüm sanatı vardır.

كَر۪يمٌ  kelimesi,  مَلَكٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Kadınların şaşkınlıkları ayette “Bu kerim bir melekten başka bir şey olamaz.” sözleriyle ifade edilmiştir. Onların sözleri mübalağa kastıyla kasr üslubunda gelmiştir.

Kadınlar, Yusuf (as)’da insanlarda hiç görülmemiş olan o harika güzelliği gördükleri için onun bir insan olmadığını, olsa olsa bir melek olabileceğini söylemişlerdi. Zira insanların aklına yerleşmiş olan anlayışa göre meleklerden daha güzel bir canlı yoktur ve şeytandan daha çirkin bir varlık da mevcut değildir. İşte bundan dolayıdır ki güzellikte ve çirkinlikte en son teşbih yapılan şeyler, melek ile şeytandır. O kadınların bu sözden maksatları, Yusuf'u güzellik ve cemalin en son derecesiyle vasıflandırmaktı. Zira Yusuf’un (as) cemal ve güzellik sahibi her insandan üstünlüğü, dolunayın ışığının, diğer yıldızların ışığından üstünlüğü gibidir. (Ebüssuûd)

مَلَكٌ  -  بَشَراًۜ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

هٰذَٓا  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yusuf Sûresi 32. Ayet

قَالَتْ فَذٰلِكُنَّ الَّذ۪ي لُمْتُنَّن۪ي ف۪يهِۜ وَلَقَدْ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ فَاسْتَعْصَمَۜ وَلَئِنْ لَمْ يَفْعَلْ مَٓا اٰمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُوناً مِنَ الصَّاغِر۪ينَ  ...


Bunun üzerine kadın onlara dedi ki: “İşte bu, beni hakkında kınadığınız kimsedir. Andolsun, ben ondan murad almak istedim. Fakat o, iffetinden dolayı bundan kaçındı. Andolsun, eğer emrettiğimi yapmazsa, mutlaka zindana atılacak ve zillete uğrayanlardan olacak.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَتْ dedi ki ق و ل
2 فَذَٰلِكُنَّ işte siz
3 الَّذِي ki
4 لُمْتُنَّنِي beni kınamıştınız ل و م
5 فِيهِ bunun için
6 وَلَقَدْ andolsun
7 رَاوَدْتُهُ ben murad almak istedim ر و د
8 عَنْ
9 نَفْسِهِ kendisinden ن ف س
10 فَاسْتَعْصَمَ o reddetti ع ص م
11 وَلَئِنْ ama
12 لَمْ
13 يَفْعَلْ yapmazsa ف ع ل
14 مَا şeyi
15 امُرُهُ emrettiğim ا م ر
16 لَيُسْجَنَنَّ elbette zindana atılacaktır س ج ن
17 وَلَيَكُونًا ve olacaktır ك و ن
18 مِنَ
19 الصَّاغِرِينَ alçalanlardan ص غ ر

قَالَتْ فَذٰلِكُنَّ الَّذ۪ي لُمْتُنَّن۪ي ف۪يهِۜ 



Fiil cümlesidir.  قَالَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri  هى ’dir.

Mekulü’l-kavli şart ve cevap cümlesidir. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن كنتنّ قد لمتنني فذلك الذي لمتنني فيه  (Beni suçladıysanız, kınadıysanız işte kınadığınız şey budur) şeklindedir. 

ذٰلِكُنَّ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  كُنَّ  ise müennes muhatap zamiridir.

Müşterek ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  لُمْتُنَّن۪ي ف۪يهِ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

لُمْتُنَّن۪ي  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُنَّ  fail olarak mahallen merfûdur. 

Sonundaki  ن۪  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪يهِ  car mecruru  نَّن۪يلُمْتُ  fiiline müteallıktır.  فِي  harf-i ceri mecruruna mekân zarfı, zaman zarfı, söz ve görüş konusu olarak, vardır-mevcuttur, hal, sebep, mukayese, karşılaştırma gibi manalar kazandırabilir. Burada söz ve görüş konusu olarak (hakkında) manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Muzâf mahzuftur. Takdiri;  في حبّه  (Ona olan sevgisi yüzünden) şeklindedir.


وَلَقَدْ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ فَاسْتَعْصَمَۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  

رَاوَدْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

عَنْ نَفْسِه۪  car mecruru  رَاوَدْتُهُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  اسْتَعْصَمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو’dir.


وَلَئِنْ لَمْ يَفْعَلْ مَٓا اٰمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُوناً مِنَ الصَّاغِر۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.

لَمْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَفْعَلْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اٰمُرُهُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

اٰمُرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.  Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  يُسْجَنَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fetha üzere mebni, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

لَيَكُوناً  fiili atıf harfi  وَ  ile  لَيُسْجَنَنَّ  fiiline matuftur. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

يَكُوناً  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fetha üzere mebni, nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

يَكُوناً  ismi müstetir olup takdiri  هو ’dir.

مِنَ الصَّاغِر۪ينَ  car mecruru,  يَكُوناً ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.

صَّاغِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صغر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَتْ فَذٰلِكُنَّ الَّذ۪ي لُمْتُنَّن۪ي ف۪يهِۜ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  فَذٰلِكُنَّ الَّذ۪ي لُمْتُنَّن۪ي ف۪يهِۜ , mahzuf şartın cevabıdır. 

Mukadder şartın cevabı olarak  فَ  karînesiyle gelen cümle, mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması tazim kastının yanında, sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Haber konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası …لُمْتُنَّن۪ي ف۪يهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mahzuf şartın takdiri …إن كنتنّ قد لمتنني  (Beni suçladıysanız, kınadıysanız…) şeklindedir. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu harika ayette istiare-i tebeiyye vardır. Ayette kadınların konuşmaları, düşmanların tuzaklarını gizlice kurdukları gibi Azizin karısından gizli olduğu için, مكراً  diye isimlendirildi. Azizin karısı şehrin kadınlarının konuştuklarını işitmek istedi. Onları çağırdı, koltuklara yerleştirip yiyecek verdi. Ve Allah Teâlâ îcâz üslubuyla “Her birine bir bıçak verdi.” dedi. Yani, onlara çeşitli meyveler ve yiyecek ikram etti. Sonra her birine birer bıçak verdi. (Sâbûnî)

Bu ayet-i kerimede Azizin eşi, kadınların önündeki Yusuf’dan bahsetmektedir. Dolayısıyla yakınlık ifade eden  هٰذَٓا  gelmesi gerekirken uzaklığa delalet eden  ذٰلِكُ  gelmiştir. Bu uzaklığa delalet eden ism-i işaret ile bir yandan da Yusuf’un (as) emelini gerçekleştirmeye ne kadar uzak olduğunu da ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) Yani bir anlamda işaret edilen kimsenin şanını yüceltmek içindir. (Beyzâvî)

Bu hitap o kadınlar içindir. İşaret de onların o anda kendisini vasıflandırdıkları Yusuf’un (as) ünvanıdır ki onların dediği gibi güzellik ve cemalde insanların mertebelerinden çıkıp melekler mertebesine erişmesidir.

Yani eğer durum sizin dediğiniz gibi ise o beşeriyet mertebelerinden üstün bir melek mertebesine yükselmiş olan şahıs, beni, kendisine aşık olmakla kınadığınız kişidir. (Ebüssuûd)


وَلَقَدْ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ فَاسْتَعْصَمَۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

قَدْ  ve  لَ  tekid edilmiş cevap cümlesi …لَقَدْ رَاوَدْتُهُ عَنْ نَفْسِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Öncesine atfedilen  فَاسْتَعْصَمَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayetin metninde gelen  اسْتَعْصَمَ  fiili, mübalağa kipi olup üstün bir imtina ve titiz bir korunma manasına delalet etmektedir. Sanki o, mevcut ismet ve iffetini daha da artırmaya gayret etmişti.

Bu kelam, Hz. Yusuf (as)’tan, “Allah'a sığınırım!” (Yusuf Suresi, 23) sözüyle beyan ettiği iffetine bozukluk getirecek bir azim veya başka bir hareketin sâdır olmadığına apaçık delildir. (Ebüssuûd)

“And olsun ki ben onun nefsinden murad almak istedim. Fakat o, iffetine bağlı kaldı.” Bu cümle ile Züleyha, o kadınların, Yusuf’tan murad almak istemesiyle ilgili duyduklarını önce onlara itiraf etmekte ve o işi çok istekli olarak yaptığını belirtmek üzere de bunu tekid etmekte ve sonra da onun kendisinden yüz çevirdiğini ve hiç meyletmediğini en mükemmel şekilde ifade etmektedir. (Ebüssuûd)

 

وَلَئِنْ لَمْ يَفْعَلْ مَٓا اٰمُرُهُ لَيُسْجَنَنَّ وَلَيَكُوناً مِنَ الصَّاغِر۪ينَ

 

وَ  istînâfiyyedir.

لَ  mahzuf kasem fiili için gelen lam-ı muvattie,  إنْ  şart harfidir. Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Şart cümlesi olan  لَمْ يَفْعَلْ , menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  اٰمُرُهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَيُسْجَنَنَّ  kasemin cevabıdır. Fiilin başındaki  لَ , kasemin cevabının başına gelen harftir. İki unsurla tekid edilen cevap cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Şart cümlesinin cevabı, kasemin cevabının delaletiyle hazfedilmiştir. Mahzuf cevapla birlikte cümle, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Nûn-u hafife ile tekid edilmiş  كَان ’nin dahil olduğu  وَلَيَكُوناً مِنَ الصَّاغِر۪ينَ  cümlesi, kasemin cevabına matuftur. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car-mecrur  مِنَ الصَّاغِر۪ينَ , nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

Yusuf Suresinde, Mısır Azizi’nin karısının dilinden [“Şayet bundan sonra da emrettiğim şeyleri yapmazsa zindana atılacak ve hor görülenlerden olacaktır.”] şeklinde gelen cümlede şeddeli  نَّ  ile  لَيُسْجَنَنَّ  dedikten sonra şeddesiz  نْ  ile  لَيَكُوناً مِنَ الصَّاغِر۪ينَ  buyurulmuştur. Aziz’in karısının “Yusuf’un zindana atılmasını, küçük düşmesine yeğlediği için ayet bu şekilde gelmiştir. Böylece tekidin fazla olduğu yerde  نْ  eklenirken tekidin azaltılması gereken yerde de  نْ  hafifletilmiştir.” (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, et-Tabîru’l Kur’anî, s. 161-162)

Züleyha Yusuf'a (as), bu işte hiç kimseden çekinip korkmadığını, o kadınların huzurunda çeşitli tekidlerle bu vaadini ifade etmiş ki Yusuf'un başka çaresi kalmasın ve o kadınlar da bu işe muvafakat etmesini (kabul etmesini) kendisine öğütlesinler. (Ebüssuûd)

اسْتَعْصَمَ  صَّاغِر۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.

Yusuf Sûresi 33. Ayet

قَالَ رَبِّ السِّجْنُ اَحَبُّ اِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِۚ وَاِلَّا تَصْرِفْ عَنّ۪ي كَيْدَهُنَّ اَصْبُ اِلَيْهِنَّ وَاَكُنْ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ  ...


Yûsuf, “Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni dâvet ettiği şeyden daha sevimlidir. Onların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan, onlara meyleder ve cahillerden olurum” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Yusuf) dedi ki ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 السِّجْنُ zindan س ج ن
4 أَحَبُّ daha iyidir ح ب ب
5 إِلَيَّ bana göre
6 مِمَّا şeyden
7 يَدْعُونَنِي beni çağırdığı د ع و
8 إِلَيْهِ bunların
9 وَإِلَّا ve eğer
10 تَصْرِفْ savmazsan ص ر ف
11 عَنِّي benden
12 كَيْدَهُنَّ onların hilelerini ك ي د
13 أَصْبُ kayarım ص ب و
14 إِلَيْهِنَّ onlara
15 وَأَكُنْ ve olurum ك و ن
16 مِنَ
17 الْجَاهِلِينَ cahillerden ج ه ل
Yûsuf’un bu duasından Zelîha’nın davetliler üzerinde etkili olduğu ve desteklerini sağladığı anlaşılmaktadır. Ancak bütün bunların karşısında, sağlıklı ve yakışıklı bir delikanlı olan Yûsuf, iradesine hâkim olarak insanın hayatta karşılaşabileceği en zor imtihanlardan birini başarıyla sonuçlandırmıştır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 230
Riyazus Salihin, 377 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Allah Teâlâ, yedi  insanı, arşının gölgesinde barındıracaktır:
Âdil devlet başkanı,
Rabbına kulluk ederek temiz bir hayat içinde serpilip büyüyen genç,
Kalbi mescidlere bağlı müslüman,
Birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki insan,
Güzel ve mevki sahibi bir kadının beraber olma isteğine “Ben Allah’tan korkarım” diye yaklaşmayan yiğit,
Sağ elinin verdiğini sol elinin bilemeyeceği kadar gizli sadaka veren kimse,
Tenhâda Allah’ı anıp göz yaşı döken kişi.”
(Buhâri, Ezan 36, Zekât 16, Rikak 24, Hudûd 19; Müslim, Zekât 91. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 53; Nesâî, Kudât 2)

قَالَ رَبِّ السِّجْنُ اَحَبُّ اِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.

Nida harfi mahzuftur.  رَبِّ  münada olup damme ile mebni mahallen mansubdur. Mahzuf olan mütekellim  ي sı muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. 

Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Mekulü’l-kavli,  السِّجْنُ اَحَبُّ dir. 

السِّجْنُ  mübteda olarak merfûdur.  اَحَبُّ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.  اَحَبُّ  ism-i tafdil olarak gelmiştir. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

Burada  ال ’sız  مِنْ ’li olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَيَّ  car mecruru  اَحَبُّ  fiiline müteallıktır. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  من  harf-i ceriyle birlikte  اَحَبُّ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  يَدْعُونَن۪ٓي ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, baz, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel - karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada karşılaştırma ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَدْعُونَن۪ٓي  fiili (نَ) nûnu’n-nisvenin bitişmesiyle sükun üzere mebni muzari fiildir.  Faili nûnu’n-nisve olup mahallen merfûdur. 

Sonundaki  نِ  vikayedir. Muttasıl zamir  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

اِلَيْهِ  car mecruru  يَدْعُونَ  fiiline müteallıktır. 


وَاِلَّا تَصْرِفْ عَنّ۪ي كَيْدَهُنَّ اَصْبُ اِلَيْهِنَّ وَاَكُنْ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  لاَ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

تَصْرِفْ  şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انت ’dir.

عَنّ۪ي  car mecruru  تَصْرِفْ  fiiline müteallıktır.  كَيْدَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَصْبُ  şartın cevabı olup, illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir. Muzari fiillerin (أَنَا  –  أَنْتَ  –  نَخْنُ ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ  -  هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevâzendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَيْهِنَّ  car mecruru,  اَصْبُ  fiiline müteallıktır. 

اَكُنْ  fiili atıf harfi  وَ ’la  اَصْبُ  fiiline matuftur. 

اَكُنْ  nakıs, meczum muzari fiildir.  اَكُنْ ’un ismi, müstetir olup takdiri  أنا ’dir.

مِنَ الْجَاهِل۪ينَ  car mecruru  كان ’nin mahzuf haberine müteallıktır. 

الْجَاهِل۪ينَ ’nin cer alameti  ي ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. 

الْجَاهِل۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  جهل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ رَبِّ السِّجْنُ اَحَبُّ اِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli yerindeki …رَبِّ  cümlesi, dua manasında itiraziyye hükmündedir. Nida üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi ve muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri, mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.

السِّجْنُ اَحَبُّ اِلَيَّ مِمَّا يَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِۚ  cümlesi nidanın cevabıdır. İsim cümlesi formunda lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümleleri sübut ifade eder.

Nidanın cevabı haber üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manası taşıdığı için muktezâ-i zâhirin hilafına durum söz konusudur. Dolayısıyla mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

رَبِّ  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir. 

Haber konumundaki  اَحَبُّ  ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

Davet eden bir kişi olduğu halde  يَدْعُونَن۪ٓي  fiilinin cemi sıyga ile gelmesi iltifat sanatıdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَدْعُونَن۪ٓي  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası,  يَدْعُونَن۪ٓي  müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

“Rabbim! Ben zindanı, bunların benden istediklerinden daha çok severim!"

Hz. Yusuf'un bu sözleri söylemesi, daha önce belirtildiği gibi eşyanın hakikatlerinin ona açılmasına ve eşyanın gerçek sûreti ile ona görünmesine binaendir.

Bu kelamda ism-i tafdil kalıbı  اَحَبُّ  (daha çok severim), gerçek manasını ifade etmemektedir; çünkü Hz. Yusuf’un, kendisini davet ettikleri işe en ufak bir sevgisi yoktur. Hz. Yusuf için onların kendisini davet ettikleri iş ile zindan, iki şer (kötülük) olup bunlardan ehven (hafif) olanı zindandır.

Ayette tercihin sevmek ile ifade edilmesi, zindan korkusuyla onlara muvafakat etmekten (kabul etmekten) ümitlerini tamamen kesmek içindir.

Hz. Yusuf'un yalnız zindanı zikretmekle yetinmesi, sürünmenin zindan hayatının gereği olmasından dolayıdır. (Ebüssuûd)


وَاِلَّا تَصْرِفْ عَنّ۪ي كَيْدَهُنَّ اَصْبُ اِلَيْهِنَّ وَاَكُنْ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ

 

Cümle  وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur.  اِنْ  şartiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  تَصْرِفْ عَنّ۪ي كَيْدَهُنَّ  şart cümlesi, menfi muzari fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa “اِنْ” kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Şartın cevabı  فَ  karînesi olmadan gelen  اَصْبُ اِلَيْهِنَّ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَاَكُنْ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ  makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  كاَن ’nin dahil olduğu isim cümlesi lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كاَن ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  مِنَ الْجَاهِل۪ينَ , bu mahzuf habere müteallıktır.

“Eğer onların hilelerini benden çevirmezsen, onlara meyleder ve cahillerden, olurum!”

Hz. Yusuf’un bu sözleri, Allah'ın ihsan ve keremine sığınmaktır. Zira peygamberlerin ve iyi kulların yolu, hayırlara ermenin ve şerlerden kurtulmanın ancak ilahi inayetle (lütufla) mümkün olabileceğini ve kendilerinin hiçbir kuvvet ve kudrete malik olmadıklarını ifade etmektir.

Yine Hz. Yusuf’un bu sözleri, müdafaa gücü olmadığını izhar etmekle (göstermekle), o kadınların hilelerini çevirmek için ilahi inayeti (lütfu) ziyadesiyle dilemek anlamını ifade etmektedir. Yoksa onun bu sözleri, kendi nefsinde, o kadınların isteklerine meyil olduğu halde, ismet ve iffeti için istemediği bir şeyi Allah'tan (cc) talep etmek anlamında değildir. (Ebüssuûd)

اَكُنْ - اَصْبُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَدْعُونَن۪ٓي - تَصْرِفْ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır. 

الْجَاهِل۪ينَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

 
Yusuf Sûresi 34. Ayet

فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  ...


Rabbi, onun duasını kabul etti ve kadınların tuzaklarını ondan uzaklaştırdı. Şüphesiz ki O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَاسْتَجَابَ du’asını kabul etti ج و ب
2 لَهُ onun
3 رَبُّهُ Rabbi ر ب ب
4 فَصَرَفَ savdı ص ر ف
5 عَنْهُ ondan
6 كَيْدَهُنَّ onların hilelerini ك ي د
7 إِنَّهُ şüphesiz
8 هُوَ O
9 السَّمِيعُ işitendir س م ع
10 الْعَلِيمُ bilendir ع ل م

فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّۜ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. 

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَجَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. 

لَهُ  car mecruru  اسْتَجَابَ  fiiline müteallıktır.

رَبُّهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  atıf harfidir.  صَرَفَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

عَنْهُ  car mecruru  صَرَفَ  fiiline müteallıktır. 

كَيْدَهُنَّ  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُنَّ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  هُوَ  fasıl zamiridir.

Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ  Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ  ayırma zamiri) denir.

Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat-mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

السَّم۪يعُ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  الْعَلٖيمُ  kelimesi ikinci haberdir.

Veya  هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  isim cümlesi  اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  السَّم۪يعُ  mübtedanın haberidir.  الْعَل۪يمُ, ikinci haberdir.

السَّمٖيعُ - الْعَلٖيمُ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاسْتَجَابَ لَهُ رَبُّهُ فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّۜ 

 

Ayet, ...قَالَ  cümlesine  فَ  ile atfedilmiştir.

فَاسْتَجَابَ  cümlesinin atfının takip  فَ ’si ile yapılması,  وإلّا تَصْرِفْ عَنِّي كَيْدَهُنَّ (Kadınların tuzaklarını ondan uzaklaştırdı.) sözünün de içerisinde yer aldığı duasına Allah Teâlâ’nın hızlı bir şekilde icabet ettiğine işarettir.  اسْتَجابَ  kelimesi  أجابَ  kelimesinin mübalağalı halidir. Tıpkı 32. ayeti kerimede geçen  فاسْتَعْصَمَ  kalıbı gibi. (Âşûr)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Car mecrur  لَهُ, cümledeki önemine binaen, faile takdim edilmiştir. 

رَبُّهُ  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan  هُ  zamirinin ait olduğu Yusuf (as)  şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Aynı üsluptaki  فَصَرَفَ عَنْهُ كَيْدَهُنَّ  cümlesi, makabline matuftur.

Car mecrur  عَنْهُ ’nun mef’ûle takdimi, cümledeki önemine binaendir.

 

 اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ

 

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ve kasrla tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.


اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُ  cümlesi takip  فَ ’si ile atfedilen  اسْتَجابَ  için illet (sebep) konumundadır. Yani “Hiçbir erteleme olmadan duasına icabet etti. Çünkü O, dualara en hızlı bir şekilde icabet eden ve halis gönülleri(vicdanları) en iyi bilendir.” demektir.  السَّمْعُ  talep edilen şeyi kabul etmek anlamında kullanılır.  سَمِعَ اللَّهُ لِمَن حَمِدَهُ ifadesinde, “Allah, kendisine hamd eden kimseyi işitti ve hamdını kabul etti.” manası vardır. Bu mananın tahkiki için de ifade, fasıl zamiri ile tekidli olarak gelmiştir. (Âşûr)  

Müsnedin yani  السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُ  kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemal derecede sadece Allah’a aittir. 

Cümledeki  هُوَ  fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.

اِنَّ ’nin haberinin  الْ  ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

السَّمٖيعُ الْعَلٖيمُ  kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir.


Yusuf Sûresi 35. Ayet

ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَاَوُا الْاٰيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتّٰى ح۪ينٍ۟  ...


Sonra onlar, Yûsuf’un suçsuzluğunu ortaya koyan delilleri gördükten sonra yine de mutlaka onu bir süre zindana atmayı uygun buldular.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ثُمَّ sonra
2 بَدَا uygun geldi ب د و
3 لَهُمْ onlara
4 مِنْ
5 بَعْدِ sonra (bile) ب ع د
6 مَا
7 رَأَوُا gördükten ر ا ي
8 الْايَاتِ delilleri ا ي ي
9 لَيَسْجُنُنَّهُ onu zindana atmaları س ج ن
10 حَتَّىٰ kadar
11 حِينٍ bir süreye ح ي ن
Aziz’in ailesini temize çıkarıp zevâhiri kurtarmak ve olayı örtbas etmek gerekiyordu. Ayrıca kadın da Yûsuf’un itaatsizliğini cezalandırmak istiyordu. Bu da suçu köleye yükleyerek onun belli bir süre hapse atılmasıyla mümkündü. Bu sebeple bütün delillerin Yûsuf’un günahsız, kadının ise suçlu olduğunu göstermesine rağmen Aziz ve arkadaşları, Yûsuf’un bir süre zindana atılmasını uygun gördüler.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 230

ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَاَوُا الْاٰيَاتِ لَيَسْجُنُنَّهُ حَتّٰى ح۪ينٍ۟

 

Fiil cümlesidir.  ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.) açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

ثُمَّ : Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ  edatı mertebe açısından terahi manasınadır. Yani aralıklarla, zaman içinde serpiştirilerek peyderpey olabilecek durumları bildirmektedir.

بَدَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.  لَهُمْ  car mecruru  بَدَا  fiiline müteallıktır.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  بَدَا  fiiline müteallıktır. 

بَعْدَ  ve  قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:

1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.

2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.

3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında  اَنْ  bulunur.

4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince damme üzere mebni olurlar. 

Burada  بَعْدَ  muzâf olup başına harf-i cer geldiği için mecrur olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

رَاَوُا  mahzuf elif üzere mukadder damme ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا  ve masdar-ı müevvel cümlesi  مِنْ بَعْدِ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.

الْاٰيَاتِ  mef’ûlün bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes kelimeler hareke ile îrablanır. 

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

يَسْجُنُنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. 

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

حَتّٰى  harf-i cerdir.  ح۪ينٍ۟  zaman zarfı,  لَيَسْجُنُنَّ  fiiline müteallıktır.

حَتّٰٓى  edatı 3 şekilde kullanılabilir: 1) Harf-i cer olarak gelir. 2) Başlangıç edatı olarak gelir. 3) Atıf edatı olarak gelir. Burada harf-i cer olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ثُمَّ بَدَا لَهُمْ مِنْ بَعْدِ مَا رَاَوُا الْاٰيَاتِ

 

Cümle  ثُمَّ  atıf harfiyle …فَصَرَفَ  cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki  رَاَوُا الْاٰيَاتِ  cümlesi, masdar teviliyle muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur. Masdar-ı müevvel cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

رَاَوُا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


لَيَسْجُنُنَّهُ حَتّٰى ح۪ينٍ۟

 

لَيَسْجُنُنَّهُ حَتّٰى ح۪ينٍ۟  cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Kasemin ve cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf kasem ve cevabından müteşekkil terkip, kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

Kasem cümlesinin, öncesi için tefsiriyye olduğu da söylenmiştir.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Züleyha'nın Yusuf'u zindana attırma amacı; Yusuf'u elde etmek için ona güzelliğini arz etmesiyle ve kendisi ile arkadaşlarının onu bu işe teşvik etmesiyle bir sonuç almaktan umudu kalmayınca tehdidini gerçekleştirip Yusuf’un azmini kırmak ve teslimiyetini sağlamak içindi. (Ebüssuûd)

ح۪ينٍ۟ ’deki tenvin, herhangi bir manasında belirsizlik ifade eder.

ح۪ينٍ۟  muayyen olmayan bir zaman parçasıdır. Hem kısa hem de uzun olan zaman parçasına denir. (Fahreddin er-Râzî)

ثُمَّ  ve  بَعْدِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


Yusuf Sûresi 36. Ayet

وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِۜ قَالَ اَحَدُهُمَٓا اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَعْصِرُ خَمْراًۚ وَقَالَ الْاٰخَرُ اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَحْمِلُ فَوْقَ رَأْس۪ي خُبْزاً تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُۜ نَبِّئْنَا بِتَأْو۪يلِه۪ۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ  ...


Onunla beraber zindana iki delikanlı daha girdi. Biri, “Ben rüyamda şaraplık üzüm sıktığımı gördüm” dedi. Diğeri, “Ben de rüyamda başımın üzerinde, kuşların yediği bir ekmek taşıdığımı gördüm. Bize bunun yorumunu haber ver. Şüphesiz biz seni iyilik yapanlardan görüyoruz” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَدَخَلَ ve girdi د خ ل
2 مَعَهُ onunla beraber
3 السِّجْنَ zindana س ج ن
4 فَتَيَانِ iki genç daha ف ت ي
5 قَالَ dedi ki ق و ل
6 أَحَدُهُمَا onlardan biri ا ح د
7 إِنِّي şüphesiz ben
8 أَرَانِي (düşümde) görüyorum ر ا ي
9 أَعْصِرُ sıktığımı ع ص ر
10 خَمْرًا şarap خ م ر
11 وَقَالَ ve dedi ق و ل
12 الْاخَرُ öteki de ا خ ر
13 إِنِّي ben de
14 أَرَانِي görüyorum ki ر ا ي
15 أَحْمِلُ taşıyorum ح م ل
16 فَوْقَ üstünde ف و ق
17 رَأْسِي başımın ر ا س
18 خُبْزًا ekmek خ ب ز
19 تَأْكُلُ yiyor ا ك ل
20 الطَّيْرُ kuşlar ط ي ر
21 مِنْهُ ondan
22 نَبِّئْنَا bize haber ver ن ب ا
23 بِتَأْوِيلِهِ bunun yorumunu ا و ل
24 إِنَّا zira biz
25 نَرَاكَ seni görüyoruz ر ا ي
26 مِنَ
27 الْمُحْسِنِينَ güzel davrananlardan ح س ن
Böylece Yûsuf zindana atıldı. Onunla birlikte biri kralın şarap sunucusu, diğeri fırıncısı olmak üzere iki delikanlı daha zindana girdi. Tefsirlerdeki rivayetlere göre bu iki genç, Mısır’da kralı öldürmek isteyen kimselerin teşvikiyle onun ekmeğine ve şarabına zehir katmışlar, fakat biraz sonra birbirlerini jurnal ederek ekmekçi, şarapta zehir olduğunu; şarapçı da ekmekte zehir olduğunu krala haber vermiş, bunun üzerine her ikisi de hapse atılmışlardı (Şevkânî, III, 30). Bunlardan biri düşünde şarap yapmak için üzüm sıktığını, diğeri ise başının üzerinde ekmek taşıdığını ve kuşun gelip o ekmekten yediğini görmüş, muhtemelen rüyalarını birbirlerine anlatmışlar, fakat yorumunu yapamamışlardı. Bunun üzerine her ikisi de doğruluğuna, ilmine, yorumuna ve şahsiyetine güvendikleri Yûsuf’a gelip ondan rüyalarının yorumunu istediler.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 232
عصر Asara : Kökteki asıl anlam; gerekli neticenin husule gelmesi için birşeyi sıkmaktır. Suyunu elde etmek için üzümü sıkmak, yine yıkanmış elbiseyi rutubetini çıkarmak için sıkmak gibi… عَصْر aslen geçmişinin sıkılarak mazinin bir özeti haline gelmiş olduğu hususi bir zaman dilimidir. Asr vakti günün sonudur. العصران Bazılarına göre sabah-akşam, diğer bazılarına göre ise gece gündüz anlamındadır. Asr manaları/konumları bir olmasına rağmen muhtelif her iki şey için kullanılır; kış- yaz, gece- gündüz, fecr-sabah gibi…Yine asr bir çok sene için de bir isimdir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri asır, muâsır, usâre (öz suyu), unsur ve anâsırdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  دَخَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مَعَ  zaman zarfı,  دَخَلَ  fiiline müteallıktır. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

السِّجْنَ  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.  فَتَيَانِ  fail olup müsenna olduğu için elif ile merfûdur.


قَالَ اَحَدُهُمَٓا اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَعْصِرُ خَمْراًۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَحَدُ  fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  هُمَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli  اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ي  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اَرٰين۪ٓي  fiili  اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اَرٰين۪ٓي  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا dir.

Sonundaki  نِ  vikayedir. Muttasıl zamir  ي  harfi mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

اَعْصِرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir  olup takdiri  أنا ’dir. 

Muzari fiillerin (أَنَا  –  أَنْتَ  –  نَخْنُ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ  -  هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevâzendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَمْراً  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.


وَقَالَ الْاٰخَرُ اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَحْمِلُ فَوْقَ رَأْس۪ي خُبْزاً تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْاٰخَرُ  fail olup damme ile merfûdur.

Mekulü’l-kavli  اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.  

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ي  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

اَرٰين۪ٓي  fiili  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اَرٰين۪ٓي  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.

Sonundaki  نِ  vikayedir. Muttasıl zamir  ي  harfi mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

اَحْمِلُ  merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنا ’dir.

فَوْقَ  mekân zarfı,  اَحْمِلُ  fiiline müteallıktır.  رَأْس۪ي  muzâfun ileyh olup mukadder kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.

Mütekellim zamiri   ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

خُبْزاً  ikinci mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.

تَأْكُلُ  fiili,  خُبْزاً ’in sıfatı olarak mahallen mansubdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

Hakiki Sıfat:

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred Olan Sıfatlar:

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik-nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle Olan Sıfatlar: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. 

Burada sıfat cümle olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَأْكُلُ  merfû muzari fiildir.  الطَّيْرُ  fail olup lafzen merfûdur.

مِنْهُ  car mecruru  تَأْكُلُ  fiiline müteallıktır. 


نَبِّئْنَا بِتَأْو۪يلِه۪ۚ

 

Fiil cümlesidir.  نَبِّئْنَا  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  

بِتَأْو۪يلِ  car mecruru  نَبِّئْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahellen mecrurdur.

نَبِّئْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi  نبأ ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.


 اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

نَا  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olup mahallen mansubdur.

نَرٰيكَ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

نَرٰيكَ  mukadder elif üzere merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ  car mecruru  نَرٰيكَ  fiiline müteallıktır.  الْمُحْسِن۪ينَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُحْسِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَدَخَلَ مَعَهُ السِّجْنَ فَتَيَانِۜ 

 

وَ  atıftır. İki ayet arasında meskûtun anh vardır. Cümle takdiri,  فسجن يوسف ومعه دخل السجن فتيان  (Hemen yanında iki kişiyle beraber Yusuf hapse girdi) olan mahzuf müstenefeye matuftur.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَعَهُ  şeklindeki izafetin takdimi, onunla birlikte hapse sadece iki gencin girdiğini vurgular.


 قَالَ اَحَدُهُمَٓا اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَعْصِرُ خَمْراًۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli,  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Hal konumundaki  اَعْصِرُ خَمْراً  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

خَمْراً  (şarap) sıkılan bir şey değildir. Sıkılan üzümdür. Bu sebeple ayette kevniyet alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır. Yani üzümün sıkılması şarap olmasından öncedir. (Sâbûnî)

Her iki zindan arkadaşı da rüya gördüklerini  اَرٰين۪ٓي  şeklinde muzari fiille ifade etmişlerdir. Burada şimdiki zaman kipi, geçmiş bir halin hikâyesi için kullanılmıştır. (Safvetü't Tefasir, 43. ayetin notlarından)

Ayetin tefsîrinde Beyzâvî, alakasını da bizzat zikrederek, mecazı şu şekilde açıklar: Ayette geçen  خَمْراً  (şarap) lafzı üzüm manasınadır. Yüce Allah ilerideki halini göz önünde bulundurarak “üzüm”den “şarap” diye söz etti. Yani “şarap sıkıyorum” ifadesi, ilerde böyle olacağı nazar-ı itibara alınarak “şarap olacak üzüm sıkıyorum” anlamında kullanılmıştır. Mürsel mecazın bu türüne “i’tibar-i ma yeulu ileyh/i’tibar-i ma seyekun (geleceği göz önünde bulundurmak) adı verilir. Burada “şarap” lafzının hakiki manada kullanılmasına engel karine lafızda yer alan “sıkmak” ifadesidir. Çünkü şarap sıvıdır. Sıvı ise sıkılmaz. O halde şarap lafzı, şarap olacak üzüm lafzı yerine mecazen kullanılmıştır.  (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)


وَقَالَ الْاٰخَرُ اِنّ۪ٓي اَرٰين۪ٓي اَحْمِلُ فَوْقَ رَأْس۪ي خُبْزاً تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُۜ 

 

Öncesine  وَ ’la atfedilen cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli,  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Hal konumundaki  اَحْمِلُ فَوْقَ رَأْس۪ي  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

تَأْكُلُ الطَّيْرُ مِنْهُ  cümlesi  خُبْزاً  için sıfattır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfatlar ıtnâb sanatıdır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)


 نَبِّئْنَا بِتَأْو۪يلِه۪ۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.


 اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ

 

Beyânî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

الْمُحْسِن۪ينَ  ifadesi, “rüya tabirini iyi yapanlardansın” anlamına gelir. (Keşşâf)

اِنّ۪ٓي  ,اَرٰين۪ٓي  ,قَالَ  kelimelerinin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  اَرٰين۪ٓي - نَرٰيكَ  kelimeleri arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Yusuf Sûresi 37. Ayet

قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪يۜ اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ  ...


Yûsuf dedi ki: “Sizin yiyeceğiniz yemek size gelmeden önce, onun ne olduğunu bildiririm. Bu, bana Rabbimin öğrettiklerindendir. Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir milletin dinini bıraktım.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ (Yusuf) şöyle dedi ق و ل
2 لَا
3 يَأْتِيكُمَا size gelmez ا ت ي
4 طَعَامٌ bir yemek ط ع م
5 تُرْزَقَانِهِ rızık olarak verilen ر ز ق
6 إِلَّا mutlaka
7 نَبَّأْتُكُمَا size haber vermiş olurum ن ب ا
8 بِتَأْوِيلِهِ bunun yorumunu ا و ل
9 قَبْلَ önceden ق ب ل
10 أَنْ
11 يَأْتِيَكُمَا size gelmeden ا ت ي
12 ذَٰلِكُمَا bu
13 مِمَّا şeylerdendir
14 عَلَّمَنِي bana öğrettiği ع ل م
15 رَبِّي Rabbimin ر ب ب
16 إِنِّي şüphesiz ben
17 تَرَكْتُ terk ettim ت ر ك
18 مِلَّةَ dinini م ل ل
19 قَوْمٍ bir kavmin ق و م
20 لَا
21 يُؤْمِنُونَ inanmıyorlar ا م ن
22 بِاللَّهِ Allah’a
23 وَهُمْ ve onlar
24 بِالْاخِرَةِ ahireti ا خ ر
25 هُمْ onlar
26 كَافِرُونَ inkar ediyorlar ك ف ر
Bu olay, Hz. Yûsuf’un risâletini tebliğe başladığı ilk olay olmalıdır. Zira bundan önce tebliğde bulunduğunu gösteren herhangi bir işaret yoktur. Ona güvenen ve ondan rüyalarının yorumunu isteyen iki arkadaşına o, gayet nazik bir şekilde hitap ederek rüya yorumlama ilminin kehânet ve falcılık değil, Allah’ın, kendisine vahyettiği ilimlerden olduğunu bildirmiştir. Kendisinin Allah’a ve âhiret gününe inanmayan putperest Mısırlılar’ın dinine asla iltifat etmediğini, hak peygamber olan atalarının dinine mensup olduğunu ve bunların Allah’a ortak koşmalarının doğru olmadığını ifade etmiştir. Mısırlılar o zaman putperest olup çeşitli tanrılara tapıyorlardı (İbn Âşûr, XII, 271); nitekim 39 ve 40. âyetler bunu ifade etmektedir. Burada dikkat çeken bir husus da Hz. Yûsuf’un, “Size rızık olarak verilen yemek gelmeden önce onun yorumunu mutlaka size haber vereceğim” diyerek yorum için bir vakit belirlemiş olmasıdır. Bu ifadeden, zindandakilerin dış dünya ile ilişkilerinin kesildiği, güneşin hareketini dahi izleme imkânlarının bulunmadığı, dolayısıyla, vakti ancak yemek, uyku ve havalandırma gibi olaylarla bildikleri anlaşılmaktadır. “Size rızık olarak verilen yemek gelmeden önce” ifadesini, mecaz olarak “olaylar başınıza gelmeden, rüyanız gerçekleşmeden önce” şeklinde anlamak da mümkündür. Hz. Yûsuf’un, “Bu (rüya yorumlama ilmi) rabbimin bana öğrettiklerindendir” meâlindeki ifadesi yüce Allah’ın ona rüya yorumlamanın dışında da şer‘î ilimler, hikmet, iktisat vb. birçok ilmi öğretmiş olduğuna işaret eder. Nitekim 55. âyette krala hitaben söyledikleri de bu yorumu destekler mahiyettedir. Hz. Yûsuf, aynı zamanda İbrâhim, İshak ve Ya‘kub aleyhisselâmın kendisinin ataları olduğunu söyleyerek kimliğini de ilk defa açıklamış bulunmaktadır. Ayrıca o, kendisinin Allah tarafından peygamber atalarına vahyedilen dini tebliğ etmek için seçilmiş olduğunu, dolayısıyla bir eğitim ve imtihan sürecinden geçtiğini biliyordu.

قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَأْت۪ي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.

Muttasıl zamir  كُمَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

طَعَامٌ  fail olup lafzen merfûdur.

تُرْزَقَانِه۪ٓ  fiili,  طَعَامٌ nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.

تُرْزَقَانِ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan elif fail olup mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  نَبَّأْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamiri  كُمَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

بِتَأْو۪يلِ  car mecruru  نَبَّأْتُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَبْلَ  zaman zarfı,  نَبَّأْتُ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  قَبْلَ nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur. 

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَأْتِيَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

Muttasıl zamir  كُمَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.


ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪يۜ 

 

İsim cümlesidir.  ذٰلِكُمَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  كُمَا  ise muhatap zamiridir. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. İsmi mevsûlün sılası  عَلَّمَن۪ي رَبّ۪ي dir. Îrabdan mahalli yoktur.

عَلَّمَن۪ي  fetha üzere mebni mazi fiildir. Sonundaki  نِ  vikayedir.

Mütekellim  zamiri  ي  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

رَبّ۪ي  fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

ي  muttasıl zamiri  اِنَّ nin ismi olup mahallen mansubdur.

تَرَكْتُ  cümlesi  اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

تَرَكْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

مِلَّةَ  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.  قَوْمٍ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِاللّٰهِ  car mecruru  يُؤْمِنُونَ  fiiline müteallıktır.


وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

بِالْاٰخِرَةِ  car mecruru  كَافِرُونَ ’ye müteallıktır.

Munfasıl zamir  هُمْ  birinciyi tekid etmek içindir. 

Tekid, tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı îrabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye “tekid (müekkid-  ٌمُؤَكِّد)”, tekid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مُؤَكَّدٌ)” denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzi ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Lafzi Tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar. 

2. Manevi Tekid: Manevi tekid marifeyi tekid eder, belirli kelimelerle yapılır. Burada lafzi tekid olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

كَافِرُونَ  haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

كَافِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

تُرْزَقَانِه۪ٓ  cümlesi  طَعَامٌ  için sıfattır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

نَبَّأْتُكُمَا  muzari fiil cümlesi  طَعَامٌ  için ikinci sıfat cümlesidir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Nefy harfi ve istisna harfiyle oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille sıfatı veya hali arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki müspet muzari fiil sıygasındaki  يَأْتِيَكُمَا  cümlesi, masdar tevilinde muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hz. Yusuf onlara gelecek yiyeceklerin ne olduğunu haber verebileceğini  لَا  ve  اِلَّا  ile kurulan kasr üslubuyla ifade etmiştir. Yani “Kesinlikle size gelmeden önce açıklamasını yapmayacağım, rızıklandığınız, yediğiniz hiçbir yiyecek yoktur.” demektir.

Hz. Yusuf’un bu sözden maksadı, bekledikleri bütün önemli işleri önceden haber vermek idi. Yemeğin zikre tahsis edilmesi, onların durumuna göre çok önemli olmasından dolayıdır. Bir de onların şarap ve yemekle ilgili sordukları rüyaların yorumuna güzel bir münasebetle başlamak içindi. (Ebüssuûd)

يَأْتِيَكُمَا  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

طَعَامٌ - تُرْزَقَانِه۪ٓ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪يۜ

 

Beyânî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek içindir. 

Tecessüm ifade eden işaret isminde istiare vardır.  ذٰلِكُمَا  ile rüya teviline işaret edilmiştir. 

Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’ her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübtedanın haberi mahzuftur. 

Müteallakı mahzuf haber olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası, mazi fiil sıygasında gelmiştir. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)

رَبّ۪ي  izafetinde mütekellim zamirinin  رَبّ۪  ismine muzâf olması sebebiyle Hz. Yusuf şeref kazanmıştır.

Hz. Yusuf'un Rüya Tabirinden Önce Giriş Yapmasının Hikmeti:

Şunu bil ki bu ayette zikredilen husus, onların sordukları şey hakkında bir cevap değildir. Dolayısıyla burada, cevabın zikredilmeyip de bu söze geçilmesinin sebebini beyan etmek gerekmektedir. Alimler bu hususta birçok açıklamada bulunmuşlardır. Bunlardan birisi:

Soru soranların birisine verilecek cevap onun asılacağı şeklinde olunca hiç şüphesiz bu sözü duyduğunda onun hüznü çoğalıp bu söze karşı olan nefreti de artacağı için; Yusuf (as), burada yapılması uygun olan şeyin bundan önce ilmi ve sözü sayesinde kendisiyle müessir ve etkili olacağı bir şeyler söylemesi olduğuna karar verir. Esas söyleyeceğini de bundan sonra beyan edip söyleyince onun cevabı bir itham ve düşmanlık sebebi olmaktan çıkar. (Fahreddin er-Râzî)

ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪ي  [‘’Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir.’’] Hz. Yusuf, bu sözleriyle demek istiyor ki kendisi çok bilgilere sahiptir; iki zindan arkadaşının kendisinden dinledikleri ancak onların bir parçası ve o büyük ağacın ancak bir dalıdır. (Ebüssuûd)


اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ

 

Mekulü’l-kavle dahil olan cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ  cümlesi  اِنّ۪ ’nin haberidir.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Onların dinini terk etmekten murad, baştan itibaren o dinden uzak durmaktır. Nitekim “Herhangi bir şeyi Allah'a ortak koşmamız bize yaraşmaz.” (Yusuf Suresi, 38) sözünden de bu gerçek anlaşılmaktadır. Yoksa Hz. Yusuf'un onların dinine bağlı iken onu terk etmesi demek değildir.

Bunun terk etmek olarak ifade edilmesi, o iki arkadaşının Hz. Yusuf'a uymaları için zahiren daha etkili olduğundandır. O kavmin Allah'ı inkâr etmelerinin, ayette  لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ  (O'na iman etmemek) olarak ifade edilmesi,  مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ  (Allah'a inanmayan bir kavmin) denilmesi; onların, putlara tapmakla beraber Allah'a ibadet etmelerinin, kendi batıl iddialarının aksine Allah'a iman sayılmadığını açıkça belirtmek içindir. (Ebüssuûd)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ  cümlesi  قَوْمٍ  için sıfattır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfatlar ıtnâb sanatıdır. 

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

“Şüphesiz ben, Allah'a inanmayan…” cümlesi, mukadder bir sualin cevabıdır. Sanki “Senin Rabbin niçin bu yüksek ilimleri sana öğretmiş?” sorusuna cevap olarak deniliyor ki “Çünkü ben; kâfirlerin dini, onların üzerinde ittifak ettikleri şirki ve putların ibadetini terk etmişimdir.” (Ebüssuûd)

مِلَّةَ - قَوْمٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ

 

Öncesine matuf olan, sübut ve temekkün ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki ikinci munfasıl zamir  هُمْ , tekid için gelmiştir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  بِالْاٰخِرَةِ , amili olan  كَافِرُونَ ’ye, önemine binaen takdim edilmiştir.

وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَ  sözünde, isim cümlesi yoluyla küfürlerinin sübut ve temekkün ettiği ifade edilmiştir. (Âşûr)    

Ayetin son cümlesinde (car mecrurun takdimi ve fasıl zamiri dahil edilmesiyle) “Ve onlar, ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir” denilmesi, hem onların küfrünü tekidle anlatır hem de böyle bir inkârın onlara has olduğunu bildirir.

رَبّ۪ي  ile  بِاللّٰهِ  kelimelerinde yan anlam bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Ayette üslûb-u hakîm sanatı vardır. Bu ayette zikredilen husus, onların sordukları şeyin cevabı değildir. Üslûb-u Hakîm; muhatabın beklediği şeyden başka bir durumla karşılaşması demektir. Muhatabın baskısından kurtulmak veya espri ve nükte yapmak amacıyla başvurulan bir anlatım şeklidir; beklenmedik bir karşılık olduğu için muhatabın dikkatini çeker ve onun söze olan ilgisini arttırır. (Durmuş, İsmail, Üslûb-u Hakîm, DİA, 42/381)

Ayetin son cümlesinde  هُمْ  zamirinin iki defa gelmiş olması, o kavmin, kendisini küfre tahsis etmiş olduğunu beyan etmek içindir. (Fahreddin er-Râzî)

Dört kere tekrarlanan  كُمَا  ve iki kere tekrarlanan  هُمْ  zamirlerinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قَبْلَ - لْاٰخِرَةِ  ,يُؤْمِنُونَ - كَافِرُونَ  ,تَرَكْتُ - يَأْتِيَكُمَا  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

 
Günün Mesajı

Hz. Yusuf (a.s.), ahlâki bir çöküntünün bulunduğu bir ortamda, çok çetin iffet ve dürüstlük sınavlarından geçti. Bunların hepsini başarıyla verdi. Sarayda bir köle olduğu halde, kendisine “soylu, zengin ve güzel” kadınlardan gelen daveti reddetti. Şüphesiz bu, bir defaya mahsus kalmadı. Ama her defasında direndi ve onlara uyup sarayda kalmaktansa, büyük bir gönül rahatlığıyla zindanı tercih, hatta arzu etti. İffet, ismet, doğruluk, bilgi, hikmet, feraset, güvenilirlilik, liyakat ve kadir-kıymet ve iyilik bilirlikle kendisini kabul ettirdi.

Hz. Yusuf (a.s.), bütün rasuller gibi, Allah'ın dinini başkalarına anlatma hususunda karşısına çıkan her fırsatı değerlendiriyor ve insanlar nezdindeki itibarını bu yönde kullanıyordu.

Ayetten anlaşıldığına göre, nasıl Hz. İsa (a.s.), peygamberliğine delil olan mucizeler içinde insanların neler yediklerini ve evlerinde neler biriktirdiklerini de zikretmiş ve kavmine “Ne yediğinizi ve evlerinizde neyi biriktirdiğinizi size haber veririm” demişse (Âl-i İmran Sûresi/3; 49), aynı mucize Hz. Yusuf (a.s.)'a da verilmişti, O da, dinini zindan arkadaşlarına tebliğ ederken, bu mucizeyi anıyor ve bu bilgiyi kendisine Allah'ın verdiğini belirtiyordu.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Kimi insan anlatılanlara dikkat çekmek için aşkı kullanmayı tercih eder ya da romantikleştirilmiş hikayeleri dinlemek kimine daha hoş gelir. Bu, bazen, aşırıya kaçan ya da hadiseden alınması gereken ibretlerden saptıran yorumlara sebep olabilir.

Misal; ameller niyetlere göredir konusuna örnek olan meşhur hadislerden birinde, bir hanımla evlenmek umuduyla hicret eden bir sahabiden bahsedilmektedir.

Rasulullah (sav): “Ameller ancak niyetlere göredir. Ve kişi için ancak niyet ettiği vardır. Kimin hicreti Allah’a ve Rasulune ise, onun hicreti Allah’a ve Rasulunedir. Ve kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya evleneceği bir kadına ise onun hicreti, hicret ettiği şeyedir.” buyurdu.

Bu hadisenin romantik tarafına takılmanın faydası yoktur, bakılsa da yolun sonunda elde edilemeyenin büyüklüğü düşünüldüğünde sonuç niyetin önemine vurgudur. Aynı yolu gidenler ‘Muhacir’ sıfatına sahipken, o sahabi niyetinden dolayı sadece sevdiği Ümmü Kays’a kavuşmuştur.

Romantikleştirilmeye bir başka misal; Kimi insan, aşkları için neler yapmış diyerek Ferhat’tan, Mecnun’dan bahsederken, hz. Yusuf’un da Züleyha için zindana düştüğünü anlatır. Halbuki, Kur’an-ı Kerim’de hz. Yusuf’un zindana girmek için ettiği duanın sebebi açık ve nettir. Hz. Yusuf’un iffeti, cesareti, dürüstlüğü, kendisine bakan kişiye olan sadakati ve Allah’a itaatte kararlılığı; süslenmiş aşk edebiyatından çok daha manalıdır.

 

Sanırım aşkla meşgul olmaya teşvik eden her türlü medya aracı sayesinde, olaylara bakış açılarımız gittikçe daralıyor. Böylece asıl almamız gereken derslerden, üzerinde düşünmemiz ve öncelik vermemiz gereken değerlerden gittikçe uzaklaşıyoruz.

Allahım! Yaptığım her işte ve aldığım her kararda, asıl niyetim: Senin rızanı kazanmak, Sana itaat etmek olsun. Her niyetimi ve her işimin sonucunu güzelleştir. Beni; iki cihanını da kazanan ve iki cihanda da nimetlerinle merhametinle gözü ve kalbi aydınlanan kullarından eyle. Dinlediklerimden ve gördüklerimden, almam gereken dersleri almamda ve hayatıma geçirmemde yar ve yardımcım ol.

Allahım! Peygamberimiz hz. Muhammed (sav)’in duasında buyurduğu gibi: ‘Allahım! Bana doğru olanı ilham et ve beni nefsimin şerrinden koru.’

Hz. Muhammed (sav)’e salat ve selam olsun. Hz. Yusuf’a selam olsun. Cennette onları sevenlere ve onların sevdiklerine komşu olmak ve onlarla muhabbet etmek, hasret gidermek duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji