10 Şubat 2025
Ra'd Sûresi 19-28 (251. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Ra'd Sûresi 19. Ayet

اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ  ...


Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, (onu bilemeyen) kör gibi olur mu? (Bunu) ancak akıl sahipleri anlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَمَنْ olur mu?
2 يَعْلَمُ bilen ع ل م
3 أَنَّمَا
4 أُنْزِلَ indirilenin ن ز ل
5 إِلَيْكَ sana
6 مِنْ -den
7 رَبِّكَ Rabbin- ر ب ب
8 الْحَقُّ hak olduğunu ح ق ق
9 كَمَنْ kimse gibi
10 هُوَ o (kendisi)
11 أَعْمَىٰ kör (olan) ع م ي
12 إِنَّمَا ancak
13 يَتَذَكَّرُ öğüt alır ذ ك ر
14 أُولُو sahipleri ا و ل
15 الْأَلْبَابِ sağduyu ل ب ب
Allah Teâlâ 19. âyette Kur’an’ın hak olduğuna inanmayanı köre benzetmekte, inananların bu körle eşit olmayacağını, bunu ancak akıl ve sağ duyu sahiplerinin kavrayabileceklerini bildirmiştir. Akıl sahiplerinin nitelikleri ise müteakip âyetlerde şöyle sıralanmaktadır: Bunlar Allah’a vermiş oldukları sözden dönmezler; dinî, ahlâkî, hukukî ve toplumsal bütün yükümlülüklerini yerine getirirler; Allah’ın, gözetilmesini emrettiği şeyleri gözetirler, yani insanlık, akrabalık, komşuluk, din kardeşliği ve benzeri insanlar arası ilişkilerden doğan haklara riayet ederler; rablerine karşı kulluk görevlerinde kusur etmemeye çalışırlar; Allah huzurunda hesaplarının kolay olmasını dilerler; Allah’ın rızâsını kazanmak için uğrunda karşılaştıkları her türlü sıkıntılara sabrederler; namazlarını vaktinde dosdoğru kılarlar; Allah’ın kendilerine vermiş olduğu nimetlerden gizli açık Allah yolunda harcarlar; kötülüğü iyilikle savarlar yani haksızlığa karşı adaletle, yalancılığa karşı doğrulukla, rezilliğe karşı da erdemle mücadele ederler. İşte dünya yurdunun güzel sonu yani cennetler bunlarındır. Bu güzel sonun ne olduğu bundan sonraki (23-24.) âyetlerde açıklanmıştır.

Kaynak :
Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 284-285

اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ 

 

Hemze istifham harfi,  فَ  istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  يَعْلَمُ ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَعْلَمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو dir.

اَنَّـمَٓا  ve masdar-ı müevvel,  يَعْلَمُ  fiilinin mefûlü yerinde olup mahallen mansubdur. 

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو dir.

اِلَيْكَ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.

مِنْ رَبِّكَ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.  الْحَقُّ  kelimesi  اَنَّـمَٓا ’nın haberi olup lafzen merfûdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlü,  كَ  harf-i ceriyle birlikte  مَنْ ’in mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  هُوَ اَعْمٰى ’dir. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اَعْمٰى  elif üzere mukadder damme ile merfûdur. Maksûr isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (  ى  ) olan isimlere “maksûr isimler” denir. Maksûr isimler genellikle (  ى  ) ile biter. Fakat çok az olarak (  ا  ) ile biten maksûr isimler de vardır. Maksûr isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksûre” denir.  اَلْفَتَى  –  اَلْعَصَا  gibi…

Maksûr isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile mansub halinde takdiri fetha ile mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksûr isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) îrab edilir. Burada  الْاَعْمٰى  kelimesi maksûr isim olduğu için takdiri damme ile îrab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ

 

اِنَّمَا : kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; “men eden, alıkoyan” anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

يَتَذَكَّرُ  merfû muzari fiildir.  اُو۬لُوا  fail olup cemi müzekker salime mülhak olduğu için ref alameti  و ’dir.  الْاَلْبَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَتَذَكَّرُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ذكر ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

اَفَمَنْ يَعْلَمُ اَنَّـمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ كَمَنْ هُوَ اَعْمٰىۜ

 

فَ  istînâfiyye, hemze inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp  tahkir ve tevbih anlamda geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Mübteda konumundaki ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası olan  يَعْلَمُ  cümlesi, müspet muzari fiil olarak gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu  مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ الْحَقُّ  cümlesi masdar teviliyle,  يَعْلَمُ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Müsnedün ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası  اُنْزِلَ اِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûlün önemi vurgulanmıştır.

الْحَقُّ  kelimesi  اَنَّ ‘nın haberidir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

اَنَّ , isim cümlesi ve kasr olmak üzere birden fazla unsurla tekid edilen cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Teşbih harfi  كَ  nedeniyle mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mübteda olan  مَنْ ’in mahzuf haberine müteallıktır. Sılası  هُوَ اَعْمٰىۜ , isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir.

رَبِّكَ  izafetinde, Rabb ismine muzâfun ileyh olan muhatap zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَعْمٰى ‘dan murad kâfirdir. Allah Teâlâ burada istiare-i tebeiyye yoluyla cahil ve küfreden kimseyi âmaya benzetiyor. Bu harika bir teşbihtir. Âma kişi, kılavuz olmadan yürüdüğünde birçok tehlikeye maruz kalır. Yoluna çıkabilecek şeylerden zarar görür. Gören ise bu tip tehlikelerden kendisini koruyabilir. ”Âma” sözü ile kâfirin temsili, benzersiz bir sanattır. (Sâbûnî)

Ayetteki teşbihte “sana rabbinden indirilen hakkı bilen kimse” müşebbeh; âma olan kimse müşebbehün bihtir. Aslında teşbih iki tarafta ortak olan bir özellik üzerine kurulur. Fakat bu ayetteki teşbihte müşebbehte bulunan sıfatın zıttı müşebbehe bihte bulunur. Buna tenzil tarîki denir. Yani iki zıt sıfat benzer menziline konur. Bu tip teşbihlerde alay ve tehekküm kastedilir.

Yegâne hak olan Kur’an'ı bilen kimse, dağın tepesinde yanan ateşi göremeyen, en büyük ve yüksek mertebede bulunan bu Kitabı takdir etmeyen ve bu yüzden de cehalet karanlıklarında ve dalalet çukurlarında şaşkın kalan kör kimse gibi olur mu hiç! Yahut kör kimseden murad, verilen misalleri anlamayan kimse demektir. Kör olarak ifade edilmesi, ziyadesiyle takbih içindir. (Ebüssuûd)


 اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Kasr edatıyla tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiil ve fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.

نَّـمَٓا  ile yapılan kasr, izafîdir. (Âşûr) 

اِنَّـمَٓا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ [Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.] ayetinde, düşünüp ibret almayanlar akılsız varlıklar seviyesine indirilerek tariz yapılmıştır. (Kazvînî, el-Îzâh, 104)

اِنَّمَا  kasr edatıdır. Düşünmenin akıl sahiplerine has olduğu, kasr üslubu yoluyla bildirilmiştir. Tezekkür akıl sahiplerine kasredilmiştir. 

Bu ayette zikredilen  اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ  [Sadece akıl sahipleri ibret alır.]  bölümü, haber vermek için gelmemiştir. Kâfirleri kınamak, azarlamak için gelmiştir. Tariz olarak onların son derece inatçı oldukları, hevalarının onları ele geçirdiği ifade edilmiş, onlardan düşünmeleri ve ibret almaları istendiğinde bundan yüzçevirdikleri, çünkü akılsız oldukları anlatılmıştır. Bu ayette tariz Peygamber Efendimizedir. O, kavminin imanı konusunda çok hırslıydı. Ama bu; dilsiz hayvanların tezekkür etmesini beklemek gibidir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Bu ayetin akıl sahiplerine yapılan vurgu ile bitirilmesi, istifham yoluyla akıllarını kullanmadıklarını tariż etmekte ve yergi amacı taşımaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Ra'd Sûresi 20. Ayet

اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ  ...


Onlar, Allah’a verdikleri sözü yerine getiren ve sözleşmeyi bozmayanlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar ki
2 يُوفُونَ yerine getirirler و ف ي
3 بِعَهْدِ ahdini ع ه د
4 اللَّهِ Allah’ın
5 وَلَا ve
6 يَنْقُضُونَ bozmazlar ن ق ض
7 الْمِيثَاقَ andlaşmayı و ث ق

اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ

 

اَلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, önceki ayetteki  اُو۬لُوا ‘nun sıfatı olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  يُوفُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يُوفُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِعَهْدِ  car mecruru  يُوفُونَ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَنْقُضُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

الْم۪يثَاقَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

يُوفُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  وفي ’dir.   

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.

اَلَّذ۪ينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّٰهِ وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ

 

Önceki ayetteki  اُو۬لُوا ‘nun sıfatı konumundaki  اَلَّذ۪ينَ , bahsi geçenlere tazim ifadesi ve sonraki habere dikkat çekmek için gelmiştir. Sılasının muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  وَلَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ cümlesi, makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

بِعَهْدِ اللّٰهِ  izafetinde,  بِعَهْدِ  kelimesinin Allah lafzına muzâf olması, onun tazimine işaret eder.

Bu ayet, 19. ayetteki cümlenin devamıdır. Sonraki ayetlerle birlikte cem' ma’at-taksim sanatı ihtiva etmektedir. Tezekkür etme konusunda cem’ edilenler çeşitli özellikleriyle sayılmıştır.

Burada bir istiare vardır.  نقض  aslında ipi çözmek, ahid de anlaşma demektir. Anlaşmalar bağlanmış, düğümlenmiş bir ipe benzetilmiş. Sonra onu çözmüşler.

‘’Ahde vefa gösterirler dedikten sonra gelen misakı bozmazlar’’ cümlesi övgü ve mananın pekiştirilmesi amacı güden ıtnâbtır.

الْم۪يثَاقَۙ "Mîsâk", mükellefin uhdesine almış olduğu şeydir: Cenab-ı Hakk'ın, "Allah'a olan ahidlerini yerine getirirler" ifadesi, başlangıçta, Allah'ın, kulları mükellef kıldığı şeylere; "misaklarını bozmazlar" ifadesi de, kulun kendi ihtiyarı ile tâatları ve hayırları yerine getirmek gibi iltizâm edip üstlenmiş olduğu çeşitli tâatlara işarettir.  (Fahreddin er-Râzî)

الْم۪يثَاقَۙ  kelimesindeki tarif, cins içindir. (Âşûr) 

يُوفُونَ - عَهْدِ  - الْم۪يثَاق  kelimeleri arasında mürâât-ı  nazîr,  يُوفُونَ - يَنْقُضُونَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı îcab sanatı vardır

Buradaki ahid bir cins ismidir, Allah’ın bütün ahidlerini yerine getirirler, demektir. Bunlar da Allah’ın kullarına vasiyet ettiği emir ve yasaklarıdır. Bu lafızların kapsamına bütün farzlara bağlılık, masiyeti gerektirici herşeyden de uzak durmak girer. (Kurtubî)

لَا يَنْقُضُونَ الْم۪يثَاقَۙ  "Verilen sözü bozmayanlar" ifadesi, tahsisten sonra tamim kabilindendir. Ayrıca süreklilik manasını da tekid etmektedir. (Ebüssuûd)


Ra'd Sûresi 21. Ayet

وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ  ...


Onlar, Allah’ın riâyet edilmesini emrettiği haklara riâyet eden, Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve onlar
2 يَصِلُونَ bitiştirirler و ص ل
3 مَا şeyi
4 أَمَرَ istediği ا م ر
5 اللَّهُ Allah’ın
6 بِهِ kendisiyle
7 أَنْ
8 يُوصَلَ bitiştirilmesini و ص ل
9 وَيَخْشَوْنَ ve saygılı olur خ ش ي
10 رَبَّهُمْ Rablerine karşı ر ب ب
11 وَيَخَافُونَ ve korkarlar خ و ف
12 سُوءَ en kötü س و ا
13 الْحِسَابِ hesaptan ح س ب

وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ism-i mevsûle matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  يَصِلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

يَصِلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَمَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  بِه۪ٓ  car mecruru  اَمَرَ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  بِه۪ٓ ‘deki zamirden bedel olarak mahallen mecrurdur.

يُوصَلَ  mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

 

 وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ

 

وَ  atıf harfidir.  يَخْشَوْنَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

رَبَّهُمْ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  يَخَافُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

سُٓوءَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  الْحِسَابِ  muzâfun ileyh olup fetha ile mansubdur.

وَالَّذ۪ينَ يَصِلُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُٓوءَ الْحِسَابِۜ

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ism-i mevsûle atfedilmiştir.

Sılasının muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası olan  اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Aralarında mürâât-ı nazîr bulunan Allah ve Rab isimlerinin arka arkaya gelmesiyle Rabbin Allah olduğu, Allah’tan başka Rab olmadığı vurgulanmıştır.

Masdar harfı  اَنْ  ve akabindeki muzari fiil sıygasında  يُوصَلَ  cümlesi, masdar tevilinde,  بِه۪ٓ ‘deki zamirden bedeldir.

Aynı üslupta gelen müteakip iki cümle masdar-ı müevvele matuftur. Cümlelerin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlelerde fiillerin muzari sıygada gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Sarih masdar yerine masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi, açık masdarın bu olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. Oysa bahsi geçenlerin bu özelliklerinin bir kere gerçekleştiği manası murad edilmemiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.1, s. 83)


Onların özelliklerinin, Allah'ın ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırmak, Rablerinden korkmak ve kötü hesaptan endişe etmek şeklinde sayılması taksim sanatıdır.

رَبَّهُمْ  izafetinde, Rabb ismine muzafun ileyh olan  هُمْ  zamiri dolayısıyla onlar, şan ve şeref kazanmışlardır. 

Rablerinden korkarlar ifadesinden sonra kötü hesaptan korkarlar ifadesi umumdan sonra hususun zikri babında ıtnâb sanatıdır.

Az sözle çok anlam ifade eden  سُٓوءَ الْحِسَابِۜ izafetinde sıfat, mevsufuna muzâf olmuştur. 

يَخْشَوْنَ - يَخَافُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يَصِلُونَ - يُوصَلَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr, يَخَافُونَ - يَخْشَوْنَ  arasında mürâât-ı  nazîr sanatı vardır.

Onlar Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi bitiştirirler” ayeti sıla-i rahim hakkında zahir (açık bir delil)dir. Bu Katâde ve müfessirlerin çoğunun görüşüdür. Bununla birlikte bütün itaatleri de kapsamına alır. (Kurtubî)

"Onlar ki, Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi bitiştirirler" ifadesinde şöyle bir soru bulunmaktadır: Ahde vefa göstermek ve misakı bozmamak, emrolunan bütün şeyleri yapmanın, nehyedilen bütün şeylerden de kaçınmanın vâcip olduğu hükmünü kapsamaktadır. O halde, bu iki ifadeden sonra bu kayıtların zikredilmesinin yararı nedir? Bundan murad, kullara farz olan bütün hak ve hukuka riayet etmektir. Bu sebeple buna, sıla-i rahim ve, Cenab-ı Hakk'ın, "Müminler ancak kardeştirler" (Hucurat/10) şeklinde de buyurduğu gibi iman kardeşliği vesilesiyle sabit olan yakınları ziyaret dahil olduğu gibi, bu "sıla"ya, imkân nisbetinde onlara iyilikler yapıp sıkıntılarını gidermek suretiyle yardımda bulunmak; hasta ziyaretinde bulunmak, cenaze merasimlerinde hazır olmak, insanlara selam verip selamı yaymak, onlara tebessüm etmek, onlara eziyet ve sıkıntı vermemek; yine aynı şekilde bütün canlılara, hatta kedi ve tavuğa dahi iyi davranmak dahildir. (Fahreddin er-Râzî)


Haşyet aslında tazimle birlikte korkmak demektir. Haşyet kötülüğün bulunduğu yerle alakalıdır. Mesela cehennemden korkmak gibi. Haşyet Kur’an’da 48 kere geçmiştir. Saygıyla karışık sevginin yoğurduğu bir korku halidir. Ayrıca korkulan şeyin varlığıyla ilgilidir. Zeyd’den haşyet duyarım denilebilir, fakat Zeyd’in gitmesinden haşyet duyarım denmez. Bu nedenle bu ayeti kerimede Rablerinden haşyet duyarlar, hesabın kötüsünden havf ederler, buyurulmaktadır.

خَوف ; kişi ile yani mütekellim ile alakalıdır. Fareden korkuyorum (خَوف) denir, çünkü o benim zayıflığımdır. Havfın zıddı emin olmak, emniyette olmaktır. Vukû bulma ihtimali olan bir şey için duyulan korkudur. Başka bir deyişle; gelecekte olması beklenen bir zarar sebebiyle etkilenmek, tedirgin olmak demektir. (et-Tahkîk).

خشوع  muhatabın azameti karşısında duyulan korkudur. Haşyet kötülüğün bulunduğu yerle alakalıdır. Mesela cehennemden korkmak. Bir de havf vardır. O kişi ile yani mütekellim ile alakalıdır.

Haşyet iki çeşittir:

a) İbadet ve tâatlarında, ibadetin fesadına veya onun sevabının azalmasına sebebiyet verecek bir biçimde bir fazlalığın, veya bir eksikliğin yahut da bir bozukluk ve bir halelin meydana gelmesinden korkmak.

b) Allah'ın celâl ve azametinden korkmak. Çünkü insan, kudretli ve heybetli bir hükümdarın huzurunda bulunduğu zaman, o tam tâat içinde bulunuyor olsa dahi, ancak ne var ki onun kalbinden o celâlin, yüceliğin ve azametin heybeti gitmez. (Fahreddin er-Râzî)


Ra'd Sûresi 22. Ayet

وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ  ...


Onlar, Rablerinin rızasına ermek için sabreden, namazı dosdoğru kılan, kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli olarak ve açıktan Allah için harcayan ve kötülüğü iyilikle ortadan kaldıranlardır. İşte bunlar için dünya yurdunun iyi sonucu vardır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ ve onlar
2 صَبَرُوا sabrederler ص ب ر
3 ابْتِغَاءَ arzu ederek ب غ ي
4 وَجْهِ yüzünü (rızasını) و ج ه
5 رَبِّهِمْ Rablerinin ر ب ب
6 وَأَقَامُوا ve kılarlar ق و م
7 الصَّلَاةَ namazı ص ل و
8 وَأَنْفَقُوا ve harcarlar ن ف ق
9 مِمَّا şeyden
10 رَزَقْنَاهُمْ rızıklandırdığımız ر ز ق
11 سِرًّا gizlice س ر ر
12 وَعَلَانِيَةً ve alenen ع ل ن
13 وَيَدْرَءُونَ ve savarlar د ر ا
14 بِالْحَسَنَةِ iyilikle ح س ن
15 السَّيِّئَةَ kötülüğü س و ا
16 أُولَٰئِكَ işte
17 لَهُمْ onlarındır
18 عُقْبَى sonu ع ق ب
19 الدَّارِ şu yurdun د و ر
علن Alene: عَلانِيَةٌ gizlilik ve mahremiyet anlamlarına gelen سِرٌّ kelimesinin zıddıdır. Bu sözcük maddi konularda değil daha çok manevi konularda kullanılır. Kuran-ı Kerim’de de geçen if’al formundaki أعْلَنَ kullanımı aşikar kılmak, açığa çıkarmak ve ilan etmek anlamındadır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 16 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri aleni ve ilandır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la önceki ism-i mevsûle matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  صَبَرُوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

صَبَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ابْتِغَٓاءَ  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.  وَجْهِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır.  رَبِّهِمْ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Fiilin oluş sebebini bildiren mef’ûldür. Mef’ûlün lieclihi veya Mef’ûlün min eclihi de denir. Mef’ûlün leh mansubdur. Fiile “neden, niçin?” soruları sorularak bulunur.

Türkçede “için, -den dolayı, sebebiyle, -sın diye, ta ki zira, maksadıyla, uğruna” gibi manalara gelir. Mef’ûlün leh fiilinin önüne geçebilir.

2 tür kullanımı vardır: 1) Harf-i cersiz kullanımı. 2) Harf-i cerli kullanımı

1) Harf-i cersiz kullanımı:

Harf-i cersiz olması için şu şartlar gereklidir:

a) Mef’ûlün leh, cümledeki fiilin masdarı dışında bir masdar olmalıdır.

b) Nekre (belirsiz) olmalıdır.

c) Mef’ûlün leh olacak masdarın (iç duygularımızı ifade ettiğimiz, “saygı göstermek, küçümsemek, korkmak, bilmek, bilmemek” gibi) kalbî fiillerden olması gerekir.

d) Fiilin faili ile mef’ûlün faili aynı olmalıdır.

e) Fiilin oluş zamanı ile mef’ûlün lehin oluş zamanı aynı olmalıdır.

NOT: Mef’ûlün lehin harf-i cersiz kullanılabilmesi için yukarıdaki 5 şartın beraber bulunması gerekir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la sılaya matuftur. اَقَامُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

 الصَّلٰوةَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  اَنْفَقُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlü,  مِنْ  harf-i ceriyle birlikte  اَنْفَقُوا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً ’dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

رَزَقْنَاهُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

سِراًّ  hal olup fetha ile mansubdur.  عَلَانِيَةً  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  سِراًّ ‘e matuftur.


وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ 

 

وَ  atıf harfidir.  يَدْرَؤُ۫نَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالْحَسَنَةِ  car mecruru  يَدْرَؤُ۫نَ  fiiline müteallıktır.  السَّيِّئَةَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

 

  اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ

 

İsim cümlesidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

عُقْبَى  muahhar mübteda olup mukadder damme ile merfûdur.  الدَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَالَّذ۪ينَ صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ 

 

Ayet atıf harfi  وَ ‘la 20. ayetteki ism-i mevsûle atfedilmiştir. Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Veciz ifade kastına matuf   ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ  izafetinde  ابْتِغَٓاءَ , mef’ûlün lieclihtir.

Bu izafette Rab ismine muzâfun ileyh olan هِمْ zamiri sebebiyle onlar, yine Rab ismine muzâf olması  sebebiyle de  وَجْهِ  şan  ve şeref kazanmıştır.

 وَجْهِ رَبِّهِمْ  ibaresi rabbin rızası anlamında istiaredir. Yüz bir şeyin zatı ve kendisi demektir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

Cenab-ı Hakk'ın, "Rablerinin rızasını isteyerek" buyruğu, bu mecazi manaya hamledilir. Yani aşık olan kimse, sevgilisinin yüzüne bakmakla duyacağı hazdan dolayı, onun dövüşüne de razı olduğu gibi, kul da Hakkın nurunun marifetine gark olduğu için O'nun bela ve sıkıntılarına katlanır, sabreder ve ona razı olur. Bu çok güzel bir inceliktir. (Fahreddin er-Râzî)


صَبَرُوا ابْتِغَٓاءَ وَجْهِ رَبِّهِمْ  [Rabbinin vechini isteyerek sabrederler.] cümlesinde ihtiras itnabı vardır. (Muhyiddin Derviş-İrab) “Söz söyleyenin kelamında bir eksiklik sezmesi veya amacının dışına çıktığını düşünmesi üzerine, bu eksikliği giderecek bir ifade getirmesidir.”(Dr. Mustafa Aydın, Arap Dili Belagatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları) 

Buradaki;  وَالَّذ۪ينَ  [Onlar] nin yeni bir cümle olduğu söylenmiştir. Çünkü;  صَبَرُوا  fiili mazi olup;  يَصِلُونَ  [Bitiştirirler] şeklindeki muzari fiile atfedilemez. Bunun, önce sözü edilenlerin sıfatlarından olduğu da söylenmiştir. Sıfat ise kimi zaman mazi lafzı ile kimi zaman müstakbel (muzari) lafzı ile yapılabilir. Çünkü ayet: ‘’kim bunu yaparsa, ona şu vardır’’ anlamındadır. "Onlar" anlamındaki kelime aynı zamanda şart manasını da ihtiva ettiğinden ve şart cümlesinde de mazi tıpkı müstakbel (muzari) gibi olduğundan da bu şekilde fiilin gelmesi mümkün olmuştur. Bundan dolayı önce "onlar... yerine getirirler" diye (muzari fiil ile) buyurulduktan sonra (mazi fiil ile): "onlar... sabrederler" diye buyurulmakta, daha sonra da ona  وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ  [kötülüğü iyilikle Savarlar] diyerek (yine muzari fiil kullanılarak) atıf yapılmaktadır. (Kurtubî)


 وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ 

 

Sıla cümlesine atfedilen  وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupla gelerek makabline atfedilen  وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً  cümlesi ve  وَيَدْرَؤُ۫نَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ  cümlesinin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harf-i cerle birlikte,  اَنْفَقُوا  fiiline müteallıktır. Sılası olan  رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً , mazi fiil sıygasında  faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümledeki fiiller mazi sıygada gelerek temekkün ve istikrara işaret ederken,  يَدْرَؤُ۫نَ  fiili muzari gelerek teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.

Önceki ayetteki Allah ve Rab isimlerinden sonra bu ayette  رَزَقْنَاهُمْ ‘daki azamet zamirine iltifat edilmiştir.

Namaz ve zekât, her ne kadar ilk cümlenin muhtevasına dahil olsalar da namazın diğer ibadetlerden daha kıymetli olduğuna dikkat çekmek için Cenab-ı Hak onu müstakil olarak zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِراًّ وَعَلَانِيَةً  ifadesi hakkında Hasan el-Basri şöyle demiştir; "Bu ifadeyle farz olan zekât kastedilmiştir. Binaenaleyh, o kimse "zekâtını vermiyor" diye töhmet altında tutulmayacaksa, evlâ olan onun zekâtını gizlice vermesidir. Yok eğer, böyle bir töhmet altına alınacaksa, evlâ olanı onu açıktan açığa vermesidir."

Şu da ileri sürülmüştür: "Gizli, kişinin kendisinin verdiği; aşikâr ise onun imama (zekât âmiline) verdiğidir."

Başkaları da şöyle demiştir: Aksine bu ifadeyle, hem farz olan zekât; hem de nafile olarak (fazladan) verilen sadaka kastedilmiştir. Binaenaleyh Cenab-ı Hakk'ın, "gizli olarak" şeklindeki "kaydı" nafileyle; "aşikâr olarak" şeklindeki kaydı ise, farz olan zekâtla alakalı olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)


 اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ

 

Cümle beyanî istinaf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i itiisâldir. Bu cümlenin, …الذين يوفون  cümlesindeki mevsûlün haberi olduğu da söylenmiştir.

Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Müsnedün ileyh olan  اُو۬لٰٓئِكَ ’nin isim cümlesi formunda gelen haberi  لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ  ‘de takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Müsnedün ileyh işaret edilenlere tazim ve teşvik için işaret ismiyle marife olmuştur.

Ayette cem' ma’at-taksim sanatı vardır. Sayılan özellikler  لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِۙ  ifadesinde cem’ edilmiştir.

صَبَرُوا - الصَّلٰوةَ - اَنْفَقُوا - الْحَسَنَةِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  سِراًّ - عَلَانِيَةً  ve  الْحَسَنَةِ - السَّيِّئَةَ  kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab,  ابْتِغَٓاءَ - يَدْرَؤُ۫نَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

عُقْبَى الدَّارِ , cennetten kinayedir. 

[İşte yurdun] yani ahiretin [akıbeti bunlaradır.] Bu da cehennem yerine cennettir. Yurt demek olan  الدَّارِۙ  ahirette iki tanedir. İtaat edenlere cennet, isyan edenlere de cehennemdir. Yüce Allah, burada itaatkârları söz konusu ettiğine göre, onların da yurdu elbetteki kaçınılmaz olarak cennettir. Buradak yurt  ile dünyanın kastedildiği de söylenmiştir. İşledikleri itaatlerin karşılığı, dünya yurdunda da onlara verilecektir, demek olur. (Kurtubî)

Demişler ki bu ayetlerde sıralanan sekiz hayırlı amel, sekiz cennetin kapısına işarettir.

Bunlar, yani bu sekiz haslete sahip olan akıllı müminler yok mu bu yurdun akıbeti onlar içindir. Dünya yurdunun mutlu sonucu, en sonunda varacağı ahiret saadeti onlara mahsustur. (Elmalılı)


Ra'd Sûresi 23. Ayet

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ  ...


Bu sonuç da Adn cennetleridir. Atalarından, eşlerinden ve çocuklarından iyi olanlarla beraber oraya girerler. Melekler de her bir kapıdan yanlarına girerler (ve şöyle derler):

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 جَنَّاتُ cennetlerine ج ن ن
2 عَدْنٍ Adn
3 يَدْخُلُونَهَا girerler د خ ل
4 وَمَنْ ve kimseler
5 صَلَحَ iyi olan ص ل ح
6 مِنْ -ndan
7 ابَائِهِمْ babaları- ا ب و
8 وَأَزْوَاجِهِمْ ve eşlerinden ز و ج
9 وَذُرِّيَّاتِهِمْ ve çocuklarından ذ ر ر
10 وَالْمَلَائِكَةُ ve melekler de م ل ك
11 يَدْخُلُونَ girerler د خ ل
12 عَلَيْهِمْ yanlarına
13 مِنْ
14 كُلِّ her ك ل ل
15 بَابٍ kapıdan ب و ب
Sözlükte “devamlı ikamet edilen yer, bir şeyin merkezi ve ortası, bir cevher veya madenin aslı, yatağı” mânalarına gelen adn kelimesi Kur’an’da cennet kelimesi ile birlikte zikredilerek insanın aslının (Âdem) yaratıldığı ve âhirette müminlerin sonsuza kadar kalacağı çeşitli cennetleri tasvir etmek üzere kullanılır. Kur’an’da on bir yerde söz konusu edilen adn cennetleri, “içinde güzel meskenlerin, tahtların, altın ve incilerle süslenmiş ince ipekten yeşil elbiselerin, sabah akşam ikram edilen türlü yiyeceklerin, eşlerine bağlı hûrilerin ve çeşitli ırmakların bulunduğu ebedî bir yurt” olarak tasvir edilmektedir (krş. Tevbe 9/72; Nahl 16/31; Meryem 19/61; Fâtır 35/33). Hadislerde ise eşyaları altın ve gümüşten olan değişik adn cennetlerinin bulunduğu, burada bulunanların her an Allah’ı görebilecek kadar yüksek bir mevki sahibi olacakları bildirilmiştir (bk. Buhârî, “Tefsîr”, 55/1-2; Müslim, “Îmân”, 296). 
 Tefsirlerde adn cennetinin arşın altında, diğer cennetlerin ortasında bulunan, mukarrebûn (peygamberler, şehidler, sıddîklar ve âlimler) zümresine tahsis edilmiş bir şehir veya saray olduğu (İbn Kesîr, IV, 373), burada altından yapılmış, inci ve yâkutlarla süslenmiş, yiyecekler ve hûrilerle donatılmış sarayların bulunduğu, içinde tesnîm ve selsebîl pınarlarının aktığı, arşın altından misk kokulu rüzgârların estiği, yani “hiçbir insan gözünün görmediği, hayalinin canlandıramadığı nimetlerle dolu olduğu” zikredilir (Râzî, XVI, 132-133).
 20-22. âyetlerde özellikleri anlatılan müminlerin bu cennetlere gireceği vaad edilmektedir. İnsanoğlu bu dünyadaki şuur ve duygularına göre cennette bile mutlu olabilmek için yakınlarının da orada olmasını ister. Bu arzu 23. âyette müsbet karşılanmakla beraber bir şarta bağlanıyor: İman, ahlâk ve iyiliklerle buna lâyık olmak. Aksi halde yalnızca cennetlik kimselerin yakını, sevgilisi olmak kişiye oraya girme hakkı vermeyecektir (bu konuda ayrıca bk. Tûr 52/21; adn cennetleri hakkında bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, “Adn”, DİA, I, 390-391).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 285-286

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ 

 

جَنَّاتُ  kelimesi  عُقْبَى ‘den bedeldir. Veya mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri,  هي  şeklindedir.  عَدْنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

يَدْخُلُونَهَا  fiili,  جَنَّاتُ ‘un sıfatı olarak mahallen merfûdur.

يَدْخُلُونَهَا  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  يَدْخُلُونَهَا ‘deki fail olan zamire matuf olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur.

صَلَحَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

مِنْ اٰبَٓائِهِمْ  car mecruru  صَلَحَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَزْوَاجِهِمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  مِنْ اٰبَٓائِهِمْ ‘e matuftur.  ذُرِّيَّاتِهِمْ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  مِنْ اٰبَٓائِهِمْ ‘e matuftur.


 وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  الْمَلٰٓئِكَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  يَدْخُلُونَ  fiili haber olarak mahallen merfûdur.

يَدْخُلُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

عَلَيْهِمْ  car mecruru  يَدْخُلُونَ  fiiline müteallıktır.  مِنْ كُلِّ  car mecruru  يَدْخُلُونَ  fiiline müteallıktır.  بَابٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ 

 

جَنَّاتُ عَدْنٍ , önceki ayetteki عُقْبَى الدَّارِ  ibaresinden bedeldir.  يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ cümlesinde, muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

يَدْخُلُونَهَا ’daki fail zamire matuf olan müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ’in sılası  صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ  mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Ayette salâh kaydının zikredilmesi, sadece nesep bağına sarılanların boş umutlarını kesmek içindir. (Ebüssuûd)


جَنَّاتُ عَدْنٍ  izafeti,  عُقْبَى الدَّارِ ’dan bedeldir.  يَدْخُلُونَهَا  cümlesi haldir. (Muhyiddin Derviş-Îrab)

Bedel ve hal cümleleri akıbet yurduna dikkat çekmek maksadıyla yapılmış ıtnâbtır.

جَنَّاتُ عَدْنٍ ‘nin hazfedilmiş bir mübtedanın haberi olması da mümkündür. (Kurtubî)

Burdaki ayetten maksat, itaatkâr olan insana, onun sevincini ve neşesini artıran her bir şeyi hatırlatmaktır. Binaenaleyh Allah mükellefe, o cennete girdiği zaman babalarının, hanımlarının ve çocuklarının onunla birlikte bulunacağını müjdelediğinde hiç şüphe yok ki bundan dolayı mükellefin sevinci büyür, neşesi de artar. Hatta, cennetliklerin sevincini sağlayan en büyük şeylerden birisinin, onların orada bir araya gelip, dünyadaki hal ve hatıralarından bahsetmeleri, sonra da bunlardan kurtardığı ve cennete ulaştırdığı için Allah'a şükretmeleri olduğu söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İsim cümleleri sübut ifade eder. 

Müsned muzari fiil sıygasında gelmiş ve hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

بَابٍۚ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.

اٰبَٓائِهِمْ - اَزْوَاجِهِمْ - ذُرِّيَّاتِهِمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı,  يَدْخُلُونَهَا , مِنْ , هِمْ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr  sanatları vardır.

Ra'd Sûresi 24. Ayet

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ  ...


“Sabretmenize karşılık selâm sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzeldir!”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 سَلَامٌ selam س ل م
2 عَلَيْكُمْ size
3 بِمَا karşılık
4 صَبَرْتُمْ sabretmenize ص ب ر
5 فَنِعْمَ ne güzel ن ع م
6 عُقْبَى sonu ع ق ب
7 الدَّارِ yurdun د و ر

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ

 

سَلَامٌ  mübteda olarak lafzen merfûdur.  عَلَيْكُمْ  car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

مَا  ve masdar-ı müevvel,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  سَلَامٌ ‘e müteallıktır.  صَبَرْتُمْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

فَ  atıf  harfidir.  نِعْمَ  camid fiildir. Medih fiillerindendir.  عُقْبَى  kelimesi  نِعْمَ ’nin faili olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

 نِعْمَ  fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri;  الجنّة  şeklindedir.

الدَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ بِمَا صَبَرْتُمْ فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ

 

سَلَامٌ عَلَيْكُمْ ; takdiri  يقولون (Derler) olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavlidir.  سَلَامٌ  mübteda, عَلَيْكُمْ  mahzuf habere müteallıktır. Dua manasına işaret ettiğinde cümleye, nekre ile başlamak caizdir. (Ahmed bin Muhammed el-Hırât)

Masdar harfi  مَا  ve akabindeki  صَبَرْتُمْ  cümlesi, mecrur mahalde masdar tevilindedir. Başındaki harf-i cerle birlikte  عَلَيْكُمْ ’a müteallıktır. Mahzuf mübtedanın haberi olması da caizdir. 

بِمَا صَبَرْتُمْ  ifadesinde icaz-ı hazif vardır. Takdiri;  هَذَا بِمَا صَبَرْتُمْ  şeklindedir. Yani  هَذَا بِسَبَبِ صَبْرَكُمْ  (Bu sizin sabrınız sebebiyledir). (Muhyiddin Derviş-Îrab)

Zikredilen faziletlerin içinden burada yalnız sabrın zikre tahsis edilmesi, daha önce zikredildiği gibi, onların hepsinde sabrın katkısının olmasıdır ve ilave bir meziyeti de vardır ki onların hepsinde işin direğidir ve Allah (cc) rızası için sabır olmadıkça hiçbirine itibar edilmez. (Ebüssuûd)


فَ  atıf harfidir. Önceki cümlenin dua manası taşıması bu cümlenin atfını mümkün kılmıştır. 

فَنِعْمَ عُقْبَى الدَّارِۜ  cümlesi, gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Nakıs fiil  نِعْمَ ’nin faili olan  عُقْبَى الدَّارِ  , izafet terkibiyle gelerek az lafızla çok anlam ifade etmiştir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Medh fiillerinden olan  نِعْمَ ’nin mahsusu, mahzuftur. Cümlenin takdiri;  الجنّة  ، أو عقباهم  (Cennet veya onların sonu) şeklindedir. 

22. ayet de  عُقْبَى الدَّارِۜ  lafzıyla bitmişti. Aralarında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. 

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.


Ra'd Sûresi 25. Ayet

وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ  ...


Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) koparanlar ve yeryüzünde fesat çıkaranlar var ya; işte lânet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالَّذِينَ kimseler
2 يَنْقُضُونَ bozan(lar) ن ق ض
3 عَهْدَ verdikleri sözü ع ه د
4 اللَّهِ Allah’a
5 مِنْ
6 بَعْدِ sonra ب ع د
7 مِيثَاقِهِ iyice pekiştirdikten و ث ق
8 وَيَقْطَعُونَ ve kesenler ق ط ع
9 مَا şeyi
10 أَمَرَ istediği ا م ر
11 اللَّهُ Allah’ın
12 بِهِ onunla
13 أَنْ
14 يُوصَلَ bitiştirilmesini و ص ل
15 وَيُفْسِدُونَ ve bozgunculuk yapanlar ف س د
16 فِي
17 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
18 أُولَٰئِكَ işte
19 لَهُمُ onlaradır
20 اللَّعْنَةُ la’net ل ع ن
21 وَلَهُمْ ve onlaradır
22 سُوءُ kötü (sonucu) س و ا
23 الدَّارِ yurdun د و ر
Gerek Allah’a gerekse kullara verdikleri sözden dönen, yaptıkları anlaşmaları bozan, akraba, konu komşu ve diğer insanlarla ilişkilerini kesen, fakir fukarayı gözetmeyen, yeryüzünde fesat çıkarıp insanların arasını bozan kimseler bu kötü fiillerden dolayı dünyada Allah’ın, meleklerin ve insanların lânetine uğrarlar; âhirette ise cehenneme gireceklerdir (Allah’a verilen söz ve onu bozanlar hakkında bilgi için bk. Bakara 2/27).
 İslâm’ın ilk dönemlerinde Hz. Peygamber’e genellikle maddî bakımdan zayıf kimseler inanmıştı. Mekke’nin varlıklı müşrikleri bunları gördüklerinde, “Allah’ın kendilerine lutufta bulunduğu kimseler de bunlar mı!” (En‘âm 7/53) diyerek müminleri küçümsüyor, “Onlar Allah’ın sevdiği kimseler olsa, Allah onları böyle sıkıntılar içinde bırakmaz” diyorlardı. Kanaatlerine göre Allah’ın kendilerine zenginliği lâyık görmesi onları sevdiğinin bir alâmetiydi. Oysa Allah Teâlâ hikmeti gereği kullarından dilediğinin rızkını bol, dilediğininkini de kıt verir. Allah’ın bir kimseye bol rızık vermesi onun Allah katında değerli olduğunu göstermediği gibi, herhangi birinin rızkını daraltması da onun Allah katında sevilmeyen biri olduğunu göstermez. Dünya varlığı, insanlar katında bir değer olmakla birlikte Allah’ın rızâsına uygun olarak kullanılmadığı takdirde Allah katında bir değer ifade etmez; fâni dünyanın nimet ve zîneti cennette olanlarla karşılaştırıldığı takdirde dünyadaki çok sönük, renksiz ve tatsız kalır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 286

وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪

 

وَ  istînâfiyyedir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  يَنْقُضُونَ ‘dir. 

يَنْقُضُونَ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَهْدَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup lafzen mecrurdur.

مِنْ بَعْدِ  car mecruru  يَنْقُضُونَ  fiiline müteallıktır.  م۪يثَاقِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

  

 وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  يَقْطَعُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Müşterek ism-i mevsûl  مَٓا , mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَمَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  بِه۪ٓ  car mecruru  اَمَرَ  fiiline müteallıktır.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  بِه۪ٓ ‘deki zamirden bedel olarak mahallen mecrurdur.

يُوصَلَ  mansub meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

وَ  atıf harfidir.  يُفْسِدُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يُفْسِدُونَ  fiiline müteallıktır.

يُفْسِدُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  فسد ’dir.   

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ

 

İsim cümlesidir.  اُو۬لٰٓئِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمُ اللَّعْنَةُ  cümlesi  اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  اللَّعْنَةُ  muahhar mübteda olup mukadder damme ile merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  سُٓوءُ  muahhar mübteda olup mukadder damme ile merfûdur.  الدَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَالَّذ۪ينَ يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ اَنْ يُوصَلَ وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمُ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُٓوءُ الدَّارِ

 

وَ   istînâfiyedir.  الَّذ۪ينَ  ism-i mevsûlu mübteda olarak ref mahallindedir. Sılası  يَنْقُضُونَ عَهْدَ اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ م۪يثَاقِه۪ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen …وَيَقْطَعُونَ مَٓا اَمَرَ اللّٰهُ  cümlesi, … يَنْقُضُونَ ’ye matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

يَقْطَعُونَ  fiilinin mef’ûlü yerindeki müşterek ism-i mevsûl  مَٓا ’nın sılası olan  اَمَرَ اللّٰهُ بِه۪ٓ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُوصَلَ  cümlesi, masdar teviliyle  بِه۪ٓ ’deki zamirden bedeldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

"Allah'ın ahdini bozanlar..." Mukatil'den nakledilmiş olduğuna göre, bu ayet ehl-i kitap hakkında nazil olmuştur. Çünkü Hz Mûsa'ya verdikleri mîsaktan sonra ahdi bozanlar onlardır. Bununla beraber nüzul sebebinin özel olması, ayetin hükmünün genel olmasına engel değildir. (Elmalılı)

وَيُفْسِدُونَ فِي الْاَرْضِۙ  cümlesi, aynı üslupla gelerek  يُوصَلَ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Bu fesat Allah'ın dininden başka bir şeye davet etmek manasındadır. Bu bazan, mala ve cana zulmetmek, bazan da beldeleri harab etmek suretiyle olur. (Fahreddin er-Râzî)


Sarih masdar yerine masdar-ı müevvel tercih edilmesi, durumun bir kereye mahsus olmadığına işaret eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.1, s. 83)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

عَهْدَ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olması  عَهْدَ için tazim ifade eder. 

يَقْطَعُونَ - يُوصَلَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  م۪يثَاقِه۪ - عَهْدَ  ve  سُٓوءُ - اللَّعْنَةُ - يُفْسِدُونَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Bu ayet 20 ve 21.ayetlerle mukabele teşkil eder. Aralarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

اُو۬لٰٓئِكَ  işaret ismi ayette bahsi geçenleri kınamak ve tahkir gayesiyle gelmiştir.

Burada bir istiare vardır.  نْقُضُ  aslında ipi çözmek,  عَهْدَ de anlaşma yapmak demektir. Anlaşmalar bağlanmış, düğümlenmiş bir ipe benzetilmiştir. 

Beyzâvî buradaki istiarenin inceliklerini son derece önemli bilgiler vererek ve örnekler sunarak şu şekilde açıklar: Ayette geçen  نقض  ifadesi, bozmak ve terkibi çözmek manasınadır. Aslında ipin katlarını çözmede kullanılır. Sözü bozmada kullanılması ise istiare yoluyladır. Çünkü onda da sözleşen iki kişiden birinin diğerine bağlanması söz konusudur. Bozma / نقض , ip / حبل  lafzı ile kullanılırsa mecazın terşihi olur, eğer söz manasındaki  عهد lafzıyla birlikte zikredilirse, onun gereklerinden (levazımından) birine remz (işaret) olur. Şöyle ki ahitleşenler arasındaki bağlantıyı sağlayan iptir.

Müfessirimizin ‘’bozma, ip lafzı ile kullanılırsa mecazın terşihi olur, eğer söz lafzıyla birlikte zikredilirse, onun gereklerinden (levazımından) birine remz (işaret) olur’’ ifadesi gerçekten dikkat çekicidir. Zira birinci ifadeyle istiare-i tasrihiyye-i muraşşaha’nın müşebbehün bih ile birlikte onun mülayiminden olan bir şeyin zikredilmesi, ikinci ifadeyle ise istiare-i mekniyyenin müşebbehle birlikte müşebbehün bih’in mülayiminin zikredilmesi şeklindeki tarifine işaret etmiştir. (Süleyman Gür, Kadı Beyzâvî Tefsirinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı, Bakara / 27)


Allah Teâlâ, saîdlerin sıfatlarını ve onlara düşen yüce ve şerefli halleri zikredince, bunun peşi sıra, şakilerin halini ve onlara düşen hoş olmayan ve hor kılıcı halleri zikretmiş, böylece, izah tam olsun diye vaadin peşine vaîdi, sevabın peşinden ikâbı getirmiş ve "Allah'a verdikleri ahdi, kuvvetli teminat ile de destekledikten sonra bozanlar" buyurmuştur. Ahdi bozmaktan murad, insanın delillere kesinlikle bakmamasıdır. İşte o zaman, insanın bu delillerin gereği ile ameli mümkün olmaz veya bu ahdi bozmaktan murad insanın o delillere bakıp, doğru olduğunu anladıktan sonra, inat ederek, onlarla amel etmemesi veya şüpheli olan şeye itibar ederek, hak olanın aksine itikat etmesi, inanmasıdır. (Fahreddin er-Râzî)


Cenab-ı Hak "Allah'ın birleştirilmesini emrettiği şeyi koparanlar" buyurmuştur. Bu ifade, daha önceki ayette geçen, "Onlar ki Allah'ın, ulaştırılmasını emrettiği şeyi ulaştırırlar" (Râd,21) ifadesinin mukabilidir. Binaenaleyh, vasletmenin zıddı olan sıla-i rahmi kesme işinin, bu kimselerin sıfatı olduğu belirtilmiştir. Bu ifadeden murad, Allah'ın, ulaştırılmasını, bitiştirilmesini vâcip kıldığı her bir şeyi kesmektir. Bu ifadenin içine, dostluk ve yardım ile Peygambere yakınlaşma, onunla irtibat içinde olma; müminlerle birleşme, akrabaları ziyaret etme ve üzerinde hakkı olan herkes ile irtibat içinde olma da girer.  (Fahreddin er-Râzî)




Ra'd Sûresi 26. Ayet

اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ وَفَرِحُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ۟  ...


Allah, rızkı dilediğine bol verir, (dilediğine de) kısar. Onlar ise dünya hayatı ile sevinmektedirler. Hâlbuki dünya hayatı, ahiretin yanında çok az bir yararlanmadan ibarettir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 اللَّهُ Allah
2 يَبْسُطُ bollaştırır ب س ط
3 الرِّزْقَ rızkı ر ز ق
4 لِمَنْ kimse için
5 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
6 وَيَقْدِرُ ve kısar ق د ر
7 وَفَرِحُوا ve sevindiler ف ر ح
8 بِالْحَيَاةِ hayatıyle ح ي ي
9 الدُّنْيَا dünya د ن و
10 وَمَا oysa
11 الْحَيَاةُ hayatı ح ي ي
12 الدُّنْيَا dünya د ن و
13 فِي
14 الْاخِرَةِ ahiretin yanında ا خ ر
15 إِلَّا ancak
16 مَتَاعٌ bir geçimdir م ت ع

Riyazus Salihin, 464 Nolu Hadis
Müstevrid İbni Şeddâd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Âhirete göre dünya, sizden birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. O kişi parmağının ne kadarcık bir su ile döndüğüne baksın.”
(Müslim, Cennet 55)

Riyazus Salihin, 463 Nolu Hadis
Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Cehennemliklerden olup, dünyada pek müreffeh hayat yaşayan bir kişi kıyamet gününde getirilip cehenneme bir kere daldırılır. Sonra:
– Ey âdemoğlu! Sen hayırlı bir gün gördün mü? Herhangi bir nimete nâil oldun mu? denilir. O kişi:
– Hayır, vallahi Rabbim! Öyle bir şey görmedim, der. Cennetliklerden olup, dünyada insanların en yoksul olanı getirilir cennete bir kere daldırılır. Ona da:
– Ey âdemoğlu! Sen herhangi bir yoksulluk ve sıkıntı gördün mü? Hiç zorluk ve darlık çektin mi? denilir. O kişi de:
– Hayır, vallahi Rabbim! Hiçbir yoksulluk ve sıkıntı görmedim, zorluk ve darlık çekmedim, der.”
(Müslim, Münâfikîn 55 )

اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ 

 

İsim cümlesidir.  للّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  يَبْسُطُ  fiili, mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَبْسُطُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  الرِّزْقَ  mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlلِ  harf-i ceriyle  يَبْسُطُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlün sılası  يَشَٓاءُ ’dur. Îradan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. 

يَقْدِرُ  fiili atıf harfi  وَ ‘la  يَبْسُطُ  fiiline matuftur.


 وَفَرِحُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  فَرِحُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِالْحَيٰوةِ  car mecruru  فَرِحُوا  fiiline müteallıktır.  الدُّنْيَا  kelimesi  الْحَيٰوةِ ‘nin sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.


 وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ۟

 

وَ  haliyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  الْحَيٰوةُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  الدُّنْيَٓا  kelimesi  الْحَيٰوةُ  ‘nun sıfatı olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

فِي الْاٰخِرَةِ  car mecruru  الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا ‘nın mahzuf haline müteallıktır. Takdiri;  مقيسة في جنب الآخرة  (Ahiret tarafından mukayese edildiğinde) şeklindedir. 

اِلَّا  hasr edatıdır.  مَتَاعُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 

اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ 

 

İstînafiyye olarak fasılla gelen ayette ilk cümle sübut ifade eden isim cümlesidir.  Faide-i haber ibtidâî kelamdır. Lafza-i celâl mübteda, müspet muzari fiil sıygasındaki  يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ  cümlesi haberdir. 

Haberin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, teceddüt ve istimrar ifade eder.  

Haberde muzari fiil tercih edilmesi, olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl başındaki harfi cerle birlikte  يَبْسُطُ  fiiline müteallıktır. Sılası  يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَيَقْدِرُۜ  cümlesi,  يَبْسُطُ ’ya tezat nedeniyle atfedilmiştir.

اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ  ifadesinde istiare vardır.  يَبْسُطُ  kelimesi devam ve kesret için müsteardır.  يَقْدِرُۜ  ise kılletten kinayedir. (Âşûr)

اَللّٰهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ  cümlesiyle, وَيَقْدِرُۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

يَبْسُطُ - يَقْدِرُ   kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Vahidi şöyle demiştir:  قْدِرُ  "Kadr Arapça'da, bir şeyi fazla ve noksan olmaksızın eşit parçalara bölmek anlamındadır." Müfessirler ise "ayetteki  يَقْدِرُ   fiili için, daraltmak anlamında olduğunu söylemiştir. Bunun bir benzeri de, ["Kimin de rızkı daraltılırsa" (Talak/7) ayetidir"] demişlerdir. Buna göre ayetin manası, "Allah Teâlâ dilediğine yetecek kadar rızık verir, bundan geriye birşey kalmaz, artmaz" şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)


 وَفَرِحُوا بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Anlamadıkları bol rızık sebebini beyan için müstenefe cümlesi gelmiştir.

Dünya hayatı ile sevinmek ifadesi dünya hayatının nimeti ile sevinmek anlamında hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir. 


وَمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا فِي الْاٰخِرَةِ اِلَّا مَتَاعٌ۟

 

وَ , haliyyedir. Menfi isim cümlesi formunda gelmiş faide-i haber inkâri kelamdır.

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.  الْحَيٰوةُ الدُّنْيَٓا  mevsuf/maksûr,  مَتَاعٌ  sıfat/maksûrun aleyhtir. Dünya hayatının bir aldanış vasıtasından başka birşey olmadığı, kasr üslubuyla etkili bir şekilde ifade edilmiştir.

فِي الْاٰخِرَةِ , mahzuf hale müteallıktır.

الْحَيٰوةُ - الدُّنْيَا  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

الدُّنْيَا - الْاٰخِرَةِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab,  الدُّنْيَا - الْحَيٰوةُ - الرِّزْقَ - فَرِحُوا - مَتَاعٌ۟   kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اِلَّا مَتَاعٌ۟  [Ancak bir metadır], yani, insanın, geçici ihtiyaçları için kendisinden faydalandığı bir eşya gibidir. Burada teşbih edatı ile vech-i şebeh hazf edildiği için teşbih-i beliğ sanatı vardır. (Safvetü't Tefasir)
Ra'd Sûresi 27. Ayet

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ  ...


İnkâr edenler diyorlar ki: “Ona (Muhammed’e) Rabbinden bir mucize indirilseydi ya!” De ki: “Şüphesiz Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni de doğru yola eriştirir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَيَقُولُ ve diyorlar ق و ل
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
4 لَوْلَا değil miydi?
5 أُنْزِلَ indirilmeli ن ز ل
6 عَلَيْهِ ona
7 ايَةٌ bir ayet ا ي ي
8 مِنْ -nden
9 رَبِّهِ Rabbi- ر ب ب
10 قُلْ de ki ق و ل
11 إِنَّ şüphesiz
12 اللَّهَ Allah
13 يُضِلُّ saptırır ض ل ل
14 مَنْ kimseyi
15 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
16 وَيَهْدِي ve iletir ه د ي
17 إِلَيْهِ kendisine
18 مَنْ kimseyi
19 أَنَابَ yönelen ن و ب
Bir uyarıcı ve bir müjdeleyici olarak peygamberin görevi mûcize göstermek değil, insanları uyarmak; onlara hakkı, adaleti, güzeli ve doğruyu göstermek; haksızlık, adaletsizlik ve sapkınlıktan sakındırmaktır. Allah Teâlâ bir lutuf olarak gönderdiği peygamberleri mûcizelerle de desteklemiştir; ancak inkârcılar Hz. Peygamber’in getirdiği mûcizeleri yeterli bulmuyor, herkesin kabule mecbur kalacağı bir mûcize istiyorlardı. Böyle bir mûcize ise imtihan amacını ortadan kaldıracağı için ilâhî hikmete uygun değildi. Gerçek şu ki, burada eksik olan mûcize değil, doğruyu bulma arzusudur, onlarda doğruyu bulma arzusu olmadığı için peygamberin getirdiği mûcizelere rağmen inatla inkârcılıklarını sürdürmüşlerdir. Allah Teâlâ tercihini bu yönde kullanan kimseleri zorla doğru yola iletmez. Bilâkis onları kendi iradeleri ve tercihleriyle baş başa bırakır, sapkınlıkları içerisinde bocalar dururlar; inkârcılık ruhlarına yerleştikten sonra inanma güçleri zayıflamış olacağı için iman da edemezler. İşte Allah’ın dilediğini saptırmasından maksat budur. Nitekim yüce Allah 27. âyetin son cümlesinde doğruyu arayıp ona yönelenleri yani tercihlerini bu yönde kullananları hidayete erdireceğini haber vermekte, 28. âyette ise doğru yolu arayanların vasıflarını bildirmektedir. Âyetin bağlamı dikkate alındığı takdirde Allah’ı zikretmekten maksadın Kur’an olduğu düşünülebilir. Zira bir önceki âyette inkârcıların kabul etmedikleri şey Kur’an’dı; buna karşılık müminlerin gönüllerini huzura kavuşturan zikir de yine Kur’an’dır. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm’de birçok yerde zikr kelimesi Kur’an’ın adı olarak geçmektedir (meselâ bk. Hicr 15/9; Nahl16/44; Enbiyâ 21/50; Fussılet 41/41 vd.). Bununla birlikte zikr masdar olarak “anmak” mânasına gelir; âyette bu mânanın yani dil veya kalp ile Allah’ın anılmasının kastedilmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Allah’ın hidayete erdirdiği kimseler Allah’a ve Kur’an’a gönülden ve samimi olarak inanan, Kur’ân-ı Kerîm’i okumakla ve Allah’ın adını anmakla kalpleri huzur, ruhları sükûnet bulan kimselerdir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 288-289
ب Nevebe : نَوْبٌ bir nesnenin sık sık, tekrar tekrar geri dönmesidir. Sürekli gidip tekrar yuvasına döndüğünden bal arısına da نُوبٌ adı verilmiştir. الإنابَةُ إلَى اللّهِ tövbeyle ve hâlisâne ameller işleyerek Yüce Allah’a geri dönmektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 18 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri nâib, nöbet, Münib, münavebe (nöbetleşme) ve niyabettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَقُولُ  merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası  كَفَرُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ ’dir.  يَقُولُ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

لَوْلَا  cezmetmeyen şart edatıdır. Tahdid için  هلا  yani “Değil mi?” manasındadır.

اُنْزِلَ  fetha üzere mebni, meçhul mebni mazi fiildir.

عَلَيْهِ  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.  اٰيَةٌ  naib-i fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ رَبِّه۪  car mecruru  اُنْزِلَ  fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ’dir. Mekulü’l-kavli  اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ  cümlesidir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

ٱللَّهَ  lafza-i celâli,  إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

يُضِلُّ  fiili  إِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يُضِلُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  , mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası   يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

وَ  atıf harfidir.  يَهْد۪ٓي  fiili,  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

اِلَيْهِ  car mecruru  يَهْد۪ٓي  fiiline müteallıktır.   

Müşterek ism-i mevsûl olan  مَنْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اَنَابَ  cümlesidir. Îrabdan mahalli yoktur.

اَنَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

وَيَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَوْلَٓا اُنْزِلَ عَلَيْهِ اٰيَةٌ مِنْ رَبِّه۪ۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife kılınması, onların adını yahut sıfatlarını açıkça söylemekten imtina edilmesi sebebiyle olabilir.

Has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

يَقُولُ  fiilinin mekulü’l-kavli, talebî inşâi isnaddır.

Cümleye dahil olan  لَوْلَٓا  harfi, bu cümlede  هلا  manasındadır.

لَوْلاَ  “meli/malı, değil mi, ...olsaydı ya” manasında tahdid ilişkisi kurar. Muzariden önce teşvik, maziden önce kınama ve nedamet (pişmanlık) ifade eden bir edattır. Tahdid kelime olarak “teşvik” anlamına gelse de terim olarak “Bir işin yapılmasını ve onda gevşeklik gösterilmemesini şiddetle ve sertçe istemektir.” Arz kelimesinde olduğu gibi yumuşaklık söz konusu değildir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

اٰيَةٌ ’un nekre gelişi, nev ve tazim ifade eder.

رَبِّه۪  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

Bu kâfirlerden murad, Mekke halkıdır. Onların böyle kâfir olarak ifade edilmeleri, onları zemmetmek ve bu söyledikleriyle küfürlerini tescil etmek içindir. Zira onların bu söyledikleri, kibir ve inadın en son mertebesidir.

Onlara göre sanki Peygamberimize (sav) indirilmiş olan o muazzam ve gayet açık mucizeler mucize değilmiş de, onlar, İlâhî hikmetin gerektirmediği ve gerçekleşmesinden sonra hiç kimsenin kabul etmeyecek gücü kalmayacak bir takım fizik mucizeleri talep ettiler. 

İşte bundan dolayı onlara şöyle cevap verilmesi emredilmiştir:

" De ki: Şüphesiz Allah dilediğini, saptırır; Kendisine yöneleni de hidayete erdirir."

Yani ey Mekke kâfirleri! Kibir, inat, serkeşlik ve fesada batmak sıfatlarında sizin gibi olanlara bütün mucizeler gelse de, hidayete ermeleri mümkün değildir. (Ebüssuûd)


قُلْ اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّ اللّٰهَ يُضِلُّ  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

اِنَّ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede müsned  يُضِلُّ مَنْ يَشَٓاءُ , muzari fiil olarak gelmiştir. Hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

يُضِلُّ  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası  تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen  وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ اَنَابَۚ  cümlesi,  يُضِلُّ  cümlesine matuftur. Cümlenin atıf sebebi tezattır. Ayrıca cümleler arasında hükümde ortaklık vardır. 

يُضِلُّ - يَهْد۪ٓي , kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı,  كَفَرُوا - اَنَابَ  tıbâk-ı hafî,  يَقُولُ - قُلْ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَنْ ‘in tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr,  مَنْ  ve  مِنْ  kelimeleri arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

اَنَابَ : Hakk'a teslimiyetle yönelmek ve Hakk'ın ayetlerini derinden derine düşünerek O'na dönmek ve tövbe etmektir ki asıl anlamı "hayır nöbetine girmek" demektir. Binaenaleyh hidayetin şartı nefsin istek ve iradesinden çıkıp, Hak Teâlâ'nın iradesine yönelmek, O'na teslim olmak ve bağlanmak demek olan cüz'î iradedir. (Elmalılı)


Ra'd Sûresi 28. Ayet

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ  ...


Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 الَّذِينَ onlar
2 امَنُوا inananlardır ا م ن
3 وَتَطْمَئِنُّ ve tatmin olanlardır ط م ن
4 قُلُوبُهُمْ gönülleri ق ل ب
5 بِذِكْرِ anmakla ذ ك ر
6 اللَّهِ Allah’ı
7 أَلَا iyi bilin ki ancak
8 بِذِكْرِ anmakla ذ ك ر
9 اللَّهِ Allah’ı
10 تَطْمَئِنُّ huzur bulur ط م ن
11 الْقُلُوبُ gönüller ق ل ب

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ 

 

اَلَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, önceki ayetteki  مَنْ ‘den bedel veya atf-ı beyân olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

اٰمَنُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  تَطْمَئِنُّ  merfû muzari fiildir. 

قُلُوبُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِذِكْرِ  car mecruru  تَطْمَئِنُّ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 


اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ

 

اَلَا  tenbih edatıdır.  بِذِكْرِ  car mecruru  تَطْمَئِنُّ  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

تَطْمَئِنُّ  merfû muzari fiildir.  الْقُلُوبُ  fail olup lafzen merfûdur.

تَطْمَئِنُّ  fiili rubâî mücerrede iki harf eklenmesiyle; fiilin başına bir elif, sonuna da lâme’l-fiili cinsinden bir harf ilavesiyle yapılan  افْعَلَلَّ  fiillerindendir.

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ 

 

Fasılla gelen ayette fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.

Önceki ayetteki ikinci ism-i mevsûl  مَنْ ’den bedel olan  اَلَّذ۪ينَ ’nin sılası  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Sıla cümlesine matuf olan  وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bedel, kapalı bir ifadeyi açmak, açık olanı kuvvetlendirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

بِذِكْرِ اللّٰهِۜ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olması  ذِكْرِ  için tazim ifade eder. 

تَطْمَئِنُّ  kelimesinde irsâd sanatı vardır.

اَلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا [Onlar ki iman ettiler] ibaresi  مَنْ اَنَابَۚ ‘deki  مَنْ ‘den bedeldir veya mahzuf mübtedanın haberidir.

Ayette muzari fiil olan  تَطْمَئِنُّ , mazi fiil olan  اٰمَنُوا ‘ye atfedilmiştir. Mazi fiile atfedilen muzari fiilin delalet ettiği zaman, üç zamanı da kapsayan sürekliliktir. Ayette  تَطْمَئِنُّ muzari fiilinden belli bir zaman kastedilmemiş, Allah’ı zikir ile kalplerin sürekli ve devamlı bir şekilde huzur bulduğuna vurgu için muzari fiil getirilmiştir. 

اٰمَنُوا  mazi olduğu halde muzari fiil olan  تَطْمَئِنُّ  ona atfedildi. Bu fiilin muzari olması Allah’ın zikrini devamlı yaptıklarının göstergesidir. Çünkü muzari fiil teceddüt ve istimrar ifade eder. (Muhyiddin Derviş-Îrab ve Muhammed b. Yûsuf b. Alî b. Yûsuf b. Hayyân el-Endelüsî Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît, nşr. Adil Ahmet, Ali Muhammed (Beyrut: Daru’l-kutubu’l-ilmiyye, 1993), 6: 336)

Bunun yanında  اٰمَنُوا  mazi fiilinin geçmiş zamana,  تَطْمَئِنُّ  muzari fiilinin hal ve istikbale delalet etmesi mümkündür. O zaman anlam: “Geçmişte iman edip, bugün ve gelecekte Allah’ı zikir ile kalpleri huzur bulanlar” şeklinde olmaktadır. (Fahreddin Râzî Ebu Abdillâh (Ebü’l-Fazl) Fahruddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn et-Taberistânî (ö. 606/1210), Mefâtîhu’l-gayb (Beyrut: Daru’l-fikr, 1981), 23: 24)


اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُۜ

 

Fasılla gelmiş ta’liliyye hükmündeki cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  بِذِكْرِ اللّٰهِ , amili olan  تَطْمَئِنُّ ’ye takdim edilmiştir. Böylece cümle kasr ifade etmiştir. Cümleyi tenbih harfi  اَلَا  tekid etmiştir.

Lafza-i celâlin, kalplerde haşyet ve muhabbet duygularını artırmak için yapılan tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

بِذِكْرِ اللّٰهِۜ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olması ذِكْرِ  için tazim ifade eder. 

اللّٰهِ  , تَطْمَئِنُّ  , الْقُلُوبُ , بِذِكْرِ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَتَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِكْرِ اللّٰهِ [Kalpleri Allah’ın zikri ile huzur bulur.]  O zikre alıştığı, ona itimat ettiği ve ona ümit bağladığı için ya da korkusundan paniğe kapıldıktan sonra rahmetini anmakla tatmin olur veya varlık ve birliğini gösteren delilleri zikretmekle ya da kelamı ile yani mucizelerin en güçlüsü olan Kur’an ile demektir. (Beyzâvî)

Kalp ne zaman cisimler âlemini araştırmaya ve müşahede etmeye (seyre) yönelirse, o esnada bir daralma ve çarpıntı ile o cisimler âlemini ele geçirip, onda tasarrufta bulunma konusunda şiddetli bir temayül meydana getir. Ama kalb, Hz Allah'ın azametini araştırmaya ve müşahedeye yöneldiği zaman ise, kalpte samedanî nurlar ve ilahî ışıklar hasıl olur. İşte kalp o zaman sükuna erer. Bundan dolayı Hak Teâlâ ["Haberiniz olsun ki kalpler ancak zikrullah ile mutmain olur"] buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)


Günün Mesajı
22. ayeti kerimedeki ''kötülüğü iyilikle savmak'' şu şekillerde açıklanmıştır: * Yaptıkları her kötülük ve/veya işledikleri her günahı hemen tevbe ile temizler ve silerler. * Ne zaman bir kötülük yapsalar, hemen arkasından bir iyilik yaparak onu gidermeye bakarlar. * Kendilerine kötülük yapanlara iyilikle mukabelede bulunurlar. * Kendilerine vermeyene verir, gelmeyene gider ve zulme uğradıklarında affederler.
Sayfadan Gönüle Düşenler

‘İnsan güzeli sever. Huzuru güzel olanda arar ama çoğu, güzelliği yanlış yerlerde arar. Geçici güzellikler nefsine dokunurken, kalıcı olanları kalbine dokunur. Ve insan, çoğunlukla oyunu nefsinden yana kullanır. İnsan nefsi ya bu, günü gelince; ya o güzellikten sıkılır, yenisini arar ya da zamanla beraber güzelliği yitip gideni beğenmez olur. İşte sen!’ dedi göğsüne dokunarak. ‘Rabbinin sınırlarına riayet ederek yaşa. O’nun helal kıldığı güzelliklerin hepsine hamd et. Ama daima kalıcı güzellikleri arayanlardan ol ki, halin akıl sahiplerine benzesin. Böylece gördüklerine nefsinin gözleriyle değil de kalbininkilerle bakarsın. İşittiklerini de, kalbinin kulaklarıyla dinlersin. Ve en önemlisi; sevdiklerini nefsinle değil, kalbinle seversin.’

Ya tanıyamazsam korkusuyla: ‘Akıl sahipleri kimdir?’ diye sordu babasına.

‘Onlar; dualarımızda istediğimiz hayırlara sahip olanlardır.

Allahım! Beni ve ailemi; Sana verdikleri sözü tutanlardan, Sana itaatte kusurdan kaçınanlardan, Toplum karşısındaki sorumluluklarını bilip yerine getirenlerden, İnsan ilişkilerinde emrine uygun şekilde davrananlardan, Senin rızan için sabredenlerden, Namazı dosdoğru kılanlardan, Senin yolunda harcayanlardan, Her türlü kötülüğe karşı iyiliklerle mücadele edenlerden, Haksızlığa karşı adaleti, yalancılığa karşı dürüstlüğü, rezilliğe karşı fazileti seçenlerden, Senin lanet ettiğin hallere sahiplerden; kalben ve bedenen uzak duranlardan, Ahiret nimetlerine meleklerin selam ve dualarıyla kavuşanlardan ve Seni kalbiyle zikredenlerden ve zikrinle, gönlü huzurla dolanlardan eyle.

Allahım! Rızan üzere yaşayan akıl sahiplerini, gözümüze ve gönlümüze güzel göster. Onları bize, bizi onlara sevdir.’

Amin.

***

Denir ki; helal kılınanlara bakıldığında Allah’ın kullarına haram kıldıkları oldukça azdır. Ancak insan evladı, ‘haramdan uzak durun’ ve ‘salih amellerle meşgul olun’ uyarılarını hafife alır. Halbuki bu uyarıları dikkate alıp almamak; kişinin kalbinin mi yoksa nefsinin mi güçleneceğini belirler. Hangisinin daha güçlü olduğuna göre de işittiklerine, gördüklerine ve yaşadıklarına verdiği tepkileri şekillenir. 

Yeryüzünde sürdürülen hayatın kısa oluşu ve ölümün kendisini her an yakalayabileceği düşünceleriyle; nefsi de, kalbi de teşvik etmek mümkündür. Kimi yaşamak adı altında, sönüp gidecek mutluluk hayalleriyle, dünyalıklardan sonuna kadar faydalanmak ister. Kimi ise nefsinin asla doymayacağı ve kalbinin geçicilere kanmayacağı bilinciyle kalıcı olanı arzuladığını daha net hisseder. 

Bununla şu anlaşılır: bir uçtan, diğer bir uca taşınma kapasitesine sahip olan insan için imtihan dünyasına kalbinin mi yoksa nefsinin mi penceresinden baktığı önemlidir. Ancak Allah’ın sünnetine göre yaşayan, batıl ile hakikati ayırt eder ve doğru pencereden yaşananları değerlendirerek hayata dahil olur. Böylelikle güçlenen kalbiyle beraber Allah’ın rahmetine layık kullardan biri olur.

Rabbim! Bizi; Senin sünnetine sıkıca sarılarak yaşayanlardan, Senin rızanı gözeterek elindekileri değerlendirenlerden ve rahmetini umarak yaşadıkları karşısında doğru tepki verenlerden eyle. Nefsini değil, kalbini güçlendirenlerden; günahlarını değil, sevaplarını arttıranlardan; harama değil, helale yaklaşanlardan; nankörlüğü değil, şükrü sevenlerden; batılı değil, hakikati seçenlerden ve gazabına değil, rahmetine layıklardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji