29 Ocak 2025
Yusuf Sûresi 70-78 (243. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Yusuf Sûresi 70. Ayet

فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ ف۪ي رَحْلِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اَذَّنَ مُؤَذِّنٌ اَيَّتُهَا الْع۪يرُ اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ  ...


Yûsuf, onların yüklerini hazırlatırken su kabını kardeşinin yüküne koydurdu. Sonra da bir çağırıcı şöyle seslendi: “Ey kervancılar! Siz hırsızsınız.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَمَّا ne zaman ki
2 جَهَّزَهُمْ hazırlatırken ج ه ز
3 بِجَهَازِهِمْ onların yüklerini ج ه ز
4 جَعَلَ koydu ج ع ل
5 السِّقَايَةَ su tasını س ق ي
6 فِي içine
7 رَحْلِ yükünün ر ح ل
8 أَخِيهِ kardeşinin ا خ و
9 ثُمَّ sonra
10 أَذَّنَ seslendi ا ذ ن
11 مُؤَذِّنٌ bir tellal ا ذ ن
12 أَيَّتُهَا Ey
13 الْعِيرُ kervan ع ي ر
14 إِنَّكُمْ şüphesiz siz
15 لَسَارِقُونَ hırsızsınız س ر ق
Hz. Yûsuf, öz kardeşini yanında alıkoyabilmek için kralın su tasını Bünyâmin’in yükü içine koydu. Sonra da tası onların çaldığını ilân etti. Muhtemelen bu planı Hz. Yûsuf, kardeşi Bünyâmin ile birlikte hazırladı ve onun bilgisi dahilinde tası onun yükü içine koydu. Kardeşlerini suçlayabilmek için de yüklerini görevlilerle birlikte kendilerine hazırlattı. Çünkü yalnız kendi adamlarına hazırlatsaydı böyle bir suçlamada bulunamazdı.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 248

جهز Ceheze : جِهاز hazırlanan eşya ve benzeri şeylerdir. تَجْهِيز ise hazırlanan bu eşyaları yüklemek veya göndermektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cihaz, teçhiz, teçhizat, mücehhez, çeyiz ve cazgır (çeyiz taşıyan)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

رحل Rahale : رَحْلٌ üzerine binmek için devenin üstüne konan semerdir. Çoğulu رِحالٌ şeklinde kullanılır. Bu köke ait رِحْلَةٌ sözcüğü إرْتِحالٌ lafzının isim halidir; göç, yolculuk ve ayrılış demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim kalıbında 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri rıhle, merhale, rahle ve irtihaldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

عير Ayera : عِيرٌ yanlarında erzak yüklerinin bulunduğu topluluktur. Bu sözcük hem birlikte hem de ayrı ayrı gerek kervancı adamlar gerekse yük taşıyan develer için isimdir. عَيْرٌ kelimesi vahşi eşeğe, yalın ayak yürüyene, gözbebeğine, su yüzeyine çıkan çerçöpe ve kazığa denir. Bu kullanımlar arasında bir gelişi güzellik bulunduğu da aşikardır. عِيارٌ ise ölçü ve tartıyı ayarlamaktır.عَيَّرْتُهُ fiili ise onu ayıpladım demektir. Bu söz عارَ kökünden gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece 3 defa geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri âr etmek, ayar ve miardır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ ف۪ي رَحْلِ اَخ۪يهِ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمَّٓا  kelimesi  حين  (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.

لَمَّا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.

a. (لَمَّا) muzari fiilden önce gelirse, muzari fiili cezm eden harf olur. 

b. (لَمَّا)’ya aynı zamanda cezmetmeyen şart edatı da denir.

c. Bazen mana bakımından cevap olan cümleden sonra da gelebilir. 

d. Sükun üzere mebnidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَهَّزَهُمْ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

جَهَّزَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

بِجَهَازِهِمْ  car mecruru  جَهَّزَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şartın cevabı  جَعَلَ السِّقَايَةَ dir.

جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir. 

Değiştirme manasına gelen  جَعَلَ  kelimesi 3 şekilde gelir:

1. Bir şeyden başka bir şey meydana getirmek  

2. Bir halden başka bir hale geçmek 

3. Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek. 

Bu ayette “Bir şeyle başka bir şeye hükmetmek” manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

السِّقَايَةَ  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.  ف۪ي رَحْلِ  car mecruru  جَعَلَ  fiiline müteallıktır.  اَخ۪يهِ  muzâfun ileyh olup harfle îrab olan beş isimden biri olup cer alameti  ي ’dır.

Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَهَّزَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi  جهز ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir. 

 

 ثُمَّ اَذَّنَ مُؤَذِّنٌ اَيَّتُهَا الْع۪يرُ اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَذَّنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مُؤَذِّنٌ  fail olarak lafzen merfûdur. Şartın cevabına matuftur.

اَيَّتُهَا  münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  الْع۪يرُ  münadadan bedel veya sıfattır. Lafzen merfûdur.

Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

كُمْ  muttasıl zamiri,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.  

لَ  harfi  اِنَّ nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

سَارِقُونَ  kelimesi  اِنَّ nin haberi olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker isimler harfle îrablanırlar. 

سَارِقُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  سرق  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَذَّنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  أذن ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

مُؤَذِّنٌ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَلَمَّا جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ جَعَلَ السِّقَايَةَ ف۪ي رَحْلِ اَخ۪يهِ 

 

فَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan  جَهَّزَهُمْ بِجَهَازِهِمْ  cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şartın cevabı  فَ  karinesi olmadan gelen  جَعَلَ السِّقَايَةَ  cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

جَعَلَ السِّقَايَةَ  cümlesinde sebebe isnad şeklinde mecaz-ı aklî vardır. Çünkü Yusuf’un (a.s.) hizmetkârları Yusuf’un (a.s.) emri sebebi ile bu fiili yapmışlardır. (Âşûr)

السِّقَايَةَ  kelimesindeki harf-i tarif, ahd-i zihnî içindir. Yani o belirli bir su kabıdır ki şerefli meclislerde dahi, onun gibisi yoktur. (Âşûr)

بِجَهَازِهِمْ  -  جَهَّزَهُمْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

جَهَازِ  -  رَحْلِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


ثُمَّ اَذَّنَ مُؤَذِّنٌ اَيَّتُهَا الْع۪يرُ اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ

 

Cümle tertip ve mühlet ifade eden  ثُمَّ  ile şartın cevabına atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İtiraziyye olan  اَيَّتُهَا الْع۪يرُ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı mahzuftur. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.

İsm-i işaretin أيَّتُها şeklinde müennes olarak gelmesi, العِيرِ kelimesini cemaat olarak açıklamak içindir. Çünküالعِيرِ yani kervan kelimesinde önemli olan, bineklerdeki cemaat vasfındaki yolculardır. (Âşûr)

Tefsiriyye olarak fasılla gelen  اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ  cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

İbnu'l Enbârî şöyle demektedir:  اَذَّنَ;  “tekrar tekrar bildirdi” demektir. Çünkü tef'il babı, o fiilin tekrar tekrar yapıldığını ifade eder. Bunun, “bir tek bildirme” manasında olması da mümkündür. Çünkü Araplar çoğu yerde tef'il babını, if'âl babı yerinde kullanırlar. (Fahreddin er-Râzî)

اَذَّنَ  -  مُؤَذِّنٌ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عِيرٌ, yanlarında erzak yüklerinin bulunduğu topluluktur.


Peygamberin Böyle Bir Hileye Başvurması Nasıl Açıklanır?

Alimler buna cevap olmak üzere birçok açıklama yapmışlardır:

1. Hz. Yusuf (a.s.) kardeşi Bünyamin'e kendisinin Yusuf olduğunu açıklayınca ona: “Ben, seni burada alıkoymak istiyorum. Bunun ise şu hileden başka bir yolu yoktur. Eğer buna razı isen sen bilirsin, iş sana kalmış.” dedi. O da hakkında böyle denilmesine razı oldu. Bu izaha göre Bünyamin'in kalbi, bu sözden dolayı hiç elem duymadı; böylece de bu söz, Hz. Yusuf için bir günah olmaktan çıktı.

2. Ayetteki “Siz şüphe yok ki hırsızsınız.” cümlesinden maksat, “Şüphesiz siz, Yusuf'u babasından çaldınız.” manasıdır. Ama münadiler bu sözü açıkça beyan etmemişlerdir. Tariz (dokundurma) ve çıtlatmalar ise ancak bu şekilde olur.

3. Bu münadî, bu nidasını belki de istifham üslûbu ile yapmıştır. Bu takdire göre bu söz, bir yalan olmaktan çıkar. (Fahreddin er-Râzî

اِنَّكُمْ لَسَارِقُونَ  “Siz hırsızsınız” sözü şöyle de açıklanmıştır: İfade soru sormak anlamındadır. Yani siz hırsızlık mı yaptınız? demektir. Nitekim Yüce Allah’ın: “Ve bu… bir nimettir.” (Şuara Suresi, 23) ayeti de böyledir. Yani senin, benim başıma nimet diye kaktığın şey bu mudur? demektir.

Bu açıklamalardan maksat, Yusuf’a (a.s.) herhangi bir şekilde yalan nispet etmemektir. (Kurtubî)


Yusuf Sûresi 71. Ayet

قَالُوا وَاَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ مَاذَا تَفْقِدُونَ  ...


Yûsuf’un kardeşleri onlara dönerek, “Ne yitirdiniz?” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 وَأَقْبَلُوا dönerek ق ب ل
3 عَلَيْهِمْ bunlara
4 مَاذَا ne?
5 تَفْقِدُونَ kaybettiniz ف ق د

قَالُوا وَاَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ مَاذَا تَفْقِدُونَ

 

Fiil cümlesidir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.

واَقْبَلُوا  cümlesi  قَدْ  takdiriyle hal olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. اَقْبَلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 

1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 

2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal mazi fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) mazi fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “وَقَدْ” gelir. Bazen sadece “و ” gelir. Nadiren “و”’sız gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَقْبَلُوا  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  قبل ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

Mekulü’l-kavli,  مَاذَا تَفْقِدُونَ ’dur.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَاذَا  istifhâm ismidir.  تَفْقِدُونَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

عَلَيْهِمْ  car mecruru  اَقْبَلُوا  fiiline müteallıktır.

تَفْقِدُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

قَالُوا وَاَقْبَلُوا عَلَيْهِمْ مَاذَا تَفْقِدُونَ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal  وَ ’ıyla gelen  واَقْبَلُوا  cümlesi,  قَدْ  takdiriyle haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَاذَا تَفْقِدُونَ  cümle, istifham üslubunda talebi inşâî isnaddır.  مَاذَا, istifham harfi olarak  تَفْقِدُونَ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. 

Bunlara döndüler de (Yakub'un oğulları) dediler ki: “Ne arıyorsunuz?”

Dikkat çekici bir ifade tarzıyla ve kibarca “Ne arıyorsunuz?” diyorlar da “Neyiniz çalınmış?” demiyorlar. Böyle demekle kendilerinin hırsızlıkla uzaktan yakından bir ilişkileri olmadığını hakimane (bilgece) bir üslupla dile getiriyorlar ve karşılarındakileri de edepli olmaya zorluyorlar. Şunu anlatmak istiyorlar: Durun bakalım, telaşla her önünüze çıkanı hırsızlıkla suçlamayın, bu kadar peşin hükümlü olup, sizler hırsızsınız, diye kaba bir şekilde damgalamayın. Bize hırsızlık yakışmadığı gibi, size de böyle konuşmak yakışmaz. Biz hırsız olmadığımız gibi belki sizden de bir şey çalınmamıştır, çalınmıştır diye itham konusu yaptığınız şeyi belki bir yerde unutmuş da olabilirsiniz. (Elmalılı)


Yusuf Sûresi 72. Ayet

قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ  ...


Onlar, “Hükümdar’ın su kabını yitirdik. Onu getirene bir deve yükü ödül var. Ben buna kefilim” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 نَفْقِدُ kaybettik ف ق د
3 صُوَاعَ su tasını ص و ع
4 الْمَلِكِ Kralın م ل ك
5 وَلِمَنْ kimseye
6 جَاءَ ve getiren ج ي ا
7 بِهِ onu
8 حِمْلُ yükü (mükafat) var ح م ل
9 بَعِيرٍ bir deve ب ع ر
10 وَأَنَا ve ben
11 بِهِ buna
12 زَعِيمٌ kefilim ز ع م
صوع Save’a : صُواعٌ Melikin (kralın) kendisiyle su içtiği ve onunla ölçünün yapıldığı kile olarak kullanılan kaptır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de sadece 1 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli sa’ (ölçü birimi)dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

نَفْقِدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur. 

صُوَاعَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  الْمَلِكِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. İsmi-i mevsûlün sılası  جَٓاءَ بِه۪ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

بِه۪  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline müteallıktır.  حِمْلُ  muahhar mübteda olarak lafzen merf’ûdur.  بَع۪يرٍ  muzâfun ileyh olarak lafzen mecrurdur.


 وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Munfasıl zamir  اَنَا۬  mübteda olarak mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  زَع۪يمٌ  kelimesine müteallıktır. 

زَع۪يمٌ  haber olup lafzen merfûdur.

زَع۪يمٌ  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır.

Sıfat-ı müşebbehe; benzeyen sıfat demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenilenen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  نَفْقِدُ صُوَاعَ الْمَلِكِ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

صُوَاعَ: Lügatta “sa” denilen ve İslam fıkhında da muteber olan bir kile yani bir ölçektir. Bir de su içecek bir tas ve maşrapa anlamına gelir. Burada bazıları ölçek demişler, bazıları da yukarıdaki “sikaye” ile bağlantılı olarak su tası demişler ve maşrapa olarak tefsir etmişlerdir. Ayrıca “suva” isim, “sikaye” ise sıfattır demişler. Lakin “es-sikaye” kelimesinden açıkça anlaşılan Yusuf'un su kabı olmasıdır. Burada ise her iki anlama gelecek şekilde “suva” denilmesi ve Melik'e ait olduğunun bildirilmesi orada kaçamaklı bir tevriye kastedilmiş olduğunu anlatıyor. Melik'in denilmesinde onları başka bir heybetle korkutmak amacı güdüldüğü anlaşılıyorsa da bundan Aziz olan Yusuf veya bizzat Melik de kastolunuyor olabilir. Yusuf'un kendi eliyle koyduğu şey, herhalde Yusuf'un olması gerekir. Ancak bu ona muhtemelen daha önce Melik tarafından hediye edilmiş olan kıymetli bir şeydir.

Eğer zahire ölçülen kile de öyle çok kıymetli bir ölçek idiyse işin hakikatini bilmeyenler dışardan bakılınca bunu hükümetin o ölçeği zannedecekler, o zaman da hakikatte dışarıdan göründüğü şekle uygun bir itham yapılmamış olacaktır. Böylece tevili mümkün bir tevriye kastedilmiş ve belki bir istiare gözetilmiş olacaktır. Çünkü Yusuf, devletin bir ölçeği, bir adalet aracı, ülkenin hayat kaynağı, su tası durumunda idi. Onlara, “Ne arıyorsunuz?” derken bu soruya karşılık böyle bir mana söz konusu edilseydi de “Siz bir Aziz'i kuyuya atmışsınız, onu arıyoruz.” deyiverselerdi, o zaman çok müthiş bir şey olurdu. O zaman burada kastedilenin bir tas değil, doğrudan doğruya Yusuf'un kendisi olduğu anlaşılırdı. Ancak ifadenin zahiri böyle dolambaçlı tevillere müsait değildir. (Elmalılı)

صُوَاعَ  kelimesinin  الْمَلِكِ ’e izafeti, su tasının değerini sahibinden aldığı ve çalınmasının bu sebeple daha korkutucu olduğunu ifade etmek içindir. Çünkü devletin tüm işleri kralın maslahatı içindir. Burada melik vasfının tazim için Yusuf as için kullanılmış olması da caizdir.


 وَلِمَنْ جَٓاءَ بِه۪ حِمْلُ بَع۪يرٍ

 

Mekulü’l-kavle matuf olan isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Sılası olan  جَٓاءَ بِه۪, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

حِمْلُ بَع۪يرٍ  muahhar mübtedadır.

جَٓاءَ  fiili  بِ  harf-i ceri ile kullanıldığında “getirdi” manasına gelir. Bu tazmindir.

Muzâfun ileyh olan  بَع۪يرٍ  kelimesinin tenvinli oluşu muzâfa marifelik değil hususiyet kazandırmıştır.


 وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ

 

Takdiri  وقال المؤذّن  (Müezzin dedi:) olan mukadder istînâfın mekulü’l-kavlidir. İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidâi kelamdır.  بِه۪  car-mecruru, siyaktaki önemine binaen amili olan  زَع۪يمٌ ’a takdim edilmiştir.

İsnadın isme olduğu cümleler zamandan bağımsız olarak sübut ifade ederler.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قَالُوا نَفْقِدُ  ’daki çoğul zamirin son cümlede  وَاَنَا۬ بِه۪ زَع۪يمٌ  şeklinde tekil olması dolayısıyla iltifat sanatı vardır.


Yusuf Sûresi 73. Ayet

قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِق۪ينَ  ...


Dediler ki: “Allah’a andolsun, siz de biliyorsunuz ki biz bu ülkede fesat çıkarmaya gelmedik, hırsız da değiliz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 تَاللَّهِ Allah’a and olsun ا ل ه
3 لَقَدْ elbette
4 عَلِمْتُمْ siz de bilmişsinizdir ki ع ل م
5 مَا
6 جِئْنَا biz gelmedik ج ي ا
7 لِنُفْسِدَ bozgunculuk yapmak için ف س د
8 فِي
9 الْأَرْضِ bu yere ا ر ض
10 وَمَا ve
11 كُنَّا değiliz ك و ن
12 سَارِقِينَ hırsız س ر ق

قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  تَاللّٰهِ ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

تَاللّٰهِ  car mecruru mahzuf kasem fiiline müteallıktır. Takdiri,  نقسم پالله  (Allah’a yemin ederiz.) şeklindedir.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

عَلِمْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur. 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  جِئْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir.  Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

لِ  harfi,  نُفْسِدَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  جِئْنَا  fiiline müteallıktır.

نُفْسِدَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  نُفْسِدَ  fiiline müteallıktır.

نُفْسِدَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  فسد ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

     

  وَمَا كُنَّا سَارِق۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كان  isim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كُنَّا  sükun üzere mebni nakıs fiildir.

كُنَّا ’nın ismi, mütekellim zamiri  نَا, mahallen merfûdur.  

سَارِقُونَ  kelimesi  كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti  ي ’dir. 

سَارِق۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  سرق  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا تَاللّٰهِ لَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ وَمَا كُنَّا سَارِق۪ينَ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, yemin üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Ayette îcâz-ı hazif vardır. Mecrur olan muksemun bih  تَاللّٰهِ, takdiri  نقسم  (yemin ederiz) olan mahzuf fiile müteallıktır.

قَالُوا تَاللّٰهِ  (Tallahi dediler.) Arapçada  تَا  kasem için kullanılır. “Vallahi”, “billahi” gibi “tallahi” diyerek de yemin edilir.  بَا  ve  و  harfleri gibi yemin için kullanılan  تَا  ayrıca bir de hayret ve taaccüp anlamı ifade eder. Türkçede biz bunu fark etmeyiz de ancak  تَا  ile  و ı birlikte kullanarak “tevallahi” denildiği zaman bir hayret manası anlarız. Onun için “tallahi” şeklinde olan yeminleri Arapçadan Türkçeye tercüme ederken bu yolu seçmek uygun olur. 

Yani “tevallahi” dediler gerçekten siz de bildiniz, bizi yakından görüp tanıdınız, kim olduğumuzu öğrendiniz, hakkımızda bilgi edindiniz ki biz bu yerde (yani Mısır toprağında) fesatçılık yapmak, (ahlâksızlık etmek) için gelmedik, biz hırsız da değiliz. Yani bizim kim olduğumuz sizce ve hükümetinizce bilinip dururken böyle bizi hırsızlıkla itham edip suçlamanız ne kadar acayip bir şey? Buna şaştık kaldık doğrusu! (Elmalılı)

لَقَدْ عَلِمْتُمْ  cümlesi, kasemin cevabıdır.

ل  mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Mahzuf kasem fiiliyle birlikte cümle kasem üslubunda gayri talebî inşâî isnaddır.

لَقَدْ عَلِمْتُمْ  cümlesi, kasemle cevabı arasında gelmiş bir mu’tarize cümlesidir. Muhatabı her türlü fesattan ve hırsızlık suçundan beri olduğuna inandırmak için gelmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

عَلِمْتُمْ  fiilinin mef’ûlü konumundaki  مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ  cümlesi, menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı  لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ  cümlesi, mecrur mahalde  جِئْنَا  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Menfi  كَان ’nin dahil olduğu  مَا كُنَّا سَارِق۪ينَ  cümlesi, …مَا جِئْنَا  cümlesine matuftur. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كَان nin haberi, ism-i fail kalıbında gelmiştir. İsm-i failin önünde  كَان  yardımcı/nakıs fiili bulunursa, şimdiki veya geniş zaman hikâyesi için kullanılır. İsm-i fail süreklilik ifade eden fiillerden sonra (كَان  ve benzerleri içerisinde yer alan) muzari fiil yerine gelebilir.

İsm-i fail kişinin elinde olan fiillerden yapılır. İrade dışında olan fiillerden ism-i fail yapılmaz. Bu tür fiillerin ism-i failini sıfat-ı müşebbehe üstlenir. (KSÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi 10 (2007) s. 55 - 90 Arapçada İsm-İ Fâil ve İşlevleri Yrd. Doç. Dr. M. Akif Özdoğan)

عَلِمْتُمْ مَا جِئْنَا لِنُفْسِدَ فِي الْاَرْضِ  (Bizim yeryüzünde bozgunculuk yapmak için gelmediğimizi siz de gerçekten biliyorsunuz.) Onlar sanki şöyle demiş oluyorlar: Eğer bizden bozgunculuk sadır olmuşsa bizim gelişimiz onun için olmuş olur. Onların bundan maksadı, hırsızlığın çirkinliğini ve bundan münezzeh olduklarını açıklamaktır. Demek istiyorlar ki her iki seferimizde de bizim nasıl insanlar olduğumuz herkesçe malum olmuştur. Hz. Yakup'un oğullarının bu gerekçeleri, kendilerinden bozgunculuk sadır olmaz, anlamında idi. (Ebüssuûd)

مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır.  (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s. 124)

نُفْسِدَ  -  سَارِق۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İtiraz cümlesi olan  لَقَدْ عَلِمْتُمْ, mütekellimin, taaccüp duygularını muhataba iletebilmek kastıyla yapılmış ıtnâbtır. 

Buradaki yeminin aynı zamanda bir şaşkınlık anlamı taşıdığı ifade edilmektedir. Yeminin bağlamından, Yusuf’un (a.s.) kardeşlerinin dini inançlarına ve saygın davranış biçimlerine rağmen hırsızlık suçuyla itham edilmelerine duydukları hayret anlaşılmaktadır. (Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 271)

وَمَا كُنَّا سَارِق۪ينَ  (Biz hırsız da değiliz.)

Yani siz de biliyorsunuz ki biz hiçbir zaman hırsız olarak vasıflandırılmadık.

Hz. Yakup'un oğulları, onların da bunu bildiklerine hükmetmişler, çünkü görülen hallerini bilmek, görülmeyen hallerini de bilmeyi gerektirmektedir.

Hz. Yakup'un oğullarının, zikredilen bozgunculuk ve hırsızlık hususlarını reddetmekle kalmayıp onların bilgisini de buna kanıt göstermeleri, onları delille  susturmak ve yeminlerinden anlaşılan taaccübü ortaya koymak içindir. (Ebüssuûd)
Yusuf Sûresi 74. Ayet

قَالُوا فَمَا جَزَٓاؤُ۬هُٓ اِنْ كُنْتُمْ كَاذِب۪ينَ  ...


Onlar, “Eğer yalancı iseniz, hırsızlığın cezası nedir?” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 فَمَا nedir?
3 جَزَاؤُهُ cezası ج ز ي
4 إِنْ eğer
5 كُنْتُمْ iseniz ك و ن
6 كَاذِبِينَ yalancı ك ذ ب
Mısır kanunlarına göre hırsızın kendisine el koymak mümkün olmadığı için, Hz. Yûsuf’un adamları, kardeşlerine sorup bu suçun cezasının onların kanunlarında ne olduğunu tesbit etmek ve bunu uygulamak istediler.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 248-249

قَالُوا فَمَا جَزَٓاؤُ۬هُٓ اِنْ كُنْتُمْ كَاذِب۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن كان سارقا وكنتم كاذبين فما جزاؤه؟  (Eğer o hırsızsa ve siz yalancıysanız onun cezası nedir?) şeklindedir.

Mekulü’l-kavli, mukadder şartın cevap cümlesidir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

مَا  istifham ismidir. Mübteda olarak mahallen merfûdur.  جَزَٓاؤُ۬  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

إِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف  si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف  si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف  si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُمْ  muttasıl zamiri  كُنتُم ’un ismi olarak mahallen merfûdur.

كَاذِب۪ينَ  kelimesi,  كُنتُم ’un haberi olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri,  إن كنتم كاذبين فما جزاؤه (Eğer yalancıysanız cezası nedir?) şeklindedir.

كَاذِب۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كذب  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا فَمَا جَزَٓاؤُ۬هُٓ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan, mukadder şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.  فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi,  فَمَا جَزَٓاؤُ۬هُٓ اِنْ كُنْتُمْ كَاذِب۪ينَ, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Takdiri,  إن كان سارقا وكنتم كاذبين  (Eğer hırsızsa ve siz yalancıysanız) olan şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Burada îcâz-ı hazifin amacı, bilinen şeyin zikrinden kaçınmak ve cezanın önemine dikkat çekmek olabilir.

جَزَٓاؤُ۬هُٓ  -  كَاذِب۪ين  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قَالُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


اِنْ كُنْتُمْ كَاذِب۪ينَ

 

Önceki mukadder şart için tefsiriyye hükmündeki cümle, fasılla gelmiştir.

Şart üslubunda talebî inşaî isnaddır.  كَان nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesi, şart cümlesi olup, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cevap cümlesi mahzuftur. Cümlenin takdiri  إن كنتم كاذبين فما جزاؤه  (Eğer yalancıysanız cezası nedir?) şeklindedir.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa ”  اِنْ  ” kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Cevap cümlesinin hazfi, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan, serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.

Şartın cevabının önceki manadan anlaşılması sebebiyle hazfedilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.

Eğer şartın öncesinde cevabın anlaşılmasını sağlayan bir ifade yer alırsa, cevap hazf edilir. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, c. 5, s. 124)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

كَاذِب۪ينَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


Yusuf Sûresi 75. Ayet

قَالُوا جَزَٓاؤُ۬هُ مَنْ وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪ فَهُوَ جَزَٓاؤُ۬هُۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ  ...


Onlar da: “Cezası, su kabı kimin yükünde bulunursa, o kimsenin kendisi(nin alıkonması) onun cezasıdır. Biz zalimleri böyle cezalandırırız” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ق و ل
2 جَزَاؤُهُ cezası ج ز ي
3 مَنْ kimin
4 وُجِدَ bulunursa و ج د
5 فِي
6 رَحْلِهِ yükünde ر ح ل
7 فَهُوَ işte o
8 جَزَاؤُهُ onun karşılığıdır ج ز ي
9 كَذَٰلِكَ böylece
10 نَجْزِي biz cezalandırırız ج ز ي
11 الظَّالِمِينَ haksızları ظ ل م

قَالُوا جَزَٓاؤُ۬هُ مَنْ وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪ فَهُوَ جَزَٓاؤُ۬هُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  جَزَٓاؤُ۬هُ ’dür.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

جَزَٓاؤُ۬  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Haber mahzuftur. Takdiri,  بيّن  (açıklanmıştır) veya  واضح  (açıktır) şeklindedir. 

مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur.

وُجِدَ  şart fiili olup fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i fail müstetir olup takdiri  هو ’dir. Aynı zamanda  مَنْ ’nin haberidir. 

ف۪ي رَحْلِ  car mecruru  وُجِدَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  جَزَٓاؤُ۬  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل  “gibi” demektir. Bu ibare, amili  نَجْزِي  olan mahzuf mef’ûlün mutlaka müteallıktır.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir. 

نَجْزِي  fiili  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muzari fiillerin (أَنَا  –  أَنْتَ  –  نَخْنُ ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ  -  هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الظَّالِم۪ينَ  mef’ûlün bih olup nasb alameti  ي  harfidir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا جَزَٓاؤُ۬هُ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  جَزَٓاؤُ۬هُ, takdiri  بيّن  (açıklanmıştır) olan haberin mübtedasıdır. Mahzufla birlikte cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh izafetle gelerek, az sözle çok anlam ifade etmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قَالُوا  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


 مَنْ وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪ فَهُوَ جَزَٓاؤُ۬هُۜ 

 

Öncesi için tefsiriyye hükmündeki cümle, fasılla gelmiştir.

مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪  cümlesi  مَنْ ’in haberidir.

Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi, hükmü takviye hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

فَ  karinesiyle gelen cevap cümlesi  هُوَ جَزَٓاؤُ۬هُ, mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsnadın isme olduğu cümle zamandan bağımsız olarak sübut ifade eder.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

جَزَٓاؤُ۬هُ  (Bunun cezası) sözü mübtedadır.  مَنْ وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪  (Yükünde bulunan kimse) de onun haberidir. Daha önce Maide Suresi’nde (38. ayetin tefsirinde) hırsızlıkta el kesme cezasının bundan önceki şeriatlerdeki hükümleri neshedici olduğuna dair açıklamalar yahut Hz. Yakup’un şeriatındaki hırsızın köleleştirilmesi hükmünü neshettiğine dair açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. (Kurtubî)

جَزَٓاؤُ۬هُ  kelimesinin tekrarının amacı cezaya dikkat çekmektir. Ayrıca bu iki kelime arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Cümlede cezanın ne olduğu söylenmemiştir.

فَهُوَ جَزَٓاؤُ۬هُ  cümlesi hükmü yerleştirmek ve kaçınılmasını engellemek için gelmiş olup  جَزَٓاؤُ۬هُ مَنْ وُجِدَ ف۪ي رَحْلِه۪  cümlesinin lafzî tekididir. (Âşûr)



كَذٰلِكَ نَجْزِي الظَّالِم۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle mekulü’l-kavle dahildir.

Cümlede îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ, mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakına müteallıktır. Amili  نَجْزِي dir. 

Cümle müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Tezyîl cümlesidir.

كَذٰلِكَ  mahzuf masdar için naattır. Takdiri “Zalimleri bu ceza gibi bir ceza ile cezalandırırız.” şeklindedir. (Muhyiddin Derviş, Îrab)

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunmadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 101)

Yaptıkları şeylerin onları bu cezaya muhatap kıldığını ifade eder. (Âşûr)

Cezalanacak kişinin zamir makamında zalim olarak anılması, işin kötülüğünü vurgulamak amacıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.

(Zalimlere biz böyle ceza veririz.) Yani hırsızlık etmek suretiyle zulmedenleri biz böyle cezalandırırız. Bu cümle de tekidden sonra ikinci tekiddir ve hırsızlığın çirkinliğini beyan etmektedir.

Hz. Yakup'un oğulları, kendi suçsuzluklarına son derece güvendikleri için böyle davranmışlardı; tabii ki yapılanlardan haberleri yoktu. (Ebüssuûd)

نَجْزِي  -  جَزَٓاؤُ۬هُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)


Yusuf Sûresi 76. Ayet

فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِۜ كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَۜ مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ  ...


Bunun üzerine Yûsuf, kardeşinin yükünden önce onların yüklerini aramaya başladı. Sonra su kabını kardeşinin yükünden çıkardı. İşte biz Yûsuf’a böyle bir plan öğrettik. Yoksa kralın kanunlarına göre kardeşini alıkoyamazdı. Ancak Allah’ın dilemesi başka. Biz dilediğimiz kimsenin derecelerini yükseltiriz. Her ilim sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَبَدَأَ (aramağa) başladı ب د ا
2 بِأَوْعِيَتِهِمْ onların yüklerini و ع ي
3 قَبْلَ önce ق ب ل
4 وِعَاءِ yükünden و ع ي
5 أَخِيهِ kardeşinin ا خ و
6 ثُمَّ sonra
7 اسْتَخْرَجَهَا (tası) çıkardı خ ر ج
8 مِنْ
9 وِعَاءِ yükünden و ع ي
10 أَخِيهِ kardeşinin ا خ و
11 كَذَٰلِكَ işte böyle
12 كِدْنَا bir çare öğrettik ك ي د
13 لِيُوسُفَ Yusuf’a
14 مَا
15 كَانَ idi ك و ن
16 لِيَأْخُذَ yoksa alamaz ا خ ذ
17 أَخَاهُ kardeşini ا خ و
18 فِي göre
19 دِينِ dini(kanunu)na د ي ن
20 الْمَلِكِ kralın م ل ك
21 إِلَّا dışında
22 أَنْ eğer
23 يَشَاءَ dilemesi ش ي ا
24 اللَّهُ Allah’ın
25 نَرْفَعُ biz yükseltiriz ر ف ع
26 دَرَجَاتٍ derecelerle د ر ج
27 مَنْ kimseyi
28 نَشَاءُ dilediğimiz ش ي ا
29 وَفَوْقَ ve üstünde (vardır) ف و ق
30 كُلِّ her ك ل ل
31 ذِي sahibinin
32 عِلْمٍ bilgi ع ل م
33 عَلِيمٌ daha bir bilen ع ل م
Mısır kanunlarında hırsıza sopa vurulur ve çaldığı malın iki misli ödettirilirdi. Hz. Ya‘kub’un şeriatında ise hırsız yakalanarak çaldığı malın karşılığında mal sahibine hizmet ettirilirdi. Hz. Yûsuf, işte bu kanundan yararlanıp kardeşi Bünyâmin’i alıkoymak istedi. Planını buna göre hazırladı; dikkat çekmemek için aramaya önce üvey kardeşlerinin yüklerinden başladı. Sonunda su kabını Bünyâmin’in yükünden bulup çıkardı. Dolayısıyla onu Mısır’da alıkoydu.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 249

فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِ

 

Fiil cümlesidir.  فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

بَدَاَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdirهُوَ dir.

بِاَوْعِيَتِهِمْ  car mecruru  بَدَاَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَبْلَ  zaman zarfı,  بَدَاَ  fiiline müteallıktır.  وِعَٓاءِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  بَعْدَ  ve  قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:

1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.

2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.

3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında  اَنْ  bulunur.

4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar. 

Ayette  قَبْلَ  başına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduğu için mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَخ۪ي  muzâfun ileyh olup harfle îrab olan beş isimden biri olup cer alameti  ي ’dır. Aynı zamanda  هِ  zamirine muzâftır.

Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِۜ 

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir.Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَخْرَجَهَا  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdirهُوَ ’dir.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ وِعَٓاءِ  car mecruru  اسْتَخْرَجَ  fiiline müteallıktır.  اَخ۪يهِ  muzâfun ileyh olup harfle îrab olan beş isimden biri olup cer alameti  ي ’dır.

Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اسْتَخْرَجَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  خرج ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.


كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَۜ 

 

Fiil cümlesidir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل  “gibi” demektir. Bu ibare, amili  كِدْنَا  olan mahzuf mef’ûlün mutlaka müteallıktır.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

كِدْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  لِيُوسُفَ  car mecruru  كِدْنَا  fiiline müteallıktır.  يُوسُفَ  kelimesi gayri munsarif olduğundan cer alameti fethadır.

يُوسُفَ  kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf  (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ 

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. 

كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هُوَ ’dir.

لِيَأْخُذَ  fiiline dahil olan  لِ, lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

يَأْخُذَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ dir.

اَخَا  mef’ûlün bih olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti  ا  (elif)’tir. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ف۪ي د۪ينِ  car mecruru  يَأْخُذَ  fiiline müteallıktır.  الْمَلِكِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan  اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren  لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada lam-ı cuhûddan sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَّٓا  istisna harfidir. İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Not: Müstesna minh;

a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Not: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır:

1. Muttasıl istisna

2. Munkatı’ istisna

3. Müferrağ istisna

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, müstesna olup mahallen mansubdur.

يَشَٓاءَ  fiili, mansub muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celali fail olup lafzen merfûdur.

Fiil-i muzarinin başına “ اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur’an-ı Kerim’de çok nadir de olsa bazen cümlede  اَنْ ’den önce (لِ) harf-i cerini ve  اَنْ ’den sonra da nâfiye lâ’sını (لَا) görebiliriz.  لِئَلَّا  şeklinde yazılır. Bazen ise bu  اَنْ ’den önce (لِ)  harf-i ceri ve nâfiye lâ’sının (لَا) hazf edildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ

 

Fiil cümlesidir.  نَرْفَعُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir نحن ’dur. 

دَرَجَاتٍ  mekân zarfı,  نَرْفَعُ  fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  نَشَٓاءُ ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

نَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muzari fiillerin (أَنَا  –  أَنْتَ  –  نَخْنُ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (هُوَ  -  هِيَ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücuben değil cevazendir yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ

 

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَوْقَ  mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

كُلِّ  muzâfun ileyh olarak lafzen mecrurdur.  ذ۪ي  muzâfun ileyh olup harfle îrab olan beş isimden biri olup cer alameti  ي ’dır.

عِلْمٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَل۪يمٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

عَل۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَبَدَاَ بِاَوْعِيَتِهِمْ قَبْلَ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِ ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِۜ 

 

Cümle, takdiri …فأرجعوا إلى يوسف  (Böylece Yusuf’a döndüler.) olan mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ثُمَّ اسْتَخْرَجَهَا مِنْ وِعَٓاءِ اَخ۪يهِ  cümlesi tertip ve mühlet ifade eden  ثُمَّ  ile öncesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وِعَٓاءِ  -  اَوْعِيَتِهِمْ  -  وِعَٓاءِ  kelimeleri arasınsda iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

قَبْلَ  -  ثُمَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


 كَذٰلِكَ كِدْنَا لِيُوسُفَۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede, îcâz-ı hazif vardır.  كَذٰلِكَ, mahzuf bir mef’ûlün mutlaka müteallıktır. 

كِدْنَا لِيُوسُفَ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)

كَذٰلِكَ  (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali (kullanımı), işaret edilen nimetin derecesinin faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd) 

كَذٰلِكَ  ibaresinde  كَ  mahzuf masdarın naatıdır. (Muhyiddin Derviş, Îrab)

كِدْنَا  fiilindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir. 

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 467)


مَا كَانَ لِيَأْخُذَ اَخَاهُ ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ 

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir.  كَانَ ’nin dahil olduğu menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Lam-ı cuhûdun dahil olduğu  لِيَأْخُذَ  cümlesi, masdar teviliyle  كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مَا كَان li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)

ومَعْنى لامِ الجَحُودِ هُنا نَفْيُ أنْ يَكُونَ في نَفْسِ الأمْرِ سَبَبٌ يُخَوِّلُ يُوسُفَ عَلَيْهِ السَّلامُ أخْذَ أخِيهِ عِنْدَهُ

Burada lam-ı cuhûd, Yusuf’un (a.s.) kardeşini yanında tutmayı hayal etmesi sebebiyle nefsindeki işin olmayacağı manasındadır. (Âşûr)

اَنْ ve akabindeki  يَشَٓاءَ اللّٰهُ  cümlesi, masdar teviliyle müstesna olarak mahallen mansubdur. Masdar-ı müevvel olan cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Genel olarak  شَٓاءُ  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibhâm; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )

ف۪ي د۪ينِ الْمَلِكِ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla din, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü din, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir.  ف۪ي  harfi mübalağa ifadesi için kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.

اَخ۪  (kardeş) lafzının ayette üç kez tekrarlanması, konunun önemli kişisi olduğuna vurgu içindir. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

نَرْفَعُ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası  نَشَٓاءُ, teceddüt ve tecessüm ifade eden müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

دَرَجَاتٍ deki tenvin nev ve tazim ifade eder.


دَرَجاتٍ  (dereceler) şerefin kuvveti için müsteardır. Hissi bir şey akli bir şeye benzetilmiştir. (Âşûr)

نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ مَنْ نَشَٓاءُۜ  cümlesi Yusuf’un (a.s.) kardeşini tutma kıssası için tezyîldir. (Âşûr)

Öncesine matuf olan  وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ  cümlesi sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr üslubuyla tekid edilmiştir.

Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَل۪يمٌ  muahhar mübtedadır. Mübalağalı ism-i fail kalıbında gelmiştir.

وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ  şeklindeki izafet veciz ifade kastına matuftur.  عِلْمٍ deki tenvin nev, tazim ve kesret ifade eder.

Müsnedün ileyhdeki tenvinle, ilim kuvvetiyle vasıflanmışların hepsini kapsayan, cins kastedilmiştir. Bu kapsam, Allah Teâlâ’ya nispet edildiğinde tahsis ifade eder. (Âşûr) 

فَوْقَ  halin şerefi için mecazdır. Şeref yüksekliğe benzetilmiştir. (Âşûr)

وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ  (Her bilgi sahibinin üstünde bir bilen var!) Üstünde ondan daha üst ilim mertebesinde olan biri var. Ya da bütün alimlerin üzerinde “Alîm” olan zat var. O, ilimde onların hepsinin üzerindedir ki o da Yüce Allah’tır. (Keşşâf)

وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ  cümlesi ayetin  كَذَلِكَ كِدْنا لِيُوسُفَ  cümlesi için 2. tezyîldir. (Âşûr)

عِلْمٍ - عَل۪يمٌ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نَرْفَعُ  -  دَرَجَاتٍ  -  فَوْقَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَشَٓاءَ  -  نَشَٓاءُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نَرْفَعُ دَرَجَاتٍ  ibaresi istiaredir. Çünkü burada gerçekte kurulan bir bina ve yükseltilen basamaklar (derecât) yoktur. Bununla kastedilen, dünyada (hayırla) anılmak, ahirette ise sevap mevkilerinin yükseltilmesidir. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
Yusuf Sûresi 77. Ayet

قَالُٓوا اِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُۚ فَاَسَرَّهَا يُوسُفُ ف۪ي نَفْسِه۪ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَاناًۚ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ  ...


Dediler ki: “Eğer o çalmışsa, daha önce onun bir kardeşi de çalmıştı.” Yûsuf, bunu içinde sakladı ve onlara belli etmedi. İçinden, “Siz kötü bir durumdasınız; anlattığınızı Allah çok daha iyi biliyor” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 إِنْ eğer
3 يَسْرِقْ çaldıysa س ر ق
4 فَقَدْ elbette
5 سَرَقَ çalmıştı س ر ق
6 أَخٌ kardeşi de ا خ و
7 لَهُ onun
8 مِنْ
9 قَبْلُ bundan önce ق ب ل
10 فَأَسَرَّهَا bunu sakladı س ر ر
11 يُوسُفُ Yusuf
12 فِي
13 نَفْسِهِ içinde ن ف س
14 وَلَمْ
15 يُبْدِهَا açmadı ب د و
16 لَهُمْ onlara
17 قَالَ dedi ق و ل
18 أَنْتُمْ siz
19 شَرٌّ fena ش ر ر
20 مَكَانًا durumdasınız ك و ن
21 وَاللَّهُ ve Allah
22 أَعْلَمُ çok iyi biliyor ع ل م
23 بِمَا (içyüzünü)
24 تَصِفُونَ anlattığınızın و ص ف
Rivayete göre Hz. Yûsuf’un halası onu çok severdi. Yûsuf büyüyünce halası onun kendi yanında kalmasını istedi. Ya‘kub buna razı olmayınca halası, Hz. İbrâhim’den kendisine miras kalmış olan kuşağını Yûsuf’un beline bağladı. Sonra kuşağın kaybolduğunu söyledi. Kuşak arandı, Yûsuf’un üzerinde bulundu. Halası kanun gereği Yûsuf’u yanında alıkoydu. İşte Yûsuf’un kardeşleri bu duruma işaret etmek istemişlerdir. Şevkânî uydurma olarak nitelediği bu rivayeti naklettikten sonra Kurtubî’nin yorumunu tercih etmiştir. Buna göre Yûsuf’un kardeşleri daha önce yaptıkları gibi– yalan söylemiş, iftirada bulunmuşlardır (III,51-52).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 249

قَالُٓوا اِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُۚ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اِنْ يَسْرِقْ ’dır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  يَسْرِقْ  şart fiili olup meczum muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdirهُوَ dir.  

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2. Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.

3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa “ اِنْ” kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  قَدْ  tahkik harfidir. 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

سَرَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اَخٌ  fail olup lafzen merfûdur.

لَهُ  car mecruru  اَخٌ un mahzuf sıfatına müteallıktır.  مِنْ قَبْلُ  car mecruru  سَرَقَ  fiiline müteallıktır.

قَبْلُ nun muzâfun ileyhi hazfedilince zamme üzere mebni olur. Bu durumdaki izafete, izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 


فَاَسَرَّهَا يُوسُفُ ف۪ي نَفْسِه۪ 

 

فَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

فَ : Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَسَرَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  يُوسُفُ  fail olup damme ile merfûdur.  

يُوسُفُ  kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. 

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Yukarıda belirtildiği gibi bu dokuz illetten alem ve ucme olma bakımından iki özellik bulunmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ف۪ي نَفْسِه۪  car mecruru  اَسَرَّ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَسَرَّ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  سرر ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerred manasını ifade eder.


وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ قَالَ اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَاناًۚ

 

وَ  atıf harfidir.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يُبْدِهَا  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdirهُوَ ’dir.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

لَهُمْ  car mecruru  يُبْدِهَا  fiiline müteallıktır.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdirهُوَ ’dir.

Mekulü’l-kavli,  اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَاناً ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  شَرٌّ  mübtedanın haberidir. 

مَكَاناً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

شَرٌّ  ism-i tafdil kalıbındadır. İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh’’ denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

خَيْرٌ  ve  شَرٌّ  kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları  اَخْيَرُ  ve  اَشْرَرُ  veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.

Burada karşılaştırma için gelmiş ve  مِنْ  hazf edilmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اللّٰهُ  lafz-ı celâli mübteda olup lafzen merfûdur.  اَعْلَمُ  mübtedanın haberidir.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَعْلَمُ  fiiline müteallıktır. 

تَصِفُونَ  fiili  نَ ’nun sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.

قَالُٓوا اِنْ يَسْرِقْ فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُۚ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Yusuf’un (a.s.) kardeşlerinin sözlerinin bildirildiği cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mütekellim Allah Teâlâ’dır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنْ يَسْرِقْ  cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır.

Şartın cevabı  فَ  karinesiyle gelen  فَقَدْ سَرَقَ اَخٌ لَهُ مِنْ قَبْلُ  cevap cümlesi, tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş faide-i haber talebî kelamdır.

يَسْرِقْ - سَرَقَ  kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 


  فَاَسَرَّهَا يُوسُفُ ف۪ي نَفْسِه۪ وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ

 

İstînâf cümlesine  فَ  ile atfedilen cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ  cümlesi öncesine matuf olup, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümle, önceki cümlenin anlamını destekleyen ıtnâb sanatıdır. Muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder.

فَاَسَرَّهَا يُوسُفُ ف۪ي نَفْسِه۪  cümlesiyle,  وَلَمْ يُبْدِهَا لَهُمْ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اَسَرَّهَا  ile  يُبْدِهَا  lafızları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


قَالَ اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَاناًۚ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَنْتُمْ شَرٌّ مَكَاناً  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَكَاناًۚ, temyiz olarak mansubdur.

مَكَان ’ın asıl manası bir şeyi içine alan yerdir. Fiziksel manada konumdur. Bu ayette kötü durumda olmak anlamında hal - mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.


وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا تَصِفُونَ

 

Mekulü’l-kavl cümlesine  وَ ’la atfedilmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş bu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.

Mecrur mahaldeki mevsûlün sılası olan  تَصِفُونَ  muzari fiil olarak gelmiştir. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Ayetin manasını pekiştirmek için gelen ıtnâbtır.

واللَّهُ أعْلَمُ بِما تَصِفُونَ  cümlesi eklenerek tezyîl yapılmıştir. Bu geniş kapsamlı bir cümledir. Yani Allah sizin anlattıklarınızın doğruluğunu da yalanlarınızı da bilir. Bundan maksat aslında onların yalan söylediğini bildiğidir. Yani sizin nasıl vasıfladığınızı iyi bilirim demektir. (Âşûr)

İsm-i tafdil kalıbındaki  اَعْلَمُ, mübalağa ifade eder.

Ayetin fasılası başka surelerde de ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır.

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. 

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf Suresi 28, s. 314)


Yusuf Sûresi 78. Ayet

قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ اِنَّ لَـهُٓ اَباً شَيْخاً كَب۪يراً فَخُذْ اَحَدَنَا مَكَانَهُۚ اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ  ...


Onlar, Yûsuf’a: “Ey güçlü vezir! Bunun çok yaşlı bir babası var. Onun yerine bizden birini alıkoy. Şüphesiz biz senin iyilik edenlerden olduğunu görüyoruz” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالُوا dediler ki ق و ل
2 يَا أَيُّهَا ey
3 الْعَزِيزُ vezir ع ز ز
4 إِنَّ şüphesiz
5 لَهُ onun vardır
6 أَبًا babası ا ب و
7 شَيْخًا bir ihtiyar ش ي خ
8 كَبِيرًا büyük ك ب ر
9 فَخُذْ o yüzden al ا خ ذ
10 أَحَدَنَا (bizden) birimizi ا ح د
11 مَكَانَهُ onun yerine ك و ن
12 إِنَّا doğrusu biz
13 نَرَاكَ seni görüyoruz ر ا ي
14 مِنَ -den
15 الْمُحْسِنِينَ iyilik edenler- ح س ن
Plandan haberdar olmayan kardeşleri, Bünyâmin’in ihtiyar babası olup onun için çok üzüleceğini söylediler ve yerine kendilerinden birini alıkoyup onu serbest bırakmasını Hz. Yûsuf’tan istediler. Fakat Hz. Yûsuf, cezanın şahsîliği ilkesinden hareket etti ve suçlunun yerine başkasını cezalandırmanın haksızlık olduğunu, böyle bir şey yapmaktan Allah’a sığındığını bildirdi.

قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ اِنَّ لَـهُٓ اَباً شَيْخاً كَب۪يراً فَخُذْ اَحَدَنَا مَكَانَهُۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ  itiraz cümlesidir. Nidanın cevabı mahzuftur. 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. Burada münada nekre-i maksude olarak geldiği için mebni münadaya girer ve merfû üzere mebni, mahallen mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْعَز۪يزُ  münadadan bedel veya sıfattır.

Münadanın başında harf-i tarif varsa önüne müzekker isimlerde  اَيُّهَا, müennes isimlerde  اَيَّتُهَا  getirilir. Bunlardan sonra gelen müştak ise sıfat, camid ise bedel olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

Mekulü’l-kavli,  اِنَّ لَـهُٓ اَباً شَيْخاً ’dir.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

لَـهُٓ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  اَباً  kelimesi  اِنَّ nin ismi olup fetha ile mansubdur.  شَيْخاً  kelimesi  اَباً ’in sıfatıdır.

كَب۪يراً  kelimesi ise  اَباً ’in ikinci sıfatıdır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı na’t (النَّعَتُ)’dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (المَنْعُوتُ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Takdiri,  إن كان لا بدّ من أخذ أحد فخذ أحدنا  (Kesinlikle birini alacaksanız bizden birini alın) şeklindedir.

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ’si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خُذْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdirأنت ’dir.  اَحَدَ  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur. Mütekellim zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَكَانَ  ikinci mef’ûlün bih olarak fetha ile  mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. 

نَا  muttasıl zamiri  اِنَّ nin ismi olarak mahallen mansubdur.

نَرٰيكَ  fiili  اِنَّ nin haberi olarak mahallen merfûdur.

نَرٰيكَ  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdirنحن ’dur. 

مِنَ الْمُحْسِن۪ين  car mecruru  نَرٰيكَ deki mef’ûlün bihin mahzuf haline müteallıktır.

الْمُحْسِن۪ينَ nin cer alameti  ي  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

الْمُحْسِن۪ينَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babından ism-i faildir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالُوا يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ اِنَّ لَـهُٓ اَباً شَيْخاً كَب۪يراً فَخُذْ اَحَدَنَا مَكَانَهُۚ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İtiraziyye olan  يَٓا اَيُّهَا الْعَز۪يزُ  cümlesi, nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. 

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّ لَـهُٓ اَباً شَيْخاً كَب۪يراً  cümle,  اِنَّ  ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır.  لَـهُٓ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اَباً شَيْخاً كَب۪يراً  muahhar mübtedadır.

اَباً ’deki tenvin, cins ifade eder.

Veya  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda gelmiştir. Nidanın cevabı  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَب۪يراً  ve  شَيْخاً  kelimeleri,  اَباً  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

شَيْخاً كَب۪يراً  (İhtiyar yaşlı) ibaresi Yusuf’un (a.s.) merhametini celbetmek için gelmiş bir itnâbdır. (Safvetu't Tefasir)

Babalarını, kendisine karşı müşfik davranmasını gerektiren üç özellik ile tanımladılar: babalık şefkati, yaşlılık sıfatı ve akla gelebilecek halkının en büyüğü olduğu veya ömrünün sonuna geldiği düşüncelerini düzeltme hakkı. Bu vasıflar başak bir maksatla değil sadece kardeşlerinin serbest bırakılmasını sağlamaya teşvik için zikredilmiştir. Yoksa zaten daha önce babalarından Yusuf’a as bahsetmişlerdi. (Âşûr)


اِنَّا نَرٰيكَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümleleri  sübut ifade ederler.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ, isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)

Görmek fiili anlamak, bilmek manasında istiare edilmiştir.

الْمُحْسِن۪ينَ  ifadesi, “rüya tabirini iyi yapanlardansın” anlamına gelir. (Keşşâf)

Son cümle, azize övgü ve naat şeklinde, iknaya yöneliktir. Ta’lil cümlesi olarak gelmiştir.

 إنّا نَراكَ مِنَ المُحْسِنِينَ  cümlesi talep değil talebin habul edilmesi için ta’lildir. (Âşûr)

الْعَز۪يزُ  -  الْمُحْسِن۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Günün Mesajı

76. ayet dolayısıyla şunları düşünebiliriz: Bir müslüman bulunduğu ve bilhassa barındırıldığı bir yerde bozgunculuk yapamaz. Din aynı zamanda dünya hayatının da düzenleyen kanunlar mecmuasıdır. "Her bir bilenin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” değil de, “Her bir bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.” demekle, bilgi sahibi olma ile bilen olmanın farkını ortaya koymaktadır.

Bilgi ile ilim farklıdır. İlim, bir muhassala, yani bilgilerin neticesinde ortaya çıkan kesin sonuçtur. Bu noktada Bediüzzaman hazretleri, “Gerçek yol gösterici âlim, koyun olur, kuş olmaz. Koyun, yavrusuna verir hazmedilmiş saf sütünü; kuş yavrusuna verir kusmuğunu” der. (Sözler, “Lemeât,” 981) Bilgi ise malümattan ibarettir, yani ilmin malzemesidir.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Olacak gibi görünenleri, olmayacak hale getirerek korkularımızdan emin kılan ve olmayacak gibi görünenleri, olacak hale getirerek umduklarımıza nail eden Allah’a sonsuz hamd-u senalar olsun.

Allahım! İlim sahibi Sensin, aklını kullananlardan eyle bizi. Kabiliyetleri yaratan Sensin, rızan için geliştirenlerden eyle bizi. Başarılarımızın Senden geldiğine, başarısızlıklarımızda ise bir hikmet olduğuna inanarak Sana şükür ve tevekkül eden kullarından eyle bizi.

Allahım! Senin rahmetinle, sahip olduğumuz ilim ve kabiliyetlerimize güvenerek, nefsi şımaranlara ve yoldan çıkanlara benzemekten korkar ve Sana sığınırız.

Bizi;
Her zaman bizden daha iyi bilenin ve daha iyi yapanın olduğuna inanarak mütevazi ve insan olarak hata yapma ihtimalinden dolayı tedbirli davrananlardan.
Bildiklerini düşündüklerinden ziyade, bilmediklerinin çokluğunu idrak edenlerden.
Sahip olduğumuz ilim ve kabiliyetlerimizin asıl sahibi olmadığımızın ve onları her an kaybedebileceğimizin bilinciyle yaşayanlardan.
Dünyalık korkulardan çok Senin gazabından korkanlardan, dünyalık isteklerden çok Sana kavuşmayı umanlardan eyle.

Amin.

***

Nefsani hırslarla yola çıkarak yapılanlar, kişinin öfkesini ya da acısını dindirmek yerine onları diri tutar. Sanki doğru müdahale görmeyen, ısrarla temiz tutulmayan ve sınırlarına aldırılmadan kabuğu çekip alınarak yenilenen bir yara gibidir. İyileşme süresi uzar ve ardında izini bırakır. Böylece baktıkça hatırlanır.

Belki de buna en iyi örnek, hz. Yusuf ve kardeşleridir. Babalarının ona olan sevgilerini kıskandıkları için kardeşleri hz. Yusuf’u kuyuya atarlar ve başına ne geldiğiyle ilgili yalan söylerler. Aradan yıllar geçer ve kıtlığın getirdiği zorlukla beraber karşı karşıya gelirler. Ancak onlar hz. Yusuf’u tanımazlar. En küçük kardeşlerine hırsızlık suçlaması yapıldığı zaman ise şu anlaşılır: hz. Yusuf’u unutamamış ve hala ona karşı beslenen kıskançlığın getirdiği hırsları yanmaya devam etmektedir. Zira: ‘eğer o çaldıysa, daha önce onun kardeşi de çalmıştı’ diyerek o an orada olduğunu bilmedikleri hz. Yusuf’u kötülükle anarlar. 

Allah korkusunu bir kenara bırakarak, dünyaya bağlanmış nefsinin hırsıyla hareket eden kişi çok hataya düşer. Acelecidir ve bu yüzden başkalarına haksızlığı göze alabilir. Kalbini karanlıklara terk ederek yıpratır ve kendisine acı veren dertlerini derinleştirir. Unutmak istedikleri hırslı davranışlarıyla beraber iyice zihnine işlenir.

Ey Allahım! Kalbimden ve nefsimden doğanlar arasındaki farkı bilmem ve doğru yönde karar verip hareket etmem için yardımcım ve yol göstericim ol. Nefsimden kopup gelen duygu ve düşüncelerin hızına kapılmadan tedbirle hareket edenlerden eyle. Nefsimin haklılığını ispat etmek uğruna herhangi bir haksızlığa bulaşmaktan muhafaza buyur. Daima Senin rızana ve Senin katındaki değerime öncelik verenlerden eyle. Şüphesiz ki Senin huzurunda haksız ilan edilen için geçici haklılıkların getirdiği geçeci huzurların hiçbir kıymeti yoktur. Bu bilinçle yaşayıp, bu bilinçle ölenlerden ve huzuruna Senin nurunla aydınlanmış yüzünün akıyla çıkanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji