قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ
قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.
نَفْقِدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
صُوَاعَ mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. الْمَلِكِ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. İsmi-i mevsûlün sılası جَٓاءَ بِه۪ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.
جَٓاءَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
بِه۪ car mecruru جَٓاءَ fiiline müteallıktır. حِمْلُ muahhar mübteda olarak lafzen merf’ûdur. بَع۪يرٍ muzâfun ileyh olarak lafzen mecrurdur.
وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir اَنَا۬ mübteda olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru زَع۪يمٌ kelimesine müteallıktır.
زَع۪يمٌ haber olup lafzen merfûdur.
زَع۪يمٌ kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.
Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
صُوَاعَ: Lügatta “sa” denilen ve İslam fıkhında da muteber olan bir kile yani bir ölçektir. Bir de su içecek bir tas ve maşrapa anlamına gelir. Burada bazıları ölçek demişler, bazıları da yukarıdaki “sikaye” ile bağlantılı olarak su tası demişler ve maşrapa olarak tefsir etmişlerdir. Ayrıca “suva” isim, “sikaye” ise sıfattır demişler. Lakin “es-sikaye” kelimesinden açıkça anlaşılan Yusuf'un su kabı olmasıdır. Burada ise her iki anlama gelecek şekilde “suva” denilmesi ve Melik'e ait olduğunun bildirilmesi orada kaçamaklı bir tevriye kastedilmiş olduğunu anlatıyor. Melik'in denilmesinde onları başka bir heybetle korkutmak amacı güdüldüğü anlaşılıyorsa da bundan Aziz olan Yusuf veya bizzat Melik de kastolunuyor olabilir. Yusuf'un kendi eliyle koyduğu şey, herhalde Yusuf'un olması gerekir. Ancak bu ona muhtemelen daha önce Melik tarafından hediye edilmiş olan kıymetli bir şeydir.
Eğer zahire ölçülen kile de öyle çok kıymetli bir ölçek idiyse işin hakikatini bilmeyenler dışardan bakılınca bunu hükümetin o ölçeği zannedecekler, o zaman da hakikatte dışarıdan göründüğü şekle uygun bir itham yapılmamış olacaktır. Böylece tevili mümkün bir tevriye kastedilmiş ve belki bir istiare gözetilmiş olacaktır. Çünkü Yusuf, devletin bir ölçeği, bir adalet aracı, ülkenin hayat kaynağı, su tası durumunda idi. Onlara, “Ne arıyorsunuz?” derken bu soruya karşılık böyle bir mana söz konusu edilseydi de “Siz bir Aziz'i kuyuya atmışsınız, onu arıyoruz.” deyiverselerdi, o zaman çok müthiş bir şey olurdu. O zaman burada kastedilenin bir tas değil, doğrudan doğruya Yusuf'un kendisi olduğu anlaşılırdı. Ancak ifadenin zahiri böyle dolambaçlı tevillere müsait değildir. (Elmalılı)
صُوَاعَ kelimesinin الْمَلِكِ ’e izafeti, su tasının değerini sahibinden aldığı ve çalınmasının bu sebeple daha korkutucu olduğunu ifade etmek içindir. Çünkü devletin tüm işleri kralın maslahatı içindir. Burada melik vasfının tazim için Yusuf as için kullanılmış olması da caizdir.
وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ
Mekulü’l-kavle matuf olan isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَنْ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Sılası olan جَٓاءَ بِه۪, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
حِمْلُ بَع۪يرٍ muahhar mübtedadır.
جَٓاءَ fiili بِ harf-i ceri ile kullanıldığında “getirdi” manasına gelir. Bu tazmindir.
Muzâfun ileyh olan بَع۪يرٍ kelimesinin tenvinli oluşu muzâfa marifelik değil hususiyet kazandırmıştır.
وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ
Takdiri وقال المؤذّن (Müezzin dedi:) olan mukadder istînâfın mekulü’l-kavlidir. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidâi kelamdır. بِه۪ car-mecruru, siyaktaki önemine binaen amili olan زَع۪يمٌ ’a takdim edilmiştir.
İsnadın isme olduğu cümleler zamandan bağımsız olarak sübut ifade ederler.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَالُوا نَفْقِدُ ’daki çoğul zamirin son cümlede وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ şeklinde tekil olması dolayısıyla iltifat sanatı vardır.