İbrahim Sûresi 8. Ayet

وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ  ...

Mûsâ, şöyle dedi: “Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz de gerçek şu ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övgüye lâyık olandır.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
2 مُوسَىٰ Musa
3 إِنْ eğer
4 تَكْفُرُوا nankörlük etseniz ك ف ر
5 أَنْتُمْ siz
6 وَمَنْ ve kimseler
7 فِي
8 الْأَرْضِ yeryüzündeki ا ر ض
9 جَمِيعًا hepiniz ج م ع
10 فَإِنَّ şüphesiz
11 اللَّهَ Allah
12 لَغَنِيٌّ zengindir غ ن ي
13 حَمِيدٌ övülmüştür ح م د
 
Şükür, “verdiği nimetlerden dolayı kulun Allah’a minnettarlık duyması, bunu sözleri ve amelleriyle göstermesi” anlamında kullanılmaktadır. Kur’an’da kulluğun gereği olarak değerlendirilmiş, Allah’ın nimetlerine mazhar oldukları halde şükretmeyenler kınanmıştır (bk. A‘râf 7/10; Nahl 16/78; Gafir 40/61). Hz. Peygamber de yaptığı ibadetleri Allah’ın verdiği nimetlere karşılık bir şükran ifadesi olarak değerlendirmektedir (Buhârî, “Teheccüd”, 6; Müslim, “Münâfikun”, 79-81). Şükür sadece sözle değil, eldeki nimetlerin gerçek sahibinin Allah olduğuna gönülden inanarak bu nimetleri Allah’ın rızasına uygun şekilde kullanmakla olur. Servetin şükrü muhtaçlara yardım etmek, ilmin şükrü bilgiyi insanların yararına kullanmak, sıhhatin şükrü ise Allah’a kulluk ve insanlara hizmet etmektir. Yüce Allah burada olduğu gibi başka âyetlerde de şükrünü yerine getirenlere daha çok nimet vereceğini vaad etmiştir (krş. Âl-i İmrân 3/144-145; Zümer 39/7). Âyette Allah Teâlâ İsrâiloğulları’na verdiği çeşitli nimetleri Hz. Mûsâ vasıtasıyla onlara hatırlatarak şükredenlere bu nimetleri kat kat arttıracağına, nankörlük edenleri de şiddetli bir şekilde cezalandıracağına işaret etmektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 305
 
Riyazus Salihin, 112 Nolu Hadis
Saîd İbni Abdülazîz’in Rebîa İbni Yezîd’den; Rebîa’nın Ebû İdrîs el-Havlânî’den, onun Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde radıyallahu anh’den; Ebû Zer’in Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den; onun da Allah Tebâreke ve Teâlâ hazretlerinden rivayet ettiğine göre Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.
Kullarım! Benim hidâyet ettiklerim dışında hepiniz sapıtmışsınız. O halde benden hidâyet dileyin ki sizi doğruya ileteyim.
Kullarım! Benim doyurduklarım hariç, hepiniz açsınız. Benden yiyecek isteyin ki sizi doyurayım.
Kullarım! Benim giydirdiklerim hariç, hepiniz çıplaksınız. Benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim.
Kullarım! Siz gece-gündüz günah işlemektesiniz, bütün günahları afveden de yalnızca benim. Benden af dileyin ki sizi bağışlayayım.
Kullarım! Bana zarar vermek elinizden gelmez ki, zarar verebilesiniz. Bana fayda vermeye gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz.
Kullarım! Evveliniz ahiriniz, insanınız cinleriniz, en müttaki bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümde herhangi bir şey arttırmaz.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz, en günahkâr bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümden en küçük bir şey eksiltmez.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz bir yerde toplanıp benden istekte bulunacak olsalar, ben de her birine istediğini versem, bu benim mülkümden ancak, iğne denize daldırılıp çıkarıldığında denizden ne kadar eksiltebilirse işte o kadar azaltır. (Yani hiç bir şey eksiltmez.)
Kullarım! İşte sizin amelleriniz. Onları sizin için saklar, sonra onları size iâde ederim. Artık kim bir hayır bulursa Allah’a hamd etsin. Kim de hayırdan başka bir şey bulursa öz nefsinden başka kimseyi ayıplamasın.”
Saîd İbni Abdülaziz dedi ki, Ebû İdris el-Havlânî bu hadisi rivâyet ettiği zaman dizleri üzerine çöküverdi.
(Müslim, Birr 55)
 

وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مُوسٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اِنْ تَكْفُرُٓوا ’dır.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَكْفُرُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْتُمْ  munfasıl zamiri,  تَكْفُرُٓوا  fiilindeki faili tekid etmek içindir.

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  تَكْفُرُٓوا  fiilindeki faile matuf olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.  جَم۪يعاً  hal olup fetha ile mansubdur.

جَم۪يعاً  kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren haldir. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

لِ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

غَنِيٌّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  حَم۪يدٌ  kelimesi ikinci haber olup lafzen merfûdur.
 

وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ

 

6. ayete matuf olan cümle, müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنْ تَكْفُرُٓوا  ise şart üslubunda haberî isnaddır.  تَكْفُرُوا  şart cümlesi müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir.  اَنْتُمْ , fiildeki fail zamiri tekid içindir.

Şartın, takdiri  فقد آذيتم أنفسكم.. أو فإنّما ضرر كفركم لاحق بكم (Muhakkak ki kendinize zulmettiniz veya küfrünüzün zararı sadece kendinizedir) olan cevabı mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar. 

Şart ve mukadder cevap cümlesinden meydana gelen terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  تَكْفُرُٓوا ‘daki faile atfedilmiştir. Mevsûlün sılasının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  فِي الْاَرْضِ  bu mahzuf sılaya müteallıktır. 

جَم۪يعاًۙ  manevi tekid için gelmiştir.

Şükrün faydalarının, inkârın (nankörlüğün) zararlarının ancak şükredene ve nankörlük edene döneceğini; ibadet edilen ve şükredilen zatın ise bu şükürden istifade etmekten ve o nankörlükten dolayı zarar görmekten münezzeh olduğu beyan edilmiştir.

Ayetteki, [“Siz de, yeryüzünde bulunanların hepsi de inkâr etseniz”] ifadesindeki inkâr, ister küfür manasına ister nankörlük manasına hamledilsin mana değişmez. Çünkü Allah Teâlâ bütün kemâlatında, kibriya ve celâl sıfatlarının tamamında âlemlerden müstağnîdir. (Fahreddin er-Râzî)


 فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ

 

Şartın mahzuf cevabı için ta’lildir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Allah'ın  غَنِيٌّ - حَم۪يدٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında  وَ  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. 

Hamd, nimet ve diğer faziletlerin karşılığında yapıldığı için Allah'ın kemâline daha çok delalet etmektedir.(Ebüssûud)