بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
مُهْطِع۪ينَ مُقْنِع۪ي رُؤُ۫سِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْۚ وَاَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌۜ
قنع Qane’a : قَناعَةٌ geçici olan dünya mallarından az olanla yetinme ya da azına razı olma demektir. Bu kökün iki şekilde kullanımı mevcuttur: Biri قَنِعَ – يَقْنَعُ – قَناعَةٌ şeklindedir ve hoşnut olmak/razı olmak manasına gelir, diğeri ise قَنَعَ – يَقْنَعُ – قُنُوعٌ biçimindedir ve birşeyi istemek/dilemek anlamında kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 2 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri kanaat etmek, kâni olmak ve iknâdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
رأس Ra’ese : رَاْسٌ iyi bilinmekte olan baş demektir. Çoğulu رُؤُوسٌ şeklinde gelir. Ayrıca رَاْسٌ reis/lider anlamında da kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de isim olarak 18 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri reis ve riyâsettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)مُهْطِع۪ينَ مُقْنِع۪ي رُؤُ۫سِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْۚ
مُهْطِع۪ينَ kelimesi öncek ayetteki الْاَبْصَارُ ‘nun hali olup fetha ile mansubdur. مُقْنِع۪ي ikinci hal olup fetha ile mansubdur.
مُقْنِع۪ي kelimesi cemi müzekker salim olduğu için ى ile mecrurdur. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رُؤُ۫سِهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا يَرْتَدُّ cümlesi مُقْنِع۪ي ‘deki zamirin hali olarak mahallen mansubdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرْتَدُّ merfû muzari fiildir. اِلَيْهِمْ car mecruru لَا يَرْتَدُّ fiiline müteallıktır.
طَرْفُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُهْطِع۪ينَ kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَرْتَدُّ fiili, sülasi mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındandır. Sülâsîsi ردد ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَاَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَفْـِٔدَتُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
هَوَٓاءٌ haber olup lafzen merfûdur.
مُهْطِع۪ينَ مُقْنِع۪ي رُؤُ۫سِهِمْ لَا يَرْتَدُّ اِلَيْهِمْ طَرْفُهُمْۚ
مُهْطِع۪ينَ kelimesi önceki ayetteki الْاَبْصَارُ ‘nun halidir.
لَا يَرْتَدُّ cümlesi مُقْنِع۪ي ‘deki zamirin halidir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede car mecrurun takdimi söz konusudur. اِلَيْهِمْ , siyaktaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.
وَاَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌۜ
Cümle وَ ’la لَا يَرْتَدُّ ‘ye atfedilmiştir. Ya da haldir. Mübteda ve haberden oluşmuş faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânîİlmi)
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur.
اَفْـِٔدَتُهُمْ - رُؤُ۫سِهِمْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌ (Kalpleri boştur) ifadesinde teşbih-i beliğ vardır. Bu cümleden teşbih edatı ve vech-i şebeh kaldırılmıştır. Yani, onların kalplerinde hiçbir şey bulunmadığı için boş gibidir. Böylece bu ifade teşbih-i beliğ olmuştur. (Safvetü't Tefasir, Âşûr)
Radî bu ifadenin istiare olduğunu söylemiştir. Bununla kastedilen, kendilerini saran büyük korku ve endişe sebebiyle onların kalplerini güçlü sabır ve metanet hislerinden yoksun kalmakla nitelemektedir. Korkak kimseye, ‘’göğüs kafesinin içinde kalbi yok’’ anlamında يَرَاعَةٌ جَوفَاءُ (İçi boş kalmış) demeleri Arapların alışık olduğu anlatımlardandır.
Burada korkak kişi, kalpsizlikle nitelenmiştir. Çünkü kalp cesaretin yeridir. Yer yok olunca onun içindeki de yok olur. Bu (ifade), o kişinin korkaklık özelliğinde abartı yapmayı amaçlar. Araplar, bir şeyin içi boş olduğunda, ‘’onun içinde orayı kaplayacak havadan başka bir şey yok’’ anlamında o şeye ‘’hava’’derler. Yüce Allah’ın ‘’Musa’nın annesinin kalbi boş olarak sabahladı’’ (Kasas/10) sözü de bu manadadır. Yine bu konuda şöyle denmiştir: Kalplerin yapısı öyle bozulmuştur ki içlerine giren korku ve onları kuşatan endişe yüzünden artık kalpleri, içinde bir şey tutamaz hale gelmiştir. Çünkü o kalpler, doğal yapısı bozulup, içindekileri tutma ve muhafaza etme yeteneklerini kaybetmiş olmakla artık (içinden her şeyin kolaylıkla geçtiği) hava gibi olmuştur. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
مُهْطِع۪ينَ : Ebu Ubeyde, bu kelimenin manasının “koşmak”; Ahmed İbn Yahya, “zillet ve korku içinde, çaresiz olarak bakmak” olduğunu söylemiştir. Bu kelime, “susup kalan, artık birşey söyleyemeyen kimse” anlamındadır. Leys şöyle der: “Arapça’da bir kimsenin bakışları soğuyup zillet içinde kaldığında, buna, اهطع denir.”
اَفْـِٔدَتُهُمْ هَوَٓاءٌ ‘la, kâfirlerin kalplerinin, Kıyamet gününde, onları saran dehşet ve hayretin büyüklüğünden dolayı, bütün hatıra ve düşüncelerden; onların başına gelen ikâb ve sezadan ötürü her türlü ümit ve arzudan ve onlardaki hüzün ve kederin çokluğundan da her türlü sevinçten uzak olması kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Zalimlerin özellikleri, başlarını dikerek koşmaları, gözlerinin kendilerini bile görememesi, kalplerinin bomboş olması şeklinde sayılarak taksim sanatı yapılmıştır.
“Gözlerin o gün dehşetle belermesi”nden maksat, gördüklerinin dehşetinden dolayı yerlerinde duramayacak olmasıdır.
مُهْطِع۪ينَ yani çağırana doğru hızla giderler. Söylendiğine göre الاهطاع “gözlerini göreceğin şeye doğru çevirmen ve hiç göz kırpmaksızın sürekli ona bakman” demektir. “Başlarını kaldırarak; bakışları kendilerine dönmeyecek şekilde sabit” yani gözleri açık, göz kapakları hiç hareket etmeksizin, gözlerini kırpmaksızın ya da “gözlerini kendilerine çevirip kendi hallerine hiç bakmadan…” (Keşşâf)وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رَبَّـنَٓا اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِـعِ الرُّسُلَۜ اَوَلَمْ تَكُونُٓوا اَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَنْذِرِ | ve uyar |
|
2 | النَّاسَ | insanları |
|
3 | يَوْمَ | güne (karşı) |
|
4 | يَأْتِيهِمُ | kendilerine geleceği |
|
5 | الْعَذَابُ | azabın |
|
6 | فَيَقُولُ | ve diyecekleri |
|
7 | الَّذِينَ |
|
|
8 | ظَلَمُوا | zalimlerin |
|
9 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
10 | أَخِّرْنَا | bizi ertele |
|
11 | إِلَىٰ | -ye kadar |
|
12 | أَجَلٍ | bir süre- |
|
13 | قَرِيبٍ | yakın |
|
14 | نُجِبْ | gelelim |
|
15 | دَعْوَتَكَ | senin çağrına |
|
16 | وَنَتَّبِعِ | ve uyalım |
|
17 | الرُّسُلَ | elçilere |
|
18 | أَوَلَمْ |
|
|
19 | تَكُونُوا | etmemiş miydiniz? |
|
20 | أَقْسَمْتُمْ | yemininizi |
|
21 | مِنْ |
|
|
22 | قَبْلُ | önceden |
|
23 | مَا | olmadığına |
|
24 | لَكُمْ | sizin için |
|
25 | مِنْ | hiçbir |
|
26 | زَوَالٍ | zeval |
|
وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ
Fiil cümlesidir. وَ istîinâfiyyedir. اَنْذِرِ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. يَوْمَ zaman zarfı ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri; أنذرهم أهواله (Onun dehşetiyle uyar) şeklindedir.
يَوْمَ : hem cümleye, hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَأْت۪يهِمُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَأْت۪يهِمُ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هِمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الْعَذَابُ fail olup lafzen merfûdur.
فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رَبَّـنَٓا اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. يَقُولُ merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , fail olup lafzen merfûdur. İsm-i mevsûlün sılası ظَلَمُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
ظَلَمُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, رَبَّـنَٓا اَخِّرْنَٓا ‘dır. يَقُولُ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Nidanın cevabı اَخِّرْنَٓا ‘dır. اَخِّرْنَٓا sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلٰٓى اَجَلٍ car mecruru اَخِّرْنَٓا fiiline müteallıktır. قَر۪يبٍ kelimesi اَجَلٍ ‘in sıfatıdır.
اَخِّرْنَٓا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi أخر ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِـعِ الرُّسُلَۜ
نُجِبْ talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن’ dur.
دَعْوَتَكَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mansubdur.
وَ atıf harfidir. نَتَّبِـعِ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن’ dur.
الرُّسُلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
نَتَّبِـعِ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dır.
İftiâl babı fiile, mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut, hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اَوَلَمْ تَكُونُٓوا اَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍۙ
Hemze istifham harfi, وَ atıf harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَكُونُٓوا fiili نْ ‘un hazfıyle nakıs meczum muzari fiildir. تَكُونُٓوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir ve mahallen merfûdur.
اَقْسَمْتُمْ fiili تَكُونُوا ‘nun haberi olarak mahallen mansubdur.
اَقْسَمْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
مِنْ قَبْلُ car mecruru اَقْسَمْتُمْ fiiline müteallıktır.
قَبْلُ zarfı muzâfun ileyhi hazf edilince damme üzere mebni olur: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍ cümlesi kasemin cevabıdır.
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. زَوَالٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
وَاَنْذِرِ النَّاسَ يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ
وَ istîinâfiyyedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ terkibi, iki mef’ûle müteaddi olan نْذِرِ fiilinin ikinci mef’ûlüdür.
Zaman zarfı يَوْمَ ‘ye muzâfun ileyh olan, cer mahallindeki يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
أت۪ي fiilinin azaba isnadı, mecaz-ı aklîdir.
Azabın gelmesi يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُۙ ifadesi, mecâz-ı mürsel olarak vuku bulması manasında kullanılır. (Âşûr)
يَوْمَ يَأْت۪يهِمُ الْعَذَابُ [Kendilerine o azabın geleceği gün], kıyamet günü ile yani bu günün geleceği ile onları korkut demektir. Bugün, mükâfatın da verileceği bir gün olmakla birlikte, özellikle azap günü diye söz edilmesi, ifadelerin isyankârlara tehdit mahiyetinde olmasından dolayıdır. (Kurtubî)
Bundan önce onların azabının ertelenmesinin hikmeti bildirildikten sonra bu ayette de Peygamberimize hitap edilerek onları uyarması ve korkutması emredilmektedir.
Bu insanlardan murad, zalim olarak ifade edilmiş olan kâfirlerdir. Nitekim azabın gelmesi ifadesinin zahiri de bunu gerektirmektedir. Yahut bu insanlardan murad, bütün insanlardır. Zira uyarı, her iki fırkayı da kapsamaktadır. (Ebüssuûd)
فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا رَبَّـنَٓا اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ نُجِبْ دَعْوَتَكَ وَنَتَّبِـعِ الرُّسُلَۜ
Makabline فَ ile atfedilen ikinci cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Fiilin faili konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası mazi fiil sıygasında gelmiştir. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, sözü geçenleri tahkir amacına matuftur.
Onların zalimler olarak zikredilmeleri, zulümlerini tescil etmek ve karşılaştıkları azabın, zulümleri sebebiyle olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüsuûd)
Cümlede mekulü’l-kavl …رَبَّـنَٓا اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Nida harfinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اَخِّرْنَٓا اِلٰٓى اَجَلٍ قَر۪يبٍۙ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
رَبَّـنَا izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olması zalimlerin pişmanlıklarının derecesini belirtmenin yanında, Allah’ın rububiyet sıfatına sığınma isteklerine de işarettir.
دَعْوَتَكَ izafetinde, Allah’a ait كَ zamiri sebebiyle دَعْوَتَ , şereflenmiştir.
Cümle emir üslubunda geldiği halde dua manası taşıması sebebiyle, mecâz-ı mürsel mürekkebtir.
Talebin cevabı olarak gelen, meczum muzari fiil sıygasındaki نُجِبْ دَعْوَتَكَ cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır. فَ karinesi olmadan gelmiştir. Mahzuf şartla beraber, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Aynı üslupta gelen وَنَتَّبِـعِ الرُّسُلَۜ cümlesi, şartın cevabına matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
قَر۪يبٍ kelimesi, اَجَلٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
Alimler “bizi yakın bir zamana kadar beklet…” ifadesi ile ne kasdedildiği hususunda ihtilaf etmişler ve bazı alimler: “Onlar, dünyada yapamadıkları şeyleri telafi etmek için dünyaya dönmeyi isterler” demiş, bazıları da, “Hayır, onlar teklif haline dönmeyi istemişlerdir” demiştir. Bu ikincilerin delili, onların, “Senin davetine icabet edelim, peygamberlere tabi olalım” şeklindeki sözleridir. (Fahreddin er-Râzî)
اَنْذِرِ - ظَلَمُوا - الْعَذَابُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَوَلَمْ تَكُونُٓوا اَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍۙ
Hemze tevbih ve takrir manasında istifham, وَ atıf harfidir. Menfi nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, takdiri فيقال لهم [Onlara …. denir.] olan mahzuf sözün mekulü’l-kavli olup, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mukadder فيقال لهم [Onlara …. denir.] ifadesiyle birlikte فَيَقُولُ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا cümlesine matuftur.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, tevbih ve takrir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
تَكُونُٓوا ’nin haberi اَقْسَمْتُمْ مِنْ قَبْلُ , mazi fiil cümlesi olarak gelmiş ve hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Mukadder kasemin cevabı olan مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍ cümlesi, sübut ifade eden menfi isim cümlesidir.
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
Muahhar mübteda زَوَالٍۙ ’e dahil olan مِنْ harfi zaiddir tekid ifade eder.
İsim cümlesi ve zaid harf olmak üzere iki unsurla tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.
قَبْلُ - قَر۪يبٍۙ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مَا لَكُمْ مِنْ زَوَالٍۙ [Sizin için asla [son/zeval] yoktur.] ifadesi kasemin/yeminin cevabıdır. Cevabın, [“kendileri için” şeklinde değil de “sizin için” şeklinde] muhatap kipinde gelmiş olması, “yemin etmez miydiniz’?” ifadesinin bu kipte kullanılmış olmasından dolayıdır. Eğer yemin eden kimselerin ifadeleri doğrudan nakledilecek olsaydı o zaman “Bizim için zeval yoktur.” denilirdi. Anlam, “Dünyada bâki kalacağınıza, asla ölmeyeceğinize, fâni olmadığınıza dair yemin etmiştiniz.” şeklindedir. (Keşşâf)وَسَكَنْتُمْ ف۪ي مَسَاكِنِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْاَمْثَالَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَسَكَنْتُمْ | ve oturmuştunuz |
|
2 | فِي |
|
|
3 | مَسَاكِنِ | yerlerinde |
|
4 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
5 | ظَلَمُوا | zulmeden(lerin) |
|
6 | أَنْفُسَهُمْ | kendilerine |
|
7 | وَتَبَيَّنَ | ve belli olmuştu |
|
8 | لَكُمْ | size |
|
9 | كَيْفَ | nasıl |
|
10 | فَعَلْنَا | yaptığımız |
|
11 | بِهِمْ | onlara |
|
12 | وَضَرَبْنَا | ve anlatmıştık |
|
13 | لَكُمُ | size |
|
14 | الْأَمْثَالَ | misallerle |
|
وَسَكَنْتُمْ ف۪ي مَسَاكِنِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ
وَ atıf harfidir. سَكَنْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
ف۪ي مَسَاكِنِ car mecruru سَكَنْتُمْ fiiline müteallıktır. مَسَاكِنِ kelimesi müntehel cumû’ sıygasında olup gayri munsariftir.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrı munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
ظَلَمُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنْفُسَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَتَبَيَّنَ لَكُمْ كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. تَبَيَّنَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Kelamın siyakından anlaşıldığı için fail mahzuftur. Takdiri; تبيّن حالهم (Onların hali apaçık oldu) şeklindedir. لَكُمْ cer mecruru تَبَيَّنَ fiiline müteallıktır.
كَيْفَ istifham ismi, amili فَعَلْنَا olan fiilin hali olarak mahallen mansubdur.
فَعَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. بِهِمْ car mecruru فَعَلْنَا fiiline müteallıktır.
تَبَيَّنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi بين ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْاَمْثَالَ
Fiil cümlesdir. وَ istînâfiyyedir. ضَرَبْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَكُمُ car mecruru ضَرَبْنَا fiiline müteallıktır. الْاَمْثَالَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.وَسَكَنْتُمْ ف۪ي مَسَاكِنِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ
Cümle وَ ’la önceki ayetteki اَقْسَمْتُمْ fiiline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bahsi geçenlerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri, tahkir kastı taşımaktadır.
Muzâfun ileyh konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası ظَلَمُٓوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107) Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cenab-ı Hak, ”nefislerine zulmedenlerin aralarında da yerleştiniz” buyurarak onları daha çok korkutmuştur. Bu, “Siz, sizden önce yaşamış olan Nuh, Âd ve Semûd kavimleri gibi kâfir olup, küfür ve isyan etmek suretiyle kendilerine yazık edenlerin yerlerine yerleştiniz. “Onlara neler yaptığımız, sizin için apaçık meydana çıktı” buyurmuştur. Bu, “Onların neticelerinin, günaha, vebale, ilahî cezaya ve rezilliğe vardığı, sizce anlaşıldı” demektir. Cenab-ı Hakk’ın “Size birçok misaller de gösterdik” ifadesi ile Kur’an’da bildirdiği, doğrudan yaratmaya kādir olduğu gibi, tekrar yaratmaya da kādir olduğunu; peşin ceza verdiği gibi, azabı ertelemeye de kādir olduğunu göstermek için irâd ettiği misalleri murad etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
سَكَنْتُمْ - مَسَاكِنِ kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Burada muhataplar öncekilerin kendi aleyhlerine yaptıklarını yapmamaları konusunda ima yollu uyarılmışlardır. (Hasan Uçar, Doktora Tezi, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
وَسَكَنْتُمْ ف۪ي مَسَاكِنِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ [Sizler kendilerine zulmeden kimselerin yerlerine yerleştiniz] küfür ve isyan ederek, mesela Âd ve Semûd kabileleri gibi. سَكَنْ 'nin aslı ف۪ي edatı ile geçişli olmaktır. (Beyzâvî)
الَّذ۪ينَ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ [kendilerine zulmedenler] denilmesi, zulüm sonucunun mutlaka kendi sahibine döneceğini bildirmektedir. Kendilerine zulmedenlerden murad, mühlet isteyenlerin ve onlara cevap olarak zikredilen hitabın, Peygamberimiz (sav) tarafından uyarılanlara mahsus olması takdirinde, helak edilen bütün eski ümmetlerdir. Mühlet istemek ile mezkûr hitabın hepsine şamil olması halinde ise, Hûd ve Nûh (as) kavimleri gibi ilk kavimlerdir. (Ebüssuûd)
وَتَبَيَّنَ لَكُمْ
وَ istînâfiyyedir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. تَبَيَّنَ fiilinin siyaktan anlaşılan faili mahzuftur. Cümlenin takdiri şöyledir: تبيّن حالهم (Onların hali ortaya çıktı)
كَيْفَ فَعَلْنَا بِهِمْ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hal konumundaki istifham ismi كَيْفَ , öncelik hakkı sebebiyle amili فَعَلْنَا ‘ya takdim edilmiştir.
كَيْفَ istifham ismi, amili فَعَلْنَا olan fiilin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
وَضَرَبْنَا لَكُمُ الْاَمْثَالَ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede car mecrurun takdimi söz konusudur. لَكُمُ siyaktaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.
Eğer geçen hitap, Peygamberimiz (sav) tarafından korkutulanlara mahsus olması takdirinde, ‘’Kur’an-ı Azim'de size misaller beyan ettik’’, demektir. Geçen hitabın, bütün zalimleri kapsaması takdirinde ise, ‘’Peygamberlerin lisanlarıyla size misaller beyan ettik’’, demektir. (Ebüssuûd)
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْۜ وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَدْ | ve kuşkusuz |
|
2 | مَكَرُوا | onlar kurdular |
|
3 | مَكْرَهُمْ | tuzaklarını |
|
4 | وَعِنْدَ | oysa yanındadır |
|
5 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
6 | مَكْرُهُمْ | onların tuzakları |
|
7 | وَإِنْ | eğer |
|
8 | كَانَ | olsa bile |
|
9 | مَكْرُهُمْ | tuzakları |
|
10 | لِتَزُولَ | yerinden kaldıracak |
|
11 | مِنْهُ |
|
|
12 | الْجِبَالُ | dağları |
|
وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. مَكَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
مَكْرَهُمْ mef’ûlu mutlak olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. عِنْدَ mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مَكْرُهُمْ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
مَكْرُهُمْ kelimesi كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تَزُولَ fiiline dahil olan لِ , lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli أن ’le nasb ederek manayı masdara çevirmiştir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte كَانَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.
تَزُولَ mansub muzari fiilidir.
مِنْهُ car mecruru تَزُولَ fiiline müteallıktır. الْجِبَالُ fail olup lafzen merfûdur.وَقَدْ مَكَرُوا مَكْرَهُمْ وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, tahkik harfi قَدْ ve mef’ûlu mutlak ile tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır. Mazi fiil sebat, istikrar ve temekkün ifade eder.
İstînâfa وَ ’la atfedilen وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْ , sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَعِنْدَ اللّٰهِ ibaresindeki وَ ‘ın hal için olduğu da söylenmiştir.
Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. عِنْدَ اللّٰهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. مَكْرُهُمْ muahhar mübtedadır.
Az sözle çok anlam kastına matuf عِنْدَ اللّٰهِ izafeti, muzâfın şanı içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
مَكَرُوا - مَكْرَهُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Onların tuzaklarının, ne kadar güçlü olursa olsun işe yaramayacağı mübalağa üslubuyla ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Ayette muzâf hazf edilmiştir. Takdiri şöyledir: وعند الله جزاع مكرهم وعقوبة مكرهم (Onların tuzağının cezası Allah katındadır).
Onların mekrine karşılık olduğu için مَكْرُ şeklinde isimlendirilmiştir. Mecaz-ı mürseldir. Manası şöyledir: Müşriklerin habis mekri, Nebî’yi (sav) öldürmek, Allah’ın nurunu söndürmek amaçlıdır. Bu mekrin karşılığı Allah katındadır. Onların mekrinin şiddeti ve kuvveti dağları yerinden oynatacak derecededir. Bu, Resule (sav) kurulan küffar tuzağının büyüklüğünü göstermesi açısından harika bir betimlemedir. (Sâbûnî, İbdâ-ul Beyan)
[Onlar da tuzaklarını kurmuşlardı] yani bütün gayretlerini sarf ederek hazırladıkları büyük tuzaklarını kurmuşlardı. وَعِنْدَ اللّٰهِ مَكْرُهُمْۜ [Oysa onların tuzakları Allah’ın katındaydı.] ifadesi ya ilki مَكْرَهُ gibi faile muzāftır ve “Allah katında tuzakları yazılıdır, Allah tuzaklarına karşılık onları daha büyük bir tuzak ile cezalandıracaktır!” anlamındadır ya da mef‘ûle muzâftır ve “Kurdukları tuzak, yani müstahak oldukları ve kendilerine hiç beklemedikleri, farkında olmadıkları bir anda gelecek olan azap Allah katındadır.” anlamındadır. (Keşşâf)
وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ
وَ istînâfiyyedir. Menfi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانَ ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
مَا كَان ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)
Lam-ı cuhûdun dahil olduğu تَزُولَ cümlesi, cer mahallinde, masdar teviliyle كَانَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
وَاِنْ كَانَ مَكْرُهُمْ لِتَزُولَ مِنْهُ الْجِبَالُ sözünde tuzaklarının kötülüğü ve şiddeti temsili istiare yoluyla ifade edilmiştir. (Muhyiddin Derviş, Îrab)
مَكْر sözü ayette dört kere tekrarlandığı için ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Ayetteki الْجِبَالُ /dağlar sözü, hem Hazret-i Peygamberin hem de İslam dininin durumunu gösteren (temsil eden) bir meseldir ve İslam dininin durumunun ve delillerinin, tıpkı kök salmış dağlar gibi sabit ve sağlam olduğunu göstermektedir. Çünkü Allah Teâlâ, peygamberi Muhammed'e, dinini bütün dinlere üstün kılacağını vadetmiştir. Bu hususun doğruluğuna, hemen peşi sıra gelen, فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُ [Öyle ise sakın Allah, peygamberlerine olan vaadinden cayar sanma.] (İbrahim / 47) ayeti de delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)
Ayette geçen كَانَ tam fiildir, nakıs değildir. لِ edatı cer ise nefy yani olumsuzluk içindir. “Lam” harfi ise bunu tekit ve teyit için gelmiştir. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍۜ
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُۜ
Fiil cümlesidir. فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَحْسَبَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
اللّٰهَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مُخْلِفَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَعْدِه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda muzâftır. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
رُسُلَهُ kelimesi ism-i fail olan مُخْلِفَ ‘nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مُخْلِفَ kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. عَزِیزٌ lafzı اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.
اِنَّ ’nin ikinci haberi ذُوانْتِقَامٍ ‘dir ذُو harfle îrab olan beş isimden biri olup ref alameti وَ ’dır.
انْتِقَامٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَز۪يزٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına; sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَا تَحْسَبَنَّ اللّٰهَ مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُۜ
فَ , sebebi müsebbebe bağlayan rabıta harfidir. Ayet, takdiri تنبّه [Uyar!] olan mukadder istînafa veya önceki ayetteki ..وَقَدْ مَكَرُوا cümlesine matuftur.
Ayetin ilk cümlesi nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Fiil nûn-u sakile ile tekid edilmiştir.
مُخْلِفَ kelimesi, تَحْسَبَنَّ için ikinci mef’ûl yerindedir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
Ayetin aslı, مُخْلِفَ رُسُلِهِ وَعْدَهُ şeklindedir, ikinci mef’ûl öne alınmıştır, maksat Allah’ın vaadinden asla caymayacağını göstermektir. (Beyzâvî)
وَعْدِه۪ ve رُسُلَهُۜ izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmak وَعْدِ ve رُسُلَ , için tazim ifade eder.
مُخْلِفَ - وَعْدِه۪ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Ayet Hz. Peygamberi muhatap alsa da, hitap umumidir. Ayrıca bu ifade peygambere tuzak kuranlara tehdittir.
Cenab-ı Hakk’ın peygamberlerine olan vaadi, “Biz, mutlaka peygamberlerimize yardım ederiz” (Mü’min, 51) ve “Allah “Mutlaka ben de peygamberlerim de galip geleceğiz” diye hükmetti” (Mücadele / 21) ayetlerinde bildirilen şeylerdir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍۜ
Cümle ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle cümledeki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Ta’lil cümleleri, anlamı açıklamak, zenginleştirmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
انْتِقَامٍ kelimesi Kur’an-ı Kerim’de hiç tek başına Allah’ın sıfatı olarak gelmemiş olup isim tamlaması veya fiil-fail kalıbında gelmiştir.
Bu tabirde sahiplik ifadesi olan ذُو gelmesi, bu intikamla kulların maslahatını ikame etmeyi dilediğine, tabiatten veya kinden kaynaklanan bir intikam olmadığına işaret eder. Bu cümlenin öncesine atfı; azabın şiddetini açıklamak içindir. (Âşûr, Maide / 95)
عَز۪يزٌ sıfatının intikam sıfatıyla birlikte gelmesi ve ayetin bağlamıyla münasebeti açısından uyumu, mürâât-ı nazîr sanatıdır. Çünkü, Allah tuzak kurulamayacak kadar güçlüdür, aziz olmayan intikam almaya muktedir değildir.
اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ ذُوانْتِقَامٍۜ cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; Allah intikam sahibidir. Melzûmu; Allah yapılan kötülüklerden dolayı hesaba çeker.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin fasılası Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de ufak değişikliklerle mevcuttur.
Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 7, Ahkaf Suresi, 29)
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يَوْمَ | o gün |
|
2 | تُبَدَّلُ | değiştirilir |
|
3 | الْأَرْضُ | yer |
|
4 | غَيْرَ | başka |
|
5 | الْأَرْضِ | yere |
|
6 | وَالسَّمَاوَاتُ | ve gökler de |
|
7 | وَبَرَزُوا | ve gelirler |
|
8 | لِلَّهِ | Allah’ın huzuruna |
|
9 | الْوَاحِدِ | tek (olan) |
|
10 | الْقَهَّارِ | kahredici (olan) |
|
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
يَوْمَ zaman zarfı, انْتِقَامٍ ‘e müteallıktır. تُبَدَّلُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُبَدَّلُ merfû meçhul muzari fiildir. الْاَرْضُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
غَيْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْاَرْضِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
السَّمٰوَاتُ kelimesi atıf harfi وَ ‘la naib-i faile matuftur.
وَ istînâfiyyedir. بَرَزُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
لِلّٰهِ car mecruru بَرَزُوا fiiline müteallıktır. Muzâf hazf edilmiştir. Takdiri; لجزاء الله (Allah’ın vereceği ceza için) şeklindedir.
الْوَاحِدِ kelimesi lafza-i celâlin sıfatı olup kesra ile mecrurdur. الْقَهَّارِ kelimesi ise ikinci sıfattır.
تُبَدَّلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi بدل ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
يَوْمَ تُبَدَّلُ الْاَرْضُ غَيْرَ الْاَرْضِ وَالسَّمٰوَاتُ
Zaman zarfı يَوْمَ , önceki ayetteki انْتِقَامٍۜ ’e veya مُخْلِفَ وَعْدِه۪ رُسُلَهُۜ ’ya müteallıktır. Muzâfun ileyh konumundaki … تُبَدَّلُ الْاَرْضُ cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تُبَدَّلُ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mefûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mefûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
الْاَرْضِ - السَّمٰوَاتُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır
الْاَرْضِ ‘yı da kapsayan السَّمٰوَاتُ kelimesinde, tağlîb sanatı, arz’ın tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
[O gün yer başka yerle değiştirilir] bu da ..یَوۡمَ یَأۡتِیهِمُ 'den bedeldir yahut انْتِقَامٍۜ 'ın zarfıdır yahut اذكر yahut لايخلف وعده , takdir edilmiştir.
وَبَرَزُوا لِلّٰهِ الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ
وَ , istînâfiyye, cümle müstenefedir. Veya قد takdiriyle haldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Müstakbel, vukûunun kesinliğini ifade için mâzîyle gelebilir. Böylece gelecekte vukû bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Âhirette olacak hâller bu işin kesinlikle vukû bulacağına delâlet etmek üzere mâzî fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
الْوَاحِدِ ve الْقَهَّارِ kelimeleri, lafza-i celal için sıfattır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْوَاحِدِ الْقَهَّارِ sıfatlarının ayetin anlamıyla uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
Ayette [Hepsi Allah’ın huzurunda toplanır.] denilirken, Allah’ın [ الْقَهَّارِ /mutlak güce sahip, الْوَاحِدِ /tek] isimlerine yer verilmiştir Bu tıpkı [Kimin, bugün hükümdarlık?’ ‘Mutlak güce sahip’ ‘tek’ Allah’ın!..] (Ğâfir 40/16) ifadesi gibidir; çünkü mülk her şeye galip gelen ve kendisine galip gelinemeyen tek bir gücün elinde olduğunda, artık hiç kimsenin ondan başka yardım dileyecek, sığınacak bir kapısı yoktur; bu da demektir ki durum olabilecek en zor ve şiddetli halini almıştır. (Keşşâf)
Burada Allah'ın (cc) iki vasfının zikredilmesi, durumun korkunçluğunu ve mehabetini göstermek, şirkin batıl olduğunu izhar etmek, o gün intikam alacağını ve vadedilen azabın geleceğini tahkik etmek içindir. Zira emir, hiç kimsenin eleştiremeyeceğı, zarar veremeyeceği ve karşı duramayacağı yegâne Galip ve Kadir olanın elinde olunca, durum daha da ağır ve çetin olur. İşte Kahhâr bunu ifade etmektedir.( Ebüssûud)
وَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِۚ
وَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِۚ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. تَرَى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
الْمُجْرِم۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي harfidir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.
يَوْمَئِذٍ zaman zarfı, إذ için muzâftır. إذ mahzuf cümleye muzâftır. Kelimenin sonundaki tenvin mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri; يوم إذ برزوا لله (Allah’a göründükleri gün) şeklindedir.
مُقَرَّن۪ينَ kelimesi الْمُجْرِم۪ينَ ‘nin hali olup nasb alameti ي harfidir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.
Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي الْاَصْفَادِ kelimesi مُقَرَّن۪ينَ ‘ye müteallıktır.
الْمُجْرِم۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُقَرَّن۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.وَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مُقَرَّن۪ينَ kelimesi الْمُجْرِم۪ينَ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
فِي الْاَصْفَادِۚ ibaresindeki فٖي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. فٖي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla zincir, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada فٖي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü zincir hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu zincirin kuvvetini, etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
مُقَرَّن۪ينَ kelimesi, o kimselerin çokluğundan dolayı, çokluk ifade eden “tef’îl” sıygasıyla gelmiştir.
فِي الْاَصْفَادِۚ [zincirlere] ifadesi, مُقَرَّن۪ينَ [bağlanmış halde] ifadesi ile ilişkilidir, yani “zincirlere bağlanırlar” anlamındadır. Bu ifade ile ilişkili olmadığında anlam, “Birbirlerine bağlanmış ve zincirlenmiş haldedirler.” şeklindedir. الْاَصْفَادِۚ bağlar, ipler demektir; zincirler anlamına geldiği de söylenmiştir. (Keşşâf)
الْاَصْفَادِ kelimesi ise, bağ ve bukağı anlamına gelen, الصفاد kelimesinin çoğuludur. Bu kelimenin مُقَرَّن۪ينَ kelimesine müteallik olması halinde mana, ”Bukağı ve bağlarla bağlanır, derdest edilirler” şeklinde olur. Bunun, bu kelimeye müteallik olmaması durumunda mana şöyle olur: Onlar, birbirlerine yaklaştırılmışlar ve bukağılara vurulmuşlardır. (Fahreddin er-Râzî)
Ayet iki hal cümlesinden oluşmuştur. Itnâb babındandır.
سَرَاب۪يلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ وَتَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُۙ
سَرَاب۪يلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ وَتَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُۙ
Cümle الْمُجْرِم۪ينَ ‘nin hali olarak mahallen mansubdur.
سَرَاب۪يلُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ قَطِرَانٍ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.
وَتَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُ cümlesi atıf harfi وَ ‘la hal cümlesine matuf olup mahallen mansubdur.
تَغْشٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir.
وُجُوهَهُمُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
النَّارُ fail olup lafzen merfûdur.
سَرَاب۪يلُهُمْ مِنْ قَطِرَانٍ وَتَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُۙ
Cümle الْمُجْرِم۪ينَ ‘nin halidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması veciz ifade kastına matuftur.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. مِنْ قَطِرَانٍ mahzuf habere müteallıktır.
Hal cümlesine matuf olan تَغْشٰى وُجُوهَهُمُ النَّارُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl, faile takdim edilmiştir.
مِنْ edatı sınırlama ilişkisi kurar. Bu edatın temel anlamı ibtidâu’l-gâyedir.Yani bir eylemin başlangıç yerini ve zamanını bildirir.
Müberred, İbnu’s-Serrâc, Ahfeş ve Süheylî gibi dilciler مِنْ ‘in, ibtidâu’l-gaye için olduğunu belirtmişlerdir. Teb‘îz ve beyan gibi diğer anlamlar ise bu anlama tabidir. Kısacası مِنْ edatı ibtidâu’l-gaye anlamını hiçbir zaman yitirmez. Teb‘îz, beyan ve taʻlil gibi anlamları ise karineler yardımıyla bilinir. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
مِنْ قَطِرَانٍ ibaresindeki مِنْ harf-i ceri gerçek manası dışında kullanılmıştır. Bu sebeple ibarede istiare vardır.
سَرَاب۪يلُهُمْ - تَغْشٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.
وُجُوهَهُمُ النَّارُ ifadesinde mef’ûl, faile takdim edilmiştir. النَّارُ kelimesinin fail olduğu halde mef’ûlden sonraya alınması, sonrasındaki ayetlerle uyum içinde olması içindir. Zira sonrasında, اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ [Şüphesiz Allah, (cc) hesabı çabuk görendir] ayeti vardır. Öncesiyle de daha fazla benzeşmektedir. Zira öncesinde de وَتَرَى الْمُجْرِم۪ينَ يَوْمَئِذٍ مُقَرَّن۪ينَ فِي الْاَصْفَادِۚ ‘[O gün, suçluları zincirlere vurulmuş olarak görürsün.] (Ahmet Tekin, Kur’ân’ı Kerim’de Takdim-Tehir Ve Anlam Üzerindeki Etkisi)
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ كُلَّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
لِيَجْزِيَ اللّٰهُ كُلَّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْۜ
لِ harfi, يَجْزِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri; فعل ذلك (Bunu yaptı.) şeklindedir.
يَجْزِيَ mansub muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُلَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَسَبَتْ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
كَسَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘dir.
اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
İsim cümlesidir. إِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur. سَر۪يعُ kelimesi إِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. الْحِسَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.لِيَجْزِيَ اللّٰهُ كُلَّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْۜ
Fasılla gelen ayette, îcâz-ı hazif sanatı vardır.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيَجْزِيَ cümlesi, takdiri فعل ذلك (Bunu yaptı.) olan mahzuf fiile müteallıktır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil, lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
لِيَجْزِيَ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan كَسَبَتْ , mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
نَفْسٍ ’deki tenvin, nev ve kesret ifade eder.
اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, zamandan bağımsız olarak sübut ifade etmiştir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim ve kalplere korku salmak içindir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ‘nin de dahil olmasıyla, kuvvetli tekid ifade ederler.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّ ’nin haberi az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
سَر۪يعُ الْحِسَابِ izafetinde سَر۪يعُ şeklindeki sıfat, mevsufuna muzâf olmuş, vurgu artmıştır.
Ayette iki ta’lil cümlesi mevcuttur. سَر۪يعُ الْحِسَابِ ibaresinin bu ve önceki ayetlerle anlam bakımından uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır.
الْحِسَابِ - يَجْزِيَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِه۪ وَلِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هَٰذَا | bu |
|
2 | بَلَاغٌ | bir tebliğdir |
|
3 | لِلنَّاسِ | insanlara |
|
4 | وَلِيُنْذَرُوا | uyarılsınlar diye |
|
5 | بِهِ | bununla |
|
6 | وَلِيَعْلَمُوا | ve bilsinler diye |
|
7 | أَنَّمَا | yalnızca |
|
8 | هُوَ | O |
|
9 | إِلَٰهٌ | tanrıdır |
|
10 | وَاحِدٌ | birtek |
|
11 | وَلِيَذَّكَّرَ | ve öğüt alsınlar diye |
|
12 | أُولُو | sahipleri |
|
13 | الْأَلْبَابِ | sağduyu |
|
هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِه۪
İsim cümlesidir. İşaret ismi هٰذَا mübteda olarak mahallen merfûdur. بَلَاغٌ haber olup lafzen merfûdur.
لِلنَّاسِ car mecruru بَلَاغٌ ‘e müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لِ harfi, يُنْذَرُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri; أنزل ذلك (Bunu indirdi.) şeklindedir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنْذَرُوا fiili نَ ’un hazfıyla mansub meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru يُنْذَرُوا fiiline müteallıktır. بِ harf-i ceri sebebiyyedir.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنْذَرُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi نذر ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
وَ atıf harfidir. لِ harfi, يَعْلَمُٓوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte يُنْذَرُوا fiiline müteallıktır.
اَنَّـمَٓا ve masdar-ı müevvel, يَعْلَمُٓوا fiilinin mefûlu yerinde olup mahallen mansubdur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. اِلٰهٌ haber olup lafzen merfûdur.
وَاحِدٌ kelimesi اِلٰهٌ ’un sıfatıdır.
وَ atıf harfidir. لِ harfi, يَذَّكَّرَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte يُنْذَرُوا fiile müteallıktır.
يَذَّكَّرَ mansub muzari fiildir. اُو۬لُوا fail olup cemi müzekker salime mülhak olduğu için ref alameti و ’dır. الْاَلْبَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَذَّكَّرَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
هٰذَا بَلَاغٌ لِلنَّاسِ وَلِيُنْذَرُوا بِه۪ وَلِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ وَلِيَذَّكَّرَ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ
Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bu ayette هٰذَا ile açıklamalara işaret edilmiştir. Müsnedün ileyhin ism-i işaret olarak gelmesi işaret edilene tazim, ululama ve yüceltme ifade etmek içindir. Böylece açıklamanın önemine dikkat çekilmiştir.
İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِيُنْذَرُوا بِه۪ cümlesi, mecrur mahalde olup, harf-i cerle birlikte takdiri أنزل ذلك (Bunu indirdi) olan mahzuf fiile müteallıktır.
Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayetteki ikinci lam-i ta’lil ve akabindeki لِيَعْلَمُٓوا اَنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ cümlesi, masdar teviliyle önceki masdar-ı müevvelin müteallakı olan fiile müteallıktır.
لِيَعْلَمُٓوا fiilinin iki mef’ûlü yerindeki هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌ cümlesine dahil olan اَنَّـمَٓا , kasr edatıdır. Mübteda olan هُوَ , mevsuf/maksûr, haber olan اِلٰهٌ , sıfat/maksûrun aleyhtir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır. Kasrla tekid edilen isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
Aynı üsluptaki üçüncü masdar cümlesi de öncekilere matuftur. Birbirine وَ ’la atfedilmiş olan masdar cümleleri arasında hükümde ortaklık vardır.
وَاحِدٌ kelimesi, اِلٰهٌ için sıfattır.
Delillerde anlatılanlardan Allah'ın ancak tek bir ilâh olduğunu bilsinler diye demektir. Maksûrun aleyh muvahhid olmaktır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfat izafî kasrdır. Yani; Allah Teâlâ’nın bu vahdet sıfatı teslis veya çokluk sıfatına dönüşemez demektir. (Âşûr)
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Müsnedin işaret ismiyle marife olmasında tecessüm sanatı vardır.
Ayetteki ifadelerde masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi; açık masdarın, olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. Oysa burada isteğin, bir kere gerçekleşmesi manası murad edilmemiştir. Bu yüzden de teceddüt ve devama delalet eden fiil getirilmiştir.
Cenab-ı Hakk’ın [Onunla tehlikelerden haberdar edilsinler diye] buyruğu, hazf edilmiş olan bir kelimeye atfedilmiş olup, kelamın takdiri “Nasihat alsınlar ve onunla da, tehlikelerden sakındırılsınlar diye” şeklindedir.
Bu ayet, insanın fazilet ve üstünlüğünün ancak aklı sebebiyle olduğuna delalet etmektedir. Çünkü Cenab-ı Hak, sırf akıl sahiplerine ibret ve nasihat vermek için bu kitapları indirip, peygamberler gönderdiğini beyan etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Surede kâfirlere tehdit ve vaîdler içeren, kıyamet gününden korkutan sözler mevcuttur. Sonuç da konuya münasip lafızlarla olmuştur. Berâat-i intihâ sanatıdır.
يُنْذَرُوا - يَعْلَمُٓوا - يَذَّكَّرَ - اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Bu ayet, bir taraftan İbrahim Suresini tamamlarken diğer taraftan ondan sonraki Hicr Suresine bir hazırlık denebilecek şekilde mükemmel bir özetleme olmuştur. Şu halde İbrahim Suresini, kapsamış olduğu inançla ilgili hükümleri açısından insanlara özel bir tebliğ; Hicr Suresini de uyarma, tevhid ve öğüt verme hikmetleri ile onun bir tamamlayıcısı şeklinde düşünebiliriz. (Elmalılı)
Son günlerde, değişik rüyalar görüyordu. Bu gece ne göreceğim acaba diyerek merakla uykuya daldı:
Büyük bir sınav salonundaydı. Hocalardan biri:
‘Sınavınız başlamıştır. Genel süre belirsiz ama bireysel sürelerinizi siz bilmeseniz de biz bileceğiz. O yüzden sınav kağıdınız her an elinizden alınabilir. Zamana güvenmeyin ve önünüzdeki kağıtları doldurabildiğiniz kadar doldurun.’
İlk dakikalarda, salonda çıt çıkmıyordu. Ancak kısa sürede, sınavı ciddiye almadığını belirtenlerin mırıltıları yükselmeye başladı. Önündeki kağıdı, ilk dakikadan beri doldurmaya çalışanların uyarmasıyla sessizleşir gibi oldular. Bir kaç dakika içerisinde, daha da yüksek sesle eğlenmeye başladılar. Hocalar kızmıyor ama arada öğrencilerin yanlarına vararak: zamanlarını iyi değerlendirmeleri gerektiklerini hatırlatıyorlardı.
Birden, bir hoca, öğrencilerden birinin kağıdını elinden çekip aldı ve çıkmasını söyledi. O an, sanki sınıfta zaman durdu. Öğrenci, biraz daha süreye ihtiyacı olduğunu ne kadar söylese de salondan çıkarıldı. O çıktıktan sonra gürültüler artarak devam etti. Sınavı sallamayanlar benzer cümleleri tekrar ediyordu ama en meşhurları: bu sınava inanmıyorum zaten’le, bu sınavdan kalmak yokmuş cümleleriydi.
Eline kalemi alıyor, başlamaya niyet ediyordu. Lakin her seferinde, ya birinin ağlayarak çıkışıyla, ya da asi öğrencilerin gürültüleriyle dağılıyordu. Süresi bittiği söylenince saygıyla sınav kağıdını, kendi elleriyle teslim edenlere imrenerek ve hayranlıkla bakıyordu. Bir hoca, etrafına bakarak zamanına yazık ettiğini söyleyince, sonunda yazmaya başladı.
Aniden bir el, kağıdını çekiştirmeye başlayınca korkuyla doldu. Panikle kağıdına asıldı. Salondan çıkması söylenen çoğu öğrenci gibi zamanı için yalvarmaya başladı. Bir yandan, bunun gerçekten bir rüya olduğunu umarak yataktaki kendisine uyanması için komut göndermeye uğraşıyor, diğer yandan kağıdını bırakmamaya çalışıyordu. Yaka paça salondan atılacağı anda gözlerini rüyadan açtı:
Allahım! Bugünüm için hamd olsun. Hayırla, nice hayırlı yarınlara ulaştır beni. Yarınım bugünümden; (ibadette, zikirde, iyilikte ve ilimde) hayırlı, bereketli, huzurlu ve verimli olsun. Bugünümü aratmasın. Her geçen gün; kendimi maddi ve manevi her manada geliştirmem için yar ve yardımcım ol. Allahım! Beni ve ailemi; insanların tuzak ve şerlerinden koru. Hayırlı ömür yaşayanlardan eyle ve hayırlı bir ölüm haliyle huzuruna al.
Elhamdulillah diyerek; yaşayanlardan, ölenlerden ve huzura çıkanlardan olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji