Ra'd Sûresi 41. Ayet

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ وَاللّٰهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ  ...

Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi? Allah, hükmeder. O’nun hükmünü bozacak hiçbir kimse yoktur. O, hesabı çabuk görendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَرَوْا görmediler mi? ر ا ي
3 أَنَّا bizim
4 نَأْتِي geldiğimizi ا ت ي
5 الْأَرْضَ yeryüzüne ا ر ض
6 نَنْقُصُهَا onu eksilttiğimizi ن ق ص
7 مِنْ
8 أَطْرَافِهَا uçlarından ط ر ف
9 وَاللَّهُ Allah’tır
10 يَحْكُمُ hüküm veren ح ك م
11 لَا yoktur
12 مُعَقِّبَ iptal edecek ع ق ب
13 لِحُكْمِهِ O’nun hükmünü ح ك م
14 وَهُوَ ve O’nun
15 سَرِيعُ çabuktur س ر ع
16 الْحِسَابِ hesabı ح س ب
 

“Yerin etrafının eksiltilmesi” ifadesini müfessirler hakikat ve mecaz olmak üzere başlıca iki şekilde yorumlamışlardır: a) Hakikat anlamına göre yerin etrafından eksiltilmesi, “yağmur, sel, rüzgâr, deprem ve benzeri tabiat güçlerinin etkisiyle toprağın yerinden kayması, dağ ve tepelerin aşınması”dır (erozyon). b) Mecazi anlamda ise “inkârcıların ülkelerinin fethi ile onların topraklarının azalması”dır.

 Bunların dışında âyeti, imar edilmiş ülkelerin harap olması, ülke halkının helâk olması, ileri gelenlerin, önderlerin ve ilim adamlarının yok olması, toprağın ürünlerinin eksilmesi gibi başka anlamlarda yorumlayanlar da olmuştur (Şevkânî, III, 102). Râzî’ye göre bundan maksat, yeryüzünde tâlihin değişmesidir yani başarı ve yükselişin çöküşe, hayatın ölüme, gurur ve ihtişamın aşağılanmaya, kemalin acze ve eksikliğe dönmesi, birinin diğeri ile yer değiştirmesidir (XIX, 67). İşte bunların hepsi Allah’ın hükmü olup evrende O’ndan başka hiç kimsenin hükmü geçerli değildir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 298

 
طرف Tarafe : طَرَفٌ bir şeyin yanı ve kenarıdır. Çoğulu أطْراف dır. Bu kelime cisim, zaman ve onların dışındaki başka şeylerde de kullanılır.طَرْفٌ göz kapağını hareket ettirmek demektir. Göz kapağının hareket ettirilmesiyle kaçınılmaz olarak bakış meydana geldiği için bakmak da bu sözcükle ifade edilmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki isim türeviyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri taraf, etraf ve turfandadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ

 

Hemze istifham harfi,  وَ  atıf harfidir.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَرَوْا  fiili  نْ ‘un hazfıyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  يَرَوْا  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَرَوْا  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

نَا  muttasıl zamir  اَنَّ ‘in ismi olarak mahallen mansubdur.

نَأْتِي  fiili  اَنَّ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.

نَأْتِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

Muzari fiillerin (  أَنَا  –  أَنْتَ  –  نَخْنُ  ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (  هُوَ  -  هِيَ  ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاَرْضَ  mef’ûlün bih olup  fetha ile mansubdur. 

نَنْقُصُ  fiili,  نَأْتِي ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  و   gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَنْقُصُهَا  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  

مِنْ اَطْرَافِهَا  car mecruru  نَنْقُصُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَاللّٰهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.

يَحْكُمُ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَحْكُمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harftir.  مُعَقِّبَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  لِحُكْمِ  car mecruru  لَا ‘ın mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir  هَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُعَقِّبَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olup mahallen merfûdur. 

سَر۪يعُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur

الْحِسَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

 

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ 

 

Önceki ayetteki  نُرِيَنَّكَ  cümlesine matuf olan ayetin ilk cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham harfi hemze, inkârî manadadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikaz ve azarlama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ  cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ ’nin haberi müsbet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

Masdar-ı müevvel,  لَمْ يَرَوْا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

نَأْتِي  fiilinin failinden veya mef’ûlündan hal olan  نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade etmek üzere yapılan ıtnâbdır.

Önceki ayetteki gaib zamirden, bu ayette azamet zamirine iltifat vardır. 

نَأْتِي الْاَرْضَ  (Biz yeryüzüne geliriz) cümlesinde mecaz-ı mürsel vardır. ‘’Bizim emrimiz ve azabımız yeryüzüne gelir’’ demektir. (Safvetü't Tefasir)

نقص اﻻرض  ifadesi istiâredir. İnsanlar bununla neyin kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir grup bunun, ‘’fethedilip Müslümanların eline geçmek suretiyle müşriklerin topraklarının eksilmesi‘’ demek olduğunu söylemiş; diğerleri bu ifade ile kastedilenin ‘’halkının ölmesi’’ olduğunu söylemiştir. Yine ‘’alimlerin ölmesi’’ anlamına geldiği de ifade edilmiştir. Bu konuda benim başka bir görüşüm vardır. Bu da -Allahu a’lem-’’yerin eksiltilmesi’’ ile kastedilenin bir ülkenin değerli kişilerinin (kirâm) ölmesinin kastedildiğidir. Çünkü buradaki  اَطْرَافِ , ‘’taraf ‘’ın değil, ‘’طِرف’’ın çoğuludur. ‘’طِرف ’’ise ‘’değerli şey’’ demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

Bu durumda ifadede hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.

Sâbûni de bu ifadeyi şöyle açıklamıştır: Ayette mecaz vardır. نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ   Onun helâkiyle ilgili karar ve emrimiz ona geldi demektir. Müşriklerin diyarını müslümanların istilasıyla daraltırız anlamındadır. Oradaki ulama, kubera ve eşrafının ölümüyle de ilişkilendirilmiştir. ”Alimler yaşadığı zaman, yeryüzü de yaşar. Alimler öldüğü zaman yeryüzünün bir tarafı ölür” denilmiştir. (Sâbûni, İbdâul Beyan)

“Görmediler mi ki?” ayetinde kastedilenler Mekkelilerdir. (Kurtûbi)

 أوَلَمْ يَرَوْا أنّا نَأْتِي الأرْضَ نَنْقُصُها مِن أطْرافِها  cümlesi tehdit ve uyarı içindir. (Âşûr)

Cenab-ı Hak, "Görmediler mi ki biz arza geliyor ve onu, etrafından eksiltip duruyoruz" buyurmuştur. Bilim adamları, yeryüzünün önceki hacminin şu andakinden kat kat daha büyük olduğunu, aynı şekilde dünyanın milyonlarca seneden beri de eksilmeye devam ettiğini keşfetmişlerdir. Kur’an bu keşfi 14 asır önce açık bir şekilde beyan etmiştir.


 وَاللّٰهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ta’lil hükmünde istînâf cümlesidir.  

İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. 

Cümlede mütekellim zamirinden gaib zamirine iltifat vardır.

Hal cümlesi  لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ , cinsini nefyeden olumsuzluk harfi  لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

لِحُكْمِه۪ۜ , cinsini nefyeden  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.

Allah (cc) İslam için izzet ve ikbale, kâfirler için de zillet ve bedbahtlığa hükmetmektedir. (Ebüssuûd)


 وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ

 

Cümle  وَ ‘la,  وَاللّٰهُ يَحْكُمُ  cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.

Az sözle çok anlam ifade eden سَر۪يعُ الْحِسَابِ izafetinde, sıfat mevsufuna muzâf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.

İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Ahkaf/20 )

وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ  (Allah hesabı seri görendir) cümlesi, ‘kötülere hak ettikleri ceza, iyilere hak ettikleri mükâfat vaktinde verilecektir’ anlamlarını barındırır.

“O hesabı pek çabuk görendir.” Kâfirlerden intikamı da çabucak alır, müminlerin mükâfatını da çabucak verir. (Kurtubî)