بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَرَاوَدَتْهُ الَّت۪ي هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِه۪ وَغَلَّقَتِ الْاَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَۜ قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اِنَّهُ رَبّ۪ٓي اَحْسَنَ مَثْوَايَۜ اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَرَاوَدَتْهُ | ve murad almak istedi |
|
2 | الَّتِي | kadın |
|
3 | هُوَ | o (Yusuf) |
|
4 | فِي |
|
|
5 | بَيْتِهَا | onun evinde iken |
|
6 | عَنْ |
|
|
7 | نَفْسِهِ | onun nefsinden |
|
8 | وَغَلَّقَتِ | ve kilitledi |
|
9 | الْأَبْوَابَ | kapıları |
|
10 | وَقَالَتْ | ve dedi |
|
11 | هَيْتَ | haydi gelsene |
|
12 | لَكَ | sen |
|
13 | قَالَ | dedi |
|
14 | مَعَاذَ | sığınırım |
|
15 | اللَّهِ | Allah’a |
|
16 | إِنَّهُ | şüphesiz |
|
17 | رَبِّي | efendim |
|
18 | أَحْسَنَ | en güzel şekilde |
|
19 | مَثْوَايَ | bana baktı |
|
20 | إِنَّهُ | şüphesiz |
|
21 | لَا |
|
|
22 | يُفْلِحُ | iflah olmaz |
|
23 | الظَّالِمُونَ | zalimler |
|
وَرَاوَدَتْهُ الَّت۪ي هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِه۪ وَغَلَّقَتِ الْاَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. رَاوَدَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Müfred müennes has ism-i mevsûl الَّت۪ي , fail olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olup mahallen merfûdur.
ف۪ي بَيْتِهَا car mecruru mübtedanın mahzuf habere müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَنْ نَفْسِه۪ car mecruru رَاوَدَتْ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. غَلَّقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
الْاَبْوَبَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir.
قَالَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
Mekulü’l-kavli هَيْتَ لَكَ ’dir. قَالَتْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
هَيْتَ kelimesi تهيّأت manasında isim fiildir. لَكَ car mecruru mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri; أقول (söylerim) şeklindedir.
قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اِنَّهُ رَبّ۪ٓي اَحْسَنَ مَثْوَايَۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli مَعَاذَ اللّٰهِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مَعَاذَ mahzuf fiilin mefûlu mutlakıdır. Takdiri; أعوذ (Sığınırım) şeklindedir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
رَبّ۪ٓي kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَحْسَنَ مَثْوَايَ cümlesi اِنَّ ’nin ikinci haberi olarak mahallen merfûdur.
اَحْسَنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مَثْوَايَ mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
İsim cümlesidir . اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا يُفْلِحُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olup mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُفْلِحُ merfû muzari fiildir.
الظَّالِمُونَ fail olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
ظَّالِمُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَرَاوَدَتْهُ الَّت۪ي هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِه۪ وَغَلَّقَتِ الْاَبْوَابَ وَقَالَتْ هَيْتَ لَكَۜ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin faili konumundaki ism-i mevsûl الَّت۪ي ’nin sılası هُوَ ف۪ي بَيْتِهَا عَنْ نَفْسِه۪ , mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, arkadan gelen habere dikkat çekmektir. Burada başka bir amaç daha vardır. O da bu kadının adını zikretmeyi uygun bulmamak, kerih görmektir. Bu kadın Yusuf’un (as) kendisiyle, kocasının oturduğu gibi oturmasını istemiştir ki bu da zikredilmesi hoş olmayan bir şeydir. Çünkü bu isim bundan sonra her zaman bu çirkin olayı anımsatır. (Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
وَرَاوَدَتْهُ cümlesine atfedilen غَلَّقَتِ الْاَبْوَابَ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki قَالَتْ هَيْتَ لَكَ cümlesi, bu cümleye matuftur. قَالَتْ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَيْتَ لَكَ tabiri (yavaş-yavaş), (sus), (konuşma) gibi, bir isim fiil olup bütün dilcilere göre “Haydi gel!” demektir.
مراود , gelip durmak anlamındaki راد fiilinden türemiştir. Bir şeyi yapmak için çabalayan bir kimsenin durumu, bıraktığı şeye bir daha dönen, biteviye gidip gelen bir kimsenin haline benzetilmiştir. Dolayısıyla راود yeltenmek, teşebbüs etmek ve uğraşmak demektir. عن harf-i ceri haddi aşma (mücâveze) anlamı verir. Yani edep sınırını aşıp birine cinsel ilişki teklif etmek, baştan çıkarıp kandırmak demektir. Bu ayetteki نَفْسِ kelimesi cimâ’dan kinayedir. Nefsin teslim edilmesi, namusun bozulması anlamına gelir. Görünen o ki bu kinayeli terkip Kur’an’ın “mubtekerâtındandır.” Yani ilk defa Kur’an’ın kullandığı bir üsluptur. (İbni Âşûr, et-Tahrîr, XII, 250)
Nefsinden kâm almak istemek cimâdan kinayedir.
الَّتِي هو في بَيْتِها cümlesinde Aziz’in karısının ism-i mevsûl ile ifade edilmesi, Yusuf’un (as) günahsız oluşunu sıla ile duyurmak amacıyladır. Çünkü onun evinde olduğundan Yusuf’a istediğini yaptıracaktı. (Âşûr)
Kadının isminin sarahatle zikredilmemesi, onun sırrını ifşa etmemek içindir yahut bu işin müstehcen olmasından dolayıdır. (Ebüssuûd)
Züleyha'nın kapattığı kapıların yedi tane olduğu rivayet edilmektedir. İşte bunun için kapatma fiili, mübalağa kipi ile zikredilmiştir. Diğer bir görüşe göre ise mübalağa manası, kapıların sımsıkı ve muhkem kapatıldığını ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)
قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemal-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, مَعَاذَ اللّٰهِ mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakıdır. Takdiri, أعوذ (sığınırım)’dır. Mef’ûlü mutlakın amilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Veciz ifade kastına matuf مَعَاذَ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzaf olan مَعَاذَ , tazim edilmiştir.
اِنَّهُ رَبّ۪ٓي اَحْسَنَ مَثْوَايَۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen اِنَّهُ رَبّ۪ٓي اَحْسَنَ مَثْوَايَ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesidir. اِنَّهُ ’daki هُ , şan zamiridir.
Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ’nin haberi olan رَبّ۪ٓي , veciz ifade yollarından olan izafetle gelmiştir.
اَحْسَنَ مَثْوَايَ mazi fiil cümlesi, اِنَّ ’nin ikinci haberi konumundadır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mazi fiil sıygasında fiil cümlesi olması hudûs, hükmü takviye, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Veya اَحْسَنَ مَثْوَايَ cümlesi, رَبّ۪ٓي ’nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayet-i kerimenin geliş sebebi Yusuf’un (as) iffeti ve bu iffette asla şüphenin olmadığıdır. İsm-i mevsûl de bu manayı güzelleştirir ve kâmil bir şekilde ifade eder. Burada failin ismi Züleyha veya Aziz’in karısı şeklinde açıkça gelmeyip ism-i mevsûlle gelmiştir. Böylece Yusuf’un (as) onun evinde, bir çatı altında, aralarında bir engel olmaksızın her zaman gözünün önünde olduğu, bu yüzden de bu çirkin fiil için her zaman kolaylıkla bir fırsatı olabileceği ifade edilmiştir. Müsnedün ileyh açık isimle gelseydi, bu manalar böyle veciz bir şekilde anlaşılmazdı. Ancak buna rağmen Yusuf (as) مَعَاذَ اللّٰهِ (Allah’a sığınırım) demiş ve bu teklifi reddetmiştir. Bu da onun iffetini en güzel şekilde anlatır.
Yusuf’un (as) مَعَاذَ اللّٰهِ sözü, “Bütünüyle Allah’a sığınırım!” takdirindedir.
اِنَّهُ رَبّ۪ٓي [O, benim Rabbim (terbiye edenim)dir.] sözü ile onun kendisine bakıp gözettiğini kastetmiştir ki bu en güzel bir tarizdir. Çünkü o, bu sözü ile “Aziz”in kendisini terbiye edip büyütmesini kastettiği halde, sözün zahirine itibar edenler, bu sözü, “Aziz’in, onun efendisi olduğu” manasına hamlederler.
قَالَ - قَالَتْ kelimelerinde cinas-ı iştikak, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ
Ayetin son cümlesi اِنَّهُ لَا يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ ta’liliyyeden bedel olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi menfi muzari fiil sıygasında gelmiş, hükmü takviye, hudûs, teceddüt, tecessüm ve istimrar ifade etmiştir. اِنَّهُ ’daki هُ , şan zamiridir.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Hazret-i Yusuf’un, الظَّالِمُونَ sözü ile “zina edenler” manasını kastettiği, çünkü zina edenlerin, zina etmek suretiyle kendilerine zulmetmiş oldukları söylenmiştir. Yine o zinakârların işinin, bir şeyi esas yerinin dışına koymayı gerektirdiği için, onların zalim olmuş oldukları söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd)
İlk اِنَّهُ ’daki zamir Aziz’e, ikinci اِنَّهُ ’daki zamir zalimlere dönen şan zamiridir. İki هُ arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
يُفْلِحُ - اَحْسَنَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَلَقَدْ هَمَّتْ بِه۪ۗ وَهَمَّ بِهَاۚ لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪ۜ كَذٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّٓوءَ وَالْفَحْشَٓاءَۜ اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَص۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَقَدْ | andolsun |
|
2 | هَمَّتْ | kadın arzu etmişti |
|
3 | بِهِ | onu |
|
4 | وَهَمَّ | o da arzu etmişti |
|
5 | بِهَا | onu |
|
6 | لَوْلَا | eğer |
|
7 | أَنْ |
|
|
8 | رَأَىٰ | görmeseydi |
|
9 | بُرْهَانَ | doğruyu gösteren delilini |
|
10 | رَبِّهِ | Rabbinin |
|
11 | كَذَٰلِكَ | böylece |
|
12 | لِنَصْرِفَ | çevirmek istedik |
|
13 | عَنْهُ | ondan |
|
14 | السُّوءَ | kötülüğü |
|
15 | وَالْفَحْشَاءَ | ve fuhşu |
|
16 | إِنَّهُ | çünkü o |
|
17 | مِنْ |
|
|
18 | عِبَادِنَا | kullarımızdandır |
|
19 | الْمُخْلَصِينَ | ihlasa erdirilmiş |
|
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِه۪ۗ وَهَمَّ بِهَاۚ
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattie harfidir.
قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder.
هَمَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. بِه۪ car mecruru هَمَّتْ fiiline müteallıktır.
هَمَّ fiili atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
هَمَّ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِهَا car mecruru هَمَّ fiiline mütealıktır.
لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪ۜ
لَوْلَٓا cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için هلا yani “Değil mi?” manasındadır. (Âşûr)
اَنْ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur, cümleye masdar anlamı verir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mübteda olup mahallen merfûdur. Haberi mahzuftur. Takdiri, موجودة şeklindedir.
رَاٰ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بُرْهَانَ mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.
رَبِّ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ۜ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَذٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّٓوءَ وَالْفَحْشَٓاءَۜ
كَ harf-i cerdir. مثل (gibi) manasındadır. Bu ibare, mahzuf masdarın sıfatına müteallıktır. Takdiri, ثبتناه تثبيتًا مثلَ ذلك التثبيت، أو أريناه برهان ربه إراءً مثلَ ذلك الإراء لنصرف عنه السوء (Biz onu böyle bir tasdikle sabit kıldık veya ondan kötülüğü uzaklaştırmak için ona Rabbinin delilini, bunun gibi bir kanaati gösterdik.) şeklindedir.
ذا işaret ismi, sükun üzere mebni, mahallen mecrurdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir, mecrurdur.
لِ harfi, نَصْرِفَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf fiiline müteallıktır.
نَصْرِفَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
عَنْهُ car mecruru نَصْرِفَ fiiline müteallıktır.
السُّٓوءَ mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur. الْفَحْشَٓاءَ kelimesi atıf harfi وَ ’la السُّٓوءَ ‘ya matuftur.
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَص۪ينَ
İsim cümlesidir . اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مِنْ عِبَادِنَا car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمُخْلَص۪ينَ kelimesi عِبَادِ ’nin sıfattır. Cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْمُخْلَص۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mefûludur.
İsm-i mefûl; kendisine iş yapılanı bildiren, failden etkilenen isimdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ هَمَّتْ بِه۪ۗ وَهَمَّ بِهَاۚ
وَ atıf, لَ mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayr-ı talebî inşâî isnaddır.
Kasemin cevabı قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş وَلَقَدْ هَمَّتْ بِه۪ۗ cümlesi, muksemun aleyhtir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Aynı üslupta gelen وَهَمَّ بِهَاۚ cümlesi, kasemin cevabına matuftur.
Bu iki cümle arasında mukabele sanatı vardır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
لَوْلَٓا اَنْ رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪ۜ
Beyâniyye olarak fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اَنْ ve akabindeki رَاٰ بُرْهَانَ رَبِّه۪ cümlesi masdar teviliyle, mübteda konumundadır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübtedanın haberi mahzuftur.
Mübteda konumundaki masdar-ı müevvel ve mahzuf haberi şart cümlesidir.
لَوْلَٓا ’nın cevabı, mahzuftur.
لَوْلَٓا şart ilişkisi kurar. Şart olan olumsuz durum dolayısıyla cevabın bulunmadığını ifade eder. Türkçeye: ‘’olmasaydı, olmamış olsa, …meseydi’’ şeklinde tercüme edilmektedir. Gerçekleşmiş bir fiil ile gerçekleşmemiş bir fiil arasında ayrılmazlık ilişkisi (sebep-sonuç) kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
وَهَمَّ بِهَا ’nın لَوْلَٓا ’nın cevabı olması caiz değildir. Çünkü o şart edatı durumundadır, cevabı ondan önce gelemez. Bilakis cevap mahzuftur. (Beyzâvî)
Râzî ise aynı görüşte değildir. Bu ayetle ilgili olarak şunları söylemiştir: Ayette, لَوْلَٓا (Eğer (…) olsaydı) edatının cevabı önce gelmiştir. Bu tıpkı, “Helak olanlardan olacaktın, eğer falanca seni kurtarmasaydı” denilmesi gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
رَبِّه۪ izafetinde, ismine muzâfun ileyh olan ه۪ zamiri dolayısıyla Hz. Yusuf şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet Allah’ın rububiyet vasfıyla ona destek olduğunun işaretidir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.
كَذٰلِكَ لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّٓوءَ وَالْفَحْشَٓاءَۜ
Ayette îcâz-ı hazif vardır. كَذٰلِكَ , takdiri ثبتناه تثبيتًا مثلَ ذلك التثبيت، أو أريناه برهان ربه إراءً مثلَ ذلك الإراء لنصرف عنه السوء (Biz onu böyle bir tasdikle sabit kıldık veya ondan kötülüğü uzaklaştırmak için ona Rabbinin delilini, bunun gibi bir kanaati gösterdik.) olan mahzuf bir mef’ûlu mutlaka müteallıktır.
كَذٰلِكَ kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem كَ hem de ذٰ işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi 28, s. 101)
كَذٰلِكَ [İşte böyle], aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali, işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِنَصْرِفَ عَنْهُ السُّٓوءَ وَالْفَحْشَٓاءَۜ cümlesi, mecrur mahalde olup gizli أنْ ’nin sılasıdır, irabdan mahalli yoktur. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَبِّه۪ izafetinden sonra لِنَصْرِفَ ibaresinde gaipten mütekellime dönülmüştür. Böylece Allah’ın kendisine itaate devam eden kullarına yakınlığı vurgulanmıştır. (Beyzâvî, Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
الصَّرْفُ bir şeyi bir yerden başka bir yere taşımaktır. Burada bir şeyi bulunması gerektiği yerde bir şeyin içine girmekten korumak manasında mecaz olarak kullanılmıştır. Neredeyse bir şeyle karışacak bir şeyden korumak manasındadır. Korumanın sarf kelimesiyle ifade edilmesi kötülüğün meydana gelme sebeplerinin mevcut olduğuna ancak Allah’ın bu kötülükleri engellediğine işaret eder. (Âşûr)
هَمَّ - هَمَّتْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, السُّٓوءَ ve الْفَحْشَٓاءَ kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنَّهُ مِنْ عِبَادِنَا الْمُخْلَص۪ينَ
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemal-i ittisâldır. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عِبَادِنَا izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olması kulları tazim ve teşrif içindir.
الْمُخْلَص۪ينَ kelimesi, عِبَادِنَا için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
الْمُخْلَص۪ينَ; eğer başında الْ varsa Kur’an’ın her yerinde لَ ’ın kesri ile مُخْلَص۪ينَ okumuşlardır ki dinini Allah’a ihlaslı icra eden kimseler demektir. (Beyzâvî)
الْمُخْلَص۪ينَ - الْفَحْشَٓاءَ kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَم۪يصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَاَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَا الْبَابِۜ قَالَتْ مَا جَزَٓاءُ مَنْ اَرَادَ بِاَهْلِكَ سُٓوءاً اِلَّٓا اَنْ يُسْجَنَ اَوْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَاسْتَبَقَا | ve koşuştular |
|
2 | الْبَابَ | kapıya doğru |
|
3 | وَقَدَّتْ | ve kadın yırttı |
|
4 | قَمِيصَهُ | gömleğini |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | دُبُرٍ | arkasından |
|
7 | وَأَلْفَيَا | ve rastladılar |
|
8 | سَيِّدَهَا | kadının kocasına |
|
9 | لَدَى | yanında |
|
10 | الْبَابِ | kapının |
|
11 | قَالَتْ | (kadın) dedi ki |
|
12 | مَا | nedir? |
|
13 | جَزَاءُ | cezası |
|
14 | مَنْ | kimsenin |
|
15 | أَرَادَ | isteyen |
|
16 | بِأَهْلِكَ | senin ailene |
|
17 | سُوءًا | kötülük |
|
18 | إِلَّا | başka |
|
19 | أَنْ |
|
|
20 | يُسْجَنَ | hapsolunmaktan |
|
21 | أَوْ | veya |
|
22 | عَذَابٌ | bir azaptan |
|
23 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَم۪يصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَاَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَا الْبَابِۜ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اسْتَبَقَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamiri elif fail olarak mahallen merfûdur.
الْبَابَ mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur.
وَ atıf harfidir. قَدَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
قَم۪يصَهُ mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ دُبُرٍ car mecruru قَدَّتْ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. اَلْفَيَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamiri elif fail olarak mahallen merfûdur.
سَيِّدَهَا mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَدَا mekân zarfı, mahzuf ikinci mefûlun bihe müteallıktır. Takdiri; موجودا لدى الباب (Kapının yanında olan.) şeklindedir.
الْبَابِ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
قَالَتْ مَا جَزَٓاءُ مَنْ اَرَادَ بِاَهْلِكَ سُٓوءاً اِلَّٓا اَنْ يُسْجَنَ اَوْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Fiil cümlesidir. قَالَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
مَا istifham ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. جَزَٓاءُ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası اَرَادَ بِاَهْلِكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَرَادَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِاَهْلِكَ car mecruru سُٓوءاً ’nin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سُٓوءاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
اِلَّٓا hasr edatıdır. اَنْ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur, cümleye masdar anlamı verir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, جَزَٓاءُ ’den bedel olarak mahallen merfûdur.
يُسْجَنَ mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Fiili muzarinin başına “اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur’an-ı Kerim’de çok nadir de olsa bazen cümlede اَنْ ’den önce (لِ) harf-i cerini ve اَنْ ’den sonra da nâfiye lâ’sını (لَا) görebiliriz. لِئَلَّا şeklinde yazılır. Bazen ise bu اَنْ ’den önce (لِ) harf-i ceri ve nâfiye lâ’sının (لَا) hazfedildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَوْ atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَذَابٌ kelimesi masdar-ı müevvel cümlesine matuftur. اَل۪يمٌ kelimesi, عَذَابٌ ’nun sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَل۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاسْتَبَقَا الْبَابَ وَقَدَّتْ قَم۪يصَهُ مِنْ دُبُرٍ وَاَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَا الْبَابِۜ
Ayet önceki mahzuf kasemin cevabına matuftur.
Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَقَدَّتْ قَم۪يصَهُ مِنْ دُبُرٍ cümlesi ve وَاَلْفَيَا سَيِّدَهَا لَدَا الْبَابِۜ cümlesi, وَاسْتَبَقَا الْبَابَ cümlesine matuftur.
وَاسْتَبَقَا الْبَابَ cümlesi, muciz Kuran’ın bir çok manayı az lafızla ifade etmesi olan îcâz özelliğidir. Biri onu istediği için, diğeri ondan kaçtığı için ikisi de kapıya doğru koştular. Kadın, arkasından onun çıkmasını engellemek için koştu ve arkasından gömleğini tuttu. Onu, istemediği halde yatağa zorla çekmeyi istedi. Gömleğini arkadan yırttı. İşte Kur'an-ı Kerim bunların hepsini sadece ‘’kapıya koştular’’ lafzıyla ifade etmiştir. (Sâbûnî)
الْبَابَ kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Bir çok kapalı kapı olduğundan البابَ ’taki marifelik cins içindir. (Âşûr)
قَالَتْ مَا جَزَٓاءُ مَنْ اَرَادَ بِاَهْلِكَ سُٓوءاً اِلَّٓا اَنْ يُسْجَنَ اَوْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَتْ fiilinin mekulü’l-kavli, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi مَا mübteda, جَزَٓاءُ haberidir. Muzâfun ileyh olarak mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası اَرَادَ بِاَهْلِكَ سُٓوءاً cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Züleyha'nın, “Senin ailene kötülük etmek isteyen” ifadesiyle faili müphem olarak ifade etmesi, kim olursa olsun herkese mezkûr korkunç cezanın uygulandığını belirtmek içindir.
Züleyha'nın, kendisini Aziz’in ailesi unvanıyla ifade etmesi, vahametin büyüklüğünü göstermek ve Azizi, öfke ve hamiyet saikasıyla, kastettiği cezayı gerçekleştirmeye kışkırtmak içindir. (Ebüssuûd)
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُسْجَنَ cümlesi, masdar teviliyle جَزَٓاءُ ’dan bedeldir.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Veya مَا nefy harfi, جَزَٓاءُ mübtedadır. Masdar-ı müevvel اَنْ يُسْجَنَ cümlesi, haberdir. Bu durumda مَا ve اِلَّٓا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır.
Kasrla tekid edilen cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
مَا جَزَٓاءُ ’daki مَا nafîye veya istifhamiyedir, mana da onun cezası zindandan başka nedir demektir? (Beyzâvî)
اَل۪يمٌ kelimesi, عَذَابٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
قَالَ هِيَ رَاوَدَتْن۪ي عَنْ نَفْس۪ي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ اَهْلِهَاۚ اِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | (Yusuf) dedi ki |
|
2 | هِيَ | O |
|
3 | رَاوَدَتْنِي | murad almak istedi |
|
4 | عَنْ |
|
|
5 | نَفْسِي | benden |
|
6 | وَشَهِدَ | ve şahidlik etti |
|
7 | شَاهِدٌ | bir şahid |
|
8 | مِنْ | -nden |
|
9 | أَهْلِهَا | kadının ailesi- |
|
10 | إِنْ | eğer |
|
11 | كَانَ | ise |
|
12 | قَمِيصُهُ | gömleği |
|
13 | قُدَّ | yırtılmış |
|
14 | مِنْ |
|
|
15 | قُبُلٍ | önden |
|
16 | فَصَدَقَتْ | kadın doğrudur |
|
17 | وَهُوَ | o ise |
|
18 | مِنَ |
|
|
19 | الْكَاذِبِينَ | yalancılardandır |
|
قَالَ هِيَ رَاوَدَتْن۪ي عَنْ نَفْس۪ي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ اَهْلِهَاۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Mekulü’l-kavli, هِيَ رَاوَدَتْن۪ي ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Munfasıl zamir هِيَ mübteda olup mahallen merfûdur. رَاوَدَتْن۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
رَاوَدَتْن۪ي fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
Sonundaki ن۪ vikayedir. Mütekellim zamiri ي ise mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَنْ نَفْس۪ي car mecruru رَاوَدَتْن۪ي fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri ي ise muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. شَهِدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. شَاهِدٌ fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ اَهْلِهَا car mecruru شَاهِدٌ ’un mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَاوَدَتْن۪ي fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi رود ’dir.
Mufâale babı fiile, müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
Müşareket (İşteşlik - ortaklık): Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Ayrıca fail işi başlatan ve galip gelendir (sonuçlandırandır). Bazen de müşareket olmayıp tek taraflı olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
شَاهِدٌ kelimesi sülâsî mücerred olan شهد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كَانَ fetha üzere mebni mazi nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
قَم۪يصُ kelimesi كان ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قُدَّ مِنْ قُبُلٍ cümlesi كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
قُدَّ fetha üzere mebni ,meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنْ قُبُلٍ car mecruru قُدَّ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
صَدَقَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الْكَاذِب۪ينَ car mecruru mahzuf habere müteallıktır. الْكَاذِب۪ينَ ’nin cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْكَاذِب۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كذب fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ هِيَ رَاوَدَتْن۪ي عَنْ نَفْس۪ي وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ اَهْلِهَاۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli هِيَ رَاوَدَتْن۪ي عَنْ نَفْس۪ي , mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned رَاوَدَتْن۪ي عَنْ نَفْس۪ي , mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Aynı üsluptaki شَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ اَهْلِهَا cümlesi, istinafa matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
شَهِدَ - شَاهِدٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ فَصَدَقَتْ وَهُوَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ
Şehadetin tefsiri olan cümle şart üslubunda haberî isnaddır. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ قُبُلٍ , şart cümlesidir ve faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin haberi olan قُدَّ مِنْ قُبُلٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır.
فَصَدَقَتْ cümlesi şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesine matuf olan هُوَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ , sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الْكَاذِب۪ينَ , mahzuf habere müteallıktır.
فَصَدَقَتْ cümlesi ile هُوَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ cümlesi arasında mukabele vardır.
صَدَقَتْ (doğru söyledi) ile الْكَاذِب۪ينَ (yalan söyledi) kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
فَصَدَقَتْ ile وَهُوَ مِنَ الْكَاذِب۪ينَ arasında gramer yapısı bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)وَاِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
وَاِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
وَ atıf harfidir. اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.
كَانَ fetha üzere mebni mazi nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
قَم۪يصُ kelimesi كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قُدَّ مِنْ دُبُر cümlesi كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
قُدَّ fetha üzere mebni , meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنْ دُبُرٍ car mecruru قُدَّ fiiline müteallıktır.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
كَذَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir. Şartın cevabı كَذَبَتْ ’dir.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الصَّادِق۪ينَ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. الصَّادِق۪ينَ ’nin cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الصَّادِق۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan صدق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ كَانَ قَم۪يصُهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ
Ayet önceki ayete وَ ’la atfedilmiştir.
Şart üslubunda haberî isnaddır. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, şart cümlesidir ve faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin haberi olan قُدَّ مِنْ دُبُرٍ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır. فَكَذَبَتْ وَهُوَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ cümlesi şartın cevabıdır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cevap cümlesine matuf olan هُوَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ cümlesi mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur مِنَ الصَّادِق۪ينَ , mahzuf habere müteallıktır.
فَكَذَبَتْ cümlesiyle هُوَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
فَكَذَبَتْ ile هُوَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ arasında gramer yapısı bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Bu ayetle önceki ayet arasında onbirli mukabele sanatının güzel bir örneği vardır.
فَكَذَبَتْ ve الصَّادِق۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.فَلَمَّا رَاٰ قَم۪يصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ اِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّۜ اِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظ۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | رَأَىٰ | gördüler |
|
3 | قَمِيصَهُ | gömleğinin |
|
4 | قُدَّ | yırtıldığını |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | دُبُرٍ | arkadan |
|
7 | قَالَ | (kadına) dedi ki |
|
8 | إِنَّهُ | şüphesiz bu |
|
9 | مِنْ |
|
|
10 | كَيْدِكُنَّ | sizin hilenizdir |
|
11 | إِنَّ | gerçekten |
|
12 | كَيْدَكُنَّ | sizin hileniz |
|
13 | عَظِيمٌ | büyüktür |
|
فَلَمَّا رَاٰ قَم۪يصَهُ قُدَّ مِنْ دُبُرٍ قَالَ اِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّۜ
فَ atıf harfidir. لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
رَاٰ قَم۪يصَهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رَاٰ elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
قَم۪يصَ mefûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قُدَّ مِنْ دُبُرٍ cümlesi قَدْ takdiriyle hal olarak mahallen mansubdur.
قُدَّ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مِنْ دُبُرٍ car mecruru قُدَّ fiiline müteallıktır.
Şartın cevabı قَالَ ’dir.
قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli, اِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّ ’dir. قَالَ fiilinin mefûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مِنْ كَيْدِكُنَّ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir كُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظ۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
كَيْدَكُنَّ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur. Muttasıl zamir كُنَّ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَظ۪يمٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.
Ayet, فَ ile öncesine atfedilmiştir. Ayetin ilk cümlesi şart üslubunda, faide-i haber inkârî kelamdır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan رَاٰ قَم۪يصَهُ cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قُدَّ مِنْ دُبُرٍ cümlesi haldir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Cevap cümlesi olan قَالَ اِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّ , müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّهُ مِنْ كَيْدِكُنَّ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْ كَيْدِكُنَّ car mecruru اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
الكَيْدُ bir amacı gerçekleştirmek için istenilmeyen bir şeyi yapmaktır. (Âşûr)
كَيْدِكُنَّ lafzında irsâd sanatı vardır.
اِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظ۪يمٌ
Ta’lil hükmündeki cümle fasılla gelmiştir. Şibh-i kemâli ittisâldir. إِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.
اِنَّ كَيْدَكُنَّ عَظ۪يمٌ cümlesi mezheb-i kelamî sanatı üslubuyla önceki cümledeki anlama delil getirmiştir.
كَيْدَكُنَّ - كَيْدِكُنَّ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.يُوسُفُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا وَاسْتَغْفِر۪ي لِذَنْبِكِۚ اِنَّكِ كُنْتِ مِنَ الْخَاطِـ۪ٔينَ۟
يُوسُفُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا وَاسْتَغْفِر۪ي لِذَنْبِكِۚ
Nida harfi mahzuftur. يُوسُفُ münada olup damme ile mebni mahallen mansubdur. Gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır.
Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude.
Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada müfred alem olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Nidanın cevabı اَعْرِضْ ’dir.
اَعْرِضْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
عَنْ هٰذَا car mecruru اَعْرِضْ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. اسْتَغْفِر۪ي fiili, ن ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Muttasıl zamiri ى fail olarak mahallen merfûdur.
لِذَنْبِكِ car mecruru اسْتَغْفِر۪ي fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اسْتَغْفِر۪ي fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi غفر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
اِنَّكِ كُنْتِ مِنَ الْخَاطِـ۪ٔينَ۟
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
كِ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كُنْتِ مِنَ الْخَاطِـ۪ٔينَ۟ cümlesi, اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كُنْتِ nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
تِ muttasıl zamiri, كُنْتِ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
مِنَ الْخَاطِـ۪ٔينَ۟ car mecruru كُنْتِ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. الْخَاطِـ۪ٔينَ ’nin cer alameti ي ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
الْخَاطِـ۪ٔينَ۟ kelimesi sülâsî mücerred olan خطأ fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُوسُفُ اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا وَاسْتَغْفِر۪ي لِذَنْبِكِۚ
Ayet nida üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan …اَعْرِضْ عَنْ هٰذَا cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üsluptaki اسْتَغْفِر۪ي لِذَنْبِكِ cümlesi, nidanın cevabına matuftur.
Birinci cümle Yusuf’a (as) ikincisi emirin eşine hitaptır.
İşaret isminde istiare vardır. هٰذَا ile duruma işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
Nida harfinin hazfi, konuşmada sık sık tekrarından dolayı yapılan tahfiftir. (el-İtkan)
Zemahşerî, nida makamında nida edatının kullanılmamasının yakınlığa ve taltife delalet ettiğini belirtir. (Keşşâf II, 440)
Yusuf’un üç gömleğinden ikincisinin yani iffetini anlatan gömleğinin yırtılması hadisesinden sonra içinde bulunduğu duruma uygun bir şekilde yakınlık ve taltif unsurunu barındıracak bir şekilde nida edatı kullanılmadan “Yusuf!” ismiyle seslenilmesi elbette zor durumdaki peygamber için büyük bir destek olmuştur. (1. Sahte kanlı gömlek, 2. Arkadan yırtılan gömlek, 3. Kokulu gömlek) (Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 443 (Yusuf Suresi, 18)
اِنَّكِ كُنْتِ مِنَ الْخَاطِـ۪ٔينَ۟
Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem
durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş haber cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu haber cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنَ الْخَاطِـ۪ٔينَ۟ , nakıs fiil كَان ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)
مِنَ الْخَاطِـ۪ٔينَ۟ ibaresi, tağlîb babındandır. Erkeklere ait çoğul kipi getirilerek, kadınlar da bunun kapsamına alınmıştır. (Safvetü't Tefasir)وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ قَدْ شَغَفَهَا حُباًّۜ اِنَّا لَنَرٰيهَا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | ve dediler ki |
|
2 | نِسْوَةٌ | birtakım kadınlar |
|
3 | فِي |
|
|
4 | الْمَدِينَةِ | şehirde |
|
5 | امْرَأَتُ | karısı |
|
6 | الْعَزِيزِ | Vezir’in |
|
7 | تُرَاوِدُ | murad almak istemiş |
|
8 | فَتَاهَا | uşağının |
|
9 | عَنْ |
|
|
10 | نَفْسِهِ | nefsinden |
|
11 | قَدْ | muhakak |
|
12 | شَغَفَهَا | onun bağrını yakmış |
|
13 | حُبًّا | sevda |
|
14 | إِنَّا | elbette biz |
|
15 | لَنَرَاهَا | onu görüyoruz |
|
16 | فِي | içinde |
|
17 | ضَلَالٍ | bir sapıklık |
|
18 | مُبِينٍ | açık |
|
وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. نِسْوَةٌ fail olup lafzen merfûdur.
فِي الْمَد۪ينَةِ car mecruru نِسْوَةٌ ’nün sıfatına müteallıktır.
Mekulü’l-kavli, امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
امْرَاَتُ mübteda olup lafzen merfûdur. الْعَز۪يزِ muzâfun ileyh olarak lafzen mecrurdur.
تُرَاوِدُ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
تُرَاوِدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
فَتٰيهَا mefûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَنْ نَفْسِه۪ car mecruru تُرَاوِدُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَدْ شَغَفَهَا حُباًّۜ
قَدْ tahkik harfidir شَغَفَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حُباًّ temyiz olup fetha ile mansubdur.
Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّا لَنَرٰيهَا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olup mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
نَرٰيهَا cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
نَرٰيهَا mukadder elif üzere merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
ف۪ي ضَلَالٍ car mecruru mahzuf ikinci mefûlun bihe müteallıktır.
مُب۪ينٍ kelimesi ضَلَالٍ ’in sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ
وَ istînâfiyyedir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.
النِّسْوَة kelimesi امْرَأةٍ ’nin cemisidir. Müfredi yoktur. نِساءٌ gibi cemi kıllet isimdir. (Âşûr)
Müsnedün ileyh امْرَاَتُ الْعَز۪يزِ , veciz ifade kastıyla, izafet formunda gelmiştir.
Muzari fiil cümlesi olarak gelen müsned تُرَاوِدُ فَتٰيهَا عَنْ نَفْسِه۪ۚ , hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
مْرَاَتُ الْعَز۪يزِ [Aziz’in karısı] ifadesindeki Aziz ile Kıtfir kastedilmiştir. Aslında الْعَز۪يزِ, Arapçadaki hükümdar anlamındadır. فَتٰيهَا “Emrindeki delikanlıdan” yani uşağından. َ َ فَتٰي kelimesi uşağım/kölem anlamında, فتاة kelimesi de cariyem anlamında kullanılır. (Keşşâf)
Ayeti kerimede زَوْجَة yerine اِمْرَأَة kelimesi kullanılmıştır.
İlgili ayetler incelendiğinde زَوْجَة kelimesinin şu durumlarda kullanıldığı görülür:
Sadakat -Allah’ın dinine inanmada birlik- Üreme imkânı bulunmak - Nikâhlı olmak. اِمْرَأَة kelimesi زَوْجَة için sayılan unsurların zıddı bir durum meydana geldiği takdirde veya tamamen ortadan kalktığı hallerde kullanılmaktadır: -İhanet (Aldatma)- Allah’ın dinine fiilî olarak aleyhtarlık - Üreme imkânının bulunmaması (kısırlık, iktidarsızlık, yaşlılıktan ötürü kadının doğurganlık çağının geçmesi veya erkeğin kuvvetten düşmesi) - Vefat veya diğer gerekçelerle nikâhın son bulması ile dulluk. (İsmail Sökmen, Kur’an’da Geçen زَوْجَة ve اِمْرَأَة Kelimeleri Üzerine, Nüsha Dergisi)
Arapçadaki “Fail müennes veya müzekker cemi teksirse, fiil müennes veya müzekker gelebilir” kuralı gereğince, fail olan نِسْوَةٌ , müennes olduğu halde fiil müzekker gelmiştir. Fail, âkil cemi müzekker-i gayr-i salim veya cemi müennes-i gayr-i salim ise fiil müzekker veya müennes kılınabilir. (Ahmet Şimşek, Arap Dilinde Müzekkerlik ve Müenneslik Uyumu)
نِسْوَةٌ kadınlar topluluğu için isimdir, dişiliği de bu itibarladır, hakiki değildir. Bunun içindir ki fiilinden te’nis alameti atılmıştır. (Beyzâvî)
Hucurat Suresindeki قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّا (Bedeviler; “İnandık” dediler) sözüyle وَقَالَ نِسْوَةٌ فِي الْمَد۪ينَةِ sözünde olduğu gibi müennesliğin, çokluk; müzekkerliğin de azlık için olması lügavî açıdan caiz bir durumdur. Bunda herhangi bir sorun bulunmamaktadır. Fakat burada asıl soru, Yüce Allah’ın neden bir yerde müzekkerliği; başka bir yerde ise müennesliği seçtiğidir?
Bu durum çokluğa delalet ettiğinden fiil müennes olarak gelmiş, azlığa işaret ettiği için fiil müzekker olarak gelmiştir.
Bu ayette kadın, müennes (dişi) olması hasebiyle, ayrıca Arapçada akılsız çoğul müennes kabul edildiği için cümlenin öznesini teşkil eden kadınlarla ilgili olarak قَالَ (dedi) fiilinin müennes yani قالت şeklinde gelmesi gerekirken, müzekker (eril) gelmesi işaret etmektedir ki kadınlar cemaati de olsa, aralarında ciddi ittifak bulunan bir cemaat güç kazanır; o kadınlar topluluğu, bir nevi erkekler topluluğu gibi olur (Lemalar, 241-242). Bu kullanım şekli, ayrıca o dönemde Mısır baş şehrindeki kadın hakimiyetini de göstermektedir.
Bilhassa müsteşriklerin tesiri altında kalan veya kendini beğenmiş bazı sözde ilim adamları, Kur’an-ı Kerim'deki bu türden ve benzeri bazı kullanımları öne sürerek, -haşa- onda gramer hatası bulunduğu gibi cüretkâr iddialarda bulunabilmektedirler. Oysa bu gibi iddialar, ancak iddia sahiplerinin cehaletini gösterir. Çünkü bu ayette görüldüğü gibi, böylesi kullanımlarda çok ince manalar, nükteler ve gerçekler yüklüdür. Dilde önemli olanı manadır; lafız, gramer gibi unsurlar, mananın en güzel şekilde ifadesi için kullanılır ve ona göre şekillenir. Yoksa mana, lafız ve gramer için değildir, Kur'an-ı Kerim her konuda olduğu gibi dil konusunda da önümüze ışık tutmaktadır.
قَدْ شَغَفَهَا حُباًّۜ
Ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
قَدْ tahkik harfiyle tekid edilmiş cümle müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.
Temyiz olan حُباًّۜ ’deki tenvin kesret ifade eder.
Zeccâc şöyle demektedir: شَغَفَ , kalbin en iç noktası ve onun, gözbebeğidir. Buna göre mana, “Onun sevgisi, o kadının kalbinin ta içlerine adeta gözbebeğine işlemişti.” şeklinde olur. Netice olarak diyebiliriz ki: Bütün bunlar, aşırı sevmek ve aşktan kinayedir.
شَغَفَ kelimesinde istiare vardır. Bununla kastedilen, (Yusuf’a) duyduğu sevginin, onun kalbine saplanıp, ta iç zarına شَغَفَ isabet etmesidir. Bu, tıpkı adamın karnına dokunduğunda بطنت الرجل (Adamın karnına ulaştım) demen gibidir. Yine denildiğine göre شغفها ’nın anlamı, kadının onu sevmesinde abartı ifadesi olarak, “kalbinin iç zarını soyup aldı” demektir. Tıpkı سلبت الرجل sözünün “adamı soydum’’ demek olması gibi. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
اِنَّا لَنَرٰيهَا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler.
Tekid lamı diye isimlendirilen bu lamın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına اِنَّ edatı gelince cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ’nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Mehmet Altın, Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri)
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
ف۪ي ضَلَالٍ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla dalalet, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü dalalet hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Sapkınlıktaki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
مُب۪ينٍ kelimesi ضَلَالٍ kelimesinin sıfatıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
ضَلَالٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.
Bu ayet-i kerimede son iki cümlede fasl yapılmıştır. Halbuki hepsi de kadınların sözleridir. Burada bir karışıklık yoktur. İlk cümle; Aziz’in eşinin gençten faydalanmak istemesinin sebebini ifade eden bir istinaf iken, sonuncusu bu durumdaki görüşlerini ifade eden bir istînâftır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)Dünyada konuşulması gereken ciddi meseleler varken, nefsimin özgürlüğü diyen ne çoktur. Bir günahın peşinden sürüklenen nefsin hali ne acıdır. İnsan boş işlerle uğraşmaya ne meraklıdır. Nefsinin her istediğini yapan, köleliğini ilan edendir. Yarının ne getireceği bilinmez, her gün kul için tövbe zamanıdır.
Her kulun nefsinin meylettiği, günaha yaklaştıran dünyalıkları vardır. Bunlar, nihai hedefe giden yolun üzerine oturan ve ilerlemeye mani olan kayalar gibidir. Müslüman, Allah’ın yardımıyla, sabırla ve duayla, emirlerine itaat ve sınırlarına riayet ettiği için yolundaki engelleri kaldırmaya çalışandır.
Allahım! Dünyadaki halimi güzelleştir, imtihanımı kolaylaştır, ilmimi arttır, her adımımda yar ve yardımcım ol, ibadetlerimle dualarımı kabul buyur ve çabalarımdan razı ol.
Allahım! Beni; Senin rızan için yanlışlarını düzeltenlerden, günahlarından tövbe edenlerden, ibadete yönelenlerden, nefsini eğitenlerden eyle. Günah işlemeyi, imkanlarını (parasını, güzelliğini, sağlığını ve gençliğini) yitirdiği için değil, Senin rızanı umduğu için bırakanlardan eyle.
Allahım! Beni; yanlışa düşmekten ve yolundan sapanlardan ve onların amellerinden koru. Günaha sebep olacak her halden ve her kişiden uzak tut. Kalbimi iman kuvvetiyle uyanık kıl. Her adımımda ve her kararımda, delillerinle bana Seni hatırlat. Beni affet. Ailemi affet. Sevdiklerimi affet. Ümmet-i Muhammed’i affet.
Tövbesinde samimi olanlardan, tövbe edenlerden ve tövbe ettiği yanlışlarından uzak duranlardan olmak duasıyla.
Amin.
***
Yeryüzünde risk almayı sevenlerin kabullenmekten hoşlanmadığı bir gerçek vardı. Etrafında dolandığı sınırın ötesinde yutulup kaybolması yüksek bir olasılıktı. Nefsin olumlu ya da olumsuz heveslerinden dolayı Allah’ın emirlerinden ısrarla uzaklaşmak, hüsranla sonuçlanacak bir cahillikti. Bu yüzden, ömrünün uzunluğunu bilmeyen bir canlı için alınmaya değmeyecek en ciddi riskti.
Denir ki; Allah’a itaatten uzaklaşan bir kul, kendisini sorguya çekmelidir. Çareyi itaatsizlikte ve dünyada değil, hakikatte aramalıdır. Zira, Allah’ın sınırlarına güvenmek yerine uymamayı seçen kişi savrulur. Dünyaya dair seçimleri de bu uzaklığa göre şekillenir. Geçici mutluluklarla oyalanarak, kalıcı bir huzursuzluğa gömülür. Buna rağmen halini muhafaza edeceğine inanan kişiye şaşılır.
Kendisi için en iyisini bildiğini sanan nefsini ayıpladı. Geçmişte nefsini dinleyerek itaatsizliğe adım atanlarla ilgili anlatılanları düşündü. İç ve dış dünyaları sinsice değişmiş; etrafları itaatsizliğini destekleyip besleyenlerle dolmuştu. Gafletten uyanıp tövbe için Allah’a koşanların dışındakilerin sonu yokluktu. Sonra Aziz’in karısından uzaklaşan hz. Yusuf’u hatırladı ve umut ile Allah’ın yardımını istedi.
Ey Allahım! Nefsimizin zorlanmasından ya da heveslenmesinden dolayı Senin yolundan ve emirlerinden uzaklaşma şaşkınlığından; Senin rızana aykırı davranmak ve sınırlarını çiğnemek için çeşitli geçersiz bahanelerle kendimizi kandırmaktan ve Sana itaatsizlik ile kendimize zulmetmekten muhafaza buyur.
Ey Allahım! Bize; Sana itaat etmeyi, salih amel ile meşgul olmayı ve Seni anmayı sevdir, kolaylaştır ve rahmetin ile her çaba kırıntımızı kabul buyur. Nefsimizin heveslerine kapıldığımız anlarımızda kalplerimizi uyandır ve kusurlarımızı af buyur. Hakikati hatırlayan hallerimize yardım gönder ve bize yol göster.
Ey Allahım! Haramdan uzaklaşan hz. Yusuf gibi yanlışa yaklaşmaktan kaçınanlardan ve Sana sığınanlardan eyle. Hakikati hatırladığı anda harekete geçip batılın bulunduğu yeri terk edenlerden eyle. Nefsinden kalbine, nankörlükten şükre, dünyadan ahirete ve her şeyden Sana dönenlerden eyle.
Amin.