11 Şubat 2025
Ra'd Sûresi 29-34 (252. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ra'd Sûresi 29. Ayet

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبٰى لَهُمْ وَحُسْنُ مَاٰبٍ  ...


İnanan ve salih amel işleyenler için, mutluluk ve güzel bir dönüş yeri vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ kimseler
2 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
3 وَعَمِلُوا ve yapanlar ع م ل
4 الصَّالِحَاتِ güzel işler ص ل ح
5 طُوبَىٰ mutluluk ط ي ب
6 لَهُمْ onlar içindir
7 وَحُسْنُ ve güzel ح س ن
8 مَابٍ gelecek ا و ب
“Ne mutlu!” diye tercüme ettiğimiz tûbâ kelimesi, sözlükte “cennet, bahçe, güzellik, hayır, şeref ve gıpta” anlamlarına gelir. İsim olarak, “cennette bir ağacın adı” veya “cennetin isimlerinden bir isim”dir (Taberî, XIII, 145-150; Kurtubî, IX, 316-317); terim olarak, iman eden ve sâlih amel işleyenlere dünyada verilecek güzel bir hayatı, âhirette ise içinde sürekli kalacakları güzel bir yurdu ve bu yurtta yaşayacakları mutlu hayatı ifade etmektedir. “Varılacak güzel yurt” anlamına gelen hüsnü meâb tamlaması da bu mânayı destekler.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 289
طيب Tayebe : طَابَ الشَّيْءُ bir şey iyi, güzel, hoş, lezzetli, tatlı, saf ve temiz oldu/o hale geldi demektir. طَيِّبٌ kelimesinin asıl anlamı beş duyunun hoş, güzel ve lezzetli bulduğu şeydir. Bu kelime insanla ilgili kullanıldığında ise cehaletin, fâsıklığın pisliğinden ve çirkin amellerden kendini sıyırarak kendini iman, ilim, güzel amelle süslemiş kişi anlamlarına gelir. Son olarak bir ayeti kerimede de geçen طُوبَى sözcüğü bir görüşe göre cennette bulunan bir ağacın adıdır, diğer bir görüşe göre ise bu ifade yokluğu olmayan bir bekâ, zevâli olmayan bir izzet ve fakirliği olmayan bir zenginlik gibi cennetteki her türlü hoş ve güzel şeye işaret etmektedir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 50 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri Tayyib, Tayyibe (iyi, güzel) ve Tûba’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبٰى لَهُمْ وَحُسْنُ مَاٰبٍ

 

İsim cümlesidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُوا  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. 

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَمِلُوا  fiili atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

عَمِلُوا  fiili damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

الصَّالِحَاتِ  mef’ûlun bih olup cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.

طُوبٰى لَهُمْ وَحُسْنُ مَاٰبٍ  cümlesi  اَلَّذ۪ينَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

طُوبٰى  mübteda olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

لَهُمْ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

حُسْنُ  atıf harfi  وَ ‘la  طُوبٰى  kelimesine matuftur.  مَاٰبٍ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

الصَّالِحَاتِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  صلح  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  أمن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin ( imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ طُوبٰى لَهُمْ وَحُسْنُ مَاٰبٍ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenlerin bilinen kişiler olmasının yanında o kişilere tazim ifade eder. 

Merfû mahaldeki  اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  اٰمَنُوا  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ  cümlesi, mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا ’ya matuftur.

Fiillerin mazi fiil sıygasında gelmesi hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir..

Burada  عملوا الصالحات  ibaresinin aslı  عَمِلُوا الاعمال الصالحات  şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif vardır.

طُوبٰى , mübteda olan  اَلَّذ۪ينَ ’nin haberidir.  وَحُسْنُ مَاٰبٍ , temâsül sebebiyle  طُوبٰى ’ya atfedilmiştir. 

حُسْنُ مَاٰبٍ  ibaresinde sıfat mevsufuna muzâf olmuştur.

طُوبٰى : Katade der ki:”Onlara tuba vardır” demek, ”Onlara güzellik vardır” demektir. İkrime: ‘’Onlara bol nimetler vardır’’, İbrahim en-Nehaî: ‘’onlara hayır vardır’’ diye açıklamıştır.(Fahreddin er-Râzî)

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  mübtedadır, haberi de  طُوبٰى لَهُمْ ‘dür,  فولى  veznindedir,  طيپ ’ten gelir, ى ’si makabli dammeli olduğu için  وَ ’a kalp olunmuştur.  طاب ’nin masdarıdır, tıpkı پشرى  ve  زلفى  gibi. Ref’i de, nasbı da caizdir. Bunun içindir ki devamı nasb ile  وَحُسْنُ مَاٰبٍ

 okunmuştur. (Beyzâvî, Âşûr)

Bu ifade, onların güzel şeylere nail olacaklarını tam olarak anlatmaktadır. Bütün lezzetler, bu ifadenin kapsamına girer. Kısaca tefsiri ise, “Her hususta en güzel ve en hoş şeyler, onların olacaktır” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)


Ra'd Sûresi 30. Ayet

كَذٰلِكَ اَرْسَلْنَاكَ ف۪ٓي اُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَٓا اُمَمٌ لِتَتْلُوَ۬ا عَلَيْهِمُ الَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمٰنِۜ قُلْ هُوَ رَبّ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ مَتَابِ  ...


(Ey Muhammed!) Böylece seni, kendilerinden önce nice ümmetlerin geçmiş olduğu bir ümmete gönderdik ki, onlar Rahmân’ı inkâr ederken sana vahyettiğimizi kendilerine okuyasın. De ki: “O, benim Rabbimdir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben yalnız O’na tevekkül ettim, dönüşüm de yalnız O’nadır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 كَذَٰلِكَ böylece
2 أَرْسَلْنَاكَ seni gönderdik ر س ل
3 فِي içine
4 أُمَّةٍ bir millet ا م م
5 قَدْ elbette
6 خَلَتْ geçmiş bulunan خ ل و
7 مِنْ
8 قَبْلِهَا kendilerinden önce ق ب ل
9 أُمَمٌ (nice) milletler ا م م
10 لِتَتْلُوَ okuyasın diye ت ل و
11 عَلَيْهِمُ onlara
12 الَّذِي şeyleri
13 أَوْحَيْنَا vahyettiğimiz و ح ي
14 إِلَيْكَ sana
15 وَهُمْ oysa onlar
16 يَكْفُرُونَ nankörlük ederler ك ف ر
17 بِالرَّحْمَٰنِ Rahman’a ر ح م
18 قُلْ de ki ق و ل
19 هُوَ O
20 رَبِّي benim Rabbimdir ر ب ب
21 لَا yoktur
22 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
23 إِلَّا başka
24 هُوَ O’ndan
25 عَلَيْهِ O’na
26 تَوَكَّلْتُ dayandım و ك ل
27 وَإِلَيْهِ ve yalnız O’nadır
28 مَتَابِ tevbem/dönüşüm ت و ب
Müşriklerin Hz. Peygamber’in getirdiği mûcizeleri kabul etmeyip kendi kafalarına göre ondan mûcize istemelerinin hiçbir değeri olmadığına işaret eden bu âyet dolaylı olarak onların bu taleplerini reddetmektedir. Zira yüce Allah Hz. Muhammed’i şerefli bir görev ile görevlendirmiş ve ona duyu organlarıyla algılanan (hissî) mûcizelerin yanında Kur’an gibi mânevî ve ebedî bir mûcizeyi de vermiştir. Hz. Muhammed’in elçi olarak gönderilmiş olması benzeri görülmemiş yeni bir olay değildir (Ahkaf 46/9). Nitekim daha önce gelmiş geçmiş ümmetlere de peygamberler gönderilmiştir (ümmet hakkında bilgi için bk. Bakara 2/128, 134, 141, 213; Hûd 11/118-119).
 Müşrikler rahmeti her şeyi kuşatmış olan ve âlemlere rahmet olmak üzere Hz. Peygamber’i ve Kur’an’ı gönderen yüce Allah’ın rahmân ismini inkâr ediyorlar, “Rahmân da neymiş?” diyerek bu isimde bir ilâh tanımadıklarını söylüyorlardı. Bu sebeple Allah Teâlâ elçisine –âyette ifade edildiği üzere– rahmânın, yüce Allah’ın kendisi olduğunu onlara bildirmesini emretti (rahmân hakkında bilgi için bk. Fâtiha 1/1).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 289-290

كَذٰلِكَ اَرْسَلْنَاكَ ف۪ٓي اُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَٓا اُمَمٌ لِتَتْلُوَ۬ا عَلَيْهِمُ الَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ 

 

Fiil cümlesidir.  كَ  harf-i cerdir.  مثل “gibi” demektir.Bu ibare, amili  يَضْرِبُ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır.

ذٰ  işaret ismi, sükun üzere mebni mahallen mecrur, ism-i mecrurdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

اَرْسَلْنَاكَ   sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪ٓي اُمَّةٍ  car mecruru,  اَرْسَلْنَاكَ  fiiline müteallıktır. 

قَدْ خَلَتْ  cümlesi  اُمَّةٍ  için sıfat olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  خَلَتْ   fiili iki sakin harfin birleşmesi dolayısıyla hazfedilmiş bir elif üzerine mukadder fetha üzerine mebni mazi fiildir. تْ  te’nis alametidir.

مِنْ قَبْلِ  car mecruru  خَلَتْ  fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  هَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اُمَمٌ  fail olup  lafzen merfûdur. 

لِ  harfi, تَتْلُوَ۬ا fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  اَرْسَلْنَاكَ  fiiline müteallıktır.

تَتْلُوَ۬ا  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

عَلَيْهِمُ  car mecruru  تَتْلُوَ۬ا  fiiline müteallıktır.

Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlu sılası  اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلَيْكَ  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.


وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمٰنِۜ 

 

İsim cümlesidir.  وَ  haliyyedir. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  يَكْفُرُونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يَكْفُرُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالرَّحْمٰنِ  car mecruru  يَكْفُرُونَ  fiiline müteallıktır. 


 قُلْ هُوَ رَبّ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

Mekulü’l-kavli  هُوَ رَبّ۪ي  cümlesidir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

رَبّ۪ي  mübtedanın haberi olup mukadder damme ile merfûdur. Mütekellim zamiri  ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَٓا cinsi nefyeden olumsuzluk harftir.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.  اِلَّا  istisna harfidir.  لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri;  موجود (vardır) şeklindedir.

Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir.


عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ مَتَابِ

 

Fiil cümlesidir.  عَلَيْهِ  car mecruru  تَوَكَّلْتُ  fiiline müteallıktır. 

تَوَكَّلْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  اِلَيْهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

مَتَابِ  mübteda muahhar olup mukadder damme ile merfûdur. Hazf edilen  ي  ise muzâfun ileyhtir. Takdiri;  متابي  şeklindedir.

Burada bir  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için kelimenin sonunda bulunan harfin harekesi esre gelmiştir.

تَوَكَّلْتُ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

كَذٰلِكَ اَرْسَلْنَاكَ ف۪ٓي اُمَّةٍ قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلِهَٓا اُمَمٌ لِتَتْلُوَ۬ا عَلَيْهِمُ الَّـذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمٰنِۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.

كَذٰلِكَ , amili  اَرْسَلْنَاكَ  olan mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır.

كَذٰلِكَ  kendinden önceki bir manaya işaret eder. Ancak çoğu zaman o da müstakil bir lafız değildir. Burada hem  كَ  hem de  ذٰ  işaret ismi aynı şeye işaret eder. Dolayısıyla bu durumu benzetecek yine kendisinden daha mükemmel bir şey bulunamadığını ifade eder. (Duhan Suresi Belaği Tefsiri, Muhammed Ebu Musa, Duhan/28)

Bil ki  كَذٰلِكَ  ifadesindeki  كَ  teşbih içindir. Buradaki teşbihin izahı hususunda şöyle denilmiştir: “Senden önceki peygamberleri gönderdiğimiz gibi, seni de, kendisinden önce pekçok ümmet geçmiş olan bir ümmete gönderdik.” Bu, İbn Abbas, Hasan Basri ve Katâde’nin görüşüdür. Keşsâf sahibi: Bu, “Seni, öyle bir gönderişle gönderdik, peygamber yaptık ki bu gönderişin diğer gönderişlere karşı bir şanı ve üstünlüğü vardır” demektir” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette söze işaret ismi  كَذٰلِكَ  ile başlanması, muşârun ileyhi tekid içindir. Bu; risalet sıfatını görmezden gelme şeklindeki dalalete taaccüb ifade eder. (Âşûr) 

كَذٰلِكَ اَرْسَلْنَاكَ  (İşte bunun gibi, seni gönderdik) cümlesinde teşbih vardır. Bu mürsel, mücmel teşbihdir. (Safvetü’t Tefâsîr)

Ayette geçen ümmet ifadesi; bir kısmı iman eden bir kısmı inkâr eden davet ümmetidir. (Âşûr) 

”Geçmiş ümmetlere” sözünden sonra gelen  مِنْ قَبْلِهَٓا  sözü tekid amaçlı ıtnâbtır.  

Sebep  bildiren harf-i cer  لِ ‘nin gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı …لِتَتْلُوَ۬ا عَلَيْهِمُ الَّـذ۪ٓي  cümlesi, başındaki harf-i cerle birlikte  اَرْسَلْنَاكَ  fiiline müteallıktır. 

Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لِتَتْلُوَ۬ا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  الَّـذ۪ٓي ‘nın sılası  اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Hal konumundaki  وَهُمْ يَكْفُرُونَ بِالرَّحْمٰنِۜ  cümlesi, Rahmân’ı inkâr edenlerin halini belirten ıtnâbtır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَكْفُرُونَ  şeklinde muzari fiil olarak gelişi teceddüt ve istimrara delalet etmek içindir. Allah’ı inkâr etmekten maksat da Allah’a ilahlık konusunda başkalarını ortak koşmalarıdır. (Âşûr) 

Kendilerine Muhammed (sav)’ in peygamber olarak gönderildiği kimselere ihsan olunan nimet, ondan önceki peygamberlerin kendilerine gönderilmiş olduğu kimselere ihsan olunmuş nimetlere benzetilmiştir.

İbn Abbâs da der ki: Bu ayet, Kureyş kâfirleri hakkında Peygamber (sav) kendilerine: “Rahmân’a secde edin” dediği esnada onlar: Rahmân da kimmiş? demeleri üzerine inmiştir. (Kurtûbi, Ebüssuûd)

Burada Allah Teâlâ'nın, Rahmân vasfıyla zikredilmesi, Peygamberimizi (sav) göndermesinin, sırf rahmetinin tezahürü olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd) 


 قُلْ هُوَ رَبّ۪ي لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَاِلَيْهِ مَتَابِ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli ise faide-i haber, inkâri kelam olan isim cümlesidir.

Veciz anlatım kastıyla gelen  رَبّ۪ي  izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan mütekellim zamiri dolayısıyla Hz.Peygamber şan ve şeref kazanmıştır.

Rab, terbiye anlamındadır. Terbiye, bir şeyi yavaş, yavaş kemâle erdirmektir. Sonra mübalağa için vasıf olarak kullanılmıştır. Diğer bir görüşe göre ise Rab, sıfattır. Yani Rahmân, beni yaratandır ve beni kemâl mertebelerine erdirendir. Bu cümlenin, "O'ndan başka hiçbir ilâh, yani ibadete müstahak bir varlık yoktur" cümlesinden önce zikredilmesi, ibadet istihkakının ilahlığa bağlı olduğuna dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd) 

İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هُوَ  için ikinci haber olan  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  cümlesi, cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

لَاۤ , هُوَ  ve ismi olan  اِلٰهَ ’nin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir.  لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr,  إِلَـٰهَ  ile  هُوَ  arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasırdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

اللّٰهُۘ - اِلٰهَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mübteda için üçüncü haber konumundaki  عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

Peygamberimize (sav) bunun emredilmesi, tövbenin faziletini, Allah katındaki önemini ve tövbenin peygamberlerin vasfı olduğunu bildirmek ve kâfirleri de içinde bulundukları halden dönmeye en anlamlı ve güzel şekilde teşvik etmek içindir. Zira Peygamberimiz (sav), tövbeyi gerektiren en küçük günah işlemek şaibesinden bile münezzeh iken tövbe etmek ona bile emredildiğine göre, onlar küfür ve çeşitli günahlara boğulmuş iken tövbe etmeleri kesinlikle zorunlu olmaktadır. (Ebüssuûd) 

Aynı üslupta gelen  وَاِلَيْهِ مَتَابِ  cümlesi makabline matuftur. Atıfla gelen son iki cümlede car mecrurların takdimi kasr ifade eder. Tevekkül etmeyi ve dönüşü O’na hasretmiştir. Her iki cümle de kasr-ı sıfat alel mevsuf ve hakiki kasırdır.

Takdim edilen maksûrun aleyhtir.

Ayetin sonundaki  مَتَابِ (Tevbem) kelimesinin,  متابي  şeklinde zamirle bitmesi gerekirdi. Ama önceki ayetlerdeki musikî devam etsin ve böylece gerçekleşen secî ile nefisler etkilensin diye muzâfun ileyh hazf edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

رَبّ۪ي , اِلٰهَ , رَّحْمٰنِۜ  ve  اَرْسَلْنَاكَ - اَوْحَيْنَٓا kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı

اُمَّةٍ - اُمَمٌ  kelimelerinde ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَوْحَيْنَٓا - بِالرَّحْمٰنِۜ  kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişle güzel bir iltifat sanatı vardır. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

Ayet  قُلْ  emriyle başlamıştır. Ayetin başında bu emrin bulunması mekulü’l-kavlin Allah katında bir önemi, şanı ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder. Aslında bu emir Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın (sav) kendinden bir tek kelime bile söylemediğine işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a  قُلْ  diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığının önemini gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona  قُلْ  dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/10)
Ra'd Sûresi 31. Ayet

وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعاًۜ اَفَلَمْ يَايْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعاًۜ وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يباً مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟  ...


Kendisiyle dağların yürütüleceği veya yeryüzünün parçalanacağı, ya da ölülerin konuşturulacağı bir Kur’an olacak olsaydı (o yine bu kitap olurdu). Fakat bütün emir yalnız Allah’ındır. İman edenler anlamadılar mı ki, Allah dileseydi bütün insanları doğru yola eriştirirdi. Allah’ın sözü yerine gelinceye kadar, inkâr edenlere yaptıkları işler sebebiyle devamlı olarak, ya büyük bir felaket gelecek veya o felaket yurtlarının yakınına inecektir. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَوْ eğer olsaydı
2 أَنَّ
3 قُرْانًا bir Kur’an ق ر ا
4 سُيِّرَتْ yürütüldüğü س ي ر
5 بِهِ kendisiyle
6 الْجِبَالُ dağların ج ب ل
7 أَوْ yahut
8 قُطِّعَتْ parçalandığı ق ط ع
9 بِهِ kendisiyle
10 الْأَرْضُ arzın ا ر ض
11 أَوْ yahut
12 كُلِّمَ konuşturulduğu ك ل م
13 بِهِ kendisiyle
14 الْمَوْتَىٰ ölülerin م و ت
15 بَلْ hayır
16 لِلَّهِ Allah’a aittir
17 الْأَمْرُ işler ا م ر
18 جَمِيعًا bütün ج م ع
19 أَفَلَمْ
20 يَيْأَسِ hala anlamadılar mı? ي ا س
21 الَّذِينَ kimseler
22 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
23 أَنْ
24 لَوْ şayet
25 يَشَاءُ dileseydi ش ي ا
26 اللَّهُ Allah
27 لَهَدَى hidayet verirdi ه د ي
28 النَّاسَ insanlara ن و س
29 جَمِيعًا bütün ج م ع
30 وَلَا ve
31 يَزَالُ geri durmaz ز ي ل
32 الَّذِينَ kimselere
33 كَفَرُوا inkar eden(lere) ك ف ر
34 تُصِيبُهُمْ isabet etmesi ص و ب
35 بِمَا yüzünden
36 صَنَعُوا yaptıkları işler ص ن ع
37 قَارِعَةٌ bir bela ق ر ع
38 أَوْ yahut
39 تَحُلُّ konar ح ل ل
40 قَرِيبًا yakınına ق ر ب
41 مِنْ
42 دَارِهِمْ yurtlarının د و ر
43 حَتَّىٰ kadar
44 يَأْتِيَ gelinceye ا ت ي
45 وَعْدُ va’di و ع د
46 اللَّهِ Allah’ın
47 إِنَّ şüphesiz
48 اللَّهَ Allah
49 لَا
50 يُخْلِفُ caymaz خ ل ف
51 الْمِيعَادَ sözünden و ع د
Rivayete göre Resûlullah Mekkeli müşriklere İslâm’ı anlattığı bir gün müşrikler, “Mekke’nin şu dağlarını buradan kaldır da yerimiz genişlesin veya araziyi parçalara ayırıp içinden ırmaklar akıtarak tarıma elverişli hale getir; yahut atalarımızdan ölmüş olan falan ve falan şahısları dirilt de senin bu söylediklerinin doğru olup olmadığını onlara soralım” demişler; bunun üzerine bu âyet indirilerek onların isteklerine göre mûcizeler gösterilse dahi iman etmeyeceklerine işaret edilmiştir (Taberî, XIII, 152-153; Râzî, XIX, 52-53). Nitekim bir başka âyet-i kerîmede bu durum açıkça ifade buyurulmuştur (En‘âm 6/111). Yüce Allah gönderdiği peygamber vasıtasıyla bu tür mûcizeleri göstermekten âciz olmamakla birlikte peygamberin gönderilmesinden ve Kur’an’ın indirilmesinden maksat bu talepleri karşılamak değil, insanları hidayete erdirmek, kalpleri Allah’ın zikri ile huzura kavuşturmak, aklın önüne ışık tutmaktır.
 Âyetteki şart cümlesinin cevabı meâlimizde “yine inanmazlardı” şeklindedir. Cevap, “O yine bu Kur’an olacaktı” diyenler de vardır. Buna göre onların istedikleri mûcize gerçekleştirilseydi yine bu Kur’an’la gerçekleştirilirdi, ancak onlar mûcizeleri görür de Kur’an’a yine de inanmazlardı. Çünkü onlar bu tür mûcizeleri gerçeği bulmak için değil, peygamberle alay etmek için istiyorlardı ve Kur’an’ın muhtevasını kabule hazır değillerdi.
 Âyetin “yerin parçalandığı” diye tercüme ettiğimiz kısmını, “kendisiyle mesafe alındığı” veya “kendisiyle uzak mesafenin yakınlaştırıldığı” şeklinde anlayanlar da olmuştur. Kureyşliler Suriye ve Filistin’e ticaret kervanları gönderiyorlardı; fakat Mekke ile bu bölgeler arasındaki mesafe uzun, yollar elverişsiz, iklim kurak, arazi ise çoraktı; ticaret kervanları yollarda sıkıntı çekiyordu. Bu sebeple müşrikler Hz. Süleyman’ın rüzgâr vasıtasıyla iki aylık yolu bir günde gitmesine (Sebe’ 34/12) benzer bir mûcize ile Hz. Peygamber’in de bu mesafeyi kısaltıp yakınlaştırmasını istemişlerdir (Taberî, XIII, 152-153; İbn Kesîr, IV, 382). Oysa onların teklif ettiği bu olağan üstü şeyler peygamberin değil, Allah’ın elindedir. O dilese bu tür mûcizeleri de gösterir; ancak inkârda ısrar edenlerin kalpleri katılaşmış olduğu için hiçbir mûcizeye inanmazlar.
 Müşriklerin mûcize getirilmediği için iman etmediklerini zannedip üzülen müminlerin üzüntülerini gidermek maksadıyla yüce Allah, “Müminler hâlâ anlamadılar mı ki Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdirirdi?” meâlindeki soruyu sormuştur. Şüphe yok ki Allah istese inkârcıları doğru yola iletir, kimse buna engel olamaz; ancak O’nun bu anlamdaki istemesi zorlama olacağından sorumluluğu ortadan kaldırır. Halbuki Allah insanları sorumlu kılmak için onlara akıl, irade ve tercih yeteneği vermiştir. Onların, tercihlerini inkâr yönünde kullanmalarına rağmen Allah onları zorla hidayete erdirmez. Yaptıkları kötülükler yüzünden ölünceye kadar başlarına musibetler gelecek veya yurtlarının yakınına felâketler inecek de sürekli olarak korku içinde yaşayacaklardır. 
Felâket onların yurtlarının yakınına inecektir” cümlesindeki felâket, “savaşta yenilgi, öldürülme, esirlik veya kuraklık, kıtlık” gibi anlamlarla açıklanmıştır (Şevkânî, III, 95-96). Bu cümledeki fiil hem üçüncü tekil şahsın müennesi hem de ikinci tekil şahıs için kullanıldığından, bu cümlede “Sen onların yurtlarının yakınına ineceksin” şeklinde Hz. Peygamber’e hitap edildiği de düşünülebilir. Bu takdirde âyet hicretin 6. yılında Mekke yakınlarında yapılmış olan Hudeybiye Antlaşması’na işaret etmiş olur.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 290-291
جبل Cebele : جَبَلٌ dağ demektir. Çoğulu جِبالٌ şeklinde gelir. Büyüklük anlamı düşünülerek büyük topluluğa da جِبِلٌّ denmiştir. Yine Kuran-ı Kerim’de geçen جِبِلَّةٌ sözcüğü cibilliyet yani üzerlerine bina edilmiş oldukları halleri anlamındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki isim türeviyle toplam 41 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cibilliyet ve Cebel-i Târık’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel , mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri; ثبت  (sabit oldu) şeklindedir.

قُرْاٰناً  kelimesi  اَنَّ ‘in ismi olup lafzen mansubdur.

سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ  cümlesi  اَنَّ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur. 

سُيِّرَتْ  fetha üzere mebni,meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.  

بِ  sebebiyyedir.  بِهِ  car mecruru  سُيِّرَتْ  fiiline müteallıktır.  الْجِبَالُ  naib-i fail olarak lafzen merfûdur. 

Şartın cevabı mahzuftur. Takdiri;  لما آمنوا (İman etmezlerdi.) veya  لكان هذا القرآن  (Bu Kur’an … olurdu) şeklindedir.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قُطِّعَتْ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

بِهِ  car mecrur  قُطِّعَتْ  fiiline müteallıktır.  الْاَرْضُ  naib-i fail olarak lafzen merfûdur.

اَوْ  atıf harfidir.  كُلِّمَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.

بِهِ  car mecruru  كُلِّمَ  fiiline müteallıktır.  الْمَوْتٰى  naib-i fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

سُيِّرَتْ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef'il babındandır. babındadır. Sülâsîsi  سير ’dir.   

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعاًۜ 

 

 بَلْ  idrâb harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrab (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

لِ  harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِلّٰهِ  ifadesinde yer alan  ل  harfi, hem mülkiyeti, sahipliği hem de mutlak egemenliği ifade eder. Mutlak egemenliği elinde bulunduran Allah, kullarına zulmetmeyi asla istemez. Ancak hakimiyetleri noksan olan idareciler zulmeder. Ama Yüce Allah mutlak egemenliğe sahip olduğundan kullarına zulmetmez. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an , Ali İmran ,109) 

الْاَمْرُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  جَم۪يعاً  kelimesi الْاَمْرُ ‘nun hali olup fetha ile mansubdur.

جَم۪يعاً  kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren hal olur. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اَفَلَمْ يَايْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعاًۜ 

 

Hemze, istifhâm harfi  فَ  atıf harfidir. 

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَايْـَٔسِ  meczum muzari fiildir. 

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  اَلَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  tekid ifade eden muhaffefe  اَنَّ ’dir. İsmi olan şan zamiri mahzuftur. Takdiri;  أنه  şeklindedir. 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. 

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  يَايْـَٔسِ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.  هَدَى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.

النَّاسَ  mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur.  جَم۪يعاً  hal olup fetha ile mansubdur.

جَم۪يعاً  kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren hal olur. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يباً مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَزَالُ  nakıs, merfû muzari fiildir.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ismi mevsûl,  لَا يَزَالُ ‘un ismi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlu sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 تُص۪يبُهُمْ  fiili  لَا يَزَالُ  fiilinin haberi olarak mahallen mansubdur. 

تُص۪يبُ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  تُص۪يبُ  fiiline müteallıktır.

صَنَعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

قَارِعَةٌ  kelimesi  تُص۪يبُ  fiilinin faili olup lafzen merfûdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. 

تَحُلُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُوَ ‘dir. 

قَر۪يباً  zaman zarfı,  تَحُلُّ  fiiline müteallıktır.

مِنْ دَارِهِمْ  car mecruru  قَر۪يباً ‘e müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir.  يَأْتِيَ  muzari fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek anlamını masdara çevirmiştir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, cer mahallinde  تَحُلُّ  fiiline müteallıktır.  

يَأْتِيَ  mansub muzari fiildir.  وَعْدُ  fail olup lafzen merfûdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.

تُص۪يبُهُمْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi  صوب ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.


اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.

لَا يُخْلِفُ cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَا nefy harfi olup olumsuzluk anlamındadır.

يُخْلِفُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ‘dir.  الْم۪يعَادَ  mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur.

وَلَوْ اَنَّ قُرْاٰناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ اَوْ قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ

 

وَ   istînâf, لَوْ  şart harfidir. Masdar ve tekid harfi  اَنَّ  ve akabindeki  قُرْاٰناً سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ   cümlesi, masdar teviliyle takdiri  ثبت  (sabit oldu) olan fiilin faili konumundadır. 

ثبت  fiiliyle birlikte masdar-ı müevvel cümlesi,  şart cümlesidir. Takdiri  …لكان هذا القرآن  [Bu Kur’an … olurdu] olan şartın cevabının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Burada kastedilen, Kur’an-ı Azim'in yüce şanını belirtmek ve kâfirlerin fikirlerinin bozuk olduğunu beyan etmek olabilir. Nitekim o kâfirler, Kur’an'ın yüce şanını takdir edemediler ve onu mucize kabilinden bile saymadılar. Bunun için de Kur’an'dan başka, Mûsa'ya (as) verilen mucizelerden istediler. Yahut bundan kastedilen, o kâfirlerin kibir ve inattaki aşırılıklarını ve dalalet ile fesattaki ısrarlarını beyan etmektir. (Ebüssuûd) 

Mahzufla birlikte cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قُرْاٰناً , tekid harfi  اَنَّ ’nin ismidir. Kelimedeki tenvin tazim çindir.

اَنَّ ’nin haberi olan  سُيِّرَتْ بِهِ الْجِبَالُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin mazi fiil sıygasında olması hudûs, temekkün ve istikrar ifade eder. 

اَنَّ ’nin haberine matuf olan   قُطِّعَتْ بِهِ الْاَرْضُ  cümlesi ve  اَوْ كُلِّمَ بِهِ الْمَوْتٰىۜ  cümlesi aynı üslupla gelmiştir.

Üç cümledeki fiiller meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olmuştur.

بِهِ ‘deki  بِ , sebebiyyedir. Özellikle  كُلِّمَ  fiilinin müzekker gelmesi ölülerin içinde gerçek müzekkerlerin olmasındandır. Tağlîb sanatı üslubuyla müennesler de kastedilmiştir.

Bu ayetteki,  لَوْ  (eğer) edatının cevabı, sözün gelişinden anlaşıldığı için hazf edilmiştir. Zeccâc şöyle demiştir: “Burada hazf edilen cevap şudur: “Eğer o kendisiyle dağların yürütüldüğü bir Kur’an olsaydı, (onlar buna yine de iman etmezlerdi).” Bu Cenab-Hakk’ın, “Eğer biz onlara melekleri indirseydik ve ölüler de kendileriyle konuşsaydı” (En’âm, 111), (onlar yine iman edecek değillerdi)” ayeti gibidir” demiştir.

لَوْ ’in cevabının hazfı îcâz-ı haziftir. Bu îcâz biçimi, Kur’an-ı Kerim’in önemli üslup özelliklerindendir. Mahzufa delalet eden bir karînenin bulunması şartıyla ibaredeki bir kelimenin, cümlenin veya daha fazla ifadenin hazf edilmesine denir. (Kazvînî, Îzâh, s. 145; es-Sa’îdî, 123-125) Böylece sözü uzatmamak için bir kısım hazf edilerek asıl önemli olan şey ilk etapta zikredilmiş ve muhatabın dikkati o yöne çekilmiş olur.

Beyzâvî: “ لَوْ  şartının cevabı hazf edilmiştir. Bunun nedeni de Kur’an’ın şanını yüceltmek ya da kâfirlerin inkâr hususunda inat ve kararlılıklarını mübalağalı bir ifadeyle anlatmaktır” diyerek mahzuf için şu iki vechi takdir eder: لكان هذا القرآن  (elbette bu Kur’an olurdu), ya da  لما آمنوا به  (yine de ona inanmazlardı). (Beyzâvî, III, 329-330, Beydâvî, Nâsırüddîn Ebû Sa’îd Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şîrâzî, Envâru’tTenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, ve Meahu Hâşiyetu’l-Kâzerûnî, I-V, nşr. eş-Şeyh ‘Abdülkadir ‘İrfan el-‘Aşşâ Hassûne, Dâru’l-Fikr, Beyrût 1416/1996)


 بَلْ لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعاًۜ 

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İdrâb harfi  بَلْ ’in dahil olduğu cümle faide-i haber inkârî kelamdır. 

Sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لِلّٰهِ  lafzı mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  الْاَمْرُ  muahhar mübtedadır. Manevi tekid olan  جَم۪يعاًۜ , mübtadayı tekid maksadıyla gelen tnâbtır.

Cümledeki takdim kasr ifade eder. Kasr, haberle mübteda arasındadır. İşlerin hepsi Allah’a kasredilmiştir.  لِلّٰهِ  maksûrun aleyh/mevsuf,  الْاَمْرُ  maksûr/sıfattır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandıran lafza-i celâlin, mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Bu ayet, birinci türden kabul edilebilecek olan bir üslûbu ḥakîm sanatıdır. Muhataplar Muhammed’in (sav)  لِلّٰهِ الْاَمْرُ جَم۪يعاًۜ  şeklinde karşılık vereceğini beklemedikleri halde bu yanıt onların arzusu olan dağların yürütülmesi, ölülerin konuşturulması vb. şeylerin de içinde olduğu her işi elinde tutanın Allah olduğunu onlara bildirmektedir. (Âşûr)


اَفَلَمْ يَايْـَٔسِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعاًۜ 

 

Cümle, takdiri  أغفلوا عن كون الأمر لله فلم يعلموا.. [İşin Allah'a ait olduğunu gözardı ettiler ve …. bilmiyorlardı] olan mukadder istînâfa  فَ  ile atfedilmiştir. Hemze inkâri istifham harfidir. Menfi muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen cümle ikrar ve ikaz manası taşımaktadır. İstifham anlamından çıktığı için terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümlede tecâhül-i ârif sanatı, lafza-i celalin zikrinde tecrîd sanatı vardır.

يَايْـَٔسِ  fiilinin faili konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  اٰمَنُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Cümledeki  اَنْ , tahfif edilmiş  اَنَّ ’dir. Şan zamiri mahzuftur.  يَشَٓاءُ اللّٰهُ  şart cümlesi muzari fiil sıygasında, cevap cümlesi  لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعاًۜ , mazi fiil sıygasında gelmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil olan  لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ لَهَدَى النَّاسَ جَم۪يعاًۜ  cümlesi, terkibi aynı zamanda  اَنَّ ’nin haberidir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Manevi tekid  جَم۪يعاًۜ , mef’ûl olan  النَّاسَ ’yi tekid maksadıyla gelen ıtnâbtır.

اَنَّ  ve akabindeki cümle masdar teviliyle,  يَايْـَٔسِ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Zeccâc bu ayetin manası için: “iman edenler, Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdireceğini bildikleri için bu kâfirlerin imanından ümitlerini kestiler” şeklindedir, demiştir. Bunun izahı şöyledir: Bir şeyin olmadığını bilmek, onun gerçekleşmesinden, meydana gelmesinden ümit kesmeyi gerektirir. Bu mülâzemet (bir yere veya bir kimseye bağlanmak) güzel bir mecaz yapmayı gerektirir. İşte bundan dolayı  يَايْـَٔسِ  lafzının, “bilmek” manasında kullanılması güzel olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

يَايْـَٔسِ  fiili,  يوقن  ve  يعلم  anlamındadır. Bu fiil sadece masdariyye  أنَّ  ile birlikte kullanılır. Araştırdıktan sonra matlubun hasıl olmadığından emin olmak anlamındaki  يأْس ‘den müştaktır. Kelime ilim manası da taşıdığı için lüzum alakasıyla mecazı mürsel yoluyla mutlak yaqîn manasında kullanılmıştır. Bu kullanım o kadar yaygındır ki hakikat gibi olmuştur. (Âşûr)


 وَلَا يَزَالُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ اَوْ تَحُلُّ قَر۪يباً مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  nakıs fiil  لَا يَزَالُ ’nun ismidir. Sılası olan  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

لَا یَزَالُونَ fiili gelecekte de bunu yapmaya devam edeceklerine delalet eder. (Âşûr)

Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

زَالَ  fiili,  لَا یَزَالُ  ve  مازَالَ  şeklinde kullanılır. Vahidî, bunun masdarı bulunmayan bir fiil olduğunu söylemiştir. Bunun ism-i fail ve ism-i mef’ûl sıygaları kullanılmaz. Fiiller arasında bunun benzerleri pek çoktur. Mesela,  عَسى  fiili de böyledir. Bu fiilin de masdarı ve muzarisi yoktur.  لَا یَزَالُونَ “Onlar bu işlerine devam ederler" manasına gelir. Çünkü  زَوَالْ  olumsuzluk ifade eder. Buna bir de  لا  ve  ما  gibi nefy ifade eden harfleri getirdiğin zaman bu, nefyi nefyetmek olur. Böylece de bu müspet manaya delil olur. (Fahreddin er-Râzî)

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife oluşu, bahsi geçen kişileri tahkir içindir

تُص۪يبُهُمْ بِمَا صَنَعُوا قَارِعَةٌ  cümlesi, istimrar fiillerinden olan  لَا يَزَالُ ‘nun haberidir. İstimrar fiiline ilave olarak müsnedin muzari fiille gelişi, onların bu fiili yapmağa devam etmekte ısrarcı olduklarını belirtir. 

Mecrur mahaldeki masdar harfi ve akabindeki  صَنَعُوا قَارِعَةٌ  cümlesi, masdar teviliyle  تُص۪يبُهُمْ  fiiline müteallıktır. Sılası olan  صَنَعُوا قَارِعَةٌ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

بِمَا صَنَعُوا  ibaresindeki  بِ  sebebiyyedir.

قَارِعَةٌ  kelimesinin tenkiri, başlarına gelecek şeyin korkuçluğunu ortaya koyar ve bilinemeyecek derecede bir ceza olduğunu ifade eder.

Onların yaptıklarının sarih olarak beyan edilmemesi, korkunçluğunu veya müstehcenliğini zımnen belirtilmesi içindir. (Ebüssuûd)  

 تَحُلُّ قَر۪يباً مِنْ دَارِهِمْ حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ  cümlesi, müspet muzari fiil cümlesi formunda gelerek ...تُص۪يبُهُمْ  cümlesine  اَوْ  atıf harfiyle atfedilmiştir.

Gaye ve cer harfi  حَتّٰى ’nın gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ  cümlesi, mecrur mahalde  تَحُلُّ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

وَعْدُ اللّٰهِۜ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olması  وَعْدُ  için tazim ifade eder.

الْجِبَالُ - الْاَرْضُ , الْمَوْتٰىۜ - النَّاسَ , الْم۪يعَادَ۟ - حَتّٰى  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı

 vardır.

اٰمَنُٓوا - كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  يُخْلِفُ - وَعْدُ  kelimeleri arasında ise  tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

Allah lafzı ayette mehabet ve haşyet duygularını artırmak için üç kez,  جَم۪يعاًۜ  ve  الَّذ۪ينَ  ikişer kez tekrarlanmış. Bu tekrarlarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَعْدُ  kelimesi  موعود ‘un yani vadedilen şey anlamındadır. İsm-i mef’ûl yerine masdar kullanılmıştır. (Âşur)

وَعْدُ  kelimesinde irsâd vardır.

“Allah’ın vaadi gelinceye kadar” ibaresindeki vaadden maksat ölüm, kıyamet veya Mekke’nin fethidir. (Beyzâvî)

Vaadin gelişi, vukuu manasında mecazdır. (Âşur)


اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟

 

Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Tekid için gelmiş tezyîl cümlesidir. (Âşûr)

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, zamandan bağımsız olarak sübut ifade etmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi haberin önemini de vurgulamak ve zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, mehabeti artırmak, kalplere Allah korkusunu sokmak, tehditte mübalağa ve azap vaîdini ağırlaştırmak içindir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ  ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedin muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır.

(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟  cümlesi,  حَتّٰى يَأْتِيَ وَعْدُ اللّٰهِۜ  için tezyîl cümlesidir.(Âşûr)


Ra'd Sûresi 32. Ayet

وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ  ...


Andolsun, senden önce de nice peygamberler alaya alındı da ben inkâr edenlere bir süre (mühlet) verdim, sonra da onları yakalayıverdim. Benim cezalandırmam nasılmış!

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدِ ve andolsun
2 اسْتُهْزِئَ alay edildi ه ز ا
3 بِرُسُلٍ peygamberlerle ر س ل
4 مِنْ
5 قَبْلِكَ senden önceki ق ب ل
6 فَأَمْلَيْتُ fakat bir süre verdim م ل و
7 لِلَّذِينَ kimselere
8 كَفَرُوا inkar eden(lere) ك ف ر
9 ثُمَّ sonra
10 أَخَذْتُهُمْ onları yakaladım ا خ ذ
11 فَكَيْفَ nasıl ك ي ف
12 كَانَ imiş ك و ن
13 عِقَابِ cezam ع ق ب
Peygamberle alay etmek yeni bir olay değildir. Önceki peygamberlerle de alay edilmiş, onların getirdiği mesajlar da reddedilmiştir (Hûd11/38, 54, 87; Zuhruf 43/52). Âyette de ifade buyurulduğu üzere Allah’ın alaycı ve inkârcılara bir süre mühlet vermesi onları şımartabilir, ancak Allah onların cezasını ihmal etmez, verdiği süre içerisinde pişman olup tövbe etmedikleri takdirde onları şiddetle cezalandırır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 291

وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

قَدِ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  اسْتُهْزِئَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. 

بِرُسُلٍ  car mecruru naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

مِنْ قَبْلِكَ  car mecruru  اسْتُهْزِئَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   

فَ  atıf harfidir.  اَمْلَيْتُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

لِلَّذ۪ينَ  Cemi müzekker has ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَمْلَيْتُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ثُمَّ  hem zaman açısından hem de rütbe (bir mertebeden bir mertebeye geçiştir.)  açısından terahi ifade eder. (Âşûr)

  ثُمّ  matuf ile matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ   harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ile matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَخَذْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ۠ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

فَ  atıf harfidir.  كَيْفَ  istifham ismi olup  كَانَ ‘in mukaddem haberidir.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

عِقَابِ  kelimesi  كَانَ ‘in ismidir. Hazf edilen  ي  ise muzâfun ileyhtir.

Burada bir  ي  harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için kelimenin sonunda bulunan harfin harekesi esre gelmiştir.

اسْتُهْزِئَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  هزأ ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

وَلَقَدِ اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ فَاَمْلَيْتُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا ثُمَّ اَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  ise mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.

قَدْ  tahkik harfiyle tekid edilmiş  اسْتُهْزِئَ بِرُسُلٍ مِنْ قَبْلِكَ  cümlesi kasemin cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazf edilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Yine mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  فَاَمْلَيْتُ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا  cümlesi, kasemin cevabına  فَ  ile atfedilmiştir.

بِرُسُلٍ ’deki tenvin, kesret ve tazim içindir.

Ayette onların kâfir vasfıyla zikredilmeleri, kendilerine mühlet verilenlerin alay edenlerden başkaları oldukları için değil iki vasfa da sahip olduklarını bildirmek içindir. (Ebüssuûd) 

Aynı üslupta gelen  اَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ  cümlesi  ثُمَّ  ile makabline atfedilmiştir.

اَمْلَيْ  mühlet vermek ve hayvanlara otlakta bir müddet otlama imkânı verilmesi gibi onları bir süre bolluk ve rahatlık içinde bırakmaktır. Bu, onlar için bir tehdit ve Hz. Peygamber (sav) ile istihza yollu mucize istemelerine bir cevaptır. (Tefsir-i Kebir )

قَبْلِ - ثُمَّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  اَمْلَيْتُ - اَخَذْتُ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

فَ  ile makabline atfedilen  فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  كَيْفَ  istifham ismi,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir. 

Muzâfun ileyhi mahzuf izafet terkibindeki  عِقَابِ , nakıs fiil  كَانَ ’nin muahhar ismidir.

Sübut ifade eden bu isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

عِقَابِ  ifadesinde muzâfun ileyh fasılaya riayet için hazf edilmiştir.

Konunun önemi nedeniyle önceki ayetteki Allah lafzından bu ayette mütekellim zamirine iltifat edilmiştir.

فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ  [Sonra onları yakalayıverdim. İşte azabım nasılmış?!] ifadesi, onların azaplarının son derece ağır ve çetin olduğunu açık olarak bildirmektedir. (Ebüssuûd)


Ra'd Sûresi 33. Ayet

اَفَمَنْ هُوَ قَٓائِمٌ عَلٰى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۚ وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ قُلْ سَمُّوهُمْۜ اَمْ تُنَبِّؤُ۫نَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْاَرْضِ اَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِۜ بَلْ زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  ...


Herkesin kazandığını görüp gözeten Allah inkâr edilir mi? Hâlbuki onlar, Allah’a ortaklar koştular. De ki: “Onların isimlerini açıklayın. Yoksa siz (bununla) O’na yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi haber vermiş olacaksınız, yoksa boş söz mü etmiş olacaksınız?” Hayır, inkâr edenlere hileleri güzel gösterildi ve onlar doğru yoldan saptırıldılar. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَمَنْ kimse gibi midir?
2 هُوَ o
3 قَائِمٌ duran ق و م
4 عَلَىٰ üzerinde
5 كُلِّ her ك ل ل
6 نَفْسٍ nefsin ن ف س
7 بِمَا
8 كَسَبَتْ yaptığı işin ك س ب
9 وَجَعَلُوا onlar koştular ج ع ل
10 لِلَّهِ Allah’a
11 شُرَكَاءَ ortaklar ش ر ك
12 قُلْ de ki ق و ل
13 سَمُّوهُمْ onları isimlendirin س م و
14 أَمْ yoksa
15 تُنَبِّئُونَهُ siz haber mi veriyorsunuz? ن ب ا
16 بِمَا bir şeyi
17 لَا
18 يَعْلَمُ (Allah’ın) bilmediği ع ل م
19 فِي
20 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
21 أَمْ yoksa
22 بِظَاهِرٍ boş ظ ه ر
23 مِنَ
24 الْقَوْلِ söz mü (söylüyorsunuz)? ق و ل
25 بَلْ hayır
26 زُيِّنَ süslü gösterildi ز ي ن
27 لِلَّذِينَ kimselere
28 كَفَرُوا inkar eden(lere) ك ف ر
29 مَكْرُهُمْ tuzakları م ك ر
30 وَصُدُّوا ve çıkarıldılar ص د د
31 عَنِ -dan
32 السَّبِيلِ yol- س ب ل
33 وَمَنْ ve kimi
34 يُضْلِلِ şaşırtırsa ض ل ل
35 اللَّهُ Allah
36 فَمَا artık olmaz!
37 لَهُ ona
38 مِنْ hiçbir
39 هَادٍ yol gösteren ه د ي
Müfessirler, “Söyleyin bakalım onların isimlerini!” meâlindeki cümleyi sahte tanrıların hiçbir isimlendirmeye, nitelendirmeye veya tanımlamaya değmeyecek kadar anlamsız şeyler olduğuna işaret eden küçültücü bir ifade olarak yorumlamışlardır. Bir görüşe göre de bu cümle tehdit ifade etmektedir yani, “İddia ettiğiniz gibi onları ilâh olarak isimlendirin, sonunda ne olacağını göreceksiniz!” anlamındadır (Şevkânî, III, 96).
“Kuru laf” diye tercüme ettiğimiz zâhir mine’l-kavl ifadesini müfessirler, “gerçek olmayan, yok olmaya mahkûm, boş, yalan söz veya müşriklerin iddiasına göre zâhirî bir delil” anlamlarında yorumlamışlardır (Şevkânî, III, 96). Yerlerde ve göklerde olup biten her şeyden haberdar olan yüce Allah sahte tanrıların şefaatçi olacaklarına dair iddiaların bâtıl olduğunu da bilmektedir. Buna rağmen müşrikler O’na ortak koştukları için, “Siz Allah’a yeryüzünde bilmediği bir şeyi mi bildiriyorsunuz? Yoksa kuru laf mı söylüyorsunuz?” sorusuyla onları kınamaktadır. Allah’ın yeryüzünde ortağının bulunmadığının ifade edilmesi başka yerlerde bulunduğu anlamına gelmez. Şüphesiz ki gökte de yerde de ilâh sadece Allah’tır (Zuhruf 43/84). 
 Allah’ın saptırmasından maksat, inkârcılıkta ısrar edenleri kendi hallerine bırakmasıdır. Allah’ın yardımsız olarak kendi haline bıraktığı kimseyi doğru yola iletecek kılavuz yoktur. Böyleleri hem dünyada hem de âhirette Allah’ın azabını hak etmişlerdir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 293-294

اَفَمَنْ هُوَ قَٓائِمٌ عَلٰى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۚ وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ 

 

Hemze istifham harfi,  فَ  istînâfiyyedir. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُوَ قَٓائِمٌ  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  قَٓائِمٌ  mübtedanın haberi olarak damme ile merfûdur. 

Haber mahzuftur. Takdiri;  كمن ليس كذلك (böyle olmayan gibi) şeklindedir.

عَلٰى كُلِّ  car mecruru  قَٓائِمٌ ‘a müteallıktır.  نَفْسٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  كَسَبَتْ  fiiline müteallıktır. 

كَسَبَتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

وَ istînâfiyyedir.  جَعَلُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

لِلّٰهِ  car mecruru  جَعَلُوا  fiiline müteallıktır.  شُرَكَٓاءَ  mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur.

شُرَكَٓاءَ  kelimesi sonunda zaid yani kelimenin kök harflerinden olmayan elif-i memdude olan isimlerden olduğu için gayri munsariftir.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsarıfa girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَٓائِمٌ   kelimesi sülâsî mücerred olan  قوم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قُلْ سَمُّوهُمْۜ اَمْ تُنَبِّؤُ۫نَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْاَرْضِ اَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِۜ 

 

Fiil cümlesidir. قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Zamiri müstetir olup takdiri أنت ‘dir. Mekulül kavli, سَمُّوهُمْ  cümlesidir. قُلْ fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur.

 سَمُّوهُمْ  fiili نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır.

تُنَبِّؤُ۫نَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl  بِ  harf-i ceriyle birlikte  تُنَبِّؤُ۫نَ  fiiline müteallıktır. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasınadır.  يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Zamiri müstetir olup takdiri  هُوَ ‘dir. 

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَعْلَمُ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlune (mef’ûlun bih) müteallıktır.

اَمْ  munkatıadır.  بل  ve hemze manasındadır. بِظَاهِرٍ   car mecrurun müteallıkı mahzuftur.Takdiri;  تسمّونهم (Onları isimlendiriyorsunuz) şeklindedir.

مِنَ الْقَوْلِ  car mecruru  بِظَاهِرٍ ‘ın mahzuf sıfatına müteallıktır.

ظَاهِرٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan ظهر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تُنَبِّؤُ۫نَهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi  نبأ ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir.


 بَلْ زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّب۪يلِۜ

 

بَلْ  idrâb harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

زُيِّنَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir. لِلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu  لِ  harf-i ceriyle birlikte  اَمْلَيْتُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı  fail olup mahallen merfûdur.

مَكْرُهُمْ  kelimesi  زُيِّنَ  fiilinin naib-i fail olarak lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

صُدُّوا  fiili atıf harfi  وَ ‘la  كَفَرُوا  fiiline matuftur.

صُدُّوا  damme üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. 

عَنِ السَّب۪يلِ  car mecruru  صُدُّوا  fiiline müteallıktır.

 

 وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  يُضْلِلِ  şart fiili olup meczum muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli fail olarak lafzen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  لَهُ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  هَادٍ  lafzen mecrur, mahallen muahhar mübteda olup mahzuf  ى  üzerine mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir. 

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de  ي  olan isimlere mankus isimler denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir: 

a) Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b) Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c) Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdîri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzî olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki  ي  harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

هَادٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  هدي  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَفَمَنْ هُوَ قَٓائِمٌ عَلٰى كُلِّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۚ 

 

فَ  istînâfiyye, hemze takriri istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takrirde; muhatabın bildiği bir şey soru şeklinde dile getirilir ve ondan bunu tasdik etmesi istenir. Bunda ikna edici, inandırıcı delil vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.  مَنْ ’in, takdiri …كمن ليس كذلك  (Böyle olmayan gibi) olan haberi mahzuftur. 

Müsnedün ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası  هُوَ قَٓائِمٌ عَلٰى كُلِّ نَفْسٍ şeklinde sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

عَلٰى كُلِّ نَفْسٍ ‘in müteallakı olan  قَٓائِمٌ  haberdir.  نَفْسٍ ’deki tenvin nev ifade eder.

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَا  ve akabindeki  كَسَبَتْۚ  cümlesi masdar teviliyle  قَٓائِمٌ ’a müteallıktır. Fiilin mazi fiil sıygasında gelişi, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama ve takrir kastı taşıdığı için cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Bu ayette takrar gaib zamire iltifat edilmiştir.

Burada gizlenmiş, takdir edilmiş bir teşbih vardır. Takdiri şöyledir: İşte o Allah, bu sıfatlara haiz olmayan, işitmeyen ve menfaat veremeyen putlar gibi midir? Yani Allah onların, ortak koştukları gibi midir? (Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

هُوَ قَٓائِمٌ [O kaimdir] ifadesi istiaredir. Bununla kastedilen, Allah Teâlâ’nın her kişinin kazandığının karşılığını vermek için hesabını ve sayımını yapmasıdır. Bunun delili Al-i İmran/75.ayettir. Yani ”hile ve kurnazlık yapmasına fırsat vermeden onu sıkıştırmaya ve durumu takip etmeye ısrarla devam etmedikçe’’ demektir. ‘’Kıyam’’ nitelemesinin gerçek anlamıyla Yüce Allah için söylenmesi doğru olmadığına göre, bu ayette kastedilen, Yüce Allah’ın herkese, yaptıklarının miktarına göre mükâfat ve ceza vermek için amellerin hesabını ve sayımını gerçekleştirmesidir. Bu ifadelerde geçen  القيام  ve  الدوام  aynı manadadır. Nitekim  الماء الدائم  sözü, ‘’akmayan’’ durgun su’’ demektir. (Kur’an Mecazları Şerîf er-Radî)

“Her nefsin kazandığının hepsini bilen Allah’a mı?” Bu, “Allah Teâlâ her şeye kādirdir. Ve her şeyi cüziyat ile ve külliyat ile bilir. O, böyle olduğuna göre her nefsin hallerinin tamamını bilir, nefislerin istekleri olan faydalı şeyleri vermeye, zararlı şeyleri def etmeye, yaptıkları taatlara mükafat vermeye ve işledikleri bütün günahlara ceza vermeye kādirdir” demektir.

Keşşâf sahibi şöyle demiştir: “Mübtedaya haber olabilecek bir şeyin takdir edilmesi caizdir. Yahut ayetteki “Allah’a şirk koştular” ifadesi bunun üzerine atfedilmiş olup, takdiri: ‘‘Böyle olan kimse Allah’ı birlememiş, O’nu ululamamış ve O’na ortak koşmuş olur” şeklindedir.”


 وَجَعَلُوا لِلّٰهِ شُرَكَٓاءَۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade eder.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.


 قُلْ سَمُّوهُمْۜ اَمْ تُنَبِّؤُ۫نَهُ بِمَا لَا يَعْلَمُ فِي الْاَرْضِ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelen cümle emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümleye dahil olan  اَمْ  harfi  بل  ve hemze manasındadır. 

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl  مَا  ve sılası olan  لَا يَعْلَمُ فِي الْاَرْضِ  cümlesi menfi muzari fiil sıygasında gelmiş, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. İsm-i mevsûl, başındaki harfi-cerle birlikte  تُنَبِّؤُ۫نَهُ  fiiline müteallıktır. Fiilin mazi fiil sıygasında gelişi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

قُلْ سَمُّوهُمْۜ  şeklindeki emir cümlesi meydan okuma, tahkir, taciz manalarında, arkasından gelen soru cümlesi de inkâri istifham olarak, tahkir ve azarlama maksatlı mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayrıca istifhamda tecahül-i arif sanatı vardır.

Bil ki Allah Teâlâ bu delili izah edince, yeni bir delil getirerek, “De ki: “Bunlara bir ad verin bakalım!” buyurmuştur. Bu söz, kendine ad verilmeyecek ve bir isim konulmayacak kadar değersiz olan şey hakkında söylenir. (Fahreddin er-Râzî)

قُلْ سَمُّوهُمْۜ [De ki: Onlara ad verin!] cümlesi, onlar için susturma üstüne susturmadır. Yani onları adlandırın! Kimdir onlar? isimleri nedir?’’ yahut, ‘’Onları vasıflandırın ve bakın, kendileriyle ibadete müstehak olacak, ortak olmaya ehil olacak vasıfları var mı?’’ anlamındadır. (Ebüssuûd)

Ayetteki  قُلْ  emri, mekûlu-l kavlin Allah katında bir önemi ve şanı, ciddiyeti bulunduğuna işaret eder. Aslında bu emir Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Resulullah'ın kendinden bir tek kelime bile söylemediğine işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Resulullah’a  قُلْ  diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığının önemini gösterir. Böyle yerlerde Resulullah'ın bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona  قُلْ  dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf/10)


 اَمْ بِظَاهِرٍ مِنَ الْقَوْلِۜ 

 

İstînafiyye olarak fasılla gelen cümle istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  بِظَاهِرٍ , takdiri  تسمّونهم  [Onları isimlendiriyorsunuz] olan fiile müteallıktır.

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama ve takrir kastı taşıdığı için cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.


 بَلْ زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ وَصُدُّوا عَنِ السَّب۪يلِۜ

 

Müstenefe olan cümleye dahil olan  بَلْ , idrâb harfidir. Müspet mazi fiil formundaki زُيِّنَ لِلَّذ۪ينَ كَفَرُوا مَكْرُهُمْ  cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لِلَّذِینَ , naib-i fail olan  مَكْرُهُمْ ‘a takdim edilmiştir.

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûlün sılası  كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Zemmedilmek ve küfürlerinin tescili için onlar, burada kâfir vasfıyla zikredilmişlerdir. Onların hileleri, batılı yaldızlamaları yahut şirkleriyle müslümanlığa karşı tertip içinde olmaları demektir. (Ebüssuûd)

Hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiş müteakip cümle  وَصُدُّوا عَنِ السَّب۪يلِۜ , faide-i haber ibtidâi kelamdır. 

İki cümlede de fiiller meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü ma’lum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olmuştur.

السَّب۪يلِۜ  kelimesi ‘din’ manasında istiaredir.  السَّب۪يلِۜ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırmak bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır. (Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Bil ki السَّب۪يلِۜ  kelimesi lügatte ‘yol’ manasındadır. Araplar, inançları, insanın üzerinde yürüyüp cennete gideceği yola benzettiler. (Fahreddin er-Râzî)


 وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ

 

İstînafiyye olarak fasılla gelen cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  يُضْلِلِ اللّٰهُ  cümlesi,  مَنْ ’in haberidir.

Cümlede müsnedin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt, istimrar ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

فَ  karînesiyle gelen cevap cümlesi  فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  ise, faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir. Menfi siyaktaki cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cümledeki takdim kasr ifade etmektedir.

فَمَا لَهُ مِنْ هَادٍ  cümlesinde, ihtisas manası vardır. Allah’ın saptırdığı kişi için hiçbir hidayetçi yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Gâfir/33, S.181 )

İsim cümleleri sübut ifade eder.İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

هَادٍ ’deki tenvin, hiçbir manasında kıllet ve nev ifade eder. İstiğrak ifade eden  مِنْ  de bu manayı pekiştirir.

مَا  ; لِلَّذ۪ينَ  ve  مَنْ  ism-i mevsûlleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مَنْ  ve  مَا ’lar ayette iki farklı anlamda gelmişlerdir. Aralarında tam cinas sanatı vardır.

السَّب۪يلِۜ - هَادٍ  ve  يُضْلِلِ - كَفَرُوا  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı, 

تُنَبِّؤُ۫نَ - لَا يَعْلَمُ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî,  هَادٍ - يُضْلِلِ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

قُلْ  ve  قَوْلِۜ  kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr,  مَنْ  , مِنَ  , مَا ’ların tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Ayetteki  يُضْلِل [saptırır] ve  هَادٍ [yol gösterici] sözcükleri arasında gayr-ı mütecânis tıbâk vardır. Çünkü her iki sözcük birbirinin zıddı olmanın yanı sıra birincisi fiil, ikincisi isimdir.

 
Ra'd Sûresi 34. Ayet

لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَقُّۚ وَمَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ  ...


Onlara dünya hayatında bir azap vardır. Ahiret azabı ise daha ağırdır ve onları Allah’ın azabından koruyacak kimse de yoktur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَهُمْ onlar için vardır
2 عَذَابٌ azab ع ذ ب
3 فِي
4 الْحَيَاةِ hayatında ح ي ي
5 الدُّنْيَا dünya د ن و
6 وَلَعَذَابُ ve azabı ise ع ذ ب
7 الْاخِرَةِ ahiret ا خ ر
8 أَشَقُّ daha zordur ش ق ق
9 وَمَا ve yoktur
10 لَهُمْ onlar için
11 مِنَ -dan
12 اللَّهِ Allah-
13 مِنْ hiçbir
14 وَاقٍ koruyacak (kimse) و ق ي

لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَقُّۚ 

 

İsim cümlesidir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

عَذَابٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  فِي الْحَيٰوةِ  car mecruru  عَذَابٌ ‘un mahzuf sıfatına müteallıktır. 

الدُّنْيَا  kelimesi,  الْحَيٰوةَ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

وَ  atıf harfidir.  لَ  ibtidâiyyedir. Tekid ifade ifade eder.  عَذَابُ  mübteda olup lafzen merfûdur.

الْاٰخِرَةِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اَشَقُّ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

اَشَقُّۚ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır.

İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil  اَفْضَلُ  veznindendir. İsm-i tafdilin sıfat-ı müşebbeheden farkı; renk, şekil, uzuv noksanlığı ifade etmemesidir. Müennesi  فُعْلَى  veznindedir. 

İsm-i tafdilden önce gelen isme mufaddal, sonra gelen isme mufaddalun aleyh denir. Mufaddal ve mufaddalun aleyhi bazen açıkça cümlede göremeyebiliriz. Bu durumda mufaddal ve mufaddalun aleyh cümlenin gelişinden anlaşılır. 

İsm-i tafdilin geliş şekilleri:

1. ال ’sız  مِنْ ’li gelir.  مِنْ  hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. ‘Daha’ manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.

2. ال ’lı gelir. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat 

olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).

3. Marifeye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.

4. Nekreye muzâf olur. ‘En’ manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  مِنَ اللّٰهِ  car mecruru  وَاقٍ ‘e  müteallıktır.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  وَاقٍ  lafzen mecrur,  mübteda olarak mahallen merfûdur. 

وَاقٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  وقي  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُمْ عَذَابٌ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَقُّۚ 

 

İstînafiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan  عَذَابٌ ’un nekre gelişi bu azabın tasavvur edilemez nitelikte olduğuna işarettir.

وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَشَقُّۚ  cümlesi ibtida lamı ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. İstînâfa  وَ ‘la atfedilmiştir. Müsnedün ileyhin, izafet formunda gelmesi az sözle çok anlam ifade kastına matuftur.

عَذَابٌ ‘ın tenkiri tazim içindir. Azap da öldürme, utanç ve esir olma azabıdır. (Âşûr)

الدُّنْيَا  ve  الْاٰخِرَةِ  arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

اَشَقُّۚ  ism-i tafdildir. Gayri munsarif olması sebebiyle tenvin almamıştır.


 وَمَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَاقٍ

 

Ayetin istinâfiyyeye matuf son cümlesi sübut ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

Zaid  مِنْ  harfinin dahil olduğu  مِنْ وَاقٍ  muahhar mübtedadır. Car mecrur  مِنَ اللّٰهِ  ism-i fail olan  وَاقٍ ’e müteallıktır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

“Onları Allah'tan (koruyacak) hiçbir kurtarıcı da yoktur.” tavsifinin ifade ettiği husus şudur: Bil ki ne dünyada ne de ahirette kişileri Allah'ın azabından koruyacak hiç kimse yoktur. Zira Allah'ın hükmü, kazası bütün kâinatı kuşatmış olup kaderi de bütün varlıklarda geçerlidir. Ancak ne var ki asi karakterlerde baskın olan vasıf, onların bu dünyada kendi amel ve muratlarıyla meşgul olmalarıdır. Ama öldükten sonra herkes kendisine Allah'tan gelecek şeylere karşı bir koruyucu olmadığını kabul ve ikrar eder.(Fahreddin er-Râzî)

عَذَابُ  ve  مِنَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Kırık Meal Çalışması, Mezid Fiiller, Menkus ve 

Maksur İsimler, İrab  

Sayfanın Özeti:  

Türkçe’de kullanmadığımız kelimeler: 2 (Meâb, cealû)

Mezid Fiiller: 9

İfâl kalıbı: 6 (Âmenû [2], erselnâ, evhaynâ, tusîbuhum, emleytu)

Tefîl kalıbı: 1 (Tunebbiûnehu)

Tefa’ul kalıbı: 1 (Tevekkeltü)

İstifâl kalıbı: 1 (Ustuhzie)

Maksûr isim: 2 (Mevtâ, dünyâ)

Menkûs isim: 2 (Hâd, vâk) 

İ’râb; kelimelerin cümledeki yerlerine göre son harflerinin harekesinin değişmesi ya da değişmemesi hâlidir. Hareke değişikliği ile kelimelerin ma’nâsı değişmez ama cümledeki konumu değişir. Yani bir kelimenin fâil mi, yoksa mefûl mu olduğu harekesinden anlaşılır. Ancak her kelimenin son harfinin harekesi cümlede bulunduğu konuma göre değişmez. Değişen kelimelere mu’reb, değişmeyen kelimelere ise mebnî denir. İsimler asıl olarak mu’rebdir. Fiiller ise asıl olarak mebnîdir. Ancak mazi ve emir fiil mebnîdir, muzârî fiil mu’rebdir. Harfler (edatlar), zamirler, soru edatları, işaret isimleri mebnidir.

İsim ve fiillerin i’râb (değişim) hâlleri şunlardır: Raf hâli, nasb hâli, cer hâli ve cezm hâli.

Raf ve nasb hâlleri hem isim hem de fiillerde görülür. 

Cer hâli sadece isimlere mahsûstur.

Cezm hâli de sadece fiillere mahsûstur.

İ’râbı gösteren hâllere mahsûs harekeler ise şunlardır:

Raf hâli: Ötre. (Fâil, mübteda, haber)

Nasb hâli: Üstün. (Mefûller/nesneler, başında nasb eden bir edat bulunan muzarî fiil)

Cer hâli: Esire. (Bir harften sonra gelen kelime ve isim tamlamasındaki ikinci kelime)

Cezm hâli: Sükûn. (Emir fiil, başında cezm eden bir edat bulunan muzarî fiil)
Günün Mesajı
31. ayeti kerimede kafirler dağların yürümesini, ölülerin konuşturulmasını istemiş, bu şekilde Efendimize adeta kafa tutmuş, kendi isteklerinin yapılmasını mucize kabul ederek ancak bu şartla iman edeceklerini söylemişlerdir. Oysa Kuran onların istediklerinden daha büyük bir mucizedir. Bu muciz özelliğiyle onların asla iman etmeyeceğini ilan etmiştir.  
Sayfadan Gönüle Düşenler

Bir gün, bir öğrenci hocasına sormuş: ‘Hocam! Biz inananlar için yeryüzünde nereye varırsak varalım ve yüzümüzü nereye çevirirsek çevirelim, Rabbimizi hatırlatan ve imanımızı pekiştiren alametlerle karşılaşırız. Aynı alemde yaşıyor olmamıza rağmen, bu inkar edenlerin hali nedir?’

Hocası:

‘Hani bir hikaye anlatılır. Gözleri görmeyenlerin file dokunup fili tarif ettikleri.

İnkar etmek de buna benzer. İnkarcıların da kalp gözleri kördür. Filin bacağının anlatılması, bir filin aslında ne olduğunu açıklamakta yetersiz kalır. Onlar da hayatı, ellerinin değdiği dünyalıklarla sınırlı sanarlar. Bu yüzden de, bütün bir resimden bihaber, yaptıklarının ve yaşadıklarının burada kalacağını sandıkları dünyadan alabildiklerini alma derdindedirler. İşte bu yüzden, bizim imanımızı coşturan deliller, ne kadar müthiş olursa olsun, onların kararmış kalplerine dokunmaz. İnkarında ısrarcılar, rahmet esintilerini hissedince pencereleri kapatır.

Allah’a inanan kulun ise iman nuruyla gözleri açıktır. Dünya misali; filin ne olduğunu görür. Onu ve kendisini yaratan Allah’a hamd eder. Lakin inananın derdi fil değildir, Allah’ın huzuruna iman ile çıkmaktır. O yüzden de gideceği yere götürmesi için fili kendisine binek edinir ki yolunu kolaylaştırsın ya da güzelleştirsin.’

Ey dünya ve ahiret nimetlerinin tek sahibi olan Allahım! Beni, ailemi ve neslimi; Sana iman edenlerden, iman ile yaşayanlardan ve iman ile ölenlerden eyle. Gönüllerimizi, inkarcılardan ve onların amellerinden uzak tut.

Elhamdulillah bize dünya nimetlerini verene! Elhamdulillah gönüllerimizi iman nuruyla aydınlatana! Elhamdulillah gözlerimizi hakikate açana!

Ey kalbimin her halinden haberdar olan Allahım! Kalbimi, dünyanın ve nefsimin hastalıklarından arındır. Nurun ile temizle. Hakikat ve hikmet pencerelerini aç. İmanın ve huzurun ile ferahlandır. Kalbimi, bana her an Seni hatırlatacak faziletlerle doldur. Yoluma iman sahiplerini yoldaş kıl. Rahmet et! Huzuruna iman ile çıkanlardan olayım.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji