12 Şubat 2025
Ra'd Sûresi 35-42 (253. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ra'd Sûresi 35. Ayet

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَاۜ تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ  ...


Allah’a karşı gelmekten sakınanlara va’dolunan cennetin durumu şudur: Onun içinden ırmaklar akar, yemişleri ve gölgeleri devamlıdır. İşte bu, Allah’a karşı gelmekten sakınanların sonudur. İnkâr edenlerin sonu ise ateştir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَثَلُ durumu م ث ل
2 الْجَنَّةِ cennetin ج ن ن
3 الَّتِي şöyledir
4 وُعِدَ va’dedilen و ع د
5 الْمُتَّقُونَ korunanlara و ق ي
6 تَجْرِي akar ج ر ي
7 مِنْ
8 تَحْتِهَا altından ت ح ت
9 الْأَنْهَارُ ırmaklar ن ه ر
10 أُكُلُهَا meyvesi ا ك ل
11 دَائِمٌ süreklidir د و م
12 وَظِلُّهَا ve gölgesi de ظ ل ل
13 تِلْكَ işte budur
14 عُقْبَى sonu ع ق ب
15 الَّذِينَ kimselerin
16 اتَّقَوْا korunan(ların) و ق ي
17 وَعُقْبَى ve sonu ise ع ق ب
18 الْكَافِرِينَ inkar edenlerin ك ف ر
19 النَّارُ ateştir ن و ر

Allah Teâlâ önceki âyetlerde inkârcıların peygamberlere karşı tutumlarını ve bunların sonlarını hatırlattıktan sonra burada da müminlerin âhiretteki durumlarına dair bilgi vermektedir. Âhirette ne yakıcı sıcak ne de dondurucu soğuk olacak (bk. İnsân 76/13); ne ay ne de güneş bulunacak, fakat cennetliklerin rahat edip mutlu olacakları mutedil ve sürekli bir gölge olacaktır (cennet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/25).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 294

Peygamber Efendimiz bir gün güneş tutulduğu için küsûf namazı kıldırmıştı. Namazdan sonra sahâbiler:” Yâ Resûlallah!” dediler. “ Namazda birsey almak ister gibi elini uzattığını, sonra vazgeçtiğini gördük, sebebi neydi?” diye sordular. Allah’ın Elçisi şöyle buyurdu:” Cennet’i gördüm ve bir salkım üzüm koparmak için uzandım. Şayet onu koparsaydım, dünya durdukça ondan yerdiniz”
(Buhâri, Ezân 91, Nikâh 88; Müslim, Küsûf 17)

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ 

 

İsim cümlesidir.  مَثَلُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الْجَنَّةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri,  كائن في ما نقصّه (Anlattıklarımız arasındadır.) şeklindedir.  

الَّت۪ي  müfred müennes ism-i mevsûl,  الْجَنَّةِ ‘in sıfatı olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası  وُعِدَ الْمُتَّقُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

وُعِدَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  الْمُتَّقُونَ  naib-i fail olup ref alameti  و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

الْمُتَّقُونَ  kelimesi, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Kökü  وقي  olup, iftiâl babından gelmiştir. 

Not: a) İftiâl babının fael fiili  ص ض ط ظ  olursa iftiâl babının  ت  si  ط  harfine çevrilir.

b)  İftiâl babının fael fiili  د ذ ز  olursa iftial babının  ت  si  د  harfine çevrilir.

c)  İftiâl babının fael fiili  و ي ث  olursa fael fiili  ت  harfine çevrilir.

İftiâl babı fiile şu manaları kazandırabilir:

1) Mutavaat, 2) İstek, 3) Gayret ve devamlılık, 4) Tadiye, 5) Edinmek ve tedarik etmek, 6) Müşareket, 7) Seçmek.

Burada gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır.

İLGİLİ TEFSİR YORUMU: Takva günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.

Muttaki: Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in yoluna girip, dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bk: Fahreddin er-Razi, Tefsir-i kebir, Cilt:1, Sayfa:446) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


  تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  تَجْر۪ي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. 

مِنْ تَحْتِ  car mecruru  تَجْر۪ي  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

الْاَنْهَارُ  fail olup lafzen merfûdur. 

اُكُلُهَا  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

دَٓائِمٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

ظِلُّهَا  kelimesi atıf harfi  وَ  ile  اُكُلُهَا ‘ya matuftur. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

دَٓائِمٌ   kelimesi sülâsî mücerred olan  دوم  fiilinin ism-i failidir.


 تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  تِلْكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

عُقْبَى  haber olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûlü  الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası  اتَّقَوْا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

اتَّقَوْا  mahzuf elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  عُقْبَى  mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

الْكَافِر۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanırlar.  النَّارُ  haber olarak lafzen merfûdur.

الْكَافِر۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

اتَّقَوْا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındandır. Sülâsîsi  وقي ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek anlamları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi içindir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  كائن في ما نقصّه  (Anlattığımız şeyde …. vardır.) olan haber mahzuftur.

“Cennetin sıfatı” ifadesi ile ilgili Sîbeveyhi şöyle demiştir: “Bu tabir, haberi hazf edilmiş bir mübteda olup, takdiri, “size anlattığımız şeylerde, cennetin sıfatı vardır” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

الْجَنَّةِ  için sıfat konumundaki ism-i mevsûl  الَّت۪ي ‘nin sılası olan  وُعِدَ الْمُتَّقُونَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelmesi, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Sıfatın ism-i mevsûlle gelmesi, tazim ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وُعِدَ  fiili meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. Malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime, meçhul binada naib-i fail olmuştur.


 تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُۜ 

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müspet muzari fiiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nehirlerin akması tabirinde  تَجْر۪ي  fiilinin,  الْاَنْهَارُ ‘ya  isnad edilmesi mecaz-ı aklîdir.

Bu cümlenin ism-i mevsûldeki mahzuf aid zamirden hal olduğu da söylenmiştir.

الْاَنْهَارُ -  تَجْر۪ي  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


  اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَاۜ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlede müsnedün ileyh olan  اُكُلُهَا , izafet formunda gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.  وَظِلُّهَا  izafeti,  اُكُلُهَا ‘ya matuftur. Veya mahzuf mübtedanın haberidir.

اُكُلُهَا  ve  ظِلُّهَاۜ  kelimelerinin cennete ait zamire muzâf olmaları, onlara tazim ifade eder.

Bu cümlenin ism-i mevsûldeki mahzuf aid zamirden ikinci hal olduğu da söylenmiştir.

Ayette îcâz-ı hazîf vardır.  وَظِلُّهَاۜ  sözünde haber hazfolunmuştur. Yani  وَظِلُّهَاۜ دَٓائِمٌ  demektir. Onun himayesi daimdir. Güneşin dünyaya olan faydasının yok olmadığı gibi süreklidir. (Sâbunî)

Gölgenin kalıcılığı; ağaçların arasından güneşin geçebileceği bir boşluk bulunmayacak derecede sık olduklarından kinayedir. (Âşûr)

Ayet-i kerîmede hazif yoluyla îcâz vardır.  وَظِلُّهَا  َifadesinin haberi olan  دَٓائِمٌ  kelimesi öncesindeki  اُكُلُهَا دَٓائِمٌ  cümlesinin delaletiyle hazf edilmiştir. İfadenin hazf edilmemiş hali  اُكُلُهَا دَٓائِمٌ وَظِلُّهَا دَٓائِمٌ  şeklindedir.

 

  تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ

 

Cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İstînâfiyye cümlesidir. (Âşûr) 

Müsnedün ileyhin uzak için kullanılan işaret ismiyle marife oluşu, dikkatleri işaret edilene yoğunlaştırmak ve onu tazim etmek  içindir.

İşaret isminde istiare vardır.  تِلْكَ  ile akıbete işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi, aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’ her ikisinde de ‘‘vücûdun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Akıbetinin işaret edildiği kimselerin ism-i mevsûlle ifade edilmesi tazim içindir.

Tezat nedeniyle makabline atfedilen  وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ  cümlesi de sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyhin  izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesinin yanında, muzâfa tahkir ifade eder.

تِلْكَ  ile muşârun ileyh en kâmil şekilde ayırt edilir. Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi bu işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamdan bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, S. 190)

تِلْكَ عُقْبَى الَّذ۪ينَ اتَّقَوْاۗ  cümlesiyle  وَعُقْبَى الْكَافِر۪ينَ النَّارُ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

اتَّقَوْاۗ  -  الْمُتَّقُونَۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عُقْبَى  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الَّذ۪ينَ  -  الَّت۪ي  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cennetin özellikleri sayıldıktan sonra, muttakilerin akıbeti olmasının zikredilmesi, cem’ ma’at-taksim sanatıdır.

Orada yenilen meyveler, yiyecekler ve içilen içecekler kesintiye uğramaz, tükenip yok olmaz. Aynı şekilde gölgesi de süreklidir, yok olup gitmez. “Orada yakıcı sıcak ve dondurucu soğuk görmezler” ayetinde zikredildiği gibi orada ne güneş ne sıcak ne de soğuk vardır. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

“Takva sahiplerinin sonu mutluluktur. Kâfirlerin sonu ise o ateştir."

Bu ayet, apaçık, takva sahiplerini umutlandırmakta ve kâfirlerin umudunu da kesmektedir. (Ebüssuûd)

 
Ra'd Sûresi 36. Ayet

وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمِنَ الْاَحْزَابِ مَنْ يُنْكِرُ بَعْضَهُۜ قُلْ اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ مَاٰبِ  ...


Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, sana indirilen Kur’an ile sevinirler. Fakat (senin aleyhinde olan) gruplardan onun bir kısmını inkâr edenler de vardır. De ki: “Ben ancak Allah’a kulluk etmek ve O’na ortak koşmamakla emrolundum. Ben yalnız O’na çağırıyorum ve dönüşüm de yalnız O’nadır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve kimseler
2 اتَيْنَاهُمُ verdiğimiz ا ت ي
3 الْكِتَابَ Kitap ك ت ب
4 يَفْرَحُونَ sevinirler ف ر ح
5 بِمَا
6 أُنْزِلَ indirilene ن ز ل
7 إِلَيْكَ sana
8 وَمِنَ fakat (vardır)
9 الْأَحْزَابِ kabilelerden ح ز ب
10 مَنْ kimseler
11 يُنْكِرُ inkar eden(ler) ن ك ر
12 بَعْضَهُ onun bir kısmını ب ع ض
13 قُلْ de ki ق و ل
14 إِنَّمَا yalnız
15 أُمِرْتُ bana emredildi ا م ر
16 أَنْ
17 أَعْبُدَ kulluk etmem ع ب د
18 اللَّهَ Allah’a
19 وَلَا ve
20 أُشْرِكَ ortak koşmamam ش ر ك
21 بِهِ O’na
22 إِلَيْهِ O’na
23 أَدْعُو da’vet ederim د ع و
24 وَإِلَيْهِ ve O’nadır
25 مَابِ dönüşüm ا و ب

Allah’ın kendilerine kitap verdiği kimseler müslüman, verdiği kitap ise Kur’an’dır. Onun inmesine sevinenler de yine müslümanlardır. Sevinenlerin yahudiler ve hıristiyanlar arasından insaf, bilgi ve muhâkeme sahibi kişiler olduğu şeklinde de yorumlar vardır. Kur’an’ın bir kısmını inkâr edenlerin kimler olduğu âyet-i kerîmede açıklanmadığı için müfessirler bu konuda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir; “Bunlar Ehl-i kitabın bazı grupları ile putperestlerdir” diyenlerin yorumu tarihî gerçeğe daha uygun görülmektedir. Hz. Îsâ’nın Allah’ın elçisi olduğunu ifade eden âyetleri bazı yahudiler inkâr ederken, onun Allah’ın oğlu olmadığını bildiren ve teslîsi reddeden âyetleri de bir kısım hıristiyanlar kabul etmemişlerdir. Müşrikler ise Allah’ın varlığına inanıp kâinatı O’nun yarattığını kabul ettikleri halde putperestlik ve inkârcılığı kınayan âyetleri reddetmişlerdir (bk. Şevkânî, III, 98).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 294

 Hazebe حزب :

  حِزْبٌ sertliği ve gücü olan bir insan topluluğudur. (Müfredat)

  Kuran’ı Kerim’de sadece bir kalıpta isim olarak 20 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres)

  Türkçede kullanılan şekli hizibdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمِنَ الْاَحْزَابِ مَنْ يُنْكِرُ بَعْضَهُۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûlü  الَّذ۪ينَ  , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  اٰتَيْنَاهُمُ  fiilidir. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰتَيْنَاهُمُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

الْكِتَابَ  ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

يَفْرَحُونَ  fiili,  الَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَفْرَحُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  يَفْرَحُونَ  fiiline müteallıktır. İsm-i

mevsûlün sılası  اُنْزِلَ  fiilidir. Îrabdan mahalli yoktur.

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  اِلَيْكَ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنَ الْاَحْزَابِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mübteda muahhar olarak mahallen merfûdur.  İsm-i mevsûlün sılası يُنْكِرُ  fiilidir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُنْكِرُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

بَعْضَ  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 قُلْ اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

اِنَّـمَٓا  kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir. 

اُمِرْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  اُمِرْتُ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

اَعْبُدَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir.

اللّٰهَ  lafza-i celâli, mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  لَٓا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  اُشْرِكَ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir.

بِه۪  car mecruru  اُشْرِكَ  fiiline müteallıktır.


 اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ مَاٰبِ

 

اِلَيْهِ  car mecruru  اُشْرِكَ  fiiline müteallıktır.

اَدْعُوا  fiili و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir. 

وَ  atıf harfidir.  اِلَيْهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

مَاٰبِ  muahhar mübtedadır. Hazf edilen  ي  ise muzâfun ileyhtir.

Burada bir  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için sonunda bulunan  نِ  harfinin harekesi esre gelmiştir.

وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ

 

وَ  istînâfiyyedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder.

Mübteda olan  اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰتَيْنَاهُمُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

يَفْرَحُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ  cümlesi haberdir. Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Mecrur mahaldeki mevsûlün sılası olan  اُنْزِلَ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsm-i mevsûl, harf-i cerle birlikte  يَفْرَحُونَ  fiiline müteallıktır.

وَالَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَفْرَحُونَ  (Kendilerine kitap verdiklerimiz sana indirilen şeyle sevinirler.)  ifadesinde ehl-i kitaptan Müslüman olanlar kastedilmiştir. Mesela İbn Selâm ve arkadaşları ile hristiyanlardan iman edenlerdir. Bunlar seksen erkek idiler; kırkı Necran’dan, sekizi Yemen’den, otuz ikisi Habeş’ten idiler. (Beyzâvî)

"Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler" ifadesi ile kendilerine Tevrat verilen yahudiler ile İncil verilen hristiyanlar kastedilmiş olup; Kur'an onların kitaplarını tasdik ettiği zaman Kur'an'dan indirilen ayetlere sevinirler. Diğer kâfir güruhları ise, Kur'an'ın bir kısmını inkâr ederler. Bu görüş, Mücâhid'indir. Kādî şöyle demiştir: "Bu izah doğru değildir. Çünkü, "Sana indirilen ile sevinirler" ifadesi Hazret-i Peygamber (sav)'e indirilen şeylerin tamamını içine alan bir ifadedir. Halbuki onların (ehl-i kitabın), Hazret-i Peygamber'e indirilen şeylerin hepsine sevinmedikleri malumdur."

Ayetteki, "Sana indirilen ile ..." ifadesi, kendisine hem ‘hepsi’ hem de ‘bazısı’ kelimeleri eklenebileceği için umumi manada değildir. Dolayısıyla şayet bu tabir, umum ifade etseydi, buna ‘hepsi’ lafzını ilave etmek bir tekrar, ‘bazısı’ lafzını ilave etmek de bir noksanlık olmuş olurdu. (Fahreddin er-Râzî)


 وَمِنَ الْاَحْزَابِ مَنْ يُنْكِرُ بَعْضَهُۜ

 

İstînâfa matuf olan cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْاَحْزَابِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası, müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

مَنْ  ve  مِنَ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


قُلْ اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan …  اُمِرْتُ  cümlesi,  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve müteakip  اَعْبُدَ اللّٰهَ وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ  cümlesi masdar teviliyle mef’ûlün bih konumundadır. 

Kasr fiille mef’ûlü arasındadır.  اُمِرْتُ  maksûr, mef’ûl olan masdar-ı müevvel maksûrun aleyhtir. 

Burada mevsûfun sıfata kasrı cinsinden kasr-ı izâfî vardır. Yani sana Allah’a kulluktan başka bir şey emredilmemiştir demektir. Râzî de, “buradaki اِنَّـمَٓا  kelimesi hasr içindir. Manası da “ben başka değil ancak Allah’a ibadetle emrolundum” şeklindedir” demektedir. Ebussuûd ise şöyle der: “Burada murat, emrin Allah Teâlâ’ya ibadet etmeye kasr edilmesidir. Yani “Onlara de ki bana indirilen kitapta ancak Allah’a ibadet etmekle ve O’nu birlemekle emrolundum” demektir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

اِنَّـمَٓا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ  cümlesi,  اَعْبُدَ اللّٰهَ  cümlesine atfedilmiştir.


  اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ مَاٰبِ

 

Mekulü’l-kavle dahil olan istînâfiyyedir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder.

اِلَيْهِ اَدْعُوا وَاِلَيْهِ مَاٰبِ  cümlesi  اِنَّـمَٓا اُمِرْتُ اَنْ اَعْبُدَ اللّٰهَ وَلَٓا اُشْرِكَ بِه۪ۜ  cümlesinin açıklamasıdır. (Âşûr)

Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.

اِلَيْهِ اَدْعُوا  ifadesinde car mecrurun amiline takdimi kasr ifade eder. 

Kasrla tekid edilen cümlede  اِلَيْهِ  maksûrun aleyh,  اَدْعُوا  maksûrdur. Kasr-ı sıfat ale’l mevsûftur.

Takdim kasrında her zaman için maksûrun aleyh; takdim olan kelimedir. Sonradan zikredilen lafız ise maksûrdur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَعْبُدَ  -  لَٓا اُشْرِكَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اِلَيْهِ اَدْعُوا  cümlesinde takdim kasrı vardır. Ayrıca müsnedün ileyhin muzari fiil olarak gelişi ibadetin sürekliliğini, teceddüdünü ifade ederek peygamberimizin halini, tecessüm ettirmektedir.

Makabline matuf  وَاِلَيْهِ مَاٰبِ  cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Zamandan bağımsız sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  اِلَيْهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Müsned olan  مَاٰبِ  kelimesinde muzâfun ileyh, tahfif gayesiyle hazf edilmiştir.

Ayette, “Dönüşüm de ancak O’nadır” buyurulmuştur. Bu ifade de haşre, neşre ba’se (dirilişe) ve kıyamete işarettir. Dolayısıyla insan bu kısa ve veciz ayet üzerinde iyice düşünüp manasını anlayınca, bunun, dinde muteber olan bütün talep ve gayeleri ihtiva ettiğini görür. (Fahreddin er-Râzî)

Son cümlede îcâz-ı kasr vardır diyebiliriz.

Ra'd Sûresi 37. Ayet

وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْماً عَرَبِياًّۜ وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟  ...


Böylece biz onu (Kur’an’ı) Arapça bir hüküm olarak indirdik. Sana gelen bu ilimden sonra eğer sen onların heva ve heveslerine uyarsan, Allah tarafından senin için ne bir dost vardır, ne de bir koruyucu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَكَذَٰلِكَ ve işte
2 أَنْزَلْنَاهُ biz onu indirdik ن ز ل
3 حُكْمًا bir hüküm olarak ح ك م
4 عَرَبِيًّا arapça ع ر ب
5 وَلَئِنِ ve eğer
6 اتَّبَعْتَ uyarsan ت ب ع
7 أَهْوَاءَهُمْ onların keyiflerine ه و ي
8 بَعْدَمَا sonra ب ع د
9 جَاءَكَ sana gelen ج ي ا
10 مِنَ -den
11 الْعِلْمِ ilim- ع ل م
12 مَا artık yoktur
13 لَكَ senin için
14 مِنَ
15 اللَّهِ Allah’tan
16 مِنْ hiçbir
17 وَلِيٍّ dost و ل ي
18 وَلَا ne de
19 وَاقٍ bir koruyucu و ق ي

Hz. Peygamber ve yakın çevresinin Arap olması Kur’an’ın Arapça olarak indirilmesinin başlıca sebeplerindendir (bilgi için bk. Yûsuf12/2); Allah her peygambere kendi kavminin diliyle hitap etmiş, vahyini onların diliyle göndermiştir ki peygamber Allah’ın emir ve yasaklarını kavmine rahatça anlatsın (İbrâhim 14/4). Kur’an’ın Arap dili ile indirilmiş olması onun sadece Araplar’a indirilmiş olduğunu ifade etmez. Nitekim bazı âyetler onun, bütün insanlığa hitap eden evrensel bir mesaj olduğunu göstermektedir (meselâ bk. Bakara 2/185; Âl-i İmrân 3/138; A‘râf 7/158; Sebe’ 34/28).

  Bu âyette “dili Arapça olarak” değil, “hükmü Arapça olarak” denilmiştir. Hükmü dil olarak yorumlamak mümkün olmakla beraber, hakiki mânasına daha yakın olarak şöyle anlamak da mümkündür: Kur’an’da beşerî tasavvur, ihtiyaç ve kültür olarak Araplar’a hitap edilmiş, evrensel mesaja vasıta kılınan bu kültüre uygun bir kurgu yapılmıştır. Bu şekilde Araplar’ın kolayca anladıkları, içinde kendilerini buldukları, ihtiyaçlarını karşıladıkları Kur’an’ın evrensel mesajı da onlar aracılığı ile insanlığa ulaşmıştır.

 Allah Teâlâ hikmetinin gereği olarak Kur’an’ı gönderip önceki kitapların bazı hükümlerini kaldırmış, bazılarını tekrarlamış, bu arada gerektiği kadar da yeni hükümler ve bilgiler göndermiştir. Bu sebeple Kur’an’dan önceki ilâhî kitapların hükümlerinden Kur’an’ın özüne ters düşen herhangi bir hükümle amel etmek câiz değildir (Bu konuda bk. Mâide 5/45).

 Kur’an tercümelerinden hüküm çıkarmak isteyenlerin de metindeki mâna ve nüansların tercümede olabildiğince iyi bir şekilde aktarıldığından emin olmaları gerekir. Bunun için en azından tefsirlere bakmak ve uzmanlara danışmak kaçınılmazdır. 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 294-295

وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْماً عَرَبِياًّۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل  “gibi” demektir. Bu ibare, amili  اَنْزَلْنَاهُ  olan mahzuf mef’ûlün mutlaka müteallıktır.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

اَنْزَلْنَاهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

حُكْماً  hal olup fetha ile mansubdur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal müfred hal şeklinde gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَرَبِياًّ  kelimesi  حُكْماً ‘in sıfatı olup mansubdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Burada  عَرَبِياًّ  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. 

اتَّبَعْتَ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olup mahallen merfûdur. 

Şart ve cevap fiilleri mazi de muzari de gelebilir. Ancak aslolan ikisinin de muzari gelmesidir. Cevap cümlesi ise mazi ve muzari cümleleriyle gelebildiği gibi diğer cümlelerle de gelebilir. 

Cevap cümlesi; başına hiçbir edat gelmeyen olumlu mazi ve muzari olarak geldiğinde başına cevap (rabıt  ف ‘si) gelmez. Ayrıca  لَمْ  (cahd-ı mutlak) ve  لَا  (nefyi istikbal) ile menfi olan muzari olarak geldiğinde de umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ‘si) gelmez, bunun haricinde gelen cümle çeşitlerinde ise umumiyetle başına cevap (rabıt  ف ‘si) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَهْوَٓاءَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَعْدَ  zaman zarfı, اتَّبَعْتَ  fiiline müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası  جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِ  cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur. 

بَعْدَ  ve  قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:

1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.

2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.

3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında  اَنْ  bulunur.

4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar. 

Ayette  بَعْدَ  başına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduğu için mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ الْعِلْمِ  car mecruru  جَٓاءَكَ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır.

اتَّبَعْتَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟

 

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَكَ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  وَلِيٍّ ‘e müteallıktır.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.   وَلِيٍّ  lafzen mecrur muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

مِنْ  harf-i ceri mecruruna ibtidaiye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasında gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  لَا  zaid harftir.  لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

وَاقٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  وقي  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ حُكْماً عَرَبِياًّۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

Bu ayet Rad suresi 36. ayetteki  والَّذِينَ آتَيْناهُمُ الكِتابَ يَفْرَحُونَ بِما أُنْزِلَ إلَيْكَ  cümlesine matuftur ve itiraziyyedir. (Âşûr)

كَذٰلِكَ  , amili  اَنْزَلْنَاهُ  olan mahzuf mef’ûlün mutlaka müteallıktır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan Suresi, s. 101)

كَذٰلِكَ  (İşte böyle), aslında uzaktaki bir nesneye işaret için kullanılır. Buradaki istimali (kullanımı), işaret edilen nimetin derecesinin, faziletteki mertebesinin yüksekliğini bildirmek içindir. (Ebüssuûd)

وَكَذٰلِكَ اَنْزَلْنَاهُ  [Bunun gibi, onu gönderdik] cümlesinde teşbih vardır. Bunlar mürsel, mücmel teşbihdir. (Safvetü't Tefasir)

اَنْزَلْنَاهُ  fiilindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, C. 2, S. 467)

حُكْماً عَرَبِياًّ  (Arapça bir hüküm) tabiri ile Kur’an’ın tümünün kastedildiği de söylenmiştir. Çünkü Kur’an-ı Kerim hak ile batılı birbirinden ayırt eder ve hüküm de koyar. (Kurtubî)

Kur’an, hükmetmenin vasıtası olduğu için bunu iyice anlatmak için “hüküm” olarak isimlendirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Kur’an'ın tamamı hükümlerden ibaret olmadığı halde bu vasıfla zikredilmesi, onun hükümlerine riayet etmenin ve bu hükümlerin kesin olarak muhafazasının zorunluluğunu kuvvetle ifade etmek içindir.

Kur’an'ın Arapça olduğu vasfının belirtilmesi, onun eski semavi kitaplardan farklı olduğu bir yönünün de bu olduğuna işaret etmek içindir. Üstelik hikmetin gereği budur; çünkü ancak Arapça olmasıyla anlaşılması ve îcâzının idraki kolay olur. (Ebüssuûd)

حُكْماً  kelimesi  اَنْزَلْنَاهُ  fiilindeki gaib zamirden hal olarak mansubdur. Takdiri;  حكماً بين الناس عربياً  şeklindedir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

عَرَبِياًّۜ , ikinci hal veya  حُكْماً ’nin sıfatıdır.


 وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟

 

وَ  istînâfiyyedir. Kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddırلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ  cümlesi, şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa  اِنْ  kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنْ  edatı başlıca şu yerlerde kullanılır: 

1) Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında  اِنْ  gelir.

2) Bilmezden gelinen durumlarda da  اِنْ  kullanılır: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm” demesi gibi.

3) Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edilerek  اِنْ  kullanılır: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir.  إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ  “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta  اِنْ  edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)

Şartın cevabı, kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur. Şartın cevabının ve kasemin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

وَلَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ بَعْدَ مَا جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ  cümlesi itiraziyyedir. (Âşûr)

Muzâfun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası  جَٓاءَكَ مِنَ الْعِلْمِۙ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

لَئِنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓاءَهُمْ  (Sen onların arzularına uysa) cümlesi, hakta sebatı sağlamak için yapılan teşvik ve tahrik kabilindendir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, Bakara / 145)

Zuhaylî’nin açıklamasına göre burada Allah Teâlâ varsayım yoluyla “şayet onların hevalarına uyarsan” buyurdu. Yani eğer kıble Kâbe’ye döndürüldükten sonra -Beyt-i Makdis’deki kıblelerine yönelmek gibi- onların görüşlerine uyarsan ve onlara güzel görünmeye çalışırsan, Allah’a karşı sana yardım edecek, seni Allah’ın cezalandırmasından koruyup, ona engel olacak ve seni o azaptan kurtaracak kimse olmaz. Bu ayet, aslında  إياك أعني واسمعي يا جارة  (kızım sana söylüyorum gelinim sen anla) kabilinden Müslümanlara bir ta‘rîzdir. Aynı şekilde hak dini tanıyıp bildikten sonra dalalet ehlinin yoluna uyan ilim sahiplerine şiddetli bir tehdit vardır. Yine bu ayet, kâfirlerin ümitlerini kesip boşa çıkarmakta ve müminleri dinlerinde sebat etmeye teşvik etmektedir. Resulullah’a (sav) hitap edilmiş, ümmeti kast edilmiştir.  (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)

Sana ilim geldikten sonra cümlesindeki ilim, vahiyden kinayedir.

Kasemin cevabı olan  مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا وَاقٍ۟  cümlesi, menfi isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber inkârî kelamdır.

مَا لَكَ مِنَ اللّٰهِ  Burada zamir makamında Allah kelimesinin zikredilmesi, ilâhî mehabeti arttırmak içindir.

Ezherî diyor ki: "Ulûhiyet vasfı, mâbud, hâlik, râzık ve müdebbir olmak vasıflarından üstündür." (Ebüssuûd)

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكَ  mahzuf habere müteallıktır. Zaid  مِنْ  harfinin dahil olduğu  وَلِيٍّ  muahhar mübtedadır.

وَلِيٍّ  kelimesine  مِنْ  harfinin dahil olması umumi olarak olumsuzluğu tekid içindir. (Âşûr)

Zaid harfler ve isim cümlesi olmak üzere birden fazla unsurla tekid edilen bu cümlede ayrıca müsnedin takdimi, kasr ifade eder.

وَلِيٍّ ’e tezâyüf sebebiyle atfedilmiş olan  وَلَا وَاقٍ۟ ’daki ney harfi  لَا , zaiddir. Olumsuzluğu tekid için gelmiştir.

الوَلِيِّ  (dost) ve النَّصِيرِ  (yardımcı) kelimelerinin olumsuzluğu, şartın cevabı olup cevaptan yani azap ve cezadan kinayedir. (Âşûr)

Ayette mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

اَنْزَلْنَاهُ  ile  مِنَ اللّٰهِ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger)/Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, olumsuz isim cümlesi ve zaid harfler sebebiyle tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

وَلِيٍّ  kelimesi, yardımcı, dost, koruyucu manalarını kapsayan bir kelime olduğu halde bir de  وَاقٍ۟  (koruyucu) buyurulması umumdan sonra husus babında ıtnâbdır. Ayrıca nefy edatının tekrarı ve takdim kasrı bu konudaki hükmün son derece kesin olduğunun delaletidir.

Bu gibi uyarılar, kâfirlerin umutlarını kesmek ve müminleri dinde sebata teşvik etmek içindir. (Ebüssuûd)

وَلِيٍّ  -  وَاقٍ۟  ve  الْعِلْمِۙ  -  حُكْماً  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَا  ayette bir kez ismi mevsûl bir kez de nefy edatı olarak gelmiştir. Aralarında tam cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
Ra'd Sûresi 38. Ayet

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجاً وَذُرِّيَّةًۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ  ...


Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlara da eşler ve çocuklar verdik. Allah’ın izni olmadan hiçbir peygamber bir mucize getiremez. Her ecelin (vadenin) bir yazısı vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 أَرْسَلْنَا biz gönderdik ر س ل
3 رُسُلًا elçiler ر س ل
4 مِنْ
5 قَبْلِكَ senden önce ق ب ل
6 وَجَعَلْنَا ve verdik ج ع ل
7 لَهُمْ onlara
8 أَزْوَاجًا eşler ز و ج
9 وَذُرِّيَّةً ve çocuklar ذ ر ر
10 وَمَا değildir
11 كَانَ mümkün ك و ن
12 لِرَسُولٍ hiçbir elçinin ر س ل
13 أَنْ
14 يَأْتِيَ getirmesi ا ت ي
15 بِايَةٍ bir ayet ا ي ي
16 إِلَّا olmadan
17 بِإِذْنِ izni ا ذ ن
18 اللَّهِ Allah’ın
19 لِكُلِّ her ك ل ل
20 أَجَلٍ sürenin ا ج ل
21 كِتَابٌ bir yazısı (vardır) ك ت ب

Müşrikler peygamberin insan üstü varlık olacağını sanıyor, Hz. Muhammed’in eş ve çocukları olduğu için onun peygamberliğine itiraz ediyorlardı. Oysa Kur’ân-ı Kerîm beşerî özellikler bakımından peygamberlerin insan üstü varlıklar olmadığını, onların da birer insan olduğunu (İbrâhim 14/11; Kehf 18/110; Fussılet 41/6), eş ve çocukları bulunmasının peygamber olmaya engel teşkil etmediğini haber vermektedir. Mûcizeye gelince o da peygamberin elinde değil, Allah’ın kudretinde olup ancak onun ezelî ilminde belirlediği zaman meydana gelir. Müşriklerin istediği mûcizenin hemen gelmemesi onun hiç gelmeyeceğini göstermez. Allah’ın hikmet ve takdiri onun ne zaman gerçekleşmesini gerektiriyorsa o zaman gerçekleşir.

  “Süreli her şeyin bir kaydı vardır” meâlindeki cümlede yer alan kayıt kelimesinin âyetteki karşılığı “kitap”tır. Buradaki kitabı “şeriat vahyi” olarak anlayıp âyeti, “Allah’ın takdir ettiği her süre için gönderdiği bir kitap vardır” şeklinde yorumlayanlar da olmuştur (Şevkânî, III, 99-100; Esed, II, 494). 

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 296-297

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجاً وَذُرِّيَّةًۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

قَدْ  tahkik harfidir.  

اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur.

رُسُلاً  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur.

مِنْ قَبْلِ  car mecruru  اَرْسَلْنَا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بَعْدَ  ve  قَبْلَ  ’nin geliş şekilleri şöyledir:

1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.

2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.

3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında  اَنْ  bulunur.

4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar. 

Ayette  قَبْلَ  muzâf olup başına harf-i cer geldiği için mecrur olmuştur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَعَلْنَا  fiili atıf harfi  وَ  ile  اَرْسَلْنَا  fiiline matuftur.  جَعَلْ  sükun üzere mebni mazi fiildir.  Muttasıl zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur.  لَهُمْ  car mecruru  جَعَلْنَا  fiiline müteallıktır.

اَزْوَاجاً  mef’ûlün bih olarak fetha ile mansubdur. 

ذُرِّيَّةًۜ  atıf harfi  وَ  ile  اَزْوَاجاً ‘e matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لِرَسُولٍ  car mecruru mahzuf  كَانَ ‘in haberine müteallıktır. 

اَنْ  masdar harfidir.  يَأْتِيَ  mansub muzari fiildir.

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi) denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

أن  ve masdar-ı müevvel,  كَانَ ‘in ismi olup mahallen merfudur.  بِاٰيَةٍ  car mecruru  يَأْتِيَ  fiiline müteallıktır. 

اِلَّا  istisna edatıdır.  بِاِذْنِ  car mecruru mahzuf müstesnaya müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Not: Müstesna minh;

a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Not: Müstesna, istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır:

1. Muttasıl istisna

2. Munkatı’ istisna

3. Müferrağ istisna

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ

 

لِكُلِّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اَجَلٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

كِتَابٌ  muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.

وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجاً وَذُرِّيَّةًۜ

 

وَ   istînâfiyye,  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.

قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş  اَرْسَلْنَا رُسُلاً مِنْ قَبْلِكَ  cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Aynı üslupta gelen   وَجَعَلْنَا لَهُمْ اَزْوَاجاً وَذُرِّيَّةًۜ  cümlesi, kasemin cevabına matuftur. Cümlede car-mecrur  لَهُمْ , siyaktaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

اَرْسَلْنَا - جَعَلْنَا  fiillerindeki  نَا  zamiri Allah’a ait azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, C. 2, S. 467)

 

وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ

 

Kasemin cevabına  وَ ’la atfedilen cümle, menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

مَا كَانُ ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)

ما كانَ  terkibi, olumsuzlukta mübalağaya delalet eder. (Âşûr)

لِرَسُولٍ  car mecruru,  كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Masdar harfi  اَنْ  ve müspet muzari fiil sıygasındaki  يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ  cümlesi, masdar teviliyle  كَانَ ‘nin muahhar ismidir.  بِاِذْنِ اللّٰهِۜ , failin halinden istisna edilen, mahzuf müstesnaya müteallıktır.

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasrla, resullerin mucize göstermelerinin Allah’ın iznine bağlı olduğu, Allahın izni olmadan bunun mümkün olmayacağı kesin bir dille ifade edilmiştir. Kasr-ı mevsûf ales sıfattır. 

بِاٰيَةٍ ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.

اَرْسَلْنَا رُسُلاً  (Peygamberler gönderdik) cümlesinde, iştikak-ı cinas vardır.

اَرْسَلْنَا رُسُلاً  ile  بِاِذْنِ اللّٰهِۜ  ifadeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâğatı İltifat Sanatı)

الإتْيانُ  göstermekten,  الإذْنُ  ise yaratmaktan istiaredir. (Âşûr)

لِكُلِّ اَجَلٍ كِتَابٌ

 

Beyânî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. Car-mecrur  لِكُلِّ اَجَلٍ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  كِتَابٌ  muahhar mübtedadır.

Müsnedün ileyhin ve  اَجَلٍ ’in nekre gelişi, tazim ifade eder. 

Ayetteki  كِتَابٌ  sözcüğü ile hem kesin olarak belirlenmiş ecel hem de bildiğimiz kitap kastedilir.

كِتَابٌ  sözcüğü,  لِكُلِّ اَجَلٍ  ifadesi ile sonraki ayetin başında bulunan  يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ وَيُثْبِتُۚ  ifadesi arasına girmiştir. Cümlenin baş tarafı, kendisiyle kesin olarak belirlenmiş ecel”in kastedildiğini ifade ederken, son tarafı bildiğimiz kitabı ifade eder. (Dr Mustafa Aydın, Arap Dili Belâgatında Bedî’ İlmi ve Sanatları)

Her bir vadenin yazılmış bir hükmü vardır, yani Allah’ın hükme bağladığı her bir işin Allah nezdinde yazılmış, yazı ile tespit edilmiş bir hali vardır. Bunu Hasen ifade etmiştir. Ayette takdim ve tehir olduğu da söylenmiştir. Mana; “Her bir yazının bir vadesi vardır” şeklindedir. Bu açıklamayı Ferrâ’ ve Dahhâk yapmıştır ki Yüce Allah’ın yazmış olduğu her bir işin bilinen bir vakti, belli bir süresi vardır, demektir. Bunun bir benzeri de Yüce Allah’ın: “Her bir haberin kararlaştırılmış bir zamanı vardır” (el-En’âm, 6/67) ayetidir. (Kurtubî)

رُسُلاً  اٰيَةٍ  -  كِتَابٌ  ve  اَزْوَاجاً  ذُرِّيَّةًۜ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

لِكُلِّ أجَلٍ كِتابٌ  ve  يَمْحُوا اللَّهُ ما يَشاءُ ويُثَبِّتُ وعِنْدَهُ أُمُّ الكِتابِ  cümleleri tezyîldir. (Âşûr)

 
Ra'd Sûresi 39. Ayet

يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ وَيُثْبِتُۚ وَعِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِتَابِ  ...


Allah, dilediğini siler, dilediğini de sabit kılıp bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun yanındadır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَمْحُو siler م ح و
2 اللَّهُ Allah
3 مَا
4 يَشَاءُ dilediğini ش ي ا
5 وَيُثْبِتُ ve (dilediğini) bırakır ث ب ت
6 وَعِنْدَهُ O’nun yanındadır ع ن د
7 أُمُّ ana ا م م
8 الْكِتَابِ Kitap ك ت ب

“Ana kitap” diye tercüme ettiğimiz ümmü’l-kitâb tamlaması, “kitabın anası, kitabın aslı” anlamlarına da gelir. Müfessirler “ana kitap”tan maksat “levh-i mahfûzdur” veya “Allah’ın ezelî ilmidir” demişlerdir. Bizim tercihimiz ikincisidir, yani ana kitap, Allah’ın ezelî ilmidir. Evrende değişecek veya değişmeyecek olan her şey O’nun ezelî ilminde mevcuttur. Bu âyet bir önceki âyetin, “Süreli her şeyin bir kaydı vardır” meâlindeki bölümünü tamamlayıcı mahiyette olup Allah’ın her alanda dilediği değişikliği yapabilecek irade ve kudrete sahip olduğunu ifade etmektedir; Allah’ın yaptığından sorumlu tutulamayacağını bildiren âyet de bu mânayı destekler (Enbiyâ 21/23). Bu meâldeki âyetlerle sahâbeden bazılarının yaptığı dualardan kaderin dahi bir şekilde değişebileceği sonucunu çıkaranlar olmuştur. Meselâ Hz. Ömer’in Kâbe’yi tavaf ederken ağlayarak şu şekilde dua ettiği rivayet edilmiştir: “Allahım! Eğer beni şekavet ehlinden (bedbaht) yazdıysan beni oradan sil, saadet ve mağfiret ehli arasına yaz. Çünkü sen dilediğini siler, dilediğini bırakırsın, ana kitap senin katındadır” (Taberî, XIII, 167-168).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 297

يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ وَيُثْبِتُۚ وَعِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِتَابِ

 

Fiil cümlesidir.  يَمْحُوا  fiili  وَ  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.

اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  يَشَٓاءُ  fiilidir. Îrabdan mahalli yoktur. 

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

يُثْبِتُ  atıf harfi  وَ ‘la  يَشَٓاءُ  fiiline matuftur.

يُثْبِتُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  عِنْدَ  mekân zarfı , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  هُٓ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 اُمُّ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  الْكِتَابِ  muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.

يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ وَيُثْبِتُۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

يَمْحُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ‘nın sılası  يَشَٓاءُ , faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

وَيُثْبِتُۚ  cümlesi istînâfa hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. 

Cümlede fiiller müspet muzari sıygasında gelerek teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. 

التَّثْبِيتُ ; Hakiki manası bir şeyi bir yerde sabit kılmaktır. Mecâzi olarak ayette zikredilen  المَحْوِ (silme) manasının zıttıdır. (Âşûr)

يَمْحُوا  -  يُثْبِتُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

يَمْحُوا اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُ  cümlesiyle  وَيُثْبِتُۚ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يَمْحُوا  "Mahv" yazının izini gidermek manasındadır. Nitekim bir kimse yazının izini giderdiğinde, onu sildiğinde denilir. Allah Teâlâ, ayetteki, "mahv" ile şunu kasdetmiştir: Günah işleyen kimse o günahı işlediğinde, onu divanına, amel defterine kaydettirmiş olur. Ama o günahtan tövbe ettiği zaman da, onu divanından silmiş olur. (Fahreddin er-Râzî)


 وَعِنْدَهُٓ اُمُّ الْكِتَابِ

 

İstînâfiyyeye matuf sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عِنْدَهُٓ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  اُمُّ الْكِتَابِ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Cümledeki takdim kasr ifade etmiştir.

عِنْدَهُٓ  izafeti, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  عِنْدَ ‘e tazim ifade eder. 

İbn Abbâs’a Ummü’l-Kitab hakkında sorulmuş ve şu cevabı vermiştir:  اُمُّ الْكِتَابِ ; Allah’ın yaratacağı şeyleri ile yarattıklarının yaptıklarını bilmesidir. O ilmine “Bir kitap ol’’ dedi (oldu). Allah’ın ilminde hiçbir değişiklik olmaz.

Yine İbn Abbâs’tan nakledildiğine göre  اُمُّ الْكِتَابِ ’tan kasıt zikirdir. Bunun delili de Yüce Allah’ın: “Yemin olsun ki Biz Zikir’den sonra Tevrat’ta… diye yazdık” (Enbiya, 21/105) ayetidir. Bu da onun açıkladığı ilk anlama racidir, Ka’b’ın görüşünün anlamı da budur. Ka’b el-Ahbar der ki: ‘’Ana kitap şanı Yüce Allah’ın yarattığı ve yaratacağı şeyleri bilmesi demektir.’’ (Kurtûbi)

أُمُّ  kelimesi mecazen başka şeyler için de kendisine eklenen şeyin kaynağı olması dolayısıyla anneye benzetilerek kullanılır. (Âşûr)

الكِتابُ  yazılan şey manasındadır. Sınırı belirlemek ve korumaktan kinayedir. (Âşûr)

Hazret-i Peygamber (sav) onları, başlarına gelecek azap ile ve kendisi ve inananları için muzafferiyet (yengi) olacağı ile korkutuyordu. Bu vaat ve vaîd (tehdit) gecikince ve kâfirler söylenen bu şeyleri ortada görmeyince, bunların gerçekleşmemesini, Hazret-i Muhammed (sav)'in peygamberliğini tenkit için ileri sürüyor ve "Eğer, gerçek bir peygamber olsaydı böyle yalanı ortaya çıkmazdı" diyorlardı. Cenab-ı Hak buna da, "Her vadenin yazılmış bir hükmü vardır" diyerek cevap vermiştir. Bu, "Kâfirlere azab-ı ilâhi'nin gelmesinin ve Allah'ın dostlarına fetih ile ilahi yardımın zuhur etmesinin, Allah'ın hükmettiği belli bir vakti vardır. Her hadisenin böyle belli bir vakti vardır ve her vadenin, yazılmış bir hükmü (kaderi) vardır. Dolayısıyla o vakti gelmeden o hadise olmaz. Bu sebeple vadedilen ve tehdit edilen şeylerin geç gelmesi onun yalancı olduğuna delalet etmez" demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette geçen ana kitaba gelince: Bununla kitabın aslı manası kastedilmiştir. Araplar bir şeyin aslı yerine geçen her şeyi, "o şeyin anası" diye adlandırırlar. Mesela beyne, "Ümmü'r-re's - Başın anası"; Mekke'ye, "Ümmü'l-Kura - Beldelerin anası" denilmesi de bu manadadır. O halde her şehir etrafında bulunan köylerin anası demektir. İşte tıpkı bunun gibi, Ümmü'l-Kitap da bütün kitapların aslı, temeli olan şey demektir. (Fahreddin er-Râzî)


Ra'd Sûresi 40. Ayet

وَاِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّـيَنَّكَ فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ  ...


Onlara va’dettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de, (göstermeden) senin ruhunu alsak da senin görevin sadece tebliğ etmektir. Hesap görmek ise bize aittir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ya
2 مَا
3 نُرِيَنَّكَ sana gösteririz ر ا ي
4 بَعْضَ bir kısmını ب ع ض
5 الَّذِي
6 نَعِدُهُمْ onları uyardığımızın و ع د
7 أَوْ ya da
8 نَتَوَفَّيَنَّكَ senin canını alırız و ف ي
9 فَإِنَّمَا şüphesiz
10 عَلَيْكَ sana düşen
11 الْبَلَاغُ sadece duyurmaktır ب ل غ
12 وَعَلَيْنَا ve bize düşer
13 الْحِسَابُ hesap görmek ح س ب

Geleceği haber verilen azap er veya geç mutlaka gelecektir. Hz. Peygamber’in bunu görmesi veya görmemesi önemli değildir; o, müşriklere verilecek cezanın bir kısmına şahit olabilir, bir kısmını da görmeden vefat edebilir. 38. âyette belirtildiği üzere her şeyin takdir ve tayin edilmiş bir zamanı vardır; zamanı geldiğinde gerçekleşecektir. Nitekim Bedir, Huneyn ve benzeri savaşlarda müşriklerin ileri gelenlerinden birçoğu öldürülmüş, Hz. Peygamber bu olaylara bizzat şahit olmuştur. Vefatından sonraki olaylarda cezalandırılanları ise görmemiştir. Peygamberin görevi insanları cezalandırmak veya onların cezalandırıldığını görmek değil, ne pahasına olursa olsun Allah’ın gönderdiği vahyi insanlara tebliğ etmektir. Hesap sorup ona göre amellerin karşılığını vermek Allah’a aittir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 297-298

وَاِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّـيَنَّكَ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir.  مَا  zaiddir.

نُرِيَنَّ  fetha üzere mebni meczum muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri,  فذلك شافيك  (Ve işte bu sana şifa verir.) şeklindedir.

Tekid nun’ları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

بَعْضَ  kelimesi  نُرِيَنَّكَ  fiilinin ikinci mef’ûlüdür. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlün sılası  نَعِدُهُمْ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

نَعِدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَتَوَفَّـيَنَّكَ  fetha üzere mebni meczum muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

نَتَوَفَّـيَنَّكَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وفي ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


 فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ

 

فَ  atıf harfidir.  

اِنَّـمَٓا  kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki  مَا  harfidir,  اِنَّ  harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.  اِنَّ ’nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir. 

عَلَيْكَ  car mecrur mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

الْبَلَاغُ  mübteda muahhar olup lafzen merfûdur. 

عَلَيْنَا الْحِسَاب  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  عَلَيْكَ الْبَلَاغُ ‘ya matuftur.

وَاِنْ مَا نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ اَوْ نَتَوَفَّـيَنَّكَ

 

Şart üslubunda haberî isnaddır.  نُرِيَنَّكَ بَعْضَ الَّذ۪ي نَعِدُهُمْ  şeklindeki şart cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Zaid  مَا  harfi, cümleyi tekid etmiştir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Takdiri  فلا لوم عليك   (Sana kınama yoktur) olan cevap cümlesi mahzuftur. Şart ve mahzuf cevabıyla birlikte cümle, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır

Muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ’nin sılası olan  نَعِدُهُمْ , muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Matufun aleyhle aynı üsluba sahip  نَتَوَفَّـيَنَّكَ  cümlesi,  نُرِيَنَّكَ  fiiline  اَوْ  atıf harfiyle  atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. 

“Onlara vadettiğimizin bir kısmını sana göstersek de” anlamındaki ayette yer alan ifade onlara va’dettiğimizin, yani azabın bir kısmını sana göstersek de…takdirindedir. (Kurtûbi) Vadetmek azaptan kinayedir. 

التَّوَفِّيَ  kelimesi, göstersek de sözünün mukabilinde gelmesi ‘’dolayısıyla onların başına gelen azabı görmesen de’’ manasından kinaye olarak gelmiştir. Manası; "Onların azaplarını görsen de görmesen de sana gereken ancak apaçık bir tebliğdir."  şeklindedir. (Âşûr) 

بَعْضَ  kelimesi; azabın bazısını gördüğüne işarettir. Ve bu, tehdidin geç de olsa kendilerine geleceğine dair bir uyarıdır. (Âşûr)

نُرِيَنَّ  ve  نَتَوَفَّـيَنَّ  fiilleri sonlarına nûn-u sakile eklenerek tekid edilmiştir.


 فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ

 

فَ , ta’liliyyedir.

İsme isnad edilmiş sübut ifade eden isim cümlesidir. Kasr edatı  اِنَّمَا  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْكَ mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Zuhaylî’nin ifadesiyle bu ayet-i kerîmedeki  فَاِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلَاغُ  kısmında, mevsûfun sıfata kasr edilmesi türünden izâfî kasr bulunmaktadır. Yani “senin için yalnız tebliğ sıfatı vardır” demektir. Ey Muhammed (sav) sana düşen Rabbinin elçiliğini ifa etmektir. Biz seni ancak Allah’ın mesajını insanlara ulaştırasın diye gönderdik. Hiç kuşkusuz sen de sana emredilen görevi yerine getirdin. Onları ıslah etmekse senin sorumluluğun değildir. Neticede hesaba çekmek ve yaptıkları iyilik ve kötülüklerin karşılığını vermek de bize düşer. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları) 

إنَّما  hasr içindir. Mahsur tebliğdir. Cümlenin başındaki hasr harfi dolayısıyla için  zikredilmesi tehir edilmiştir (gecikmiştir). Takdiri: “Sana gereken ayetlerin indirilmesi veya azabın acele getirilmesi değil sadece tebliğdir.” şeklindedir. (Âşûr)

Aynı üslupta gelerek ta’lil cümlesine atfedilen  وَعَلَيْنَا الْحِسَابُ  cümlesinin atıf sebebi tezattır.

عَلَيْكَ البَلاغُ وعَلَيْنا الحِسابُ  sözünde  عَلى  harf-i ceri zorunluluk ve bağlayıcı olarak kullanılmıştır. Birincisinde hakikat, ikincisinde ise Allah için kullanılması dolayısıyla mecazdır. (Âşûr)

عَلَيْكَ الْبَلَاغُ  عَلَيْنَا الْحِسَابُ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
Ra'd Sûresi 41. Ayet

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ وَاللّٰهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ  ...


Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi? Allah, hükmeder. O’nun hükmünü bozacak hiçbir kimse yoktur. O, hesabı çabuk görendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَرَوْا görmediler mi? ر ا ي
3 أَنَّا bizim
4 نَأْتِي geldiğimizi ا ت ي
5 الْأَرْضَ yeryüzüne ا ر ض
6 نَنْقُصُهَا onu eksilttiğimizi ن ق ص
7 مِنْ
8 أَطْرَافِهَا uçlarından ط ر ف
9 وَاللَّهُ Allah’tır
10 يَحْكُمُ hüküm veren ح ك م
11 لَا yoktur
12 مُعَقِّبَ iptal edecek ع ق ب
13 لِحُكْمِهِ O’nun hükmünü ح ك م
14 وَهُوَ ve O’nun
15 سَرِيعُ çabuktur س ر ع
16 الْحِسَابِ hesabı ح س ب

“Yerin etrafının eksiltilmesi” ifadesini müfessirler hakikat ve mecaz olmak üzere başlıca iki şekilde yorumlamışlardır: a) Hakikat anlamına göre yerin etrafından eksiltilmesi, “yağmur, sel, rüzgâr, deprem ve benzeri tabiat güçlerinin etkisiyle toprağın yerinden kayması, dağ ve tepelerin aşınması”dır (erozyon). b) Mecazi anlamda ise “inkârcıların ülkelerinin fethi ile onların topraklarının azalması”dır.

 Bunların dışında âyeti, imar edilmiş ülkelerin harap olması, ülke halkının helâk olması, ileri gelenlerin, önderlerin ve ilim adamlarının yok olması, toprağın ürünlerinin eksilmesi gibi başka anlamlarda yorumlayanlar da olmuştur (Şevkânî, III, 102). Râzî’ye göre bundan maksat, yeryüzünde tâlihin değişmesidir yani başarı ve yükselişin çöküşe, hayatın ölüme, gurur ve ihtişamın aşağılanmaya, kemalin acze ve eksikliğe dönmesi, birinin diğeri ile yer değiştirmesidir (XIX, 67). İşte bunların hepsi Allah’ın hükmü olup evrende O’ndan başka hiç kimsenin hükmü geçerli değildir.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri 

Cilt: 3 Sayfa: 298

طرف Tarafe : طَرَفٌ bir şeyin yanı ve kenarıdır. Çoğulu أطْراف dır. Bu kelime cisim, zaman ve onların dışındaki başka şeylerde de kullanılır.طَرْفٌ göz kapağını hareket ettirmek demektir. Göz kapağının hareket ettirilmesiyle kaçınılmaz olarak bakış meydana geldiği için bakmak da bu sözcükle ifade edilmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki isim türeviyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri taraf, etraf ve turfandadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ

 

Hemze istifham harfi,  وَ  atıf harfidir.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَرَوْا  fiili  نْ ‘un hazfıyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:

1. Bilmek manasında olanlar.

2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.

3. Değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.

Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.

Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen  اَنَّ ’li ve  اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.

Bu ayette  يَرَوْا  fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  يَرَوْا  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

نَا  muttasıl zamir  اَنَّ ‘in ismi olarak mahallen mansubdur.

نَأْتِي  fiili  اَنَّ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.

نَأْتِي  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

Muzari fiillerin (  أَنَا  –  أَنْتَ  –  نَخْنُ  ...) zamirleri fail (özne) konumunda olduklarında vücûben (zorunlu olarak) müstetir olurlar yani bariz zamir olarak açık şekilde yazılmaları mümkün olmadığı gibi bunların yerine açık bir isim söylenmesi de mümkün değildir. (  هُوَ  -  هِيَ  ) zamirlerinin müstetir oluşu ise mazi fiilde de muzari fiilde de vücûben değil cevazendir, yani bunların müstetir zamir olarak kullanılmaları zorunlu olmayıp bu zamirlerin yerine istenildiği takdirde açık isim getirilmesi de mümkündür. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

الْاَرْضَ  mef’ûlün bih olup  fetha ile mansubdur. 

نَنْقُصُ  fiili,  نَأْتِي ‘deki failin hali olarak mahallen mansubdur. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).

Burada hal muzari fiil cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) muzari fiil cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başında  و   gelmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَنْقُصُهَا  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  

مِنْ اَطْرَافِهَا  car mecruru  نَنْقُصُ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَاللّٰهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.

يَحْكُمُ  mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَحْكُمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.

لَا  cinsi nefyeden olumsuzluk harftir.  مُعَقِّبَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  لِحُكْمِ  car mecruru  لَا ‘ın mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir  هَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُعَقِّبَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olup mahallen merfûdur. 

سَر۪يعُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur

الْحِسَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ 

 

Önceki ayetteki  نُرِيَنَّكَ  cümlesine matuf olan ayetin ilk cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham harfi hemze, inkârî manadadır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen ikaz ve azarlama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  اَنَّا نَأْتِي الْاَرْضَ  cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ ’nin haberi müsbet muzari fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.

Masdar-ı müevvel,  لَمْ يَرَوْا  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

نَأْتِي  fiilinin failinden veya mef’ûlündan hal olan  نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade etmek üzere yapılan ıtnâbdır.

Önceki ayetteki gaib zamirden, bu ayette azamet zamirine iltifat vardır. 

نَأْتِي الْاَرْضَ  (Biz yeryüzüne geliriz) cümlesinde mecaz-ı mürsel vardır. ‘’Bizim emrimiz ve azabımız yeryüzüne gelir’’ demektir. (Safvetü't Tefasir)

نقص اﻻرض  ifadesi istiâredir. İnsanlar bununla neyin kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bir grup bunun, ‘’fethedilip Müslümanların eline geçmek suretiyle müşriklerin topraklarının eksilmesi‘’ demek olduğunu söylemiş; diğerleri bu ifade ile kastedilenin ‘’halkının ölmesi’’ olduğunu söylemiştir. Yine ‘’alimlerin ölmesi’’ anlamına geldiği de ifade edilmiştir. Bu konuda benim başka bir görüşüm vardır. Bu da -Allahu a’lem-’’yerin eksiltilmesi’’ ile kastedilenin bir ülkenin değerli kişilerinin (kirâm) ölmesinin kastedildiğidir. Çünkü buradaki  اَطْرَافِ , ‘’taraf ‘’ın değil, ‘’طِرف’’ın çoğuludur. ‘’طِرف ’’ise ‘’değerli şey’’ demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

Bu durumda ifadede hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürsel vardır.

Sâbûni de bu ifadeyi şöyle açıklamıştır: Ayette mecaz vardır. نَنْقُصُهَا مِنْ اَطْرَافِهَاۜ   Onun helâkiyle ilgili karar ve emrimiz ona geldi demektir. Müşriklerin diyarını müslümanların istilasıyla daraltırız anlamındadır. Oradaki ulama, kubera ve eşrafının ölümüyle de ilişkilendirilmiştir. ”Alimler yaşadığı zaman, yeryüzü de yaşar. Alimler öldüğü zaman yeryüzünün bir tarafı ölür” denilmiştir. (Sâbûni, İbdâul Beyan)

“Görmediler mi ki?” ayetinde kastedilenler Mekkelilerdir. (Kurtûbi)

 أوَلَمْ يَرَوْا أنّا نَأْتِي الأرْضَ نَنْقُصُها مِن أطْرافِها  cümlesi tehdit ve uyarı içindir. (Âşûr)

Cenab-ı Hak, "Görmediler mi ki biz arza geliyor ve onu, etrafından eksiltip duruyoruz" buyurmuştur. Bilim adamları, yeryüzünün önceki hacminin şu andakinden kat kat daha büyük olduğunu, aynı şekilde dünyanın milyonlarca seneden beri de eksilmeye devam ettiğini keşfetmişlerdir. Kur’an bu keşfi 14 asır önce açık bir şekilde beyan etmiştir.


 وَاللّٰهُ يَحْكُمُ لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ta’lil hükmünde istînâf cümlesidir.  

İsim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmektedir. Ayrıca muzari fiil olayı zihinde canlandırmayı sağlayarak muhatabı etkiler. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. 

Cümlede mütekellim zamirinden gaib zamirine iltifat vardır.

Hal cümlesi  لَا مُعَقِّبَ لِحُكْمِه۪ۜ , cinsini nefyeden olumsuzluk harfi  لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

لِحُكْمِه۪ۜ , cinsini nefyeden  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.

Allah (cc) İslam için izzet ve ikbale, kâfirler için de zillet ve bedbahtlığa hükmetmektedir. (Ebüssuûd)


 وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ

 

Cümle  وَ ‘la,  وَاللّٰهُ يَحْكُمُ  cümlesine atfedilmiştir. Mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedin izafet formunda gelmesi veciz ifade içindir.

Az sözle çok anlam ifade eden سَر۪يعُ الْحِسَابِ izafetinde, sıfat mevsufuna muzâf olmuştur. Sıfat tamlaması, izafetin verdiği manayı karşılayamaz.

İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Ahkaf/20 )

وَهُوَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ  (Allah hesabı seri görendir) cümlesi, ‘kötülere hak ettikleri ceza, iyilere hak ettikleri mükâfat vaktinde verilecektir’ anlamlarını barındırır.

“O hesabı pek çabuk görendir.” Kâfirlerden intikamı da çabucak alır, müminlerin mükâfatını da çabucak verir. (Kurtubî)

 
Ra'd Sûresi 42. Ayet

وَقَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلِلّٰهِ الْمَكْرُ جَم۪يعاًۜ يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍۜ وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ  ...


Onlardan öncekiler de tuzak kurmuşlardı. Bütün tuzaklar Allah’a aittir. O, her nefsin kazandığını bilir. İnkâr edenler de dünya yurdunun sonunun kime ait olduğunu bileceklerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَدْ ve kuşkusuz
2 مَكَرَ tuzak kurmuştu م ك ر
3 الَّذِينَ kimseler
4 مِنْ
5 قَبْلِهِمْ onlardan önceki(ler) ق ب ل
6 فَلِلَّهِ fakat Allah’ındır
7 الْمَكْرُ tuzaklar م ك ر
8 جَمِيعًا bütün ج م ع
9 يَعْلَمُ bilir ع ل م
10 مَا ne
11 تَكْسِبُ kazandığını ك س ب
12 كُلُّ her ك ل ل
13 نَفْسٍ nefsin ن ف س
14 وَسَيَعْلَمُ ve bileceklerdir ع ل م
15 الْكُفَّارُ kafirler ك ف ر
16 لِمَنْ kimin olacağını
17 عُقْبَى sonunun ع ق ب
18 الدَّارِ bu yurdun د و ر

Tarihte Nemrut, Firavun gibi zalimlerin her biri kendi zamanındaki peygambere tuzak ve şeytanca düzenler kurmuş (Râzî, XIX, 68), ancak Allah’ın peygamberlerine yardımıyla bunların tuzakları boşa çıkmıştır. İşte yüce Allah müşriklerin Hz. Peygamber’e karşı tutumunu bunların tutumuna benzeterek Hz. Peygamber’i teselli etmekte, düşmanlarını ise uyarmakta, böylece Allah Teâlâ öncekilerin hile ve tuzaklarını boşa çıkararak peygamberlerine yardım ettiği gibi Hz. Peygamber’e de yardım edip düşmanlarının tuzaklarını boşa çıkaracağına işaret buyurmaktadır.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 298

وَقَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَلِلّٰهِ الْمَكْرُ جَم۪يعاًۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

مَكَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûlü  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur.

مِنْ قَبْلِ  car mecruru ism-i mevsûlün mahzuf sılasına müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri;  إن يمكروا فلله المكر  (Tuzak kurarlarsa tuzak Allah’a aittir.) şeklindedir. 

لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْمَكْرُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

جَم۪يعاً  hal olup fetha ile mansubdur.

جَم۪يعاً  kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren haldir. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍۜ 

 

Fiil cümlesidir.  يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. 

مَا  ve masdar-ı müevvel  يَعْلَمُ  fiilinin mefûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

تَكْسِبُ  merfû muzari fiildir.  كُلُّ  fail olup lafzen merfûdur.  نَفْسٍ  muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.


 وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  سَيَعْلَمُ  fiilinin başındaki  سَ  harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. 

يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir.  الْكُفَّارُ  fail olup lafzen merfûdur. 

مَنْ  istifham harfi olup,  لِ  harf-i ceriyle  birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

عُقْبَى  muahhar mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

الدَّارِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَقَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Tahkik harfi  قَدْ  ile tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olduğunu belirtmek yanında onlar için tahkir ifade eder.

Mevsûlün her zaman kendisini takip eden sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ , mahzuf sılaya müteallıktır.

 فَلِلّٰهِ الْمَكْرُ جَم۪يعاًۜ 

 

فَ , mukadder şartın cevabına gelen rabıta harfidir.

Mukadder şartın cevabı olan  لِلّٰهِ الْمَكْرُ جَم۪يعاً  cümlesinde îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır.  لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. الْمَكْرُ , muahhar mübtedadır. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

Cümle takdim kasrı üslubuyla tekid edilmiştir.

جَم۪يعاًۜ  hal olarak mansubdur. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümlede müşâkele sanatı vardır.

Mukabele yoluyla olmadıktan sonra tuzak kurmak Allah Teâlâ’ya nispet edilmez. Allah’ın düşmanları resule ve müminlere tuzak kurdular. Ayette; ”Kâfirler Allah’ın resulüne tuzak kuruyorlardı. Allah onlara başka bir tedbirle karşılık verdi: Onların mekrini batıl çıkardı ve Fatır/43 ayetinde dediği gibi tuzaklarını onların başlarına döndürdü. Enbiyaya tuzak kurdukları vakit, onların mekirleri aslında Allah’ın karşısında varlık gösteremez. Allah (cc) onu ortaya çıkarır. Fakat onlar farkında değillerdir” anlamı vardır. (Sâbûnî, İbdâul Beyan)

Bu, Resulullah'ı (sav) teselli etmek içindir. Yani onların tuzaklarının önemi ve etkisi yoktur. Hatta hakikatte mevcut bile değildir.

Zira bütün tuzaklar Allah'a aittir; onların tuzakları yok hükmündedir.

Çünkü  الْمَكْرُ  kelimesinin manası, başkası farkında olmadan ona kötülük ulaştırmaktır.

Onların bütün yapıp yapmadıkları şeyler ise, Allah'ın (cc) bilgisi ve kudreti dahilindedir. Onlarda olan ise, fiil ve tesir olmaksızın, sırf teşebbüstür. (Ebüssuûd)

وَقَدْ مَكَرَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ   cümlesiyle,  فَلِلّٰهِ الْمَكْرُ جَم۪يعاًۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

فَلِلَّهِ المَكْرُ جَمِيعًا  cümlesi  أوَلَمْ يَرَوْا أنّا نَأْتِي الأرْضَ نَنْقُصُها مِن أطْرافِها  (Rad/41) cümlesinin üzerine tefrî’ olarak gelmiştir. (Âşûr)

فَلِلَّهِ المَكْرُ جَمِيعًا  cümlesinde car mecrurun takdimi ihtisas içindir. (Âşûr) 


يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍۜ

 

Ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebeb-i şibh-i kemâl-i ittisaldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil cümlede teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur.

نَفْسٍۜ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

"O, herkesin ne kazanacağını bilir" cümlesi de bu hakikati beyan etmektedir. Bunun gereği olan da, Allah'ın (cc), dostlarını koruması ve tuzak kuranları da cezalandırmasıdır.

Çünkü herkesin yaptığının karşılığı bu şekilde verilmiş olur. İşte böylece anlaşılmış oluyor ki onların tuzakları, tuzak kurdukları kimseye hiçbir etki yapmaz ve bütün tesirler Allah'a aittir. Nitekim O, onların işlemiş oldukları bütün günahlardan dolayı ve onların tuzaklarından dolayı hiç ummadıkları şekilde kendilerini muaheze edecektir.

Yahut onların kurdukları bütün tuzaklar, aslında onların, peygamberlere yönelik tuzakları değil, fakat Allah'ın (cc) onlar hakkında tuzağıdır. Zira kötü tuzak, sahibine döner. Fakat onlar bunu bilmezler. (Ebüssuûd)


 وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ

 

İstikbal harfi  سَ  ile tekid edilmiş müspet fiil cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Mecrur mahaldeki istifham ismi  مَنْ , harf-i cerle birlikte mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Az sözle çok anlam ifadesi için izafet formunda gelen  عُقْبَى الدَّارِ , muahhar mübtedadır.

Mecrur mahaldeki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve kınama amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

يَعْلَمُ مَا تَكْسِبُ كُلُّ نَفْسٍۜ  cümlesiyle, وَسَيَعْلَمُ الْكُفَّارُ لِمَنْ عُقْبَى الدَّارِ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Haberî isnad formundaki bu cümlede, asıl maksadın tevbih ve tehdit olması sebebiyle, muktezâ-i zâhirin hilafına durum söz konusudur. Dolayısıyla lüzûmiyet alakasıyla mecâz-ı mürsel mürekkebtir.

[‘’Herkesin hayır ve şer türünden ne kazandığını O bilir ve ameline göre ona karşılık verir. Kâfirler de pek yakında bu yurdun sonunun yani sevap, mükâfat ve ceza itibarıyla dünya yurdunun sonunun, yahut ahiret yurdunda mükâfat ve cezanın kimin olacağını bileceklerdir.’’] Bu ayet, bu şekliyle bir tehdittir. ‘Kâfirler’ anlamındaki kelimeyi Nâfî’, İbn Kesîr ve Ebû Amr kâfir diye tekil olarak okumuşlardır. Diğerleri ise çoğul okumuşlardır. (Kurtubî)

وخَلَفٌ ﴿وسَيَعْلَمُ الكُفّارُ﴾ بِصِيغَةِ الجَمْعِ. والمُفْرَدُ والجَمْعُ سَواءٌ في المُعَرَّفِ بِلامِ الجِنْسِ

وسَيَعْلَمُ الكُفّارُ  cümlesinde  الكُفّارُ  cemi sıygasıdır. Müfred ve cemi sıygaların elif lam ile marife olması aynı manayı taşır. Yani cins içindir. (Âşûr)

مَكَرَ - الْمَكْرُ , يَعْلَمُ - سَيَعْلَمُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Günün Mesajı

Kafirler tarih boyunca İslam'la mücadele etmek için yeni yeni yollar bulmak ve şehvetlerini tatmin için yeni yeni vasıtalar üretmekten, ayrıca yeraltı-yerüstü servetlerini sömürmekten geri durmamışlardır.

Nihayet dev bir endüstri kurmuşlar, fakat kurdukları bu endüstri, bilhassa silah endüstrisiyle, başlarında görülmedik musibetlerin kopmasına yol açmışlardır. Bilhassa dünya savaşları ve günümüzde korkunç boyutlara ulaşan nükleer ve kimyasal sitah endüstrisi, insanlığın bugünü ve geleceği adına çok büyük tehditlerdir.

İnsanlık, Kur'ân'a gözlerini kapamaya devam ettiği sürece, bir kısmı itibariyle daha korkunç musibetlere bizzat ve doğrudan maruz kalacak, bir kısmı itibariyle de bu musibetlerden şu veya bu şekilde etkilenecektir.

Sayfadan Gönüle Düşenler

Ağlayarak Kabe’yi tavaf ediyordu. Gözleri ve kalbi, siyahlığa ve altın işlemelerine kilitlenmişti. Baktıkça gönlündeki muhabbet coşuyordu. Ellerini duvarlarına sürecek kadar yaklaştığında, heybetine hayran kalıyordu. Kokusunu içine çekiyordu. İhtişamının karşısında küçülüyor, dünya dertlerinden uzaklaşıyordu. Burada bulunduğu her anın kıymetini bilenlerden olmak için dua ediyordu.

Ağlayarak Kabe’yi tavaf ediyordu. Maddiyatla maneviyatın arasında bir noktadaydı sanki. Arkasına baktığında; insanların konuşmalarını işitiyor, uğultunun sahiplerini görüyordu. Gözlerini Kabe’ye çevirdiğinde ise herkes ve her şey sessizleşiyordu. Zaman durmuşçasına, içinde bulunduğu o hali; dünyaya meyil eden benliğine hep hatırlatabilmek umuduyla gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı.

Tavafı bittikten sonra namazını kıldı ve ellerini semaya açtı:

Allahım! Aklıma gelen gelmeyen, farkında olduğum olmadığım her nimetin ve her kolaylığın için elhamdulillah.

Şeyh Sa’di (k.s.) der ki:

Vücudumdaki her kıl, O’nun ihsanıdır,
Ben her kıl için nasıl şükre muktedir olabilirim?

Allahım! Beni haliyle ve kalbiyle, daima Sana hamd eden kullarından eyle. Rahmetine muhtacım. Beni affet. Ailemi ve sevdiklerimi affet. Günahlarımızın üzerini ört ve tekrarlama hatasına düşmekten koru. Kalplerimizi ve ayaklarımızı, İslam yolunda sabit kıl. Dünya üzerindeki sorumluluklarımızı hakkıyla yerine getirenlerden olmamızı nasip et. İki cihanda da huzur ve afiyet ver.

Allahım! Şüphesiz, Sen dilediğini gerçekleştirensin. Bize hakkettiğimiz şekilde değil, merhametinle muamele et. Yaptıklarımızın karşılığını değil, merhametinle mükafatımızı ver. Ümmet olarak halimizi düzelt. Üzerimizdeki uyuşukluğu gider. Din kardeşliğimizi hatırlat. Kalplerimizdeki kini at. Başkasını küçümseyen ve kendisini yücelten nefsimize akıl ve fikir ver. Öyle ki; Hacer’ul Esved’i öperken ve Peygamber Efendimiz (sav)’i ziyaret ederken, edebimizden taviz vermeden ve birbirimizi incitmeden hareket etmemizi nasip et.

Allah yolunda; ilimde ve edepte yarışan takva sahiplerinden olmak duasıyla.

Amin.

***

Günümüzde sakınma, çekinme ve utanma duyguları olumsuz bir sınıfta değerlendirildiği için devamlı bir kenara itilmektedir. Alenen sağlığa zarar verse bile kişilerin bulundukları hali kabul etmeleri, özgürlüğe adım atmaları ve baskıcılıktan sıyrılarak kendilerini bulmaları gibi telkinler verilmektedir. Ancak farklı bir açıdan bakıldığı zaman asıl baskı olan budur. 

Halbuki üzüntü ve korku gibi olumsuz kabul edilen duygular gibi doğru yer ve mekanda ortaya çıkan utanç duygusuna da ihtiyaç vardır. Devamlı olarak bu tür duyguların bastırılması sonucunda kişi hislerinin sesini dinlememeye ve sonrasında hiç duymamaya başlar. 

Mesela rahatsızlık hissiyle beraber ortaya çıkan ve dikkat etmeliyiz frenini aktif eden çekinme eylemi; kişiyi maddi ve manevi anlamda birçok sıkıntıdan kurtarır, ahlaksızlıkları azaltır ve hatta yeri geldiğinde tehlikeden korur. Zira bu fren aktif dışı bırakıldığı zaman birçok insan için dünyanın farklı yollarında ahlaksızlığın sınırı yoktur. 

Ey Allahım! Bizi takva sahiplerinden eyle. Nefse hizmet eden duygulardan doğan isteklere kapılmadan, Senin yolunda ayaklarımızı sağlam kılacak ve günahlardan uzaklaştıracak iman ile güçlenen duygularına kulak verenlerden olmamız için yardımcımız ve yol göstericimiz ol. Haya duygumuzu kaybetmekten ve bizi Senden uzaklaştıracak duygularla kendimizi kandırmaktan muhafaza buyur. Bizi doğru yerde ve mekanda utanıp sakınanlardan eyle. Hakikati hatırlatan iç sesimizi daima işitenlerden ve yüzünü istiğfar-şükür ile derhal Sana dönenlerden eyle. Kur’an ve sünnet ışığında yaşayıp ölenlerden, dirilip kurtuluşa erenlerden eyle.

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji