قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪يۜ اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | (Yusuf) şöyle dedi |
|
2 | لَا |
|
|
3 | يَأْتِيكُمَا | size gelmez |
|
4 | طَعَامٌ | bir yemek |
|
5 | تُرْزَقَانِهِ | rızık olarak verilen |
|
6 | إِلَّا | mutlaka |
|
7 | نَبَّأْتُكُمَا | size haber vermiş olurum |
|
8 | بِتَأْوِيلِهِ | bunun yorumunu |
|
9 | قَبْلَ | önceden |
|
10 | أَنْ |
|
|
11 | يَأْتِيَكُمَا | size gelmeden |
|
12 | ذَٰلِكُمَا | bu |
|
13 | مِمَّا | şeylerdendir |
|
14 | عَلَّمَنِي | bana öğrettiği |
|
15 | رَبِّي | Rabbimin |
|
16 | إِنِّي | şüphesiz ben |
|
17 | تَرَكْتُ | terk ettim |
|
18 | مِلَّةَ | dinini |
|
19 | قَوْمٍ | bir kavmin |
|
20 | لَا |
|
|
21 | يُؤْمِنُونَ | inanmıyorlar |
|
22 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
23 | وَهُمْ | ve onlar |
|
24 | بِالْاخِرَةِ | ahireti |
|
25 | هُمْ | onlar |
|
26 | كَافِرُونَ | inkar ediyorlar |
|
قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَأْت۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
Muttasıl zamir كُمَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
طَعَامٌ fail olup lafzen merfûdur.
تُرْزَقَانِه۪ٓ fiili, طَعَامٌ ’nun sıfatı olarak mahallen merfûdur.
تُرْزَقَانِ fiili نَ ’un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan elif fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. نَبَّأْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamiri كُمَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
بِتَأْو۪يلِ car mecruru نَبَّأْتُ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَبْلَ zaman zarfı, نَبَّأْتُ fiiline müteallıktır.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, قَبْلَ ’nin muzâfun ileyhi olarak mahallen mecrurdur.
Fiil-i muzarinin başına اَنْ harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْتِيَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Muttasıl zamir كُمَا mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪يۜ
İsim cümlesidir. ذٰلِكُمَا mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, كُمَا ise muhatap zamiridir.
مَا müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. İsmi mevsûlün sılası عَلَّمَن۪ي رَبّ۪ي ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
عَلَّمَن۪ي fetha üzere mebni mazi fiildir. Sonundaki نِ vikayedir.
Mütekellim zamiri ي mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
رَبّ۪ي fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ي muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olup mahallen mansubdur.
تَرَكْتُ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَرَكْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olarak mahallen merfûdur.
مِلَّةَ mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur. قَوْمٍ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِاللّٰهِ car mecruru يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır.
وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.
و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِالْاٰخِرَةِ car mecruru كَافِرُونَ ’ye müteallıktır.
Munfasıl zamir هُمْ birinciyi tekid etmek içindir.
Tekid, tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı îrabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye “tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد)”, tekid edilen kelime veya cümleye de “müekked (مُؤَكَّدٌ)” denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzi ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Lafzi Tekid: Harfin, fiilin, ismin hatta cümlenin tekrarı ile olur. Zamirler zamir ile tekid edilebilirler. Bu durumda sayı ve cinsiyet yönünden tekid müekkede uyar.
2. Manevi Tekid: Manevi tekid marifeyi tekid eder, belirli kelimelerle yapılır. Burada lafzi tekid olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَافِرُونَ haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
كَافِرُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ لَا يَأْت۪يكُمَا طَعَامٌ تُرْزَقَانِه۪ٓ اِلَّا نَبَّأْتُكُمَا بِتَأْو۪يلِه۪ قَبْلَ اَنْ يَأْتِيَكُمَاۜ
Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
تُرْزَقَانِه۪ٓ cümlesi طَعَامٌ için sıfattır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
نَبَّأْتُكُمَا muzari fiil cümlesi طَعَامٌ için ikinci sıfat cümlesidir.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Nefy harfi ve istisna harfiyle oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille sıfatı veya hali arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s sıfattır.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki müspet muzari fiil sıygasındaki يَأْتِيَكُمَا cümlesi, masdar tevilinde muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Masdar-ı müevvel cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hz. Yusuf onlara gelecek yiyeceklerin ne olduğunu haber verebileceğini لَا ve اِلَّا ile kurulan kasr üslubuyla ifade etmiştir. Yani “Kesinlikle size gelmeden önce açıklamasını yapmayacağım, rızıklandığınız, yediğiniz hiçbir yiyecek yoktur.” demektir.
Hz. Yusuf’un bu sözden maksadı, bekledikleri bütün önemli işleri önceden haber vermek idi. Yemeğin zikre tahsis edilmesi, onların durumuna göre çok önemli olmasından dolayıdır. Bir de onların şarap ve yemekle ilgili sordukları rüyaların yorumuna güzel bir münasebetle başlamak içindi. (Ebüssuûd)
يَأْتِيَكُمَا kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
طَعَامٌ - تُرْزَقَانِه۪ٓ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪يۜ
Beyânî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi işaret edilene dikkat çekmek içindir.
Tecessüm ifade eden işaret isminde istiare vardır. ذٰلِكُمَا ile rüya teviline işaret edilmiştir.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’ her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübtedanın haberi mahzuftur.
Müteallakı mahzuf haber olan mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası, mazi fiil sıygasında gelmiştir. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)
رَبّ۪ي izafetinde mütekellim zamirinin رَبّ۪ ismine muzâf olması sebebiyle Hz. Yusuf şeref kazanmıştır.
Hz. Yusuf'un Rüya Tabirinden Önce Giriş Yapmasının Hikmeti:
Şunu bil ki bu ayette zikredilen husus, onların sordukları şey hakkında bir cevap değildir. Dolayısıyla burada, cevabın zikredilmeyip de bu söze geçilmesinin sebebini beyan etmek gerekmektedir. Alimler bu hususta birçok açıklamada bulunmuşlardır. Bunlardan birisi:
Soru soranların birisine verilecek cevap onun asılacağı şeklinde olunca hiç şüphesiz bu sözü duyduğunda onun hüznü çoğalıp bu söze karşı olan nefreti de artacağı için; Yusuf (as), burada yapılması uygun olan şeyin bundan önce ilmi ve sözü sayesinde kendisiyle müessir ve etkili olacağı bir şeyler söylemesi olduğuna karar verir. Esas söyleyeceğini de bundan sonra beyan edip söyleyince onun cevabı bir itham ve düşmanlık sebebi olmaktan çıkar. (Fahreddin er-Râzî)
ذٰلِكُمَا مِمَّا عَلَّمَن۪ي رَبّ۪ي [‘’Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir.’’] Hz. Yusuf, bu sözleriyle demek istiyor ki kendisi çok bilgilere sahiptir; iki zindan arkadaşının kendisinden dinledikleri ancak onların bir parçası ve o büyük ağacın ancak bir dalıdır. (Ebüssuûd)
اِنّ۪ي تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ
Mekulü’l-kavle dahil olan cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş, isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. تَرَكْتُ مِلَّةَ قَوْمٍ cümlesi اِنّ۪ ’nin haberidir.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Onların dinini terk etmekten murad, baştan itibaren o dinden uzak durmaktır. Nitekim “Herhangi bir şeyi Allah'a ortak koşmamız bize yaraşmaz.” (Yusuf Suresi, 38) sözünden de bu gerçek anlaşılmaktadır. Yoksa Hz. Yusuf'un onların dinine bağlı iken onu terk etmesi demek değildir.
Bunun terk etmek olarak ifade edilmesi, o iki arkadaşının Hz. Yusuf'a uymaları için zahiren daha etkili olduğundandır. O kavmin Allah'ı inkâr etmelerinin, ayette لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ (O'na iman etmemek) olarak ifade edilmesi, مِلَّةَ قَوْمٍ لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ (Allah'a inanmayan bir kavmin) denilmesi; onların, putlara tapmakla beraber Allah'a ibadet etmelerinin, kendi batıl iddialarının aksine Allah'a iman sayılmadığını açıkça belirtmek içindir. (Ebüssuûd)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
لَا يُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ cümlesi قَوْمٍ için sıfattır. Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Sıfatlar ıtnâb sanatıdır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: İtnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
“Şüphesiz ben, Allah'a inanmayan…” cümlesi, mukadder bir sualin cevabıdır. Sanki “Senin Rabbin niçin bu yüksek ilimleri sana öğretmiş?” sorusuna cevap olarak deniliyor ki “Çünkü ben; kâfirlerin dini, onların üzerinde ittifak ettikleri şirki ve putların ibadetini terk etmişimdir.” (Ebüssuûd)
مِلَّةَ - قَوْمٍ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَۙ
Öncesine matuf olan, sübut ve temekkün ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümledeki ikinci munfasıl zamir هُمْ , tekid için gelmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. بِالْاٰخِرَةِ , amili olan كَافِرُونَ ’ye, önemine binaen takdim edilmiştir.
وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ كَافِرُونَ sözünde, isim cümlesi yoluyla küfürlerinin sübut ve temekkün ettiği ifade edilmiştir. (Âşûr)
Ayetin son cümlesinde (car mecrurun takdimi ve fasıl zamiri dahil edilmesiyle) “Ve onlar, ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir” denilmesi, hem onların küfrünü tekidle anlatır hem de böyle bir inkârın onlara has olduğunu bildirir.
رَبّ۪ي ile بِاللّٰهِ kelimelerinde yan anlam bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Ayette üslûb-u hakîm sanatı vardır. Bu ayette zikredilen husus, onların sordukları şeyin cevabı değildir. Üslûb-u Hakîm; muhatabın beklediği şeyden başka bir durumla karşılaşması demektir. Muhatabın baskısından kurtulmak veya espri ve nükte yapmak amacıyla başvurulan bir anlatım şeklidir; beklenmedik bir karşılık olduğu için muhatabın dikkatini çeker ve onun söze olan ilgisini arttırır. (Durmuş, İsmail, Üslûb-u Hakîm, DİA, 42/381)
Ayetin son cümlesinde هُمْ zamirinin iki defa gelmiş olması, o kavmin, kendisini küfre tahsis etmiş olduğunu beyan etmek içindir. (Fahreddin er-Râzî)
Dört kere tekrarlanan كُمَا ve iki kere tekrarlanan هُمْ zamirlerinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَبْلَ - لْاٰخِرَةِ ,يُؤْمِنُونَ - كَافِرُونَ ,تَرَكْتُ - يَأْتِيَكُمَا kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.