İbrahim Sûresi 47. Ayet

فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍۜ  ...

Sakın Allah’ın, peygamberlerine verdiği sözden cayacağını sanma! Şüphesiz Allah, mutlak güç sahibidir, intikam sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَا sakın
2 تَحْسَبَنَّ sanma ح س ب
3 اللَّهَ Allah’ı
4 مُخْلِفَ cayar خ ل ف
5 وَعْدِهِ verdiği sözden و ع د
6 رُسُلَهُ elçilerine ر س ل
7 إِنَّ çünkü
8 اللَّهَ Allah
9 عَزِيزٌ daima üstündür ع ز ز
10 ذُو sahibidir
11 انْتِقَامٍ intikam ن ق م
 
Tuzak kuranların kimler olduğu ve nasıl bir tuzak kurdukları konusunda tefsirlerde farklı yorumlar yer almıştır (Râzî, XIX, 144). Taberî’ye göre bunlar âyette zalim oldukları bildirilen önceki kavimlerdir; uyarılara rağmen Allah’a ortak koşmaya ve O’na karşı saygısızlığa devam etmişlerdir (XIII, 247). Bu yorum âyetin bağlamına ve bütünlüğüne de uygundur. Bununla birlikte âyet, zalimlerin peygamberleri ve onlara inanan müminleri etkisiz hale getirmeye veya ortadan kaldırmaya, sonuç itibariyle Allah’ın dinini yok etmeye çalıştıklarına da işaret eder. Kur’ân-ı Kerîm bize Hz. Peygamber zamanındaki inkârcıların bu tür tuzaklar kurmaya çalıştıklarını haber vermiştir (Enfâl 8/30).“Oysa onların tuzaklarıyla dağlar yıkılıp yok olacak değildi!” meâlindeki cümle mecaz olarak inkârcıların kurmuş olduğu tuzaklarla Allah’ın dininin yıkılmayacağını ifade eder. Zira Allah Teâlâ gönderdiği kitabı koruyacağını (Hicr 15/9) ve peygamberlerine yardım edip onları zafere kavuşturacağını vaad etmiştir (Gåfir 40/51; Mücâdele 58/21). 47. âyet Allah’ın peygamberlere verdiği sözden dönmesinin söz konusu olmadığını ve zalimlere dünyada mühlet verse bile onları hem dünyada hem de âhirette cezalandırma gücüne sahip bulunduğunu haber vermektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 325-326
 

فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir.

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَحْسَبَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

اللّٰهَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مُخْلِفَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَعْدِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

رُسُلَهُ  kelimesi ism-i fail olan  مُخْلِفَ ‘nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مُخْلِفَ  kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. عَزِیزٌ lafzı  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.

اِنَّ ’nin ikinci haberi  ذُوانْتِقَامٍ ‘dir  ذُو  harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti  وَ ’dır.

انْتِقَامٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عَز۪يزٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına; sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُۜ

 

فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Ayet, takdiri  تنبّه  [Uyar!]  olan mukadder istînafa veya önceki ayetteki ..وَقَدْ مَكَرُوا  cümlesine matuftur.  

Ayetin ilk cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiil nûn-u sakile ile tekid edilmiştir.

مُخْلِفَ  kelimesi,  تَحْسَبَنَّ  için ikinci mef’ûl yerindedir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.

Ayetin aslı,  مُخْلِفَ رُسُلِهِ وَعْدَهُ  şeklindedir, ikinci mef’ûl öne alınmıştır, maksat Allah’ın vaadinden asla caymayacağını göstermektir. (Beyzâvî)

وَعْدِه۪  ve  رُسُلَهُۜ  izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmak  وَعْدِ  ve  رُسُلَ , için tazim ifade eder.

مُخْلِفَ - وَعْدِه۪  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Ayet Hz. Peygamberi muhatap alsa da, hitap umumidir. Ayrıca bu ifade peygambere tuzak kuranlara tehdittir. 

Cenab-ı Hakk’ın peygamberlerine olan vaadi, “Biz, mutlaka peygamberlerimize yardım ederiz” (Mü’min, 51) ve “Allah “Mutlaka ben de peygamberlerim de galip geleceğiz” diye hükmetti” (Mücadele / 21) ayetlerinde bildirilen şeylerdir. (Fahreddin er-Râzî)

 

اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍۜ

 

Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir. 

Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Ta’lil cümleleri, anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

انْتِقَامٍ  kelimesi Kur’an-ı Kerim’de hiç tek başına Allah’ın sıfatı olarak gelmemiş olup isim tamlaması veya fiil-fail kalıbında gelmiştir. 

Bu tabirde sahiplik ifadesi olan ذُو  gelmesi, bu intikamla kulların maslahatını ikame etmeyi dilediğine, tabiatten veya kinden kaynaklanan bir intikam olmadığına işaret eder. Bu cümlenin öncesine atfı; azabın şiddetini açıklamak içindir. (Âşûr, Maide / 95)

عَز۪يزٌ  sıfatının intikam sıfatıyla birlikte gelmesi ve ayetin bağlamıyla münasebeti açısından uyumu, mürâât-ı nazîr sanatıdır. Çünkü, Allah tuzak kurulamayacak kadar güçlüdür, aziz olmayan intikam almaya muktedir değildir.

 اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍۜ  cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; Allah intikam sahibidir. Melzûmu; Allah yapılan kötülüklerden dolayı hesaba çeker. 

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Ayetin fasılası Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de ufak değişikliklerle mevcuttur.

Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi, 29)