İbrahim Sûresi 34. Ayet

وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟  ...

O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاتَاكُمْ ve size verdi ا ت ي
2 مِنْ -den
3 كُلِّ herşey- ك ل ل
4 مَا ne varsa
5 سَأَلْتُمُوهُ kendisinden istediğiniz س ا ل
6 وَإِنْ ve eğer
7 تَعُدُّوا saymak isteseniz ع د د
8 نِعْمَتَ ni’metini ن ع م
9 اللَّهِ Allah’ın
10 لَا
11 تُحْصُوهَا sayamazsınız ح ص ي
12 إِنَّ doğrusu
13 الْإِنْسَانَ insan ا ن س
14 لَظَلُومٌ çok haksızlık edendir ظ ل م
15 كَفَّارٌ çok nankördür ك ف ر
 
Göklerin ve yerin yaratılması, bulutlardan suyun indirilmesi, bu su sayesinde ölmüş olan yeryüzüne yeniden hayat verilmesi, burada canlılar için rızık olarak türlü türlü bitkilerin bitirilmesi olayı Allah’ın varlığı ve birliğini ispat konusunda Kur’an’ın sıkça başvurduğu delillerdendir. Yeryüzündeki canlı varlıkların sudan yaratıldığı (Enbiyâ 21/30), suyun bunlar için hayat kaynağı olduğu, özellikle yağmurun canlılar ve bitkilerin yaşayıp gelişmesindeki rolü, aynı yağmurla sulandığı halde çeşit çeşit bitki ve ürünler veren yeryüzünün bu muhteşem zenginliği göz önünde bulundurulduğunda, bu nimetlere şükretmenin gerekliliği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Müfessirler Allah’ın eşyayı ve tabii güçleri insanın emrine vermesinin, onlardan süreklilik içinde yararlanmasını sağlamak anlamında mecazi bir ifade olduğu kanaatindedirler. Denizde yüzen gemilerin, vadilerden akan ırmakların, düzenli olarak seyreden ay ve güneşin, birbirini izleyen gece ve gündüzün insanın emrine veya hizmetine sunulması, insanın bunlardan yararlanabileceği şekilde yaratılmış olduklarını ifade eder (Taberî, XIII, 225; İbn Âşûr, XIII, 235-236). İnsan, hayatının her safhasında bu nimetlerden faydalanmaktadır. Elbette ki Allah’ın lutfettiği nimetler bunlardan ibaret değildir. O, insana maddî ve mânevî daha nice nimetler bahşetmiştir. Nitekim 34. âyette Allah insanların istediği her şeyi verdiğini, bu nimetlerin sayılamayacak kadar çok olduğunu ifade buyurmuştur. Bütün bu nimetlerden faydalanan insanoğlunun her an Allah’a şükretmesi gerektiği halde o, nimetleri vereni görmezlikten gelerek nankörlük etmekte, O’na ortak koşmaktadır. Bu sebeple Allah, “İnsanoğlu çok zalim, çok nankördür!” buyurarak onun fıtratındaki olumsuz özelliklerine dikkat çekmiştir.
 
حصي Hasaye : ألإحْصاءُ sayarak elde edilen bilgidir. Bu kökten fiil olarak if’al babındaki أحْصَى formu kullanılır ve saymak manasına gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan bir türevi bulunmamakla birlikte Kuran-ı Kerim’de 10’dan fazla geçmesi sebebiyle kitabın Arapça kelimeler sözlüğü bölümüne alınmıştır.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اٰتٰيكُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  مِنْ كُلِّ  car mecruru  اٰتٰيكُمْ  fiiline müteallıktır.

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  سَاَلْتُمُوهُ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

سَاَلْتُمُوهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.


Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.   سَاَلْتُمُوهُ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.


اٰتٰيكُمْ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.   

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. 

تَعُدُّوا  şart fiili olup  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

نِعْمَتَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  

فَ  karînesi olmadan gelen  لَا تُحْصُوهَا  cümlesi şartın cevabıdır.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  تُحْصُوهَا  şartın cevabı olduğu için  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.


 اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

الْاِنْسَانَ  kelimesi  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  ظَلُومٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.

كَفَّارٌ  kelimesi ise  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.


ظَلُومٌ  -  كَفَّارٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاٰتٰيكُمْ مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُۜ

 

Ayet  وَ ’la 32. ayetteki sılaya matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Muzâfun ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılası  سَاَلْتُمُوهُ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

مِنْ كُلِّ مَا سَاَلْتُمُوهُ  ibaresi, insanların hayatlarında ihtiyaç duydukları yiyecek ve içeceği, onlara hayatlarında verilmiş her türlü ihtiyacın karşılığı, isteseler de istemeseler de, güneş, hava, gündüz, gece…. vs hepsini kapsar. Bu, Allah Teâlâ’nın, onların dünya hayatındaki ihtiyaçlarının hepsini onlar için yaratmasından kinayedir. (Sâbûnî, İbdâ-ul Beyan)

Bu ifadede, mef’ûl mahzuf olup, takdiri “İstediğiniz her şeyden…” şeklindedir. Bundaki  مِنْ كُلِّ  ifadesi tenvinle okunmuş,  مَا سَاَلْتُمُوهُ  ifadesi de hal olmak üzere mahallen mansub menfi bir cümle sayılmıştır. Yani, “O size, istemediğiniz halde herseyden vermiştir” demektir. Buradaki  مَا  edatının ism-i mevsûl olması da caizdir. Buna göre kelamın takdiri, “O size ihtiyaç duyduğunuz her şeyi ve ancak kendisi ile hallerinizin ve geçiminizin uygun hale geldiği şeyleri vermiştir” şeklindedir. Buna göre sanki, “İstediğiniz ve lisan-ı haliniz ile arzu ettiğiniz her şeyi verdi” denilmektedir.

Vahidî şöyle der: “Bu ifadedeki “nimet” kelimesi masdar yerini tutan bir isimdir. Nitekim Arapça’da, “Allah ona nimet in’âm etti” denilir. Burada “nimet” kelimesi, “İn’âm” masdarı yerine kullanılmıştır. İşte bundan ötürü bu kelime masdar manasında oluğu için cemi olarak getirilmemiştir. Binaenaleyh, bu cümle “Çok olduğu için Allah’ın bütün nimetlerini saymaya güç yetiremezsiniz” manasınadır.

Cenab-ı Hak, “Gerçekten insan çok zalim ve çok nankördür” buyurmuştur. Bunun, “İnsan, bu nimetlerin şükrünü yerine getirmemek suretiyle zalim olmuş ve bu nimetlere karşı alabildiğine nankörlük ettiği için de keffâr (çok nankör) olmuştur” manasında olduğu söylenmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Bu cümlenin takdiri şöyledir. İstediğiniz ve istemediğiniz her şeyden size veririz. (Fahreddin er-Râzî)


 وَاِنْ تَعُدُّوا نِعْمَتَ اللّٰهِ لَا تُحْصُوهَاۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

ف۪  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  لَا تُحْصُوهَاۜ , meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

نِعْمَتَ  kelimesinin Allah lafzına izafesi, nimetin tazimine işaret eder.

وَاِنْ تَعُدُّوا  … cümlesinin aynısı Nahl Sûre’si 18. ayette de tekrarlanmıştır. Fakat arkasından gelen cümle iki ayette farklı olarak gelmiştir. Bu iki suredeki benzer ayetlerin son bölümlerinin farklı olması üzerinde düşünülürse, Kur’an’ın fasılalarda ayetin manasını gözettiği anlaşılır. Bu suredeki ayette Allah’ın nimetleri karşısında insanların hali göz önüne alınmıştır ki bu hal zalim ve inkârcı oluşlarıdır. İkinci ayette ise kıymet bilmeme, zulüm ve nimete küfür gibi hallere Allah’ın gufran ve rahmetle karşılık verdiği zikredilmiştir. Yani Allah Teâlâ’nın durumundan haber verilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)

تَعُدُّوا - تُحْصُوهَا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  تَعُدُّوا - لَا تُحْصُوهَاۜ  arasında ise tıbâk-ı selb sanatları vardır.


 اِنَّ الْاِنْسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ۟

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

ظَلُومٌ - كَفَّارٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Allah Teâlâ’nın insanlara bu kadar nimeti sayıldıktan sonra insanın zalim ve keffâr oluş özelliğinin (nedeni belirtilmeden) zikredilmesiyle bu nimetlere şükretmediği, nankörlük ettiği anlaşılmaktadır. Bu ayette Allah Teâlâ’nın ”insan zalim ve keffârdır” ifadesiyle tarizde bulunduğunu, bundan maksadın insanı bu konuda uyarmak olduğunu görmekteyiz.

İbrahim Suresindeki siyak, insan ve sıfatlarıyla ilgili olduğu için ayet insanın bir sıfatıyla son bulmuştur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, et-Ta‘bîru’l-Kur’ânî, s. 220)

ظَلُومٌ كَفَّارٌ  (Çok zulmeden çok inkâr eden) kelimeleri mübalağa ifade eder. Çünkü     فَعُولٌ  ve  فَعَّالٌ  mübâlağa ifade eden kalıplardır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir)

İnsan şiddet (bela-musibet) esnasında şikayet edip, feryad-ü figânı bastığı için, zalim; nimetleri toplayıp başkasına vermediği için de keffârdır (nankör)” manasında olduğu söylenmiştir. Buradaki  الْاِنْسَانَ  lafzı ile, belli bir kimse değil, bütün insan cinsi kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Cenab-ı Hak sanki şöyle demektedir: “Pek çok nimet mevcut olup, sen o nimetleri aldığında ve onları veren ben olduğumda, onu alırken sende şu iki vasıf meydana gelir; yani zalûm (çok zalim) ve keffâr (çok nankör) olman; onları verirken bende de şu iki vasıf meydana gelir, Gafûr ve Rahim olmam.” Buna göre Allah Teâlâ sanki, “Sen zalûm olsan da ben Gafûrum; sen keffâr (nankör) olsan da ben Rahîm’im. Senin aciz olduğunu ve kusur edeceğini biliyorum. Senin kusurlarına bol bol vererek, kabalığına da tastamam vererek karşılık veririm” demek istemiştir.(Fahreddin er-Râzî)

Bu cümle nimetin küfre dönüştüğü manasında gelmiş olan inkâri istifham manasını tekid eder. (Âşûr)