اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَـنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | يَأْتِكُمْ | size gelmedi mi? |
|
3 | نَبَأُ | haberi |
|
4 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
5 | مِنْ |
|
|
6 | قَبْلِكُمْ | sizden öncekilerin |
|
7 | قَوْمِ | kavimlerinin |
|
8 | نُوحٍ | Nuh |
|
9 | وَعَادٍ | ve Ad |
|
10 | وَثَمُودَ | ve Semud |
|
11 | وَالَّذِينَ | ve kimselerin |
|
12 | مِنْ |
|
|
13 | بَعْدِهِمْ | onlardan sonra gelen |
|
14 | لَا |
|
|
15 | يَعْلَمُهُمْ | onları kimse bilmez |
|
16 | إِلَّا | başka |
|
17 | اللَّهُ | Allah’tan |
|
18 | جَاءَتْهُمْ | onlara getirdi |
|
19 | رُسُلُهُمْ | elçileri |
|
20 | بِالْبَيِّنَاتِ | kanıtlar |
|
21 | فَرَدُّوا | fakat koydular |
|
22 | أَيْدِيَهُمْ | onlar ellerini |
|
23 | فِي |
|
|
24 | أَفْوَاهِهِمْ | ağızlarına |
|
25 | وَقَالُوا | ve dediler ki |
|
26 | إِنَّا | muhakkak biz |
|
27 | كَفَرْنَا | tanımayız |
|
28 | بِمَا | şeyi |
|
29 | أُرْسِلْتُمْ | sizinle gönderilen |
|
30 | بِهِ | onunla |
|
31 | وَإِنَّا | ve biz |
|
32 | لَفِي | içindeyiz |
|
33 | شَكٍّ | bir kuşku |
|
34 | مِمَّا | şeye karşı |
|
35 | تَدْعُونَنَا | bizi çağırdığınız |
|
36 | إِلَيْهِ | ona |
|
37 | مُرِيبٍ | derin |
|
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ
Hemze istifhamdır. لَمۡ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
يَأْتِكُمْ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
نَبَؤُا fail olup lafzen merfûdur. Cemi has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ قَبْلِكُمْ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَوْمِ kelimesi ism-i mevsûlden bedeldir. نُوحٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَادٍ وَثَمُودَ kelimeleri atıf harfi وَ ‘la قَوْمِ ‘ye matuftur. ثَمُودَ gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.
Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.
Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.
Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl atıf harfi وَ ‘la قَوْمِ ‘ye matuftur. مِنْ بَعْدِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya matuftur.
لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُهُمْ merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَّا hasr edatıdır. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ
Fiil cümlesidir. جَٓاءَتْهُمْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir.
Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
رُسُلُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamiri هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِالْبَيِّنَاتِ car mecruru رُسُلُهُمْ ‘un mahzuf haline müteallıktır. اَلْبَيِّنَاتِ kelimesi cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.
فَ atıf harfidir. رَدُّٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَيْدِيَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ car mecruru رَدُّٓوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَـنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اِنَّا كَفَرْنَا ‘dır. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
نَا mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كَفَرْنَا fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَفَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekkellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte كَفَرْنَا fiiline müteallıktır. İsm-i
mevsûlun sılası اُرْسِلْتُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اُرْسِلْتُمْ sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru اُرْسِلْتُمْ fiiline müteallıktır.
وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ cümlesi atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
نَا muttasıl zamir اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
ف۪ي شَكٍّ car mecruru اِنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
مَا müşterek ism-i mevsûl, مِنْ harf-i ceri ile birlikte شَكٍّ ‘e müteallıktır. İsmi mevsûlun sılası تَدْعُونَـنَٓا cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.
تَدْعُونَـنَٓا fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mütekellim zamir نَٓا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اِلَيْهِ car mecruru تَدْعُونَـنَٓا fiiline müteallıktır. مُر۪يبٍ kelimesi شَكٍّ ‘in sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
مُر۪يبٍ kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ
Bu kelam, ibtidai istînâftır (yeni konu başlangıcı). Hitap ألَمْ يَأْتِكم [Size gelmedi mi?] şeklindeki sorudaki muhatap olan Araplardan müşriklere yönelmiştir. Çünkü burada hitap, وَوَيْلٌ لِلْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ شَد۪يدٍۙ (İbrahim/2) sözüyle endişelenmiş olan kâfirlere yöneliktir. Onlar insanlar içinde en endişeli olanlardır. (Âşûr)
İstînafiyye olarak fasılla gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Hz. Mûsa’nın sözleri devam etmektedir.
اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ [Sizden öncekilerin, Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin haberi size gelmedi mi?] Bu da Mûsa aleyhisselâm’ın konuşmasındandır ya da Allah'tan yeni bir söz başıdır.
وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ [Ve onlardan sonrakilerin - ki onları ancak Allah bilir -] itiraziye cümlesidir ya da الَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ makabline matuftur, لَا يَعْلَمُهُمْ de ara cümledir.
Mana da şöyledir: O kadar çokturlar ki sayılarını ancak Allah bilir. (Beyzâvî)
Cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp kınama ve azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Muzâfun ileyh konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِكُمْ mahzuf sılaya müteallıktır.
İkinci ism-i mevsûl قَوْمِ ‘ye matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.
Bahsi geçen kimselerin ism-i mevsûlle belirtilmeleri sonraki haber dikkat çekmek içindir.
Bu mevsûlün de sılası mahzuftur. مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ , mahzuf sılaya müteallıktır.
قَوْمِ نُوحٍ kelimesi ism-i mevsûlden bedeldir. Bedel, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
نُوحٍ - عَادٍ - ثَمُودَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بَعْدِهِمْۜۛ - قَبْلِكُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Haberleri gelenler, Semûd, Âd kavmi ve onlardan sonrakiler şeklinde ayrıntılanmış. Bu üslup taksim sanatı yoluyla yapılmış ıtnâbtır. Amaç daha önceki kavimlerin hallerinden ders almanın önemini vurgulamak olabilir.
لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle kasrla tekid edilmiştir. لَا ve اِلَّٓا ile oluşan kasr, fiille fail arasındadır. يَعْلَمُهُمْ maksûr/sıfat, اللّٰهُ maksûrun aleyh/mevsuftur.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, haşyet duyguları uyandırmak ve kavmi korkutmak içindir.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.
وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ [Ve onlardan sonrakilerin – ki onları ancak Allah bilir] ya itiraziye cümlesidir ya da وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ şeklindeki makabline matuftur, لَا يَعْلَمُهُمْ de ara cümledir. (Fahreddin er-Râzî)
جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ
Fasılla gelen cümle, نَبَؤُا için tefsiriyyedir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelen فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.
وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ ; cümlesinde fiil müennes olarak gelmiştir. Çünkü bir cümlede fail âkil, cem’i müzekker-i gayr-i salim veya cem’i müennes-i gayr-i salim ise fiil müzekker veya müennes kılınabilir. (Ahmet Şimşek, Arap Dilinde Müzekkerlik ve Müenneslik Uyumu)
Ebû Ubeyde der ki: Bu bir darbı meseldir. فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ cümlesi peygamberlerin çağrılarını kabul etmediler, anlamındadır. Araplar bir kimse cevap vermeyip susacak olursa, ”o elini ağzına götürdü” anlamındaki tabir kullanılır, Ahfeş de böyle demiştir. (Kurtubî)
فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ ibaresi bu ayet için ileri sürülen tevillerden birine göre istiaredir. Kimilerine göre buradaki اَيْدِيَ (eller) lafzının, ‘’elçilerin huccetleri, kavimlerine getirdikleri ve kendileriyle şeriatlarını teyit ettikleri hüccetleri ve açık deliller’’ anlamında olduğudur. Çünkü Peygamberlerin onlar üzerindeki hakimiyeti (sultan) ve onları idare etmeleri (tedbir) ancak bu sayede gerçekleşmektedir. Nitekim hakimiyet (sultan) bir çok yerde يْدِيَ (el) olarak ifade edilmiştir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)
يَأْتِكُمْ - جَٓاءَتْهُمْ , اَيْدِيَهُمْ - اَفْوَاهِهِمْ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَيْدِيَ kelimesi , أيادي manasınadır ki nimetler demektir. Yani peygamberlerin nimetlerini geri çevirdiler. Onlar da ettikleri vaazlar ve onların ağızlarına konulan hüküm ve şeriatlarla ilgili vahiylerdir. Çünkü onları yalanladılar, kabul etmediler; sanki geldiği yere geri gönderdiler. (Beyzâvî)
وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪
Cümle فَرَدُّٓوا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Önceki inanmayan kavimlerin sözleridir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُٓوا fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.
Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Küfredenler, düşüncelerini müsnedi fiil olan اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi ile bildirerek inanmadıklarını ve bu durumun değişmeden böyle devam edeceğini sert ve kesin bir dille belirtmişlerdir.
Mecrur mahaldeki مَٓا ism-i mevsûlu başındaki harf-i cerle birlikte كَفَرْنَا fiiline müteallıktır. Sılası olan اُرْسِلْتُمْ بِه۪ müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)
Bundan maksat, Hz. Mûsa’nın, kendinden önceki kavimlerin helakini hatırlatarak kavmini korkutmasıdır. Bunun, geçmiş ümmetlerin durumlarını onlara anlatmak için Allah tarafından gelen ve ifadesini Hazret-i Musa’nın dilinde bulan bir hitap olması da mümkündür ki bundan murad da, geçmiş ümmetlerin hallerini öğrenmekle bir ibretin tahakkuk etmesidir. Her iki manaya göre de, bu maksat vardır. Fakat çoğu alimler bunun, bizzat Hazret-i Muhammed (sav)’in ümmetine bir hitap olduğu kanaatindedir.
اُرْسِلْتُمْ - رُسُلُهُمْ kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَـنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ
Bu cümle atıf harfi وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur. Önceki inanmayan kavimlerin sözlerinin devamıdır. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَف۪ي شَكٍّ ibaresinde istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla شَكٍّ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü شَكٍّ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)
شَكٍّ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harf-i cerle birlikte شَكٍّ ‘e müteallıktır. Sılası تَدْعُونَٓا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiili teceddüt istimrar ve tecessüm ifade eder.
مُر۪يبٍ - شَكٍّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مُر۪يبٍ kelimesi شَكٍّ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
شَكٍّ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.
تَدْعُونَـنَٓا - رَدُّٓوا kelimelerinde tıbâk-ı hafî sanatları vardır.
شَكٍّ kelimesi, karışık bilgi için kullanıldığı gibi mutlak tereddüt anlamında ve ilmin (kesin bilginin) karşıtı olarak da kullanılır. Şek, cehalet; ilim ise kesin bilgi olsun veya olmasın, kalbin mutmain olduğu inanç (itikat) olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd)
ر۪يبٍ kelimesi Arapçada her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüphelerin genel ismidir. Sadece şüphe veya kuşku ile tercüme edilemez. Kaldı ki Arapçada kuşkuyu ifade eden veya kesinlik arzetmeyen bir şeyi belirten başka kelimeler de vardır. Şüphe ve şek gibi.
شبه kelimesi; Benzemek anlamındadır. Benzemek ihtimali ikiden fazla olduğu zaman şüphe kelimesi kullanılır.
شَكّ kelimesi; Bir şeyin ikiye ayrılması veya iki adet olmasıdır. Dolayısıyla ihtimaller ikiye indiğinde bu kelime kullanılır.
ريب kelimesi; Kur’an’da 17 yerde geçmiş, ya “Kur’an” ya da “yeniden diriliş” konusunda zikredilmiştir. Semantik alanı içerisinde “endişe, korku, tasa, ihtimal, şüphe, şek, kaygı, vesvese, zan, tahmin” vs. gibi her türlü belirsizliğin, kararsızlığın genel adıdır. Yani “yakîn” (kesin gerçek) kavramının tam anlamıyla zıttıdır. Durum böyle olunca ريب ’in olumsuz hali olan “لا ريب ”le “yakîn” eş anlamlıdır. Şu halde ريب , yakîn (kesin gerçek) olmayan her şeyi ifade ederken, لا ريب ise yakîn (kesin gerçek) olan anlamındadır. Burada ihtimal bire inmiş gibi görünse de o artık ihtimal değil gerçeğin kendisidir. (İsmail yakıt, "Semantik Analizler Işığında Kur'an'da "Reyb" ve "Yakîn" Kavramları", KADER Kelam Araştırmaları Dergisi, 1 / 2 (Ocak 2009) )