14 Şubat 2025
İbrahim Sûresi 6-10 (255. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

İbrahim Sûresi 6. Ayet

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟  ...


Hani Mûsâ kavmine, “Allah’ın size olan nimetini anın. Hani O sizi, Firavun ailesinden kurtarmıştı. Onlar sizi işkencenin en ağırına uğratıyorlar, oğullarınızı boğazlayıp kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. İşte bunda size Rabbinizden büyük bir imtihan vardır” demişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve hani
2 قَالَ demişti ki ق و ل
3 مُوسَىٰ Musa
4 لِقَوْمِهِ kavmine ق و م
5 اذْكُرُوا hatırlayın ذ ك ر
6 نِعْمَةَ ni’metini ن ع م
7 اللَّهِ Allah’ın
8 عَلَيْكُمْ üzerinizdeki
9 إِذْ zaman
10 أَنْجَاكُمْ sizi kurtardı ن ج و
11 مِنْ
12 الِ soyundan ا و ل
13 فِرْعَوْنَ Fir’avn
14 يَسُومُونَكُمْ onlar sizi sürüyorlardı س و م
15 سُوءَ en kötüsüne س و ا
16 الْعَذَابِ işkencenin ع ذ ب
17 وَيُذَبِّحُونَ ve kesiyorlardı ذ ب ح
18 أَبْنَاءَكُمْ oğullarınızı ب ن ي
19 وَيَسْتَحْيُونَ ve sağ bırakıyorlardı ح ي ي
20 نِسَاءَكُمْ kadınlarınızı ن س و
21 وَفِي ve vardı
22 ذَٰلِكُمْ bunda size
23 بَلَاءٌ bir imtihan ب ل و
24 مِنْ -den
25 رَبِّكُمْ Rabbiniz- ر ب ب
26 عَظِيمٌ büyük ع ظ م

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ

 

وَ  istînâfiyyedir. اِذْ  zaman zarfı, takdiri  اذكروا  olan mahzuf fiile müteallıktır. 

قَالَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مُوسٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

لِقَوْمِ  car mecruru  قَالَ  fiiline müteallıkır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavl cümlesi  اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ ’dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اذْكُرُوا  fiili  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

نِعْمَةَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَلَيْكُمْ  car mecruru  نِعْمَةَ ’ye  müteallıktır.

اِذْ  zaman zarfı,  نِعْمَتَ ’ye  müteallıktır.  اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْجٰيكُمْ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘ dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ اٰلِ  car mecruru  اَنْجَيْنَاكُمْ  fiiline müteallıktır.  فِرْعَوْنَ  kelimesi muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayrİ munsarif kısma girer. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَسُومُونَكُمْ  fiili  فِرْعَوْنَ  kelimesinin hali olarak mahallen mansubdur.

يَسُومُونَكُمْ  fiili,  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef‘ûl olarak mahallen mansubdur.  سُٓوءَ  ikinci mef‘ûlun bihtir.  الْعَذَابِ  muzâfun ileyhtir.

اَنْجَيْنَاكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.

İf’al babındandır. Sülâsîsi  نجو ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ 

 

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  يُذَبِّحُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَبْنَٓاءَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْ  cümlesi atıf harfi وَ ‘la  يُذَبِّحُونَ ’ye fiiline matuftur.

يَسْتَحْيُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

نِسَٓاءَ  kelimesi mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Cemi kıllet kipi ile gelen  اَبْنَٓاءَ  kelimesi yirmi iki ayette, cemi müzekker salim kipi ile gelen  بَنُونَ  kelimesi de yetmiş üç ayette bulunmaktadır. (Arap Dili Ve Belâgatı Açısından Kur’an’da Sözcüklerin Çoğul Halleri /Abdurrahman Güney)

يُذَبِّحُونَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  ذبح ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يَسْتَحْيُونَ  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  حيي ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟

 

وَ  atıf harfidir.  ف۪ي ذٰلِكُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  

بَلَٓاءٌ  kelimesi ise muahhar mübtedadır.  مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  بَلَٓاءٌ ‘a müteallıktır.

عَظ۪يمٌ  kelimesi  بَلَٓاءٌ ‘un sıfatıdır.

وَاِذْ قَالَ مُوسٰى لِقَوْمِهِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  اِذْ ’in, takdiri  اذكر [Hatırla, düşün.] olan müteallakı mahzuftur.

Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan …قَالَ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

Burada Mûsa'nın (as), kavmini o zikredilen karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kendisine emredilen hatırlatmaya girişmesinin, beyanına başlanmaktadır.

Asıl maksat, o vakitte vuku bulmuş hadiseleri hatırlatmak iken, hatırlatmanın vakte bağlanmasının sırrı hakkında daha önce birçok defa açıklama yapıldı.

Mûsâ (as), ‘’Allah'ın size olan nimetini hatırlayın’’, diyerek teşvikle sözüne başlamıştır. Çünkü bu, nefis için daha makbul ve daha meylettiricidir. (Ebüssûud)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ  ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümledeki ikinci zaman zarfı  نِعْمَةَ , اِذْ ’ye müteallıktır.

اِذْ ’in muzâfun ileyhi olan  اَنْجَيْنَاكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اٰلِ فِرْعَوْنَ ’dan hal olan  يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ  cümlesi, muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümleleri anlamı genişleten ıtnâb sanatıdır. 

Az sözle çok anlam ifadesi için gelen  سُٓوءَ الْعَذَابِ  izafetinde sıfat mevsufuna muzâf olmuştur. Bu ifade sıfat terkibinden daha beliğdir. 

سُٓوءَ الْعَذَابِ   şeklinde sıfatın azaba muzâf olması azabın kötülüğünde mübalağa içindir.

اَنْجَيْنَاكُمْ  fiili ifâl babından olup zorluktan ve sıkıntıdan kurtarma konusunda hızlı olunması gereken durumlarda kullanılır. Aynı kökten türeyen  نَجَّي  fiili ise tefîl babındandır ve çoğunlukla kurtarma fiilinde bir müddet bekleme ve ona zaman tanımanın sözkonusu olduğu yerlerde kullanılır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Kur’ân Kelimelerinin Sırlı Dünyası, S. 113)

Zaman ismi olan  اِذْ ‘in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac/26)

Muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, tecedddüt ve tecessüm ifade eden  يَسُومُونَكُمْ يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ [Sizi azaba tabi tutuyorlardı.] demektir. Buradaki  يَسُومُونَ  fiili, satış için malı arz etmek manasına olup burada müstear olarak kullanılmıştır. Yüce Allah bu azabı "erkek çocuk­larınızı kesiyor, kız çocuklarınızı da diri bırakıyorlardı" şeklinde açık­lamıştır. Bu cümle bir öncekinin tefsiri olup onun üzerine atfedilmiş, eklenmiş bir cümle değildir. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, Araf / 141)

نِعْمَةَ - الْعَذَابِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî,  نِعْمَةَ - سُٓوءَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

سُٓوءَ  - الْعَذَابِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.


وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ 

 

اٰلِ فِرْعَوْنَ ’ın sıfatının devamı olan cümle  وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi, hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Aynı üslupta gelen gelen  وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ  cümlesi, makabline hükümde ortaklık sebebiyle atfedilmiştir. 

Hal cümlelerinde fiiller muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ  [Oğullarınızı boğazlıyorlar.]  cümlesiyle وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْ  [ kadınlarınızı sağ bırakıyorlar.]  cümlesi arasında mukabele vardır.

Kadınların sağ bırakılmaları erkeklerin boğazlanmalarının mukabili olarak dile getirildiğine göre sağ bırakılmak boğazlanmak derecesinde kötü sonuçlar doğuruyor demektir.

يُذَبِّحُونَ - يَسْتَحْيُونَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَٓاءَكُمْۜ  [Size azabın kötüsünü reva görüyor; oğullarınızı kesiyor ve kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı.]  bu cümleler  اٰلِ فِرْعَوْنَ 'dan yahut muhataplara ait olan zamirlerden çeşitli hallerdir. Burada azaptan murad edilen de Bakara ve Araf sûrelerindekinden başkadır. Çünkü orada kesmek ve öldürmekle tefsir edilmişti, burada ise kesmek azaba atfedilmiştir. Azap ya cinstir yahut köle edilip zor işlerde çalıştırmak manasındadır. Çünkü Allah'ın onlara güç vermesi ve onlara süre tanıması ile olmuştur.  وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟  [Rabbinizden size büyük bir imtihan vardır.] ondan bir deneme vardır. İşaretin kurtarmaya raci olması caizdir. Beladan da nimet murad edilmiştir. (Beyzâvî)

Cenab-ı Hak bu manayı Bakara sûresinde  يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ (Bakara / 49); A'râf suresinde (aynı sadedde)  يُقَتِّلُونَ   (öldürürler); bu ayette ise, atıf وَ ‘ı ile  وَيُذَبِّحُونَ  (boğazlarlar) şeklinde getirmiştir. Bunlar arasındaki fark nedir?

Cevap: Allah Teâlâ, Bakara suresinde (Ayet /49) وَ ‘sız olarak يُذَبِّحُونَ (Boğazlarlar) buyurmuştur. Çünkü bu ifade, o ayetteki  سُٓوءَ الْعَذَابِ  ifadesinin bir tefsiridir. Tefsir sadedinde gelen ifadenin başında atıf  وَ ‘nın getirilmesi güzel olmaz. Nitekim sen şöyle dersin:  أتاني القوم زيد وعمرو [Bana kavim (insanlar) geldi, yani Zeyd ve Amr]  Çünkü  زيد  ve عمرو  ile  القوم  kelimesini tefsir etmek istedin. Bunun bir benzeri de, Cenab-ı Hakk'ın  وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ يَلْقَ اَثَاماًۙ  يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ [Kim bunlardan yaparsa, cezaya çarpar; Kıyamet günü azabı katlanır.]  (Furkan / 68-69) ayetidir. Bundaki (ceza) kelimesi, "azabın katlanması" şeklinde tefsir edildiği için atıf وَ ‘ının zikredilmemesi gerekmiştir. Bu ayetteki bu ifadeye gelince, ifadesinin başına وَ getirilmiştir. Çünkü bunun manası, أنهم يعذبونهم بغير التذبيح وبالتذبيح  [Onlar İsrâiloğullarına hem boğazlama, ayrıca boğazlama olmayan başka kötü azablan yapıyorlardı.] şeklindedir. Binaenaleyh bu ayette (ve boğazlıyorlardı) ifadesi, bir başka çeşit işkenceyi ifade etmekte olup, kendisinden önceki ifadenin tefsiri değildir. (Fahreddin er-Râzî, Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl, Âşûr)


 وَف۪ي ذٰلِكُمْ بَلَٓاءٌ مِنْ رَبِّكُمْ عَظ۪يمٌ۟

 

Mekulü’l-kavle matuf olan cümlede takdim-tehir ve îcâzi hazf sanatları vardır.  ف۪ي ذٰلِكُمْ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  بَلَٓاءٌ , muahhar mübtedadır. Faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَبِّكُمْ  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

ذٰلِكُمْ  ile olaylara işaret edilerek konunun önemi vurgulanmıştır.

İşaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de ‘‘vücudun tahakkuku’’dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

عَظ۪يمٌ۟  kelimesi,  بَلَٓاءٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Zuhaylî bu ayetin izahında şöyle demektedir: Ayet-i kerîmedeki  وَيُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ ifadesi, ikincisinin (oğullarını kesmesi) birincisinden (يَسُومُونَكُمْ سُٓوءَ الْعَذَابِ /en kötü azabı tattırmak) farklı olduğuna delalet etmesi için  وَ  ile atfedilerek gelmiştir. Bakara suresinde (Bakara/49) ise ikincisinin birinci cümleden bedel-i ba‘z olduğunu göstermek için  وَ ‘sız olarak  يُذَبِّحُونَ اَبْنَٓاءَكُمْ  şeklinde gelmiştir. Yani Bakara suresindeki ifade önceki cümlenin tefsiri iken burada birinci cümledeki azaptan farklı bir durumu göstermektedir.

Âlûsî ve İbn Âşûr, bu durumu özel olanın genel olana atfı kabilinden görmüşlerdir. Yani oğulları katletmek de en kötü azabı tattırmaya dahildir. Ancak önemine binaen sanki başka bir türmüş gibi hususi olarak zikredilmiştir.  (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları )

Burada erkek çocukların mukabili olarak kız çocuklar değil, kadınlar buyurulmuştur. Eğer kız çocuklar buyurulsaydı Kur’an’ın kastettiği mana bozulurdu. Çünkü kız çocuklar büyüyüp kadın olurlar ve Firavunun adamlarının öldüreceği erkek çocukları doğururlar. Bu da İsrail Oğullarının zillet ve hakaret açısından en düşük seviyeye indirmek demektir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi) 

Ayette kız çocuk değil de kadın denmesi; Manayla irtibatlı olan en uygun lafzın seçilmesi olarak tanımlanan mürâât-ı nazîr sanatına güzel bir örnektir.

Soru: Kadınların hayatta bırakılması nasıl imtihan olur?

Cevap: Onlar kadınları, kendilerini öldürmemelerine karşılık hizmetçi olarak kullanıyorlardı. Yine Firavun hanedanının, o kadınları kocalarından ayrı olarak sağ bırakmaları onlara verilebilecek en büyük zarar idi. (Fahreddin er-Râzî)

اَنْجٰيكُمْ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ  [Firavun ailesinden sizi kurtardı.]  sözünden sonra, onları hangi durumlardan kurtardığının açıklanması, ibhamdan sonra izah babından ıtnâbtır. Amaç onların bu kurtarılma nimetini akıllarına yerleştirip, gerekeni yapmalarını sağlamaktır.
İbrahim Sûresi 7. Ayet

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ  ...


Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: “Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve hani
2 تَأَذَّنَ size bildirmişti ا ذ ن
3 رَبُّكُمْ Rabbiniz ر ب ب
4 لَئِنْ eğer
5 شَكَرْتُمْ şükrederseniz ش ك ر
6 لَأَزِيدَنَّكُمْ elbette size daha fazla veririm ز ي د
7 وَلَئِنْ ve eğer
8 كَفَرْتُمْ nankörlük ederseniz ك ف ر
9 إِنَّ şüphesiz
10 عَذَابِي azabım ع ذ ب
11 لَشَدِيدٌ pek çetindir ش د د
Şükür, “verdiği nimetlerden dolayı kulun Allah’a minnettarlık duyması, bunu sözleri ve amelleriyle göstermesi” anlamında kullanılmaktadır. Kur’an’da kulluğun gereği olarak değerlendirilmiş, Allah’ın nimetlerine mazhar oldukları halde şükretmeyenler kınanmıştır (bk. A‘râf 7/10; Nahl 16/78; Gafir 40/61). Hz. Peygamber de yaptığı ibadetleri Allah’ın verdiği nimetlere karşılık bir şükran ifadesi olarak değerlendirmektedir (Buhârî, “Teheccüd”, 6; Müslim, “Münâfikun”, 79-81). Şükür sadece sözle değil, eldeki nimetlerin gerçek sahibinin Allah olduğuna gönülden inanarak bu nimetleri Allah’ın rızasına uygun şekilde kullanmakla olur. Servetin şükrü muhtaçlara yardım etmek, ilmin şükrü bilgiyi insanların yararına kullanmak, sıhhatin şükrü ise Allah’a kulluk ve insanlara hizmet etmektir. Yüce Allah burada olduğu gibi başka âyetlerde de şükrünü yerine getirenlere daha çok nimet vereceğini vaad etmiştir (krş. Âl-i İmrân 3/144-145; Zümer 39/7). Âyette Allah Teâlâ İsrâiloğulları’na verdiği çeşitli nimetleri Hz. Mûsâ vasıtasıyla onlara hatırlatarak şükredenlere bu nimetleri kat kat arttıracağına, nankörlük edenleri de şiddetli bir şekilde cezalandıracağına işaret etmektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 305
زيد Zeyede : زِيادَة birşeyin üzerine başka birşeyin eklenmesidir. Bu bazen yerilen ya da istenmeyen bir artış olabilir, örneğin parmaklardaki fazlalık gibi yeteri kadar olanın üzerine ekleme şeklinde; bazen de övülmeye değer bir artış olabilmektedir. Örnek olarak Yunus 10/26 ayetinde geçen tasavvuru mümkün olmayan birtakım nimetler ve haller şeklinde düşünülebilir. زادٌ hali hazırda ihtiyaç duyulanın fazlası olup depolanan azıktır. Kuran-ı Kerim’de de geçen تَزَوَّدَ fiili ise azık almak demektir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 62 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ziyade, zâdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ

 

وَ  atıf harfidir.  اِذْ  zaman zarfı, takdiri  اذكروا  olan mahzuf fiile müteallıktır. 

إِذْ : Yalnız cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.

a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.

b) (إِذْ) den sonra muzari fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.

c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا) dan sonra gelirse mufâcee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.

d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

تَاَذَّنَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

تَاَذَّنَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّكُمْ  fail olup damme ile merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.

شَكَرْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

لَ kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  اَز۪يدَنَّكُمْ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

وَ  atıf harfidir. لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  إِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.

 كَفَرْتُمْ  şart fiili olup sükun üzere mebni mazi fiildir.Muttasıl zamir  تُمْ  fail olarak mahallen merfûdur.

اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ  cümlesi kasemin cevabıdır.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

عَذَاب۪ي  kelimesi  إِنَّ ’nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzhalakadır.

شَد۪يدٌ  kelimesi  إِنَّ ’nin  haberi olup lafzen merfûdur.

Şartın cevabı kasemin cevabının delaletiyle mahzuftur.

تَاَذَّنَ   fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  أذن ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

شَد۪يدٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ

 

وَ  istînâfiyyedir. Musa (as)’ın kavmine söylediği sözlere dahil olan cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı  اِذْ ’in takdiri  اذكر (hatırla, düşün) olan müteallakı mahzuftur.

Müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelam olan  تَاَذَّنَ  cümlesi  اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.

Müsnedin ileyh olan  رَبُّكُمْ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. Bu izafette Rab isminin muzâf olduğu  كُمْ  zamiri dolayısıyla muhataplar, şan ve şeref kazanmıştır.

Takdiri يقول  [der] olan mahzuf fiilin mekulü’l-kavli olan  لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ  cümlesi, kasem üslubunda gayrı talebî inşaî isnaddır.  لَ  harfi mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. 

Şart cümlesi olan  لَئِنْ شَكَرْتُمْ ‘ün cevabı, kasemin cevabının delaletiyle hazfedilmiştir. Mahzuf cevapla birlikte, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.

Kasem lamının dahil olduğu  لَاَز۪يدَنَّكُمْ  cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır.

Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Zaman ismi olan  اِذْ ‘in masdara değil de fiil cümlesine muzâf olmasıyla bu vaktin tazimi anlaşılır. Fiil teceddüde ve şimdiki zamana delalet eder. (Âşûr, Hac/26) 

Aynı üslupta gelen  وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ  cümlesi, makabline  وَ ‘la atfedilmiştir.

İkinci kasemin cevabı olan  اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ  cümlesi,  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

وَاِذْ تَاَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِنْ شَكَرْتُمْ لَاَز۪يدَنَّكُمْ  cümlesiyle  وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

Allah’a ait mütekellim zamirine muzâf olması  عَذَاب۪ ‘ın  tazimi içindir.

شَكَرْتُمْ - كَفَرْتُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

لَئِنْ شَكَرْتُمْ  ile اِنَّ عَذَاب۪ي لَشَد۪يدٌ  arasında gramer yapısı bakımında güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger)/Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

لَئِنْ شَكَرْتُمْ  ve وَلَئِنْ كَفَرْتُمْ  cümlelerindeki  لَ , mahzuf bir kasem olduğuna işaret etmektedir.

Ayet-i kerime şükrün, nimetin artışına sebep olduğu hususunda açık bir nastır. (Kurtubî)

لَاَز۪يدَنَّكُمْ  fiilinin sonundaki nun, nûn-u tekid-i sakîledir. Kasem ve tekid nunu; Allah’ın, şükredenlerin mükâfatını artıracağını, aynı şekilde küfredenlerin de cezasının şiddetli olacağını kesin bir dille ifade etmiştir.

Şükür makamında Allah Teâlâ sonucu açıkça söylemiş, fakat küfrün akıbetini açıkça belirtmemiştir. Bu îcazdaki amaç, akıbetin korkunçluğunu bildirmek olabilir. Ayrıca azabın şiddetindeki mübalağa, Allah’a ait mütekellim zamirine muzâf olmasından da anlaşılmaktadır.

Cevabın isim cümlesi olması dolayısıyla başında olması gereken rabıta  فَ ’si mahzuftur. Şartın cevabı başında gelmesi gereken  فَ  harfinin; ‘Hiç şüphesiz’ manasındaki yemin ifadesinin cümlenin başından hazf edilmesi bu husustaki şöhret ve açıklıktan dolayıdır. (Kurtubî)

تَاَذَّنَ  fiili,  آذن  manasınadır, tıpkı  توعد 'nin  أوعد  manasına olduğu gibi. Ancak şu var ki bu daha beliğdir, çünkü  التفعل  babında tekellüf ve mübalağa vardır. (Beyzâvî)
İbrahim Sûresi 8. Ayet

وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ  ...


Mûsâ, şöyle dedi: “Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz de gerçek şu ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övgüye lâyık olandır.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ki ق و ل
2 مُوسَىٰ Musa
3 إِنْ eğer
4 تَكْفُرُوا nankörlük etseniz ك ف ر
5 أَنْتُمْ siz
6 وَمَنْ ve kimseler
7 فِي
8 الْأَرْضِ yeryüzündeki ا ر ض
9 جَمِيعًا hepiniz ج م ع
10 فَإِنَّ şüphesiz
11 اللَّهَ Allah
12 لَغَنِيٌّ zengindir غ ن ي
13 حَمِيدٌ övülmüştür ح م د
Riyazus Salihin, 112 Nolu Hadis
Saîd İbni Abdülazîz’in Rebîa İbni Yezîd’den; Rebîa’nın Ebû İdrîs el-Havlânî’den, onun Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde radıyallahu anh’den; Ebû Zer’in Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’den; onun da Allah Tebâreke ve Teâlâ hazretlerinden rivayet ettiğine göre Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.
Kullarım! Benim hidâyet ettiklerim dışında hepiniz sapıtmışsınız. O halde benden hidâyet dileyin ki sizi doğruya ileteyim.
Kullarım! Benim doyurduklarım hariç, hepiniz açsınız. Benden yiyecek isteyin ki sizi doyurayım.
Kullarım! Benim giydirdiklerim hariç, hepiniz çıplaksınız. Benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim.
Kullarım! Siz gece-gündüz günah işlemektesiniz, bütün günahları afveden de yalnızca benim. Benden af dileyin ki sizi bağışlayayım.
Kullarım! Bana zarar vermek elinizden gelmez ki, zarar verebilesiniz. Bana fayda vermeye gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz.
Kullarım! Evveliniz ahiriniz, insanınız cinleriniz, en müttaki bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümde herhangi bir şey arttırmaz.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz, en günahkâr bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümden en küçük bir şey eksiltmez.
Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz bir yerde toplanıp benden istekte bulunacak olsalar, ben de her birine istediğini versem, bu benim mülkümden ancak, iğne denize daldırılıp çıkarıldığında denizden ne kadar eksiltebilirse işte o kadar azaltır. (Yani hiç bir şey eksiltmez.)
Kullarım! İşte sizin amelleriniz. Onları sizin için saklar, sonra onları size iâde ederim. Artık kim bir hayır bulursa Allah’a hamd etsin. Kim de hayırdan başka bir şey bulursa öz nefsinden başka kimseyi ayıplamasın.”
Saîd İbni Abdülaziz dedi ki, Ebû İdris el-Havlânî bu hadisi rivâyet ettiği zaman dizleri üzerine çöküverdi.
(Müslim, Birr 55)

وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  مُوسٰى  fail olup elif üzere mukadder damme ile merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اِنْ تَكْفُرُٓوا ’dır.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَكْفُرُٓوا  fiili  ن ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْتُمْ  munfasıl zamiri,  تَكْفُرُٓوا  fiilindeki faili tekid etmek içindir.

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  تَكْفُرُٓوا  fiilindeki faile matuf olup mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.  جَم۪يعاً  hal olup fetha ile mansubdur.

جَم۪يعاً  kelimesi zamirsiz gelirse tekid bildiren haldir. Ancak bazı gramercilere göre tekid kabul edilmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ

 

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

لِ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır. 

غَنِيٌّ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  حَم۪يدٌ  kelimesi ikinci haber olup lafzen merfûdur.

وَقَالَ مُوسٰٓى اِنْ تَكْفُرُٓوا اَنْتُمْ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ جَم۪يعاًۙ

 

6. ayete matuf olan cümle, müspet mazi fiil cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنْ تَكْفُرُٓوا  ise şart üslubunda haberî isnaddır.  تَكْفُرُوا  şart cümlesi müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir.  اَنْتُمْ , fiildeki fail zamiri tekid içindir.

Şartın, takdiri  فقد آذيتم أنفسكم.. أو فإنّما ضرر كفركم لاحق بكم (Muhakkak ki kendinize zulmettiniz veya küfrünüzün zararı sadece kendinizedir) olan cevabı mahzuftur. Bu îcâz-ı hazif sanatıdır. Bu hazif, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan serbestçe düşünebilmesini sağlar. 

Şart ve mukadder cevap cümlesinden meydana gelen terkip, şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûlu,  تَكْفُرُٓوا ‘daki faile atfedilmiştir. Mevsûlün sılasının hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.  فِي الْاَرْضِ  bu mahzuf sılaya müteallıktır. 

جَم۪يعاًۙ  manevi tekid için gelmiştir.

Şükrün faydalarının, inkârın (nankörlüğün) zararlarının ancak şükredene ve nankörlük edene döneceğini; ibadet edilen ve şükredilen zatın ise bu şükürden istifade etmekten ve o nankörlükten dolayı zarar görmekten münezzeh olduğu beyan edilmiştir.

Ayetteki, [“Siz de, yeryüzünde bulunanların hepsi de inkâr etseniz”] ifadesindeki inkâr, ister küfür manasına ister nankörlük manasına hamledilsin mana değişmez. Çünkü Allah Teâlâ bütün kemâlatında, kibriya ve celâl sıfatlarının tamamında âlemlerden müstağnîdir. (Fahreddin er-Râzî)


 فَاِنَّ اللّٰهَ لَغَنِيٌّ حَم۪يدٌ

 

Şartın mahzuf cevabı için ta’lildir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Allah'ın  غَنِيٌّ - حَم۪يدٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında  وَ  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. 

Hamd, nimet ve diğer faziletlerin karşılığında yapıldığı için Allah'ın kemâline daha çok delalet etmektedir.(Ebüssûud)

İbrahim Sûresi 9. Ayet

اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَـنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ  ...


Sizden önceki Nûh, Âd, ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin –ki onları Allah’tan başkası bilmez- haberi size gelmedi mi? Onlara peygamberleri mucizeler getirdiler de onlar (öfkeden parmaklarını ısırmak için) ellerini ağızlarına götürüp, “Biz sizinle gönderileni inkâr ediyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de derin bir şüphe içindeyiz” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَلَمْ
2 يَأْتِكُمْ size gelmedi mi? ا ت ي
3 نَبَأُ haberi ن ب ا
4 الَّذِينَ kimselerin
5 مِنْ
6 قَبْلِكُمْ sizden öncekilerin ق ب ل
7 قَوْمِ kavimlerinin ق و م
8 نُوحٍ Nuh
9 وَعَادٍ ve Ad ع و د
10 وَثَمُودَ ve Semud
11 وَالَّذِينَ ve kimselerin
12 مِنْ
13 بَعْدِهِمْ onlardan sonra gelen ب ع د
14 لَا
15 يَعْلَمُهُمْ onları kimse bilmez ع ل م
16 إِلَّا başka
17 اللَّهُ Allah’tan
18 جَاءَتْهُمْ onlara getirdi ج ي ا
19 رُسُلُهُمْ elçileri ر س ل
20 بِالْبَيِّنَاتِ kanıtlar ب ي ن
21 فَرَدُّوا fakat koydular ر د د
22 أَيْدِيَهُمْ onlar ellerini ي د ي
23 فِي
24 أَفْوَاهِهِمْ ağızlarına ف و ه
25 وَقَالُوا ve dediler ki ق و ل
26 إِنَّا muhakkak biz
27 كَفَرْنَا tanımayız ك ف ر
28 بِمَا şeyi
29 أُرْسِلْتُمْ sizinle gönderilen ر س ل
30 بِهِ onunla
31 وَإِنَّا ve biz
32 لَفِي içindeyiz
33 شَكٍّ bir kuşku ش ك ك
34 مِمَّا şeye karşı
35 تَدْعُونَنَا bizi çağırdığınız د ع و
36 إِلَيْهِ ona
37 مُرِيبٍ derin ر ي ب
Kur’an’da Medyen, Res, Tübba‘ gibi bazı kavimler hakkında çok kısa bilgi verilmekte, bir kısmının adları dahi geçmemektedir. Âyet gelmiş geçmiş kavimler hakkında insanların yeterli bilgilerinin bulunmadığına işaret etmekte, nasıl bir hayat sergilediklerini Allah’tan başka kimsenin bilmediğini haber vermektedir. Bu durum, soy kütüklerini kesintisiz olarak Hz. Nûh’a hatta Hz. Âdem’e kadar götürenlerin yaptıklarına güvenilemeyeceğini göstermektedir. İbn Mes‘ûd’un bu âyeti okuduğu zaman, “Nesep bilginleri yalan söylemişlerdir” dediği rivayet edilmiştir (Taberî, XIII, 187; Nûh, Hûd, Âd ve Semûd kavimleri hakkında bilgi için bk. A‘râf7/59-79; Hûd 11/25-68).
 “Ellerini ağızlarına götürdüler” anlamındaki cümle, inkârcıların, peygamberleri tarafından kendilerine tebliğ edilen ilâhî mesaj karşısındaki âcizliklerini, öfkelerini veya şaşkınlıklarını yansıtan hareketi ifade etmektedir. 
 Âyetin son bölümü müteakip âyetlerde bildirilen tartışmaların temelini teşkil etmekte ve önceki peygamberlerin başlarından geçenlere ilişkin muhtelif Kur’ânî kıssaların yankılarını içinde taşımakta, inkârcıların ve müşriklerin inatçı tutumlarının belirleyici karakterini ortaya koymaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 307-308

اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ 

 

Hemze istifhamdır.  لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

يَأْتِكُمْ  illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

نَبَؤُا  fail olup lafzen merfûdur. Cemi has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

مِنْ قَبْلِكُمْ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَوْمِ  kelimesi ism-i mevsûlden bedeldir.  نُوحٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

عَادٍ وَثَمُودَ  kelimeleri atıf harfi  وَ ‘la  قَوْمِ ‘ye matuftur.  ثَمُودَ  gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır.

Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl atıf harfi  وَ ‘la  قَوْمِ ‘ye matuftur.  مِنْ بَعْدِهِمْ  car mecruru  mahzuf sılaya matuftur.  


 لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ 

 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَعْلَمُهُمْ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. 


جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ 

 

Fiil cümlesidir.  جَٓاءَتْهُمْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تۡ  te’nis alametidir.

Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

رُسُلُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamiri  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

بِالْبَيِّنَاتِ  car mecruru  رُسُلُهُمْ ‘un mahzuf haline müteallıktır.  اَلْبَيِّنَاتِ  kelimesi cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

فَ  atıf  harfidir.  رَدُّٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَيْدِيَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ   car mecruru  رَدُّٓوا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 

وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَـنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اِنَّا كَفَرْنَا ‘dır.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

كَفَرْنَا  fiili  اِنَّ ’nin  haberi olarak mahallen merfûdur.

كَفَرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekkellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûl,  بِ  harf-i ceriyle birlikte  كَفَرْنَا  fiiline müteallıktır. İsm-i

mevsûlun sılası  اُرْسِلْتُمْ ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

اُرْسِلْتُمْ  sükun üzere mebni, meçhul mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمْ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  اُرْسِلْتُمْ  fiiline müteallıktır.

وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur.

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

نَا  muttasıl zamir  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

ف۪ي شَكٍّ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceri ile birlikte  شَكٍّ ‘e müteallıktır. İsmi mevsûlun sılası  تَدْعُونَـنَٓا  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur. 

تَدْعُونَـنَٓا  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mütekellim  zamir  نَٓا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اِلَيْهِ  car mecruru  تَدْعُونَـنَٓا  fiiline müteallıktır.  مُر۪يبٍ  kelimesi  شَكٍّ ‘in sıfatıdır. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

مُر۪يبٍ  kelimesi, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَۜۛ وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ 

 

Bu kelam, ibtidai istînâftır (yeni konu başlangıcı). Hitap  ألَمْ يَأْتِكم  [Size gelmedi mi?] şeklindeki sorudaki muhatap olan Araplardan müşriklere yönelmiştir. Çünkü burada hitap,  وَوَيْلٌ لِلْكَافِر۪ينَ مِنْ عَذَابٍ شَد۪يدٍۙ  (İbrahim/2) sözüyle endişelenmiş olan kâfirlere yöneliktir. Onlar insanlar içinde en endişeli olanlardır. (Âşûr)

İstînafiyye olarak fasılla gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Hz. Mûsa’nın sözleri devam etmektedir.

اَلَمْ يَأْتِكُمْ نَبَؤُا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ  [Sizden öncekilerin, Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin haberi size gelmedi mi?]  Bu da Mûsa aleyhisselâm’ın konuşmasındandır ya da Allah'tan yeni bir söz başıdır.

 وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ [Ve onlardan sonrakilerin - ki onları ancak Allah bilir -]  itiraziye cümlesidir ya da  الَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ  makabline matuftur,  لَا يَعْلَمُهُمْ  de ara cümledir.

Mana da şöyledir: O kadar çokturlar ki sayılarını ancak Allah bilir. (Beyzâvî)

Cümle, istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp kınama ve azarlama manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Muzâfun ileyh konumundaki ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِكُمْ  mahzuf sılaya müteallıktır. 

İkinci ism-i mevsûl   قَوْمِ ‘ye matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.

Bahsi geçen kimselerin ism-i mevsûlle belirtilmeleri sonraki haber dikkat çekmek içindir.

Bu mevsûlün de sılası mahzuftur.  مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ , mahzuf sılaya müteallıktır.

قَوْمِ نُوحٍ  kelimesi ism-i mevsûlden bedeldir. Bedel, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

نُوحٍ - عَادٍ - ثَمُودَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بَعْدِهِمْۜۛ - قَبْلِكُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

الَّذ۪ينَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

Haberleri gelenler, Semûd, Âd kavmi ve onlardan sonrakiler şeklinde ayrıntılanmış. Bu üslup taksim sanatı yoluyla yapılmış ıtnâbtır. Amaç daha önceki kavimlerin hallerinden ders almanın önemini vurgulamak olabilir.


 لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümle kasrla tekid edilmiştir.  لَا  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, fiille fail arasındadır.  يَعْلَمُهُمْ  maksûr/sıfat,  اللّٰهُ  maksûrun aleyh/mevsuftur. 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük, haşyet duyguları uyandırmak ve kavmi korkutmak içindir.

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur.

وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْۜۛ لَا يَعْلَمُهُمْ اِلَّا اللّٰهُۜ [Ve onlardan sonrakilerin – ki onları ancak Allah bilir] ya itiraziye cümlesidir ya da  وَالَّذ۪ينَ مِنْ بَعْدِهِمْ  şeklindeki makabline matuftur,  لَا يَعْلَمُهُمْ  de ara cümledir. (Fahreddin er-Râzî)


جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ 

 

Fasılla gelen cümle,  نَبَؤُا  için tefsiriyyedir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.

وَجَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ ; cümlesinde fiil müennes olarak gelmiştir. Çünkü bir cümlede fail âkil, cem’i müzekker-i gayr-i salim veya cem’i müennes-i gayr-i salim ise fiil müzekker veya müennes kılınabilir. (Ahmet Şimşek, Arap Dilinde Müzekkerlik ve Müenneslik Uyumu)

Ebû Ubeyde der ki: Bu bir darbı meseldir.  فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ  cümlesi peygamberlerin çağrılarını kabul etmediler, anlamındadır. Araplar bir kimse cevap vermeyip susacak olursa, ”o elini ağzına götürdü” anlamındaki tabir kullanılır, Ahfeş de böyle demiştir. (Kurtubî)

فَرَدُّٓوا اَيْدِيَهُمْ ف۪ٓي اَفْوَاهِهِمْ  ibaresi bu ayet için ileri sürülen tevillerden birine göre istiaredir. Kimilerine göre buradaki  اَيْدِيَ  (eller) lafzının, ‘’elçilerin huccetleri, kavimlerine getirdikleri ve kendileriyle şeriatlarını teyit ettikleri hüccetleri ve açık deliller’’ anlamında olduğudur. Çünkü Peygamberlerin onlar üzerindeki hakimiyeti (sultan) ve onları idare etmeleri (tedbir) ancak bu sayede gerçekleşmektedir. Nitekim hakimiyet (sultan) bir çok yerde  يْدِيَ  (el) olarak ifade edilmiştir. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

يَأْتِكُمْ - جَٓاءَتْهُمْ , اَيْدِيَهُمْ - اَفْوَاهِهِمْ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَيْدِيَ  kelimesi , أيادي  manasınadır ki nimetler demektir. Yani peygamberlerin nimetlerini geri çevirdiler. Onlar da ettikleri vaazlar ve onların ağızlarına konulan hüküm ve şeriatlarla ilgili vahiylerdir. Çünkü onları yalanladılar, kabul etmediler; sanki geldiği yere geri gönderdiler. (Beyzâvî)

 

وَقَالُٓوا اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ 

 

Cümle  فَرَدُّٓوا  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Önceki inanmayan kavimlerin sözleridir.

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّا كَفَرْنَا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. 

Küfredenler, düşüncelerini müsnedi fiil olan  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi ile bildirerek inanmadıklarını ve bu durumun değişmeden böyle devam edeceğini sert ve kesin bir dille belirtmişlerdir. 

Mecrur mahaldeki  مَٓا  ism-i mevsûlu başındaki harf-i cerle birlikte  كَفَرْنَا  fiiline müteallıktır. Sılası olan  اُرْسِلْتُمْ بِه۪  müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)

Bundan maksat, Hz. Mûsa’nın, kendinden önceki kavimlerin helakini hatırlatarak kavmini korkutmasıdır. Bunun, geçmiş ümmetlerin durumlarını onlara anlatmak için Allah tarafından gelen ve ifadesini Hazret-i Musa’nın dilinde bulan bir hitap olması da mümkündür ki bundan murad da, geçmiş ümmetlerin hallerini öğrenmekle bir ibretin tahakkuk etmesidir. Her iki manaya göre de, bu maksat vardır. Fakat çoğu alimler bunun, bizzat Hazret-i Muhammed (sav)’in ümmetine bir hitap olduğu kanaatindedir.

اُرْسِلْتُمْ  - رُسُلُهُمْ  kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 

وَاِنَّا لَف۪ي شَكٍّ مِمَّا تَدْعُونَـنَٓا اِلَيْهِ مُر۪يبٍ

 

Bu cümle atıf harfi  وَ ‘la mekulü’l-kavle matuftur. Önceki inanmayan kavimlerin sözlerinin devamıdır.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Faide-i haber inkârî kelam olan isim cümlesidir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَف۪ي شَكٍّ  ibaresinde istiare vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla  شَكٍّ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü  شَكٍّ  hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Beyan İlmi)

شَكٍّ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harf-i cerle birlikte  شَكٍّ ‘e müteallıktır. Sılası  تَدْعُونَٓا , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiili teceddüt istimrar ve tecessüm ifade eder.

مُر۪يبٍ - شَكٍّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

مُر۪يبٍ  kelimesi  شَكٍّ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

شَكٍّ  ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.

تَدْعُونَـنَٓا - رَدُّٓوا  kelimelerinde tıbâk-ı hafî sanatları vardır.

شَكٍّ  kelimesi, karışık bilgi için kullanıldığı gibi mutlak tereddüt anlamında ve ilmin (kesin bilginin) karşıtı olarak da kullanılır. Şek, cehalet; ilim ise kesin bilgi olsun veya olmasın, kalbin mutmain olduğu inanç (itikat) olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd)

ر۪يبٍ  kelimesi Arapçada her türlü belirsizlik, kararsızlık, korku ve şüphelerin genel ismidir. Sadece şüphe veya kuşku ile tercüme edilemez. Kaldı ki Arapçada kuşkuyu ifade eden veya kesinlik arzetmeyen bir şeyi belirten başka kelimeler de vardır. Şüphe ve şek gibi. 

شبه  kelimesi; Benzemek anlamındadır. Benzemek ihtimali ikiden fazla olduğu zaman şüphe kelimesi kullanılır. 

شَكّ  kelimesi; Bir şeyin ikiye ayrılması veya iki adet olmasıdır. Dolayısıyla ihtimaller ikiye indiğinde bu kelime kullanılır.

ريب  kelimesi; Kur’an’da 17 yerde geçmiş, ya “Kur’an” ya da “yeniden diriliş” konusunda zikredilmiştir. Semantik alanı içerisinde “endişe, korku, tasa, ihtimal, şüphe, şek, kaygı, vesvese, zan, tahmin” vs. gibi her türlü belirsizliğin, kararsızlığın genel adıdır. Yani “yakîn” (kesin gerçek) kavramının tam anlamıyla zıttıdır. Durum böyle olunca ريب ’in olumsuz hali olan “لا ريب ”le “yakîn” eş anlamlıdır. Şu halde  ريب , yakîn (kesin gerçek) olmayan her şeyi ifade ederken, لا ريب  ise yakîn (kesin gerçek) olan anlamındadır. Burada ihtimal bire inmiş gibi görünse de o artık ihtimal değil gerçeğin kendisidir. (İsmail yakıt, "Semantik Analizler Işığında Kur'an'da "Reyb" ve "Yakîn" Kavramları", KADER Kelam Araştırmaları Dergisi, 1 / 2 (Ocak 2009) )

İbrahim Sûresi 10. Ayet

قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ قَالُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۜ تُر۪يدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ  ...


Peygamberleri dedi ki: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? (Hâlbuki) O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belli bir zamana kadar ertelemek için sizi (imana) çağırıyor. Onlar, “Siz de bizim gibi sadece birer insansınız. Bizi babalarımızın taptıklarından alıkoymak istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin” dediler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَتْ dediler ki ق و ل
2 رُسُلُهُمْ elçileri ر س ل
3 أَفِي hakkında (edilir) mi?
4 اللَّهِ Allah
5 شَكٌّ şüphe ش ك ك
6 فَاطِرِ yaratan ف ط ر
7 السَّمَاوَاتِ gökleri س م و
8 وَالْأَرْضِ ve yeri ا ر ض
9 يَدْعُوكُمْ (O) sizi davet ediyor د ع و
10 لِيَغْفِرَ bağışlamak için غ ف ر
11 لَكُمْ sizin
12 مِنْ bir kısmını
13 ذُنُوبِكُمْ günahlarınızdan ذ ن ب
14 وَيُؤَخِّرَكُمْ ve sizi ertelemek için ا خ ر
15 إِلَىٰ kadar
16 أَجَلٍ bir süreye ا ج ل
17 مُسَمًّى belirtilmiş س م و
18 قَالُوا onlar dediler ق و ل
19 إِنْ
20 أَنْتُمْ siz de
21 إِلَّا başka değilsiniz
22 بَشَرٌ bir insandan ب ش ر
23 مِثْلُنَا bizim gibi م ث ل
24 تُرِيدُونَ istiyorsunuz ر و د
25 أَنْ
26 تَصُدُّونَا bizi çevirmek ص د د
27 عَمَّا -ndan
28 كَانَ olduğu- ك و ن
29 يَعْبُدُ tapıyor ع ب د
30 ابَاؤُنَا atalarımızın ا ب و
31 فَأْتُونَا o halde bize getirin ا ت ي
32 بِسُلْطَانٍ bir delil س ل ط
33 مُبِينٍ açık ب ي ن
Peygamberler, Allah’ın varlığını, birliğini ıspatlayacak bunca aklî delil varken insanların bu konuda şüpheye düşmelerinin yersiz ve anlamsız olduğunu vurgulamışlar, bu davranışı sergileyen inkârcıları kınamışlar, hakkı inkâr edenlerin bu dünyada başlarına gelmesi mukadder olan felâketlere işaret ederek Allah’ın, onları bağışlayıp helâk olmaktan kurtulacakları bir yola davet ettiğini ve bu yolda yürüyebilmek için kendilerine gerekli süreyi verdiğini ifade etmektedir. Ancak inkârcılar Allah’ın insanla iletişim kurup ona vahiy göndereceğine inanmadıkları için peygamberlerin bu çağrısına kulak vermemişler; onlardan insan gücünün üstünde bir delil yani mûcize getirmelerini istemişlerdir. Oysa insan olmak peygamberliğe engel değildir; nitekim insanlığa gönderilmiş olan peygamberlerin tamamı insandır (Nahl 16/43; Enbiyâ 21/7). Peygamberler buna işaret ettikten sonra bu görevin kime verileceği konusunun Allah’ın iradesine ve tercihine bağlı olduğunu, bunu kullarından dilediğine lutfettiğini, Allah’ın izni olmadan peygamberin herhangi bir mûcize getirmesinin mümkün olmadığını ifade etmişler, gerçeği bulup onunla aydınlanmak isteyen müminlerin mûcizelere değil Allah’a ve O’nun gönderdiği mesaja dayanıp güvenmelerini tavsiye etmişlerdir.
ذنب Zenebe : ذَنْبٌ hayvan ya da başka şeylerin kuyruğudur. ذَنُوبٌ kuyruğu uzun olan attır. İstiare yoluyla nasip/pay/hisse anlamında da kullanılmıştır. ذَنْبٌ kelimesi bir şeyin kuyruğu nokta-i nazarından sonu ya da sonrası kötü addedilen her fiil için de kullanılır. Bu nedenle kötü sonuç/akıbet/günah olarak adlandırılmıştır. Çoğulu ذُنُوبٌ şeklinde gelir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 39 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri müznib ve Zennûbe’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

رُسُلُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli,  اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ ‘dur. قَالَتْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Hemze istifham harfidir.  فِي اللّٰهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. شَكٌّ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

فَاطِرِ  kelimesi lafza-i celâlin sıfatıdır.  السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır.

الْاَرْضِ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  السَّمٰوَاتِ ‘ye matuftur.

فَاطِرِ  kelimesi sülâsî mücerred olan فطر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ

 

Fiil cümlesidir.  يَدْعُوكُمْ   fiili,  و  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

لِ  harfi,  يَغْفِرَ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.

أَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  يَدْعُوكُمْ  fiiline müteallıktır.

يَغْفِرَ  mansub muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.

لَكُمْ  car mecruru  يَغْفِرَ  fiiline müteallıktır.  مِنْ ذُنُوبِكُمْ  car mecruru mahzuf mef’ûlun mahzuf sıfatına müteallıktır.

Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 

1) Harf-i cer olan  حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ  ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (  وَ  )’den sonra, 6) Sebep fe (  فَ  )’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  يَغْفِرَ  fiiline matuftur.

يُؤَخِّرَكُمْ   mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir. Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اِلٰٓى اَجَلٍ  car mecruru  يُؤَخِّرَكُمْ  fiiline müteallıktır. 

مُسَمًّى  kelimesi  اَجَلٍ ‘in sıfatı olup mukadder kesra ile  mecrurdur.

مُسَمًّى  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i mef’ûludur.

يُؤَخِّرَكُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındadır. Sülâsîsi  أخر ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef'ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. Tef’il babının en yaygın anlamı teksirdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


قَالُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۜ

 

Fiil cümlesidir.  قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا ’dır.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  بَشَرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  مِثْلُنَا  kelimesi  بَشَرٌ ‘un sıfatı olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


تُر۪يدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ

 

Cümle  بَشَرٌ ‘un ikinci sıfatı olarak mahallen merfûdur. 

Fiil cümlesidir. تُر۪يدُونَ   fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  تُر۪يدُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

تَصُدُّونَا  fiili,  نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûlu  عَنْ  harf-i ceriyle birlikte  تَصُدُّونَا  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَانَ  nakıs mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

يَعْبُدُ   fiili,  كَانَ ’nin  haberi olarak mahallen mansubdur.

اٰبَٓاؤُ۬نَا  kelimesi  يَعْبُدُ   fiilinin faili olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن كنتم رسلا فأتوا بسلطان (Eğer siz rasul iseniz bir delil getirin.) şeklindedir.

أْتُونَا  fiili  ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

بِسُلْطَانٍ  car mecruru  أْتُونَا  fiiline müteallıktır.  مُب۪ينٍ  kelimesi  بِسُلْطَانٍ  sıfatı olup kesra ile mecrurdur.   

تُر۪يدُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. Sülâsîsi  رود ’dir.

İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

مُب۪ينٍ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَتْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen muhatabı itirafa zorlayan takrir manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  فِي اللّٰهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  شَكٌّ  muahhar mübtedadır. 

فَاطِرِ , lafza-i celâl için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

“Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var?” Burada geçen,  قَالَتْ رُسُلُهُمْ اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ  kavlinin başına gelen hemze, zarf olarak inkâr anlamında olan bir hemzedir.

Yani inkâr anlamında bir soru şeklidir. Çünkü kelamda, yani ifadede bir şüphe söz konusu değildir, şüpheyi içeren bir durum yoktur. Ancak burada hakkında şüphe duyuları konuda kendilerine soru yöneltilmektedir. Çünkü öyle deliller ortaya konmuştur ki bütün deliller açık olarak şüpheye yer vermeyen anlamda açık ve nettirler. Bu, aslında onların, “bizi kendisine çağırdığınız şeye karşı derin bir şüphe içindeyiz” sözlerine karşı bir cevap niteliğindedir. (Nesefî, Medâriku’t-Tenzîl Ve Hakâîku’t-Te’vîl)

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

اَفِي اللّٰهِ شَكٌّ [Allah hakkında mı şüphe]  şeklindeki istifhamın anlamı inkârdır, yani Allah hakkında şüphe olamaz. Bu da O’nun tevhidi hakkında şüphe olamaz, demektir. Bu açıklamayı Katade yapmıştır. O’na itaatin gereği hususunda şüphe olamaz, diye de açıklanmıştır. (Kurtubî)

İstifham inkâridir ve inkarın kaynağı Allah'ın varlığından şüphe etmektir. Şekkin müteallıkının takdim edilmesi önemi sebebiyledir. (Âşûr) 

Fail, âkil cem’-i müzekker-i gayr-i sâlim veya cemʻ-i müennes-i gayr-i sâlim ise fiil müzekker veya müennes kılınabilir. (Ahmet Şimşek, Arap Dilinde Müzekkerlik ve Müenneslik Uyumu ) Kural gereği  رُسُلُهُمْ ’un fiili müennes gelmiştir.


يَدْعُوكُمْ لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ 

 

Müstenefe olan cümle, elçilerin sözlerine dahildir.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ nin gizli  أنْ le masdar yaptığı   لِيَغْفِرَ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ  cümlesi, mecrur mahalde olup harf-i cerle birlikte  يَدْعُوكُمْ  fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Dua kelimesi hakikatte nida etmek demektir. Mecazen emir ve irşat için kullanılır. Çünkü amir memura nida eder. (Âşûr)

Aynı üslupta gelen  وَيُؤَخِّرَكُمْ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى  cümlesi, makabline  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

اَجَلٍ ’deki tenvin nev ifade eder.

مُسَمًّى  kelimesi  اَجَلٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Kur’an’ın her yerinde kâfirlere hitap ederken mağfiretle birlikte  مِنْ  edatı getirilmiş, müminlere hitap ederken getirilmemiştir. Belki de bundaki mana şöyledir: Mağfiret nerede kâfirlere hitapla gelmişse arkasından iman gelmiştir, nerede müminlere hitapla gelmişse taatla birlikte isyanlardan ve benzeri şeylerden kaçınmakla beraber gelmiştir. Bu da kul hakkını kendiliğinden dışarıda bırakır. (Beyzâvî)

Bu  مِنْ  ile ba’ziyyet (bir kısım) manası kastedilir, ama burada mecazî olarak, günahların tamamı manası kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî )

يَدْعُوكُمْ - تَصُدُّونَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.


 قَالُٓوا اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli  اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَاۜ , kasrla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.   اَنْتُمْ  mevsuf/maksûr,  بَشَرٌ sıfat/maksûrun aleyhtir. 

مِثْلُنَاۜ  haber olan بَشَرٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

قَالَتْ - قَالُٓوا  kelimelerinde iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


تُر۪يدُونَ اَنْ تَصُدُّونَا عَمَّا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَا 

 

Fasılla gelen cümle, بَشَرٌ ‘un ikinci sıfatıdır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. 

اَنْ  ve akabindeki …تَصُدُّونَا  cümlesi, masdar teviliyle  تُر۪يدُونَ  fiilinin mef’ûlü yerindedir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا ’nın sılası  كَان ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek, dikkatini canlı tutar.

 

 فَأْتُونَا بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍ

 

Mukadder şartın cevabı olarak  فَ  karînesiyle gelen  cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri  إن كنتم رسلا  (Eğer siz resul iseniz) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Geldi anlamındaki  أْتي  fiili  بِ  harf-i ceriyle ‘getirdi’ manasına gelmiştir. Bu; tazmin sanatıdır.

بِسُلْطَانٍ ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.

مُب۪ينٍ , kelimesi  سُلْطَانٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için gelen ıtnâb sanatıdır.

Günün Mesajı

"Allah'ın nimetlerini inkar edip bu nimetler dolayısıyla Allah'a şükretmemek Allah'ı inkar etmeye benzeyen bir nankörlüktür.
Hangi şartlarda olursak olalım Allah'ın üzerimizdeki nimetlerini zikrederek ona şükrederek günümüze başlayalım.

Aynı şekilde Allah'ın üzerimizdeki nimetini zikrederek ve ona şükrederek uyuyalım.
Peygamber efendimizin sabahları kalktığında yaptığı şu duayı vird edinelim:
Elhamdü lillahillezi ahyânâ, bade mâ emâtenâ ve ileyhun nüşûr. (Bizi öldürdükten sonra dirilten ve kendisine döneceğimiz olan o zata hamd ederim)"

Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan unutkandır. Belki de nefsi biraz dengesizdir. Mutlu olmak ister. Ama; mutlu anılarındansa, mutsuzlara tutunmak daha kolay gelir. Sahip olduklarının kıymetini bilmektense, olamadıklarının peşinden koşar. Yapması gerekenlerdense, gereksiz detaylara takılır. Anı değerlendirmektense; olmuş bitmişlerle, olup olmayacağı belirsizlerin arasında mekik dokur.

Kalbi ise kendisini devamlı dengeye ve hakka çağırır: Rabbine dua et. Elindekiler için şükür et. Aradığın huzur dünyalıklarda değil, benim içimde: seni yaratan Allah’a iman ve tevekkülde. Bugün varken, ibadetlerini yarına erteleme. O yarın belki hiç gelmez. Şükürlerini bir dahaki dünyalık nimete bırakma. Kavuşsan da, bir çocuğun oyuncağından sıkıldığı gibi çabuk sıkılır, şükrünü yine unutursun.

Ey göklerin ve yerin sahibi olan Allahım! Sana itaatimde, ibadetimde, şükrümde ve tövbemde gecikmekten yine Sana sığınırım. Her anımda (sevincimde, üzüntümde, sıkıntımda, heyecanımda), bana Seni hatırlatacak vesileler gönder. Hepsinde, çaldığım ilk kapı, Seninki olsun. Beni; Senin rızanı kazanmak için eline geçen fırsatları değerlendiren ve donattığın nimetlerin kıymetini bilen kullarından eyle.

Hakiki manada Rabbine itaat, şükür ve tevekkül eden kullardan olmak duasıyla.

Amin.

***

Sevgili Nefs’im;

Şu hayatta neyi yaparsan yap; ya kendini aşağılara çeker acındırırsın ya da kendini yüceltir havanı atarsın. Birinde zaten yapamadığına, diğerinde her şeyin iyisini hakkettiğine ikna olursun; her ikisinde de asıl yapman gerekenlerden uzaklaşırsın. Dünya boyutunda etrafındakilerden, ahiret boyutunda ise seni yaratan Rabbinden beklentilere girersin. İstediğini umduğun şekilde elde edince kıymetinl bilmezsin, edemeyince de tripler atarsın. 

Allah’ın sınırlarına dahil mi, değil mi arayışına girmeden; hislerine, yaptıklarına ve elalem ne der’e fazlasıyla anlam yüklersin. Ya kendini aşağılamaya ya da yüceltmeye hizmet etmesi amacıyla olumsuz duygulara ya da iyilik kırıntılarına uzun bir süre tutunur ve yanında taşırsın. Halbuki yaptığın her şey kendinedir. Zira yeryüzünde bulunmaz hint kumaşı değilsin, göklerde ise Allah’a kulluk yapmadıysan değersizsin. 

Nefs’im, yaşadığın günün tekrarı yok. Yarın dediklerine bakma, belki de önünde fazla zaman yok. Gidenler ile gelecekleri kenara bırak ve artık ayağa kalk. Seni Allah’ın emirlerine itaat etmekten uzak tutan olumlu ve olumsuz her şeyden arınmak için yola çık. Şüphesiz ki, Allah yolunda yürüyenler kazanacak. Şükretmesini bilen huzura, nankör davranan azaba kavuşacak. O yüzden bulunduğun anın içinde Allah’a kul olmaya bak. 

Ey Allahım! Sınırlarımız, Senin belirlediğin sınırlardan ibaret olsun. Ne kendimize, ne de başkalarına hoş geliyor diye yolundan sapma gafletinden muhafaza buyur. Bizi nankörlükten uzaklaşan, Sana iman ile teslim olan ve şükür etmeyi seven salih kulların arasına kat. Kendimizi aşağılamak ya da yüceltmek gibi aşırılıklara kaçmaktan muhafaza buyur. Senin kudretine, rahmetine ve adaletine şüphesiz güvenenlerden; dünyevi ve uhrevi işlerin hepsini yalnız Senin rızan için yapanlardan eyle. 

Amin.
Zeynep Poyraz  @zeynokoloji