بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اَنْ نَأْخُذَ اِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُٓۙ اِنَّٓا اِذاً لَظَالِمُونَ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi |
|
2 | مَعَاذَ | sığınırız |
|
3 | اللَّهِ | Allah’a |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | نَأْخُذَ | almaktan |
|
6 | إِلَّا | başkasını |
|
7 | مَنْ | kimseden |
|
8 | وَجَدْنَا | bulduğumuz |
|
9 | مَتَاعَنَا | eşyamızı |
|
10 | عِنْدَهُ | yanında |
|
11 | إِنَّا | yoksa biz |
|
12 | إِذًا | o zaman |
|
13 | لَظَالِمُونَ | zulmedenler (oluruz) |
|
قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اَنْ نَأْخُذَ اِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُٓۙ اِنَّٓا اِذاً لَظَالِمُونَ۟
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli مَعَاذَ اللّٰهِ ’dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak fetha ile mansubdur.
مَعَاذَ mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakıdır. Takdiri, أعوذ (sığınırım) şeklindedir. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mahzuf harfi ceriyle birlikte مَعَاذَ ’ye müteallıktır.
نَأْخُذَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
اِلَّا hasr harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası وَجَدْنَا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
وَجَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مَتَاعَنَا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عِنْدَ mekân zarfı, وَجَدْنَا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
اِذاً cevap harfidir.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
ظَالِمُونَ۟ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker isimler harfle îrablanırlar.
ظَالِمُونَ۟ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ مَعَاذَ اللّٰهِ اَنْ نَأْخُذَ اِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُٓۙ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemal-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli, مَعَاذَ اللّٰهِ mahzuf fiilin mef’ûlün mutlakı olarak mansubdur. Takdiri, أعوذ (sığınırım)’dir. Mef’ûlü mutlakın amilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu fiil hazf edilince ب harfiyle müteaddi olan mecrur izafet yoluyla masdara bitişmiş سُبْحانَ اللَّ tabiri gibi مَعَاذَ اللّٰهِ buyurulmuştur. (Âşûr)
Veciz ifade kastına matuf مَعَاذَ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan مَعَاذَ, tazim edilmiştir. اَنْ ve akabindeki نَأْخُذَ اِلَّا مَنْ وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُٓۙ cümlesi, masdar tevilinde takdir edilen منْ harfiyle, مَعَاذَ ’ya müteallıktır.
نَأْخُذَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ’in sılası وَجَدْنَا مَتَاعَنَا عِنْدَهُٓۙ, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
مَعَاذَ اللّٰهِ ifadesinde zımnen bulunan لا يصحّ ve لا يجوز manaları, istisna harfi اِلَّا ile kasr oluşturmuştur. Kasr, fiille mef’ûlü arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l- mevsuftur.
Bu ayetin “kelamun muvecceh” olduğunu ifade eden Zemahşerî; sözün iki anlama geldiğini ifade ediyor.
Birinci anlama göre Yusuf (a.s.) kardeşlerine içerik olarak şöyle demektedir: Şayet biz eşyamızı yanında bulduğumuzu alıkoyuyorsak bu sizin şeriatınıza göre doğrudur, şayet yanlış kişiyi tutukluyorsak o halde biz zalimiz, biz zalimsek zalimden ne diye medet umuyorsunuz.
Diğer ihtimalde ise Yusuf içerik olarak şunları söylemektedir: Biz ancak Allah’ın bir takım faydaların gerçekleşmesi için “Bırakma!” dediğini bırakmayız. Allah’ın dediğinden başkasını yapmak apaçık bir zulümdür.
Görüldüğü gibi Zemahşerî, her iki ihtimalde de Yusuf’un (a.s.) gerçek dışı söz söylemediğini vurgulamaktadır. (Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 474)
Kardeşleri, Yusuf'a (a.s.) olan hitaplarında “sen” zamirini kullandıkları halde onun, konuşmasında “biz” zamirini kullanması, hükümdarların üslubu böyle olduğu içindir. Yahut bu konuda kardeşini alıkoyup koymamanın, kendisinin kararına bağlı olmayıp yetkili kişilerin kararına bağlı olduğunu bildirmek içindir.
Yusuf’un, “malımızı çalan” demeyip de “malımızı yanında bulduğumuz” demesi, hakkı ifade etmek ve konuşmalarında yalandan sakınmak ile beraber meramını da tam olarak ifade etmek içindir. Çünkü onlar, yüklerinde anılan maşrapanın bulunmasını, hırsızlıktan başka bir manaya hamletmezler. (Ebüssuûd)
اِنَّٓا اِذاً لَظَالِمُونَ۟
Mukadder şart ve cevabın tefsiri hükmündeki cümle fasılla gelmiştir. Takdir şöyledir: إن أخذنا مكانه ظلمنا (Onun yerine (başkasını) alırsak zulmetmiş oluruz.)
اِنَّٓ ’nin dahil olduğu cümlede اِذًا, cevap ve ceza harfidir.
اِنَّٓ ve lam-ı muzahlaka olmak üzere iki unsurla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlenin talil olduğunun iki delili vardır: Cümlenin başında اِنَّٓ olması ve اِذاً şeklindeki ceza harfinin gelişi. Bu cümledeki fiillerde, اِنَّٓ ’de ve لَظالِمُونَ kelimesinde bulunan zamirlerden murat müfred mütekkellim, yani birinci şahıs zamiridir. Bu zamir ya tazim maksadıyla ya da kendisinden tevazuyla bahsetmek için gelmiştir ki Arap dilinde bu kullanım vardır. (Âşûr)فَلَمَّا اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِياًّۜ قَالَ كَب۪يرُهُمْ اَلَمْ تَعْلَمُٓوا اَنَّ اَبَاكُمْ قَدْ اَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطْتُمْ ف۪ي يُوسُفَۚ فَلَنْ اَبْرَحَ الْاَرْضَ حَتّٰى يَأْذَنَ ل۪ٓي اَب۪ٓي اَوْ يَحْكُمَ اللّٰهُ ل۪يۚ وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَلَمَّا | ne zaman ki |
|
2 | اسْتَيْأَسُوا | umudu kesince |
|
3 | مِنْهُ | ondan |
|
4 | خَلَصُوا | (bir kenara) çekildiler |
|
5 | نَجِيًّا | fısıldaşarak |
|
6 | قَالَ | dedi ki |
|
7 | كَبِيرُهُمْ | büyükleri |
|
8 | أَلَمْ |
|
|
9 | تَعْلَمُوا | bilmiyor musunuz? |
|
10 | أَنَّ | ki |
|
11 | أَبَاكُمْ | babanız |
|
12 | قَدْ | muhakkak |
|
13 | أَخَذَ | aldı |
|
14 | عَلَيْكُمْ | sizden |
|
15 | مَوْثِقًا | kesin söz |
|
16 | مِنَ | (adına) |
|
17 | اللَّهِ | Allah |
|
18 | وَمِنْ | ve |
|
19 | قَبْلُ | daha önce |
|
20 | مَا | işlediğiniz |
|
21 | فَرَّطْتُمْ | kusurunuz |
|
22 | فِي | hakkında |
|
23 | يُوسُفَ | Yusuf |
|
24 | فَلَنْ | asla |
|
25 | أَبْرَحَ | ayrılmayacağım |
|
26 | الْأَرْضَ | bu yerden |
|
27 | حَتَّىٰ | kadar |
|
28 | يَأْذَنَ | izin verinceye |
|
29 | لِي | bana |
|
30 | أَبِي | babam |
|
31 | أَوْ | yahut |
|
32 | يَحْكُمَ | hükmedinceye |
|
33 | اللَّهُ | Allah |
|
34 | لِي | benim için |
|
35 | وَهُوَ | ve O |
|
36 | خَيْرُ | en iyisidir |
|
37 | الْحَاكِمِينَ | hükmedenlerin |
|
يأس Ye’ese :
يَأْسٌ bir şeyden umudun tükenmesi ve ümidin kesilmesidir. Bu anlamda يَئِسَ ve إسْتَيْئَسَ denir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 13 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri yeis ve mey’ustur. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَلَمَّا اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِياًّۜ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمَّا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
اسْتَيْـَٔسُوا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اسْتَيْـَٔسُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْهُ car mecruru اسْتَيْـَٔسُوا fiiline müteallıktır.
Şartın cevabı خَلَصُوا ’dur.
خَلَصُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
نَجِياًّ kelimesi خَلَصُوا ’deki failin hali olup fetha ile mansubdur.
اسْتَيْـَٔسُوا fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi يأس ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamları katar.
قَالَ كَب۪يرُهُمْ اَلَمْ تَعْلَمُٓوا اَنَّ اَبَاكُمْ قَدْ اَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطْتُمْ ف۪ي يُوسُفَۚ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
كَب۪يرُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Mekulü’l-kavli اَلَمْ تَعْلَمُٓوا ’dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Hemze istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَعْلَمُٓوا fiili ن ’un hazfiyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, تَعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlu yerinde olup mahallen mansubdur.
اَبَاكُمْ kelimesi اَنَّ ’nin ismi olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti eliftir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَدْ اَخَذَ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
قَدْ tahkik harfidir. اَخَذَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
عَلَيْكُمْ car mecruru اَخَذَ fiiline müteallıktır.
مَوْثِقاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مِنَ اللّٰهِ car mecruru اَخَذَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مِنْ قَبْلُ car mecruru فَرَّطْتُمْ fiiline müteallıktır. قَبْلُ cer mahallinde muzâftır. Kelimenin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
مَا harfi zaiddir. فَرَّطْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي يُوسُفَ car mecruru فَرَّطْتُمْ fiiline müteallıktır. يُوسُفَ kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَرَّطْتُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi فرط ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَنْ اَبْرَحَ الْاَرْضَ حَتّٰى يَأْذَنَ ل۪ٓي اَب۪ٓي اَوْ يَحْكُمَ اللّٰهُ ل۪يۚ
فَ atıf harfidir. لَنْ muzariyi nasb ederek manasını olumsuz istikbale çeviren tekid harfidir. اَبْرَحَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انا ’dir.
الْاَرْضَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde اَبْرَحَ fiiline müteallıktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْذَنَ mansub muzari fiilidir. ل۪ٓي car mecruru يَأْذَنَ fiiline müteallıktır.
اَب۪ٓي fail olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamir ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَوْ atıf harfi tahyir/ tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَحْكُمَ mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. خَيْرُ haberdir. الْحَاكِم۪ينَ muzâfun ileyh olup cer alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
الْحَاكِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan حكم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
خَيْرٌ kelimesi ism-i tafdil kalıbındandır. Çok kullanıldığı için başındaki hemze hafifletilmiştir. (Âşûr)
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi فُعْلَى veznindedir.
İsm-i tafdilden önce gelen isme “mufaddal”, sonra gelen isme “mufaddalun aleyh” denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır.
خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur’an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfret müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَمَّا اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ خَلَصُوا نَجِياًّۜ
فَ atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi aynı zamanda muzâfun ileyh olan اسْتَيْـَٔسُوا مِنْهُ cümlesidir ve müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı فَ karinesi olmadan gelen خَلَصُوا نَجِياًّۜ cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
نَجِياًّ kelimesi خَلَصُوا ’deki failin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
خَلَصُوا kelimesi: Arapçada, bir şeye karışmış olan şey, öz olandan ayrıldığı zaman خَلَصَ الشَّىْءُ يَخْلَصُ خُلُوصًا denir. Buna göre ayetin manası “Onlar, kardeşleri olmaksın, tek başlarına kaldılar.” manasındadır. (Fahreddin er-Razi)
قَالَ كَب۪يرُهُمْ اَلَمْ تَعْلَمُٓوا اَنَّ اَبَاكُمْ قَدْ اَخَذَ عَلَيْكُمْ مَوْثِقاً مِنَ اللّٰهِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu cümle خَلَصُوا نَجِيًّا cümlesinden bedeli iştimal olarak gelmiştir. ألَمْ تَعْلَمُوا şeklindeki takriri istifham babalarının kardeşlerini koruyacağına inanmaması dolayısıyla hatırlatmak manasında kullanılmıştır. (Âşûr)
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan …اَلَمْ تَعْلَمُٓوا cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham harfi hemze takrirî manadadır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecahül-i arif sanatı vardır.
Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنَّ اَبَاكُمْ قَدْ اَخَذَ عَلَيْكُمْ, faide-i haber inkârî kelamdır. اَنَّ ve masdar-ı müevvel, تَعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
اَنَّ ’nin haberi قَدْ ’la tekid edilmiş mazi fiil cümlesi şeklinde gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Takrirde; muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اَلَمْ تَعْلَمُٓوا ibaresindeki istifham hemzesi inkar anlamı içerir. Onların bilmediğini reddeder. Cümle soru anlamından çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Yusuf peygamberin kardeşlerinin durumu ile ilgili bu ayette yani siz bunu inkâr edemezsiniz. Tabii ki babanız sizden Allah adına söz aldı. Bu gerçektir, kesindir. İkrar ve itiraf edin! İstifhâm, söz verildiğini tespit ve tahkik etmeyi amaçlamıştır. (Mustafa Kayapınar, Belâgatta Talebî İnşâ)
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr, 1)
وَمِنْ قَبْلُ مَا فَرَّطْتُمْ ف۪ي يُوسُفَۚ
Cümle mekulü’l-kavle وَ ’la atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Zaman zarfı مِنْ قَبْلُ, amili olan فَرَّطْتُمْ ’a takdim edilmiştir. Cümledeki مَا, zaiddir.
Veya مِنْ قَبْلُ mukaddem habere müteallıktır. Masdar harfi مَا ve akabindeki فَرَّطْتُمْ ف۪ي يُوسُفَۚ cümlesi, masdar teviliyle muahhar mübtedadır.
قَبْلُ ’nun merfû bina edilmesi muzâfun ileyhin hazfine işarettir. Takdiri, من قبل هذا [Bundan önce] şeklindedir.
Cümle mu’teriza, مَا masdariyyedir. (Âşûr)
فَلَنْ اَبْرَحَ الْاَرْضَ حَتّٰى يَأْذَنَ ل۪ٓي اَب۪ٓي اَوْ يَحْكُمَ اللّٰهُ ل۪يۚ
فَرَّطْتُمْ cümlesine فَ ile atfedilen cümle, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Gaye bildiren masdar ve cer harfi حَتّٰى ve akabindeki يَأْذَنَ ل۪ٓي اَب۪ٓي cümlesi masdar teviliyle اَبْرَحَ fiiline müteallıktır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Öncesine matuf olan يَحْكُمَ اللّٰهُ ل۪ي cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
يَحْكُمَ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
اللّٰهُ - اَب kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
وَهُوَ خَيْرُ الْحَاكِم۪ينَ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin son cümlesi, isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned az sözle çok anlam ifade eden izafet şeklinde gelmiştir.
İsim cümleleri zamandan bağımsız olarak, sübut ifade eder.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَحْكُمَ - الْحَاكِم۪ينَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.
اِرْجِعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يكُمْ فَقُولُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَۚ وَمَا شَهِدْنَٓا اِلَّا بِمَا عَلِمْنَا وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظ۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ارْجِعُوا | dönün |
|
2 | إِلَىٰ |
|
|
3 | أَبِيكُمْ | babanıza |
|
4 | فَقُولُوا | deyin ki |
|
5 | يَا أَبَانَا | babamız |
|
6 | إِنَّ | şüphesiz |
|
7 | ابْنَكَ | oğlun |
|
8 | سَرَقَ | hırsızlık etti |
|
9 | وَمَا | değiliz |
|
10 | شَهِدْنَا | biz şahid |
|
11 | إِلَّا | dışındakine |
|
12 | بِمَا | şeyin |
|
13 | عَلِمْنَا | bildiğimiz |
|
14 | وَمَا | ve |
|
15 | كُنَّا | biz değiliz |
|
16 | لِلْغَيْبِ | gaybın |
|
17 | حَافِظِينَ | muhafızları |
|
اِرْجِعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يكُمْ فَقُولُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَۚ
Fiil cümlesidir. اِرْجِعُٓوا fiili ن ’un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
اِلٰٓى اَب۪يكُمْ car mecruru اِرْجِعُٓوا fiiline müteallıktır.
اَب۪ي harfle îrab olan beş isimden biri olup cer alameti ى ’dir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُولُوا fiili ن ’un hazfiyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَٓا اَبَانَٓا itiraziyye cümlesidir. Nidanın cevabı mahzuftur.
يَٓا nida harfi, اَبَانَٓا münadadır. اَبَانَٓا münada olup harfle îrab olan beş isimden biridir. Nasb alameti eliftir. Mütekellim zamir ناَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazfedilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Mekulü’l-kavli اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَ ’dir. قُولُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ابْنَكَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَرَقَ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
سَرَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
وَمَا شَهِدْنَٓا اِلَّا بِمَا عَلِمْنَا
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. شَهِدْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir.
Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır.
مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte شَهِدْنَٓا fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası عَلِمْنَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
عَلِمْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur.
وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظ۪ينَ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كُنَّا sükun üzere mebni nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا ’nın ismi, mütekellim olan نَا muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.
لِلْغَيْبِ car mecruru حَافِظ۪ينَ ’ye müteallıktır.
حَافِظ۪ينَ kelimesi كُنَّا ’nın haberi olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.
حَافِظ۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan حفظ fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِرْجِعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يكُمْ فَقُولُوا يَٓا اَبَانَٓا اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَۚ
Ayet, mekulü’l-kavle dahildir. Büyüklerinden birinin söylediği söz devam etmektedir. اِرْجِعُٓوا اِلٰٓى اَب۪يكُمْ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Öncesine matuf olan فَقُولُوا يَٓا اَبَانَٓا cümlesi de emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İtiraziyye olan يَٓا اَبَانَٓا cümlesi, nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Nidanın cevabı mahzuftur. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır.
قُولُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّ ابْنَكَ سَرَقَ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin mazi fiil sıygasında cümle olarak gelmesi, hükmü takviye hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
اَبَانَٓا - اَب۪يكُمْ kelimeleri arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr, اَب۪يكُمْ - ابْنَكَ ,عَلِمْنَا - شَهِدْنَٓا kelime grupları arasında ise mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
وَمَا شَهِدْنَٓا اِلَّا بِمَا عَلِمْنَا
Cümle menfi fiil cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. مَا ve اِلَّا ile oluşan kasr, fiille müteallıkı arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.
Maksûr olan شَهِدْنَٓا, maksûrun aleyh olan بِمَا عَلِمْنَا ’ya hasredilmiştir.
Kardeşler, babalarını inandırmak için sözlerini kasr üslubuyla kuvvetlendirmişlerdir.
وَمَا كُنَّا لِلْغَيْبِ حَافِظ۪ينَ
Cümle وَ ’la öncesine matuftur. Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. لِلْغَيْبِ ’nin amili olan حَافِظ۪ينَ ’ye takdimi, konudaki önemine binaendir.
Kardeşler sözlerine olumsuz كَان ’yi ilave edip, car mecruru takdim ederek ikna çabalarını sürdürmüştür.
مَا كَانُ ’li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir, 3/79)
كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, c. 5, s. 124)
لِلْغَيْبِ - عَلِمْنَا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّت۪ي كُنَّا ف۪يهَا وَالْع۪يرَ الَّت۪ٓي اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّت۪ي كُنَّا ف۪يهَا وَالْع۪يرَ الَّت۪ٓي اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ
Ayet öncesinde geçen mekulü’l-kavle matuftur.
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْـَٔلِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
الْقَرْيَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
الَّت۪ي müfred müennes has ism-i mevsûl, الْقَرْيَةَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur.
Not: Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibhi cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsm-i mevsûl sılası كُنَّا ف۪يهَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
كُنَّا sükun üzere mebni nakıs mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كُنَّا ’nın ismi, mütekellim olan نَا muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.
ف۪يهَا car mecruru كُنَّا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.
الْع۪يرَ kelimesi atıf harfi ile الْقَرْيَةَ ’ye matuftur.
الَّت۪ي müfret müennes has ism-i mevsûl, الْع۪يرَ ’nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اَقْبَلْنَا ف۪يهَا ’dır. Îrabtan mahalli yoktur.
اَقْبَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri ناَ fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪يهَا car mecruru اَقْبَلْنَا fiiline müteallıktır.
وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
صَادِقُونَ kelimesi اِنَّ ’nin ismi olup ref alameti وَ ’dır.
Cemi müzekker isimler harfle îrablanırlar.
صَادِقُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan صدق fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ الَّت۪ي كُنَّا ف۪يهَا وَالْع۪يرَ الَّت۪ٓي اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ
Öncesindeki mekulü’l-kavle matuf olan cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İsm-i mevsûl olan الَّت۪ي kelimesi, الْقَرْيَةَ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
İsm-i mevsûlun sılası olan كُنَّا ف۪يهَا cümlesi كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪يهَا, nakıs fiil كان’nin mahzuf haberine müteallıktır.
الْع۪يرَ için sıfat konumundaki ikinci ism-i mevsûl الَّت۪ٓي ’nin sılası olan اَقْبَلْنَا ف۪يهَا, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَسْـَٔلِ الْقَرْيَةَ ve اَقْبَلْنَا ف۪يهَاۜ ifadelerinde hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Burada alakası mahalliyyet olan mecâz-ı mürsel vardır. “Köyün halkına sor.” demektir. Yani mekân ismi olan köy lafzıyla orada yaşayan halk kastedilmiştir. Köy, içerisinde oturanlar için bir mahaldir. Mekânlara ve binalara soru sormanın imkansızlığı, köy lafzının hakiki manada kullanılmasına engel karinedir. Beyzâvî ayeti şöyle tefsir eder: “Mısır halkına bir adam gönder ve meseleyi onlara sor.” Müfessirimiz burada her ne kadar mecazdan söz etmese de onun açıklaması alakası mahalliyyet olan mecaz türünü uyguladığını göstermektedir. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
İki ayet arasındaki meskutun anh, muhatabın hayal gücünü devreye sokarak, konuya ilgisini canlı tutma amacına matuf olabilir.
Burada karye ve kafile zikredilmiş fakat kafilede bulunanlar kastedilmiştir. Çünkü karyeye ve kafileye soru sorulmaz. Hakikat yerine mecaza gidilmesinin sebebi hırsızlığın herkes tarafından bilinen bir şey olduğunu, öyle ki değil insanlara “Dağa taşa sorsan onlar bile hırsızları tanır.” manasını ifade etmektir. Yani mübalağa için bu üslup tercih edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
الَّت۪ٓي ’nin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاِنَّا لَصَادِقُونَ
وَ atıf harfidir. اِنَّٓ ve lam-ı muzahlaka olmak üzere iki unsurla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ, isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعاًۜ اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi |
|
2 | بَلْ | herhalde |
|
3 | سَوَّلَتْ | süsledi |
|
4 | لَكُمْ | size |
|
5 | أَنْفُسُكُمْ | nefisleriniz |
|
6 | أَمْرًا | bir işi |
|
7 | فَصَبْرٌ | artık sabretmek gerek |
|
8 | جَمِيلٌ | güzelce |
|
9 | عَسَى | belki de |
|
10 | اللَّهُ | Allah |
|
11 | أَنْ |
|
|
12 | يَأْتِيَنِي | bana getirir |
|
13 | بِهِمْ | onların |
|
14 | جَمِيعًا | hepsini |
|
15 | إِنَّهُ | çünkü o |
|
16 | هُوَ | O |
|
17 | الْعَلِيمُ | bilendir |
|
18 | الْحَكِيمُ | herşeyi hikmetle yapandır |
|
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Mekulü’l-kavli mahzuftur. Takdiri, ليس الأمر كما أخبرتم حقيقة بل سوّلت لكم أنفسكم (Durum aslında sizin haber verdiğiniz gibi değildir ama nefsiniz size bunu güzel göstermiştir.) şeklindedir.
بَلْ, idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada, yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
سَوَّلَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
لَكُمْ car mecruru سَوَّلَتْ fiiline müteallıktır.
اَنْفُسُكُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَمْراً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
سَوَّلَتْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi سول ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.
فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ
فَ atıf harfidir. صَبْرٌ kelimesi mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, صبري (sabrım) şeklindedir.
جَم۪يلٌ kelimesi صَبْرٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.
عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعاًۜ
عَسَى elif üzere mukadder fetha ile mebni nakıs fiildir. كَانَ gibi ismini ref haberini nasb eder.
اللّٰهُ lafza-i celâli, عَسَى ’nın ismi olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, عَسَى ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.
يَأْتِيَن۪ي mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. Sonundaki نِ vikayedir. Mütekellim zamiri ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
بِهِمْ car mecruru يَأْتِيَن۪ي fiiline müteallıktır.
جَم۪يعاً kelimesi بِهِمْ ’deki zamirden hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “Nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır:
1. Müfred olan hal (Müştak veya camid),
2. Cümle olan hal (İsim veya fiil),
3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. هُوَ fasıl zamiridir.
Zamiru’l Fasl (ضَمِيرُ الفَصْلِ Ayırma Zamiri): Umumiyetle mübteda marife, haber nekre gelir. Ancak, haber mübteda gibi marife olunca çoğu defa aralarında -îrabdan mahalli olmayan- bir zamir bulunur. Haber ile sıfatı birbirinden ayırdığı için buna “zamiru’l fasl” (ضَمِيرُ الفَصْلِ ayırma zamiri) denir.
Not: Zamirler ne mevsuf ne de sıfat olurlar. Bundan dolayı marife olan iki ismin arasına girince iki ismin arası açılır; sıfat – mevsuf olma durumları ortadan kalkar, mevsuf mübteda, sıfat da haber olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْعَل۪يمُ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الْحَك۪يمُ kelimesi ikinci haberdir.
الْحَك۪يمُ - الْعَلٖيمُ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالَ بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli mahzuftur. Bu,îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümlenin takdiri ... لم تصدقوا في كلامكم بل سوّلت لكم [Siz doğru söylemiyorsunuz ama nefsiniz size bunu güzel göstermiş.] şeklindedir.
Mahzuf mekulü’l-kavl için ta’liliyye hükmündeki istînaf cümlesi بَلْ سَوَّلَتْ لَكُمْ اَنْفُسُكُمْ اَمْراًۜ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.
سَوَّلَتْ لَكُمْ cümlesine atfedilen صَبْرٌ جَم۪يلٌ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu isim cümlesinde haber konumundaki صَبْرٌ ’un mübtedası mahzuftur. Takdiri, صبري [sabrım] şeklindedir.
جَم۪يلٌ kelimesi, صَبْرٌ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ ifadesinde 18. ayetten iktibas vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
فَصَبْرٌ جَم۪يلٌۜ ifadesi haziften dolayı müphemlik görüldüğünden, tazim ve tefhim ifade eder. (İtkan)
سَوَّلَتْ - جَم۪يلٌۜ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr vardır.
عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعاًۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
Terecci manalı nakıs fiil عَسَى ’nın dahil olduğu cümle, gayrı talebî inşâî isnaddır.
Tereccî, husûlu arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
“Umulur ki” anlamında olan bu harf, Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya şamil lafza-i celâlle gelmesi kalplerde telezzüz, teberrük ve muhabbet duyguları uyandırmak içindir.
اَنْ ’den sonra gelen müspet muzari fiil cümlesi masdar teviliyle عَسَى ’nın haberi konumundadır.
Masdar-ı müevvel muzari fiil olarak gelmiş, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
جَم۪يعاً kelimesi بِهِمْ ’deki zamirden halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
عَسَى اللّٰهُ اَنْ يَأْتِيَن۪ي بِهِمْ جَم۪يعاً [Umarım ki Allah onları bana getirir.] dedikten sonra hal olarak gelen جَم۪يعاً lafzı, ikisine birlikte kavuşma isteğine vurgu maksadıyla ıtnâbtır.
اِنَّهُ هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve kasrla tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Ta’lil cümleleri anlamı zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اِنَّ ’nin haberi olan هُوَ الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ, isim cümlesi formunda gelmiştir. هُوَ ’nin fasıl zamiri olduğu da söylenmiştir.
Müsnedin yani الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ kelimelerinin marife gelmesi kasr oluşturmuştur. Böylece bu iki sıfata sahip olan tek zatın O olduğu, hiçbir benzeri olmadığı ifade edilmiştir. Bu iki vasıf kemal derecede sadece Allah’a aittir.
Cümledeki هُوَ fasıl zamiridir. Bu zamir, tekid ifade eder. Pekiştirme dışındaki bir faydası da ihtisas ifade etmesidir. Böylece kendisinden sonra gelen kelime de sıfat değil haber olur. Haber, cümlede sıfattan daha kuvvetli bir rükundur.
اِنَّ ’nin haberinin الْ ile marife gelmesi, müsnedün ileyhin bu vasıfla kemâl derecede muttasıf olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmadan gelmesi her ikisinin birden müsnedün ileyhte mevcut olduğuna işaret eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الْعَل۪يمُ الْحَك۪يمُ kelimeleri arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayetin fasılası mesel tarikinde olmayan tezyîl cümlesidir. Tezyîl cümleleri ıtnâb sanatıdır.
Muttasıl zamirin, munfasıl zamirle tekid edilmesi lafzî tekiddir.
وَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَٓا اَسَفٰى عَلٰى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظ۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَتَوَلَّىٰ | ve yüzünü çevirdi |
|
2 | عَنْهُمْ | onlardan |
|
3 | وَقَالَ | ve dedi |
|
4 | يَا أَسَفَىٰ | kederim |
|
5 | عَلَىٰ | üzerindeki |
|
6 | يُوسُفَ | Yusuf |
|
7 | وَابْيَضَّتْ | ve ağardı |
|
8 | عَيْنَاهُ | gözleri |
|
9 | مِنَ | -den |
|
10 | الْحُزْنِ | keder- |
|
11 | فَهُوَ | O |
|
12 | كَظِيمٌ | yutkunuyordu |
|
Riyazus Salihin, 929 Nolu Hadis
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, ruhunu teslim etmek üzere olan oğlu İbrahim’in yanına girince gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı. Bunun üzerine Abdurrahman İbni Avf:Ey Allah’ın Resûlü! Siz de mi ağlıyorsunuz?” diye sordu. Hz. Peygamber ona:
كظم Kezame :
كَظَمٌ soluğun çıkış yeridir. كُظُومٌ ise nefesin tutulması anlamına gelir. Bununla susmak ifade edilir. Bu kökten başka kelimelerle sükut ve sessizlikte ifade edilir. Yine aynı kökten gelen كَظْمُ الْغَيْظِ ifadesi öfkesini bastırmak/yutmaktır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekli Kâzımdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَٓا اَسَفٰى عَلٰى يُوسُفَ وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظ۪يمٌ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَلّٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو’dir.
عَنْهُمْ car mecruru تَوَلّٰى fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli, يَٓا اَسَفٰى ’dır. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
يَٓا nida harfi, اَسَفٰى münada olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.
Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey!” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı يَا ’dır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلٰى يُوسُفَ car mecruru اَسَفٰى ’ya müteallıktır.
يُوسُفَ kelimesi gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ istînâfiyyedir.
ابْيَضَّتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. عَيْنَاهُ fail olup müsenna olduğu için elif ile merfûdur.
Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنَ الْحُزْنِ car mecruru ابْيَضَّتْ fiiline müteallıktır.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
كَظ۪يمٌ haber olup lafzen merfûdur.
كَظ۪يمٌ mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَوَلّٰى fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولى ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
ابْيَضَّتْ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. افْعَلَّ babındadır. Sülâsîsi بيض ’dir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)وَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَٓا اَسَفٰى عَلٰى يُوسُفَ
Ayet önceki ayetteki قَالَ fiiline matuftur. Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Öncesine matuf olan قَالَ يَٓا اَسَفٰى cümlesi müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli يَٓا اَسَفٰى şeklinde nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nidanın cevabı mahzuftur.
عَلٰى يُوسُفَ ’nin müteallakı اَسَفٰى ’dır.
Hz. Yakub’un üzüntüsünü dile getirdiği nida cümlesi, nudbe üslubudur. Cümlede mütekellim zamiri dolayısıyla nudbe elifi, hafiflik için hazfedilmiştir. (Mahmud Safî)
Kişinin kendisinin veya başkasının uğradığı felaket ve musibetten duyduğu acıyı açıklamak için yaptığı nidaya nudbe denir. Nudbe harfi وا ’dır. Nadir olarak يَٓا ile gelir.
اَسَفٰى - يُوسُفَ kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada يُوسُفَ ve أَسَفَى kelimeleri arasında ses benzeşmesi vardır. Zemahşerî, ses uyumunun asla manadan ayrı gelmediğini, tamamen matbû olduğunu vurgular. (Zemahşerî, Keşşâf, II, 477)
اَسَفيٰ kelimesinin sonundaki elif-i maksûre mütekellim “ى” sından bedeldir ve kelime “ey esefim” demektir. Yahut nudbe elifidir ki musibetin şiddetiyle “ah” demek gibi hüzün ve hasretin ifadesinde kullanılır ve uzayıp gittiğini ifade eder. Nidanın cevabı mahzuftur. عَلٰى يُوسُفَ ise esefin mebnasını gösteren müteallakıdır. اَسَفٰى ile يُوسُفَ arasındaki cinas ise ifadeye ayrı bir güzellik ve musiki kazandırmaktadır. Ki bedi’ ilminde buna “tecnis-i tasrif” adı verilir. يَٓا esasen uzaktakini çağırmak için kullanılan bir ünlemdir. Kalbinin derinlerindeki üzüntüyü sanki söz anlar bir şahıs gibi böyle nida ile çağırmak da ayrıca pek anlamlı bir mecazdır. (Elmalılı Hamdi Yazır ve Âşûr)
Âşûr esef kelimesinin akıllı bir canlı yerine konduğunu söylemiştir.
وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظ۪يمٌ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Öncesine matuf olan فَهُوَ كَظ۪يمٌ, mübteda ve haberden müteşekkil faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsned, sahibinden ayrılmayan özelliği belirten, sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek vurgu ve sebat ifade etmiştir.
İsim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir. Mazi fiil, geçmiş zaman ile kayıtlıdır. İsim zamanla kayıtlı olmadığı için daha kapsamlı, genel ve sabittir. Bundan dolayı daha kalıcı bir manaya işaret etsin diye bazen fiilden isme dönülür.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
وَابْيَضَّتْ عَيْنَاهُ مِنَ الْحُزْنِ فَهُوَ كَظ۪يمٌ ibaresinde tasrihi istiare vardır. Hz.Yakub’un kalbinin hüzünle dolması, kırbanın su ile dolmasına benzetilmiştir. Sabrı ve Allah’tan başka hiç kimseye şikâyet etmemesi yani كَظ۪يمٌ oluşu, kırbanın ağzına kadar dolup dışarıya hiç bir şey sızdırmamasına benzetilmiştir. (Mahmud Safî)
اَسَفٰى - الْحُزْنِ - كَظ۪يمٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مِنَ الْحُزْنِ ifadesindeki مِنَ sebebiyyedir. Hüzün çok ağlamanın sebebidir ki bu çok ağlamak da onun gözlerinin iyi görmemesine sebep olmuştur. Bana göre ابْيِضاضَ العَيْنَيْنِ ifadesi de görmemekten kinayedir. (Âşûr)قَالُوا تَاللّٰهِ تَفْتَؤُ۬ا تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتّٰى تَكُونَ حَرَضاً اَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِك۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالُوا | dediler ki |
|
2 | تَاللَّهِ | Vallahi |
|
3 | تَفْتَأُ | sen hâlâ |
|
4 | تَذْكُرُ | anıyorsun |
|
5 | يُوسُفَ | Yusuf’u |
|
6 | حَتَّىٰ | sonunda |
|
7 | تَكُونَ | olacaksın |
|
8 | حَرَضًا | hasta |
|
9 | أَوْ | yahut |
|
10 | تَكُونَ | olacaksın |
|
11 | مِنَ | -dan |
|
12 | الْهَالِكِينَ | helak olanlar- |
|
قَالُوا تَاللّٰهِ تَفْتَؤُ۬ا تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتّٰى تَكُونَ حَرَضاً اَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِك۪ينَ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul وَ ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, تَاللّٰهِ ’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur.
تَاللّٰهِ car mecruru mahzuf kasem fiiline müteallıktır. Takdiri, نقسم پالله (Allah’a yemin ederiz.) şeklindedir.
تَفْتَؤُ۬ا merfû muzari nakıs fiildir. تَفْتَؤُ۬ا ismi müstetir olup takdiri انت ’dir.
ما فتئ fiili, isim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
ما زال، ما برح، ما انفك و ما فتئى fiileri istimrar/devamlılık anlamı verir. Başlarına muhakkak olumsuzluk edatı gelmelidir. Bu edatların edatların muzari kipleri vardır. Burada olumsuzluk edatı hazf edilmiştir.
تَذْكُرُ fiili, تَفْتَؤُ۬ا haberi olarak mahallen mansubdur.
تَذْكُرُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri انت ’dir.
يُوسُفَ mef’ûlun bihtir.
Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
حَتّٰى gaye bildiren cer harfidir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَكُونَ nakıs, mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
تَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri انت ’dir.
حَرَضاً kelimesi تَكُونَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
اَنْ ve masdar -ı müevvel, cer mahallinde تَذْكُرُ fiiline müteallıktır.
اَوْ atıf harfi tahyir/ tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَكُونَ nakıs, mansub muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
تَكُونَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri انت ’dir.
مِنَ الْهَالِك۪ينَ car mecruru تَكُونَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. الْهَالِك۪ينَ ’nin cer alameti ى ’dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.
الْهَالِك۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan هلك fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا تَاللّٰهِ تَفْتَؤُ۬ا تَذْكُرُ يُوسُفَ حَتّٰى تَكُونَ حَرَضاً اَوْ تَكُونَ مِنَ الْهَالِك۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli, yemin üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Ayette îcâz-ı hazif vardır. Car-mecrur olan تَاللّٰهِ takdiri, نقسم (yemin ederiz) olan mahzuf fiile müteallıktır.
Kasemin cevabı تَفْتَؤُ۬ا تَذْكُرُ cümlesidir. İstimrar fiillerinden olan nakıs fiil تفتأ ’nin dahil olduğu isim cümlesinin haberi muzari fiil sıygasındadır.
تَفْتَؤُ۬ا ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Gaye bildiren harf-i cer حَتّٰى ’nın gizli أنْ ’le masdar yaptığı تَكُونَ حَرَضاً cümlesi, mecrur mahalde تَذْكُرُ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel, كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üsluptaki تَكُونَ مِنَ الْهَالِك۪ينَ cümlesi اَوْ harfiyle makabline atfedilmiştir.
مِنَ الْهَالِك۪ينَ ’nin müteallakı olan كَان ’nin haberi, mahzuftur. Bu icâz-ı hazif sanatıdır.
Bu ayeti kerimede حَرَضاً , تَفْتَؤُ۬ا ; تَ kelimelerinin üçü de benzerlerine nazaran daha az kullanılan kelimelerdir. تَ yemin harfi ب ve و harflerine göre en az kullanılan yemin harfidir. تَفْتَؤُ۬ا kelimesi زال ’ye göre daha az kullanılan ismini ref, haberini nasb eden bir fiildir. Bunlardan sonra gelen حَرَضاً kelimesi ise helak manasında yine az kullanılan bir kelimedir. İşte bu nedenle mürâât-ı nazîr sanatı oluşmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Bu üslup lafızlar arası bir iltifatın gözlenmiş olduğunu göstermektedir. Bunun tersi olarak bütün kelimeleri yaygın kullanıma sahip kelimelerden oluşan ayetler de vardır. (Bu ayet lafzın lafızla uyumu konusunda ikinci tanımı kabul edenler tarafından lafzın mana ile uyumuna örnek gösterilmiştir. Çünkü Yusuf’un (a.s.) kardeşlerinin Yakub’u (a.s.) onu hatırlayıp durması konusunda tedirgin etmeleri içeriğine bu lafızlar uygun düşmektedir. (‘Alevî, Yahya b. Hamza b. Ali b. İbrahim, Kitâbu’ṭ Ṭırâz el-Muteḍamminu li Esrâri’l Belâġati ve ‘Ulûmi Ḥaḳaiḳı’l İ‘câz, (thk. Muhammed Abdüsselam Şahin), s. 468, Beyrut, Dâru’l Kutubi’l İlmiyye, 1995)
Zemahşerî, kural gereği ayetteki تَفْتَأُ fiilinin başında aslında olumsuzluk لا ’sı bulunduğunu, ancak hazf edildiğini kaydeder. Bu tarz uygulamalarda, cümle içinde bir karışıklık ve anlam kaymasının olmaması için elbette maddi ve manevi verilerin olması gerekir. Mezkur ayetteki hazfin belirleyicisi, “Yeminden sonra gelen olumlu muzari fiiller mutlaka tekid nûnu alırlar” kuralıdır. تَفْتَأ fiili söz konusu pekiştirme harfini almadığından olumsuz kabul edilir. (Zemahşerî, Keşşâf, II, 479 (Yusuf Suresi, 85). (Beyzâvî)
Ayette icaz-ı hazif vardır. تَفْتَؤُ۬ا fiilinin aslı لا تَفْتَؤُ۬ا ’dur. Yusuf’u kederlenerek anmaya devam ediyorsun manasındadır. لا karışıklığı önlemek için hazf edilmiştir. Arap üslubunda bu, bilinen bir yöntemdir. (Sâbûnî )
Halil ve Sîbeveyh ise; لا ’nın yemin halinde takdir edileceğini iddia etmişlerdir. Çünkü yemin halinde açıklanması zor bir taraf olmaz. Eğer böyle bir takdir vâcip olsaydı, bu لا yerine لَنْ olmalı idi. (Kurtubî)
الْهَالِك۪ينَ ,حَرَضاً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr, تَكُونَ fiilinin tekrarında cinas ve reddül aczi ales sadri sanatları vardır.
الْهَالِك۪ينَ - حَرَضاً kelimelerinin yakın anlamlı olmalarına rağmen arka arkaya kullanılması, تَكُونَ fiilinin tekrarı, Yakub’un (a.s.) üzüntüsünün fazlalığına dikkat çekme kastıyla yapılan ıtnâbtır.قَالَ اِنَّـمَٓا اَشْكُوا بَثّ۪ي وَحُزْن۪ٓي اِلَى اللّٰهِ وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قَالَ | dedi |
|
2 | إِنَّمَا | şüphesiz ben |
|
3 | أَشْكُو | arz ederim |
|
4 | بَثِّي | üzüntümü |
|
5 | وَحُزْنِي | ve tasamı |
|
6 | إِلَى | yalnız |
|
7 | اللَّهِ | Allah’a |
|
8 | وَأَعْلَمُ | ve bilirim |
|
9 | مِنَ | tarafından |
|
10 | اللَّهِ | Allah |
|
11 | مَا | şeyleri |
|
12 | لَا |
|
|
13 | تَعْلَمُونَ | sizin bilmediğiniz |
|
قَالَ اِنَّـمَٓا اَشْكُوا بَثّ۪ي وَحُزْن۪ٓي اِلَى اللّٰهِ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
اِنَّمَا, kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden alıkoyan anlamında olup, buradaki مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur. اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir yani mekfûfedir.
Mekulü’l-kavli, اَشْكُوا ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اَشْكُوا fiili و üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir.
بَثّ۪ي mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
حُزْن۪ٓي kelimesi atıf harfi وَ ’la بَثّ۪ي ’ye matuftur.
حُزْن۪ٓي mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ى muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِلَى اللّٰهِ ’ye matuftur. اِلَى اللّٰهِ car mecruru اَشْكُوا fiiline müteallıktır.
وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَعْلَمُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdir انا’dir.
مِنَ اللّٰهِ car mecruru اَعْلَمُ fiiline müteallıktır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَا تَعْلَمُونَ ’dır. İrabtan mahalli yoktur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعْلَمُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
قَالَ اِنَّـمَٓا اَشْكُوا بَثّ۪ي وَحُزْن۪ٓي اِلَى اللّٰهِ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli ise اِنَّـمَٓا kasr edatıyla tekid edilmiş, muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasr, fiil ile car-mecrur arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuftur.
Bu ayette اِنَّـمَٓا kasr edatı vasıtasıyla kasr yapılmıştır. Yakub (a.s.) hüzün ve kederiyle ilgili şikâyetini sadece Allah’a bildireceğini, Allah’tan başka hiç kimseye şikâyette bulunmayacağını anlatmaktadır. Maksûr/sıfat, mevsufa hasredilip onunla sınırlandırılarak diğerlerinden soyutlanmıştır.
بَثّ۪ي ve حُزْن۪ٓي ; iki müteradif kelimeden birinin diğerine atfı ile yapılan ıtnabtır. (el-İtkan) Bu kelimeler “üzüntü” manasında eşanlamlı lafızlardır. Bundan maksat mananın pekiştirilmesi ve ifadeye kuvvet kazandırılmasıdır. (Ali Bulut, Kur’an-ı Kerim’de Itnâb Üslubu)
بَثّ۪ي - وَحُزْن۪ٓي - اَشْكُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بَثّ۪ي : Aslında “yaymak, serip neşretmek” manasına masdar ise de bundan مبثُوث manasına isim de kullanılır. O zaman anlamı, herkesin içine sığdıramayıp çevreye yaymaktan kendini alamayacağı zorlu bir dert ve merak demektir. Yani “Ben sabrımı allak bullak eden içimdeki bu ateşi ve hüznümü kimselere değil, ancak Allah’a şikâyet ediyorum.” demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
وَاَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ مَا لَا تَعْلَمُونَ
Cümle وَ ’la mekulü’l-kavle matuftur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَعْلَمُ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَٓا ’nın sılası لَا تَعْلَمُونَ, menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَعْلَمُ - لَا تَعْلَمُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اللّٰهِ lafzının tekrarı manayı zihinde yerleştirmek, telezzüz ve tekid için ıtnabtır.
Bu ayette nazmın kolaylığı ve lafızların tatlılığı açıkça görülmektedir. Burada insicâmın yanı sıra إِلَى اللّهِ ve اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ ifadelerinde ta‘attuf vardır. Çünkü daha veciz bir kelam olan أعلم منه [O’ndan öğreniyorum.] ifadesini kullanmamış, اَعْلَمُ مِنَ اللّٰهِ Allah’tan öğreniyorum] demiştir. (İbn Ebi’l-İsba‘, Bedî‘u’l-Kur’an, II, 166-67)
Kırık Meal Çalışması ve Mezid Fiiller
Sayfanın Özeti:
Türkçe'de kullanmadığımız kelimeler: 5 (Ebraha, sevvelet, tefteu, haradan, bessî) Fiiller Toplam: 31 Sülâsî Fiil: 25 (Qâle, [5], ne'huze, vecednâ, halesû, ta'lemû, ehaze, ebraha, ye'zene, yahkume, ırciû, feqûlû, sereqa, şehidnâ, alimnâ, künnâ [2], ves'el, asâ, ye'tiyenî, tefteu, tezkürü, tekûne, eşkû, a'lemu, ta'lemûne) Mezid fiiller: 6 (İsteyesû, ferrattüm, aqbelnâ, sevvelet, tevellâ, vebyaddat) Arapça'da fiiller en az üç harflidir. Bu fiillere harf ilavesiyle mezid fiiller elde edilir. Üç harfli fiil bu durumda yeni manalar kazanır. Bu kalıplar 11 tanedir. Kur'ân'da en çok geçen 5 kalıp şunlardır: 1- İfâl kalıbı 203 farklı şekilde geçmiştir. Sülasi fiilin başına hemze getirilir. Kazandığı belli başlı manaları şöyle özetleyebiliriz: * Müteaddilik: Fiil lazım ise, müteaddi, yani geçişli olur. Harace fiili çıktı, ahrace fiili çıkardı demektir. * Duhûl: Bir zaman veya yere girme manası taşır. Asbaha, sabahladı demektir. * Sayrûret: Bir halden başka bir hale geçmeyi ifade eder. Esmera, meyve verdi demektir. * Haynûnet: Bir şeyin zamanının geldiğini ifade eder. Ahsade, hasad zamanı geldi demektir. * Bazen sülasisi ile aynı manayı vurgulu olarak ifade eder. 2- Tefîl kalıbı 140 farklı şekilde gelmiştir. Sülasi fiilin ikinci harfi şeddelenir. Kazandığı belli başlı manaları şöyle özetleyebiliriz: * Müteaddilik: Fiil lazım ise, müteaddi, yani geçişli olur. Nezzele, indirdi demektir. * Teksîr: Fiilin çok meydana geldiğini veya faiilin çok olduğunu ifade eder. Ğallaka, çok kapıyı kapattı. * Bazen sülasisi ile aynı manayı vurgulu olarak ifade eder. 3- İftiâl kalıbı 79 farklı şekilde geçmiştir. 5 harflidir. Fiilin başına hemze ve ilk iki harfin arasına te harfi gelir. Kazandığı belli başlı manaları şöyle özetleyebiliriz: * Mutâvaat: İctemeat, toplandı. * Çalışıp çabalama: İktesebe, kazanmaya çalıştı. * Müşareket: İstebeqa, yarıştı. * Edinmek: İhtetema, yüzük taktı. 4- Tefa'ul kalıbı 64 farklı şekilde geçmiştir. Fiilin başına te harfi getirilir ve ortadaki harf şeddelenir. Kazandığı belli başlı manaları şöyle özetleyebiliriz: * Mutâvaat: Tekessera, kırıldı. * Tekellüf (Güçlükle elde etme): Tekellemtü, güçlükle konuştum. * Azar azar yapmak: Teallemtü, azar azar öğrendi. * Edinme: Tevassadtü, yastık edindi. 5- istifâl kalıbı 63 farklı şekilde gelmiştir. Fiilin başına elif, sin ve te harfleri getirilerek 6 harfli yapılır. Kazandığı belli başlı manaları şöyle özetleyebiliriz: * İstemek: İstefheme, öğrenmek istedi. * Bir halden bir hale dönüşmek: İstahcare, taşlaştı. * Bir şeyde fiilin aslının sıfat olarak bulunduğuna inanmak: İstahsene, güzel olduğuna inandı. Bundan sonra her gün bu notları en az iki kere okumalı ve her hafta bir kalıbı okuduğunuz Kuran sayfasında bulmaya ve manasını anlamaya çalışmalısınız.
‘İman zayıflığındandır.’
Depresyon ve benzeri psikolojik rahatsızlıklara sahip insanları yaralayan bakış açısının özeti. Ne güzel ki böyle acılı bir deneyimi yaşamayanların, depresyonun zayıf insanlara geldiğine inananların açıklaması ya da zayıflık olarak gördüğü için yaşadığını kabullenemeyenlerin, ardına saklandığı kelimeler.
Hem psikolog, hem de böyle bir deneyimin ne anlama geldiğini bilen biri olarak ellerini masaya vurarak ayağa kalktı:
‘Hayır!’ dedi konuşan ve onaylayan herkesi susturan bir tonlamayla.
‘Hayır! Nasıl kanser, MS, şeker vb. hastalıklara sahip insanlara karşı suçlayıcı konuşulmuyorsa, depresyondan muzdarip kişilere de ‘imanın zayıf’ deme hakkını kimse kendinde bulmamalı. Bir rahatsızlığın psikolojik düzeyde olması, o hastalığın iradi olduğunu yani kişinin kendi isteğiyle depresyona girdiğini ya da panik atak hastası olduğunu göstermez. Depresyon tek başına kısa süreli bir hüzün hali değildir. İmtihan (ölüm, hastalık, başarısızlık vb.) karşısında, iman zayıflığından dolayı verilen anlık asi tepkiler hiç değildir. Anlık eğlencelerle ve kafan dağılsınlarla atlatılan bir şımarıklık bunalmışlık hali de değildir.’
Gönlü böyle kelimelerle yaralanan insanlarla karşılaştığımda onlara şunları söylerim:
Şüphesiz; sahip olduğun imanın ve Allah’a sığınma çaban, bu süreci kabullenmeni ve atlatmanı kolaylaştıracaktır. İnşaallah seni Rabbine yaklaştıracak bir vesile ve dünya üzerinde sana bakış açısı kazandıracak bir tecrübe olacaktır. Ancak, hayır, bu halin iman zayıflığından dolayı değildir. Ve bunun böyle olmadığını gösteren bir çok kanıt vardır. Ayetler, dualar ve daha niceleri. Bir tanesi var ki, üzerinde en çok durduğum örnek:
Hz. Yakub’un yıllarca, oğlu Yûsuf’unun arkasından ağlaması. O bir peygamberdi, babası ve dedesi de peygamberdi, Allah’ın ilim verdiklerindendi, hz. Yûsuf’un kardeşlerinin yalan söylediklerini de biliyordu. Evladına kavuşmak için dua ediyor ve alay edilmesine rağmen ‘ya esefa ala Yûsuf’ diyerek ağlıyordu.
Ey hüzünleri gideren ve her derdimizden haberdar olan Allahım! Fizyolojik ve psikolojik hastalıklarımıza şifa ver. Onların, üzerimizdeki yükünü hafiflet. Onları kabullenme ve hayatımıza devam etme gücümüzü ver. Hastalıkların, bizden götürdüklerinden çok, bize kazandırdıklarını görmemizi nasip et. Hastalıklarla: iki dünyasını da kazanan kullarından olmamız için yardım et. Bilmediğimiz ve anlamadığımız hastalıklara sahip kullarına karşı acımasız davranma hatasına düşmekten koru. Düşene vuranlardan ve onların acımasızlıklarından muhafaza buyur. Zor anlarımızda; bizi yerden kaldıracak, yardımcı olacak, ihtiyacımızı giderecek, bize destek olacak hayırları hatırlatacak ve iman kuvvetiyle ‘Rabbim Allah’ dedirtecek kullarını karşımıza çıkar.
Elhamdulillah. Hüznümüzü ve tasamızı hafifleten Allah’a! Cennette hüznün ve tasanın her zerresinden arınan kullardan olmak ve sonrasında derin bir nefesle elhamdulillah demek duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji