17 Şubat 2025
İbrahim Sûresi 11-18 (256. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

İbrahim Sûresi 11. Ayet

قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَمُنُّ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ وَمَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ  ...


Peygamberleri, onlara dedi ki: “Biz ancak sizin gibi birer insanız. Fakat Allah, kullarından dilediğine (peygamberlik) nimetini bahşeder. Allah’ın izni olmadıkça, bizim size bir delil getirmemiz haddimize değil. Mü’minler ancak Allah’a tevekkül etsinler.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَتْ dediler ki ق و ل
2 لَهُمْ onlara
3 رُسُلُهُمْ elçileri ر س ل
4 إِنْ değiliz
5 نَحْنُ biz (de)
6 إِلَّا başka bir şey
7 بَشَرٌ insandan ب ش ر
8 مِثْلُكُمْ sizin gibi م ث ل
9 وَلَٰكِنَّ fakat
10 اللَّهَ Allah
11 يَمُنُّ lutfeder م ن ن
12 عَلَىٰ
13 مَنْ kimseye
14 يَشَاءُ dilediği ش ي ا
15 مِنْ -ndan
16 عِبَادِهِ kulları- ع ب د
17 وَمَا yoktur
18 كَانَ imkanımız ك و ن
19 لَنَا bizim
20 أَنْ
21 نَأْتِيَكُمْ size getiremeye ا ت ي
22 بِسُلْطَانٍ bir delil س ل ط
23 إِلَّا olmadan
24 بِإِذْنِ izni ا ذ ن
25 اللَّهِ Allah’ın
26 وَعَلَى ve
27 اللَّهِ Allah’a
28 فَلْيَتَوَكَّلِ dayansınlar و ك ل
29 الْمُؤْمِنُونَ inananlar ا م ن
Peygamberler, Allah’ın varlığını, birliğini ıspatlayacak bunca aklî delil varken insanların bu konuda şüpheye düşmelerinin yersiz ve anlamsız olduğunu vurgulamışlar, bu davranışı sergileyen inkârcıları kınamışlar, hakkı inkâr edenlerin bu dünyada başlarına gelmesi mukadder olan felâketlere işaret ederek Allah’ın, onları bağışlayıp helâk olmaktan kurtulacakları bir yola davet ettiğini ve bu yolda yürüyebilmek için kendilerine gerekli süreyi verdiğini ifade etmektedir. Ancak inkârcılar Allah’ın insanla iletişim kurup ona vahiy göndereceğine inanmadıkları için peygamberlerin bu çağrısına kulak vermemişler; onlardan insan gücünün üstünde bir delil yani mûcize getirmelerini istemişlerdir. Oysa insan olmak peygamberliğe engel değildir; nitekim insanlığa gönderilmiş olan peygamberlerin tamamı insandır (Nahl 16/43; Enbiyâ 21/7). Peygamberler buna işaret ettikten sonra bu görevin kime verileceği konusunun Allah’ın iradesine ve tercihine bağlı olduğunu, bunu kullarından dilediğine lutfettiğini, Allah’ın izni olmadan peygamberin herhangi bir mûcize getirmesinin mümkün olmadığını ifade etmişler, gerçeği bulup onunla aydınlanmak isteyen müminlerin mûcizelere değil Allah’a ve O’nun gönderdiği mesaja dayanıp güvenmelerini tavsiye etmişlerdir.
منّ Menne : مَنٌّ kendisi ile tartının yapıldığı alettir. مِنَّة Minnet ise ağır nimettir ve iki şekilde kullanılır: Birincisi; bil fiil/doğrudan büyük bir iyilik yapmaktır ki bu da gerçek anlamda ancak Allah için kullanılır. İkincisi ise söz olarak söylenen büyük iyilik anlamındaki minnettir ki bu da, minnet altında bırakarak büyük iyiliği söylemektir ve insanlar arasıda yerilen bir davranıştır. Ancak nankörlük durumunda, minnetin zikri iyi olur denmiştir. مَمْنُونٌ sözcüğü bir görüşe göre sayılan ve hesap edilen anlamındadır. Başka bir görüşe göre ise kesilen/eksiltilen demektir. Buradan hareketle ölüm için de مَمْنُونٌ denmiştir. Zira ölüm sayıyı azaltır, yardımı da keser. Bir görüşe göre sözlü minnette buradan gelir. Çünkü o da ölüme benzer şekilde nimeti keser ve şükrün de kesilmesini gerektirir.
Son olarak Kuran-ı Kerim’de geçen مَنٌّ lafzı bir görüşe göre ağaçların üzerine düşen, içinde bir tatlılığa sahip süt gibi birşeydir. سَلْوَى ise bir tür kuştur. Diğer bir görüşe göre ise hem مَنٌّ hem de سَلْوَى sözcüğü Yüce Allah’ın onlara bahşettiği nimete işarettir. Her ikisi de bizatihi aynı şeyi ifade etmektedir. Fakat bu nimeti zikredip, hatırlatıp onların başlarına kakmak için onu مَنٌّ diye adlandırmıştır. Son olarak سَلْوَى olarak adlandırılması da onunla teselli buldukları içindir denilmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 27 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri minnet etmek, memnun, memnuniyet ve Mennân’dır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ 

 

Fiil cümlesidir.  قَالَتِ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

لَهُمْ  car mecruru  قَالَتْ  fiiline müteallıktır.  

رُسُلُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

Mekulü’l-kavli,  اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ ‘dur.  قَالَتْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır. بَشَرٌ  haber olup lafzen merfûdur.  مِثْلُكُمْ  kelimesi  بَشَرٌ  sıfatı olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamiri  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَمُنُّ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  لٰكِنَّ  istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre  لٰكِنَّ  de  اِنَّ  gibi cümleyi tekid eder.

اللّٰهَ  lafza-i celâli,  لٰكِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubdur.

يَمُنُّ  fiili,  لٰكِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

يَمُنُّ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.  

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  يَمُنُّ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur.

يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir. Faili, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.  مِنْ عِبَادِه۪  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.

Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


 وَمَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

لَـنَٓا  car mecruru mahzuf  كَانَ ‘in mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. 

اَنْ  masdar harfidir.  نَأْتِيَكُمْ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  

Fiili muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, كَانَ ‘in ismi olup mahallen mansubdur.  بِسُلْطَانٍ  car mecruru  نَأْتِيَكُمْ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. 

اِلَّا  hasr edatıdır . بِاِذْنِ  car mecruru mahzuf hale müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli  muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.

 

 وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

 

وَ  atıf harfidir.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  يَتَوَكَّلِ  fiiline müteallıktır.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن عزم المؤمنون على أمر فليتوكّلوا على الله (Müminler bir şeye azmettiklerinde Allah’a tevekkül etsinler.) şeklindedir.

لْ  emir lam’ıdır.  يَتَوَكَّلِ  meczum muzari fiildir.  الْمُؤْمِنُونَ  fail olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

الْمُؤْمِنُونَ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. 

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَوَكَّلِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

قَالَتْ لَهُمْ رُسُلُهُمْ اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Car mecrur  لَهُمْ  siyaktaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.

قَالَتْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنْ نَحْنُ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْ  cümlesi, kasrla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.  نَحْنُ mevsuf/maksûr,  بَشَرٌ  sıfat/maksûrun aleyhtir.

Burada hitap, diğerleri gibi bir insan olduğunu bilen ve inkâr etmeyen resullerden, kavimlerinedir. Ancak insanlar peygamberleri, peygamberlik iddia ederek kendilerini insanlıktan sıyırmış ve bir beşer için mümkün olmayan bir iddiada bulunmuş yerine koydular. Böyle olunca da; muhatabın kabul etmediği ve aksini savunduğu bir haber vermek için kullanılan bir ifade biçimi seçilerek kasr yapıldı. Bu; kasr-ı kalb çeşidindendir. Çünkü onlar ‘’siz sadece bizim gibi beşersiniz’’ sözleriyle onları beşeriyete tahsis etmişler, başka bir sıfatları olmadığını iddia etmişlerdir.  (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Allah Teâlâ, kâfirlerin nübüvvet konusunu tenkit için ileri sürdükleri şüpheleri nakledince, peygamberlerin, o şüphelere verdikleri cevapları da nakletmiştir.

Birinci Şüphe: kâfirlerin, "Siz de bizim gibi, bir beşerden başka bir şey değilsiniz" şeklindeki sözleridir. Bunun cevabı şudur: Peygamberler, durumun böyle olduğunu kabul etmişler, ama beşer olma bakımından ortada olan eşitliğin, peygamberlik makamının bazı insanlara verilmesine mani olmadığını, çünkü bunun, Allah Teâlâ'nın kullarından dilediğine verdiği bir makam olduğunu, durum böyle olunca da bu şüphenin ortadan kalkacağını açıklamışlardır. 

İkinci Şüphe: Onların, "selefimizin dinimiz üzerinde mutabakat sağlamış olması, bunun hak olduğuna delalet eder. Çünkü büyük bir kalabalık tarafından görülmeyen (yanlışlığın), bir tek adam tarafından görülmesi uzak bir ihtimaldir" şeklindeki sözleridir. Bunun cevabı, birinci şüpheye verilen cevabın aynıdır. Çünkü hak ile batılı, doğru ile yalanı birbirinden ayırt etme kabiliyeti, Allah'ın bir lütfu ve fazlıdır. Binaenaleyh Allah'ın kullarından bazısına bunu lütfedip, büyük bir kalabalığı bundan mahrum etmesi uzak bir ihtimal değildir. 

Üçüncü Şüphe ise, onların, "Biz, getirdiğin bu mucizelere razı olmuyor, daha kuvvetli ve kesin mucizeler istiyoruz" şeklindeki sözleridir. Bunun cevabı peygamberlerin, "Allah'ın izni olmaksızın bizim size bir hüccet getirmemize imkân yoktur" şeklindeki sözüdür. Bu cevabı şöyle izah ederiz: "Bizim getirdiğimiz ve tutunduğumuz mucizeler, kesin bir hüccet, ezici bir bürhan ve tam bir delildir. Sizin istediğiniz şeyler ise, fazladan olan bazı işlerdir. Bu hususta hüküm, Allah'a aittir. Binaenaleyh eğer O, bunları yaratır ve verirse, bu O'nun bir lütfudur. Yok eğer yaratmaz ise adalet de O'na aittir. Çünkü yeterli mucize (delil) ortaya çıktıktan sonra O'nun aleyhine hükmedilemez. (Fahreddin er-Râzî)


 وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَمُنُّ عَلٰى مَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ۜ 

 

وَ  atıf harfidir. İstidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  يَمُنُّ , muzari fiil olarak gelmiş ve hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade etmiştir. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , harf-i cerle birlikte  يَمُنُّ  fiiline müteallıktır. Sılası  يَشَٓاءُ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Genel olarak  شَٓاءُ   fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîb birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

عِبَادِه۪  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait olan zamire muzâf olması  عِبَادِ ’ye şan ve şeref kazandırmıştır.


 وَمَا كَانَ لَـنَٓا اَنْ نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۜ 

 

 

Mekulü’l-kavle matuf olan, menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.

لَـنَٓا  car mecruru,  كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Masdar harfi  اَنْ ‘i müteakip, müspet muzari fiil sıygasındaki  نَأْتِيَكُمْ بِسُلْطَانٍ  cümlesi, masdar teviliyle  كَانَ ‘nin muahhar ismidir.  بِاِذْنِ اللّٰهِ , failin halinden istisna edilen mahzuf müstesnaya müteallıktır.

مَا كَانُ ‘li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79)

بِسُلْطَانٍ ’deki tenvin, nev ve tazim ifade eder.

Nefy harfi  مَا  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr, kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Geldi anlamındaki  أْتِيَ  fiili  بِ  harfi ceriyle getirdi manasına gelmiştir. Bu; tazmin sanatıdır.

Az sözle çok anlam ifade eden  بِاِذْنِ اللّٰهِۜ  izafetinde  بِاِذْنِ  kelimesinin Allah lafzına izafesi, izne tazim ifade etmiştir.

يَشَٓاءُ - بِاِذْنِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr,  اِلَّا  ve  اللّٰهِ  lafızlarının tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


 وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَى اللّٰهِ, amili olan  فَلْيَتَوَكَّلِ  fiiline takdim edilmiştir. Bu takdim, kasr ifade etmiştir.

فَ  mahzuf şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. Cevap cümlesi olan  فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri, إن عزم المؤمنين على أمر [Eğer müminler bir işe azmettilerse…]  olan mahzuf şart cümlesiyle birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ  [Müminler işlerini sadece Allah’a bıraksın.] cümlesinde kasr ifade etmek için harf-i cerle mecruru fiile takdim edilmiştir. Zamir yerine Allah lafzının getirilmesi ise korku ve heybeti artırmak içindir. (Safvetü't Tefasir)

Zamir makamında zahir isim olan Allah lafzı zikredilerek ıtnâb yapılmıştır. Ayrıca lafza-i celâlin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

عِبَادِه۪ - الْمُؤْمِنُونَ  ve  فَلْيَتَوَكَّلِ - الْمُؤْمِنُونَ  kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Tevekkülün tekrar zikredilmesinin hikmeti şudur: Peygamberler, "Hem biz niçin Allah'a (tevekkül etmeyelim), güvenip dayanmayalım ki..." ifadeleri ile kendileri için Allah'a tevekkülün gerekli olduğunu belirtmişlerdir.

Daha sonra, kendileri ile ilgili şeyleri tamamlayınca, kendilerine uyan kimselere de bunu emrederek, "Tevekkül edenler, yalnız Allah'a tevekkül etsinler" demişlerdir ki bu ifade iyiyi ve güzeli emreden kimsenin, ancak o şeyi önce kendisi yaparsa tesirli olacağını gösterir. (Fahreddin er-Râzî)

Şeyh Ebu Hamid el-Gazali (ra)'nin sözleri arasında özeti şöyle olan güzel bir bölüm gördüm: İnsan ya nakıs ya kâmil olur. Yahut da bu iki durumdan uzak olur. İnsanın nakıs olması, ya zâtı bakımından olur fakat başkasının halini noksanlaştırmaya çalışmaz, ya zatı bakımından nakıs olur, bununla birlikte başkasını da nakıs hâle getirmeye uğraşır. Birincisi dâil (sapmış), ikincisi ise hem dâil (sapmış), hem mudil (saptırmış)tır. Kâmil olan insan da ya kâmil olur fakat başkasını kâmil hale getiremez ki bunlar evliyaullahtır; yahut hem kâmil olur hem de nakıs olanları kâmil hale getirebilir ki bunlar da peygamberlerdir. İşte bundan ötürü Hz  Peygamber (sav) "Ümmetimin alimleri, İsrailoğullarının peygamberleri gibidir" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)


İbrahim Sûresi 12. Ayet

وَمَا لَـنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاۜ وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ۟  ...


“Allah, bize yollarımızı dosdoğru göstermişken, biz ne diye O’na tevekkül etmeyelim? Bize yaptığınız eziyete elbette katlanacağız. Tevekkül edenler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَمَا neden?
2 لَنَا biz
3 أَلَّا
4 نَتَوَكَّلَ dayanmayalım و ك ل
5 عَلَى
6 اللَّهِ Allah’a
7 وَقَدْ elbette
8 هَدَانَا bize göstermişken ه د ي
9 سُبُلَنَا yollarımızı س ب ل
10 وَلَنَصْبِرَنَّ ve katlanırız ص ب ر
11 عَلَىٰ
12 مَا
13 اذَيْتُمُونَا bize yaptığınız eziyetlere ا ذ ي
14 وَعَلَى ve
15 اللَّهِ Allah’a
16 فَلْيَتَوَكَّلِ dayansınlar و ك ل
17 الْمُتَوَكِّلُونَ tevekkül edenler و ك ل

وَمَا لَـنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ 

 

وَ  atıf harfidir.  مَا  istifham ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَـنَٓا  car mecruru mübtedanın mahzuf  haberine müteallıktır. 

اَنْ  masdar harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  نَتَوَكَّلَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel takdir edilen  فِی  harfiyle, mahzuf habere müteallıktır.

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  نَتَوَكَّلَ  fiiline müteallıktır.

وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَا  cümlesi hal olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

هَدٰينَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili, müstetir olup takdiri هُو ’dir.  سُبُلَنَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. Mütekellim zamiri  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.   


وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen tekid harfidir.  نَصْبِرَنَّ  fiilinin sonundaki  ن , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. 

نَصْبِرَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir.  Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur.

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

مَٓا   ve masdar-ı müevvel,  عَلٰى  harf-i ceriyle birlikte  نَصْبِرَنَّ  fiiline müteallıktır.

اٰذَيْتُمُونَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  اٰذَيْتُمُونَا  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir. 

 


وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ۟

 

وَ  atıf harfidir.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  يَتَوَكَّلِ  fiiline müteallıktır.

فَ  istînâfiyyedir. şeklindedir.

لْ  emir lam’ıdır.  يَتَوَكَّلِ  meczum muzari fiildir.  الْمُتَوَكِّلُونَ  fail olup ref alameti  وَ ‘dır. Cemi müzekker salimler harfle îrablanır.

الْمُتَوَكِّلُونَ  kelimesi, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفَعَّلَ babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَوَكَّلِ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  وكل ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.

وَمَا لَـنَٓا اَلَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ 

 

Elçilerin sözlerinin devamı olan ayet mekulü’l-kavle matuftur.

İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp inkâr manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Menfi isim cümlesinde, haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  لَـنَٓا  bu mahzuf habere müteallıktır. 

اَنْ  ve masdar-ı müevvel  لَّا نَتَوَكَّلَ عَلَى اللّٰهِ , takdir edilen  فِی  harfiyle, mahzuf hale müteallıktır. Cümlenin takdiri …ما لنا ساعين في ترك التوكّل  [Bizim neyimiz var ki tevekkülü terk etmeye çalışıyoruz?] şeklindedir.

Akabindeki  و ’la gelen  وَقَدْ هَدٰينَا سُبُلَنَاۜ  cümlesi,  نَتَوَكَّلَ  fiilinin failinden haldir. Tahkik harfi  قَدۡ ‘la tekid edilmiş, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

Müekked hal ile yapılan ıtnâbtır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade etmektedir. İki çeşittir, hal-ı müessese ve hal-i müekkede. Müesses hal, onsuz cümlenin tam olarak anlaşılmadığı hal türüdür. Müekked hal ise cümlenin manası onsuz anlaşıldığı gibi cümlenin anlamını tekid etmek amacını güder. Hal-i müekked, kendisinden önceki fiille lafzen farklı olmakla beraber manen aynı olabileceği gibi lafzen ve manen de aynı olabilir. (İslam Ansiklopedisi Müekked hal ile Yapılan Itnâb)


 وَلَنَصْبِرَنَّ عَلٰى مَٓا اٰذَيْتُمُونَاۜ 

 

وَ , istînâfiyedir. Cümle, mukadder kasemin cevabıdır. Kasemin cevabının başına gelen harf ve nûn-u sakîle olmak üzere iki unsurla tekid edilen cevap cümlesi, muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

Mahzuf kasemle birlikte cümle, gayrı talebî inşâî isnaddır.

Mecrur mahaldeki mevsûlün sılası olan  اٰذَيْتُمُونَا  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir. 


 وَعَلَى اللّٰهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ۟

 

وَ  atıf harfidir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  عَلَى اللّٰهِ , amili olan  فَلْيَتَوَكَّلِ  fiiline takdim edilmiştir. Bu takdim, kasr ifade etmiştir. Tevekkül edenler sadece Allah’a tevekkül etsinler demektir. Allah lafzı maksûrun aleyhtir.

فَ  mahzuf şartın cevabına gelen rabıta harfidir. Cevap cümlesi olan  فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ۟ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Takdiri, إن عزم المؤمنين على أمر  [Müminler bir işe azmederlerse…]  olan mahzuf şart cümlesiyle birlikte terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.

فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُتَوَكِّلُونَ۟  (Tevekkül edenler tevekkül etsin) cümlesinde iştikâk cinası (Safvetü't Tefasir)  ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Tekrar ‘Tevekkül edenler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler” demişlerdir. Bu tevekkülün tekrar zikredilmesinin hikmeti şudur: Peygamberler “Hem biz niçin Allah’a (tevekkül etmeyelim) güvenip dayanmayalım ki…” ifadeleri ile kendileri için Allah’a tevekkülün gerekli olduğunu belirtmişlerdir. Daha sonra, kendileri ile ilgili şeyleri tamamlayınca, kendilerine uyan kimselere de bunu emrederek, “Tevekkül edenler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler” demişlerdir ki bu ifade iyiyi ve güzeli emreden kimsenin, ancak o şeyi önce kendisi yaparsa tesirli olacağını gösterir.

Ayette bir tekrar söz konusu olmaz. Çünkü, “yalnız Allah’a tevekkül etsinler” ifadesi, iki değişik maksaddan ötürü, iki ayrı yerde gelmiştir. Hem birincisinin tevekkülü başlatma, ikincisinin de onu devam ettirme ve sürdürmeye çabalamak manasına olduğu da söylenmiştir. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)

فَلْيَتَوَكَّلِ - الْمُتَوَكِّلُونَ۟ - نَتَوَكَّلَ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

Nefy harfi olan  مَا  ile mevsûl olan  مَا  edatlarında tam cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

 
İbrahim Sûresi 13. Ayet

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ اَرْضِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِم۪ينَۙ  ...


İnkâr edenler, peygamberlerine; “Andolsun, ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız, ya da bizim dinimize dönersiniz” dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: “Biz zalimleri mutlaka yok edeceğiz.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ dediler ki ق و ل
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
4 لِرُسُلِهِمْ elçilerine ر س ل
5 لَنُخْرِجَنَّكُمْ ya sizi mutlaka çıkarırız خ ر ج
6 مِنْ -dan
7 أَرْضِنَا yurdumuz- ا ر ض
8 أَوْ ya da
9 لَتَعُودُنَّ dönersiniz ع و د
10 فِي
11 مِلَّتِنَا bizim dinimize م ل ل
12 فَأَوْحَىٰ şöyle vahyetti و ح ي
13 إِلَيْهِمْ onlara
14 رَبُّهُمْ Rableri ر ب ب
15 لَنُهْلِكَنَّ mutlaka helak edeceğiz ه ل ك
16 الظَّالِمِينَ zalimleri ظ ل م

İnkârcılar, peygamberlerin getirdiği mesajı reddetmekle yetinmediler, ileri derecede bir cüretle onları kendi dinlerine dönmek veya sürgün edilmek seçenekleri arasında tercihte bulunmaya zorladılar. Onların bu planları karşısında Allah Teâlâ peygamberlerine gönderdiği vahiyde o zalimleri mutlaka helâk edeceğini, onların yurduna kendisine gönülden bağlı olup saygı gösteren, azabından korkan peygamberleri ve onlara iman edenleri yerleştireceğini müjdeledi. Âyet Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber’i sıkıştırıp kendi dinlerine döndürmeye, dönmediği takdirde ülkesinden sürgün etmeye çalıştıkları bir dönemde inerek Hz. Peygamber’i ve ona inananları teselli etmiş, müşrikleri de uyarmıştır (Taberî, XIII, 191-192). 

 14. âyette geçen Allah’ın makamından maksat, hesap gününde O’nun huzurunda durulacak yer veya huzurunda durmaktır; aynı ifade Allah’ın murakabesi (gözetimi) veya azabı anlamlarına da gelir (Şevkânî, III, 113). Yüce Allah, dünyada yaptıklarının hesabını âhirette Allah huzurunda vereceğine inanan, Allah’ın azabından korkan kimselerin düşmanlarını yok edip onları düşmanlarının yurduna yerleştireceğini vaad etmektedir. Bu vaadin genel veya muhataplarına özel olması mümkündür.

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri

 Cilt: 3 Sayfa: 309-310

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ اَرْضِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا مِنْهُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

لِرُسُلِهِمْ  car mecruru  قَالَ  fiiline müteallıktır.

Mekulü’l-kavli, mukadder kasem ve cevabıdır.

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  نُخْرِجَنَّكَ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

مِنْ اَرْضِنَٓا  car mecruru  نُخْرِجَنَّكُمْ   fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut, ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  تَعُودُنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. 

تَعُودُنَّ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. İki sakin bir araya geldiği için fail hazf edilmiştir.

ف۪ي مِلَّتِنَا  car mecruru  تَعُودُنَّ  fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri  نَٓا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِم۪ينَۙ

 

فَ  atıf harfidir.  اَوْحٰٓى  mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.   اِلَيْهِمْ   car mecruru  اَوْحٰٓى  fiiline müteallıktır.

رَبُّهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.

نُهْلِكَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

الظَّالِم۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي  harfidir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanırlar.

الظَّالِم۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  ظلم  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِرُسُلِهِمْ لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ اَرْضِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede has ism-i mevsûl fail konumundadır.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli kasem üslubunda gelmiştir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

لَ  ve  نَّ ‘la tekid edilen  لَنُخْرِجَنَّكُمْ مِنْ اَرْضِنَٓا  şeklindeki cevap cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. 

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

Allah Teâlâ peygamberlerinin, düşmanlarının şerlerini savuşturma hususunda Allah'a tevekkül edip, O'nun korumasına güvenmekle yetindiklerini haber verince, kâfirlerin de beyinsizlikte çok ileri gittiklerini ve "Elbette ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız yahut mutlaka dinimize döneceksiniz" dediklerini nakletmiştir. Bu, "şu iki ihtimalden, yani ya sizi yurdunuzdan çıkarmamız yahut da sizin bizim dinimize dönmenizden birisi mutlaka olacak" demektir. Böyle söylemelerinin sebebi şudur: "Hak taraftarları her devirde az, batıl taraftarları ise çok olmuşlardır. Bütün zalimler ve fasıklar, batıl taraftarlarına destek ve yardımcı olmuşlardır. İşte bundan dolayı onlar bu beyinsizliği yapabilmişlerdir. (Fahreddin er-Râzî)

Küfredenlerin sözlerindeki  لَنُخْرِجَنَّكُمْ  ve  لَتَعُودُنَّ  fiillerinin başındaki  لَ  ve sonundaki  نَّ  harfleri, onların bu kararlarında ne kadar inatçı olduklarını belirtmektedir. Elçileri yurtlarından çıkarmak ve onları kendi dinlerine döndürmek seçeneğinden başka bir alternatif düşünmediklerini, elçilere inanmayacaklarını çok kesin bir dille belirtmiş oluyorlar.

Allah Teâlâ da zalimleri helak edeceğini aynı üslupla, kasem  لَ ‘ı ve nûn-u sakîle ile tekid edilmiş cümleyle bildirmiştir.

Ayetteki  اَرْضِنَٓا  (yurt) kelimesi ile zalimlerin yurtları ve diyarları kastedilmiştir. Bunun birer benzeri, وَاَوْرَثْنَا الْقَوْمَ الَّذ۪ينَ كَانُوا يُسْتَضْعَفُونَ مَشَارِقَ الْاَرْضِ وَمَغَارِبَهَا الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَاۜ [Hakarete uğramış olan o kavmi, feyzli ve bereketli kıldığımız yerin (arzın) doğularına ve batılarına mirasçı kıldık.] (A’raf/137) ve  وَاَوْرَثَكُمْ اَرْضَهُمْ وَدِيَارَهُمْ [Sizi, onların arzına ve diyarına miras kıldık” (Ahzâb/27) ayetleridir.

Bil ki bu ayet, düşmanını başından savuşturmak için kim Allah’a tevekkül ederse, düşmanının şerrine karşı Allah’ın ona yeteceğine (yardım edeceğine) delalet eder.(Fahreddin er-Râzî)


  فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِم۪ينَۙ

 

فَ , atıf harfidir. Cümle hükümde ortaklık nedeniyle istînâfa hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir.

فَاَوْحٰٓى اِلَيْهِمْ رَبُّهُمْ  [Rableri onlara vahyetti.] dedikten sonra  لَنُهْلِكَنَّ  [helak edeceğiz.] şeklinde biz zamirine dönülmesi dikkati toplamak ve korkutmak amaçlı iltifattır.

قَالَ - اَوْحٰٓى  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  اِلَيْهِمْ , siyaktaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.

رَبُّهُمْ  şeklinde Rab isminin onlara ait zamire muzâf olmasında, Rabblerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini hatırlatmak manasının yanında onlara tahkir amacı vardır.

لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِم۪ينَ  cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

لَ  ve  نَّ ‘la tekid edilen   لَنُهْلِكَنَّ الظَّالِم۪ينَۙ  şeklindeki cevap cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. 

Onların zamir makamında zalim olarak anılması, işin kötülüğünü vurgulamak amacıyla yapılan ıtnâb sanatıdır.

Keşşâf sahibi "O zalimleri muhakkak helak edeceğiz" ifadesi, ya bir  قال  filinin mahzuf olmasını yahut,  اَوْحٰٓى  fiilinin  قال  fiilinin yerini tutmuş olmasını gerektirmiştir. Çünkü vahiy de söylemenin bir çeşididir” demiştir. (Fahreddin er-Râzî)

 
İbrahim Sûresi 14. Ayet

وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ ذٰلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَام۪ي وَخَافَ وَع۪يدِ  ...


“Onlardan sonra sizi elbette o yere yerleştireceğiz. Bu, makamımdan korkan ve tehdidimden sakınan kimseler içindir.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ ve sizi yerleştireceğiz س ك ن
2 الْأَرْضَ o yere ا ر ض
3 مِنْ
4 بَعْدِهِمْ onların ardından ب ع د
5 ذَٰلِكَ bu
6 لِمَنْ içindir
7 خَافَ korkan خ و ف
8 مَقَامِي makamımdan ق و م
9 وَخَافَ ve korkan içindir خ و ف
10 وَعِيدِ tehdidimden و ع د

وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

لَ  mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.

نُسْكِنَنَّكُمُ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakîledir. Fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

الْاَرْضَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنْ بَعْدِهِمْ  car mecruru  نُسْكِنَنَّكُمُ  fiiline müteallıktır.

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

نُسْكِنَنَّكُمُ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındandır. babındadır. Sülâsîsi  سكن ’dir.   

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


 ذٰلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَام۪ي وَخَافَ وَع۪يدِ

 

İsim cümlesidir.  ذٰلِكَ  ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık belirten harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  لِ  harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  خَافَ مَقَام۪ي ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

خَافَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Faili, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

مَقَام۪ي  mef’ûlun bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَخَافَ وَع۪يدِ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur.  خَافَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

وَع۪يدِ  mef’ûlun  bih olup mukadder fetha ile mansubdur.  وَع۪يدِ  kelimesinin sonundaki kesra mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Mütekellim  ي ’sının hazf edilmesi fasılaya uyması sebebiyledir.

وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ 

 

Önceki ayetteki mukadder kaseme matuf ayet, kasem üslubunda gelmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. Cümle muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

وَلَنُسْكِنَنَّكُمُ الْاَرْضَ مِنْ بَعْدِهِمْۜ  cümlesi, mahzuf kasemin cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. 

لَ  ve  نَّ ‘la tekid edilen  cevap cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır. 

Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.


 ذٰلِكَ لِمَنْ خَافَ مَقَام۪ي وَخَافَ وَع۪يدِ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. 

Sübut ifade eden isim cümlesi formunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

ذٰلِكَ  mübtedadır. Müsnedün ileyh işaret ismiyle marife olmuştur. İşaret ismi, işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder.

Müsnedün ileyhin hissi şeyleri işaret etmekte kullanılan ism-i işaretle marife oluşu, müsnedün ileyhe dikkat çekip net bir şekilde ortaya koymak içindir.

Müşterek ismi mevsûl  مَنْ  harf-i cer nedeniyle mecrur mahalde olup  ذَ ٰ⁠لِكَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin mahzuf oluşu, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mevsûlün sılası olan  خَافَ مَقَام۪ي , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üslupta gelen  وَخَافَ وَع۪يدِ , sıla cümlesine matuftur.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder.

İşaret isminde istiare vardır. Ayette, Allah’ın inananlara vaadine işaret edilmiştir.  Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)

لَنُسْكِنَنَّكُمُ ‘deki azamet zamirinden sonra  مَقَام۪ي ’deki mütekellim zamirine iltifat vardır.

مَقَام۪ي  ve  وَع۪يدِ  izafetlerinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  مَقَام۪  ve  وَع۪يدِ , tazim edilmiştir.

مَقَام۪ي  (Makam Allah) sözü istiaredir. Çünkü makam, sadece ayağa kalkması (el-kıyam) caiz olan kimseye izafe edilebilir. Bu ise Yüce Allah için imkânsızdır. O halde burada makam ile kastedilen kıyamet günü dür. Çünkü onda insanlar hesap için amellerin sevap ve cezaya arzedilmesi için kalkarlar. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

مَقَام۪  kelimesi “mim” harfi üstün olarak ‘ikamet olunan, kalkılan yer’ anlamında da kullanılır. Ötreli  مُقام  olarak kullanılırsa ayakta durma işini ifade eder. “İşte bu, Benim makamımdan korkanlara” ayeti, Benim onun üzerindeki kıyamımı yani onu gözetleyişimi bilenlere… anlamındadır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: [”Her nefsin bütün kazandığını gözetleyen (kaim olan)…”] (er-Ra’d, 13/33)

وَع۪يدِ [tehdit] kelimesinin azap demek olduğu da söylenmiştir. Vaîd vadetmekten isimdir. (Kurtubî)

Fasılaya uygunluk sebebiyle  وَع۪يدِ  lafzındaki mütekellim  ي ‘sı hazf edilmiştir.

خَافَ  fiilinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
İbrahim Sûresi 15. Ayet

وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍۙ  ...


Peygamberler, Allah’tan yardım istediler ve her inatçı zorba hüsrana uğradı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَاسْتَفْتَحُوا fetih istediler ف ت ح
2 وَخَابَ ve perişan oldu خ ي ب
3 كُلُّ her ك ل ل
4 جَبَّارٍ zorba ج ب ر
5 عَنِيدٍ inatçı ع ن د
Din ve inanç hürriyeti tanımayanlar güç kullanarak peygamberleri kendi dinlerine döndürmeye kalkışınca peygamberler Allah’tan yardım ve zafer istediler. Allah Teâlâ elçilerine yardımını esirgemedi, zorbalık edip ululuk taslayanların tamamı helâk olup gitti. Yüce Allah onların cezalarının henüz bitmediğini, âhirette cehennemin onları beklediğini ve âyette belirtilen cezaları da orada çekeceklerini haber vermektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 310

وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍۙ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir. اسْتَفْتَحُوا  fiii damme üzeri mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir. خَابَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  كُلُّ  fail olup lafzen merfûdur. جَبَّارٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

عَن۪يدٍ  kelimesi جَبَّارٍ ‘in sıfatıdır.

جَبَّارٍ -  عَن۪يدٍ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اسْتَفْتَحُوا  fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi  فتح ’dir.

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

وَاسْتَفْتَحُوا وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍۙ

 

Ayet, وَ  ile öncesine …أوحى  cümlesine atfedilmiştir. İlk cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Aynı üslupta gelen  وَخَابَ كُلُّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍ  cümlesi, takdiri فنصروا وخاب كلّ جبّار 8 (Yardım ettiler ve her cebbar hayal kırıklığına uğradı.) olan mukadder cümleye matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyh veciz ifade için  كُلُّ جَبَّارٍ عَن۪يدٍۙ  şeklinde gelerek izafetle marife olmuştur. Muzâfun ileyhin tenkiri, cins ve tahkir ifade eder.  

عَن۪يدٍ  kelimesi  جَبَّارٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır.

Burada geçen  اسْتَفْتَحُوا  kelimesine şu iki mana verilebilir:

a) İlahi yardım sayesinde fethi ve muzafferiyeti istemek.

b) Takdir edip, hükmetmek demektir. (Fahreddin er-Râzî)

اسْتَفْتَحُوا [Fetih istediler.]  yani düşmanlarına karşı Allah’tan fetih yahut kendileriyle düşmanları arasında karar vermesini istediler, demektir ki fetahat’ten gelir (Beyzâvî)

Ayette اسْتَفْتَحُوا , fiili استنص  manasındadır.

جَبَّارٍ - عَن۪يدٍ  kelimelerinde mürâât-ı nazîr sanatı vardır.  Her ikisi de mübâlağa kipleridir. (Safvetü't Tefasir)

Dil alimleri ayetteki  عَن۪يدٍ  kelimesinin neden iştikak ettiği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Bunun aslının, kenar, köşe, taraf anlamına gelen  عند  kelimesi olduğunu söylemişlerdir. O halde  عانَدَ  ve  عَنَدَ  kelimelerinin manası, "yüz çevirerek bir köşeyi kaptı, köşede yürüdü" şeklindedir. Yine bir kimse bir kimseden uzaklaşıp kenar bucak gezdiğinde de bu durumu anlatmak için aynı lafız kullanılır. 

Sen bunu iyice kavradığında, biz deriz ki: Onun cebbar ve mütekebbir olması, ruhî haline ve huyuna; anîd olması da, o huylardan sâdır olan fiillere ve neticeye işaret olmuş olur ki bu da onun, hakdan uzaklaşması ve sapmasıdır. O halde, huyu, tekebbür, tecebbür ve zorbalık olan kimsenin, her türlü hayırdan mahrum olup sükut-u hayâle uğrayacağında ve bütün mutluluk nevilerini de kaybedeceğinde şüphe yoktur. (Fahreddin er-Râzî)


İbrahim Sûresi 16. Ayet

مِنْ وَرَٓائِه۪ جَهَنَّمُ وَيُسْقٰى مِنْ مَٓاءٍ صَد۪يدٍۙ  ...


Hüsranın ardından da cehennem vardır. Orada kendisine irinli su içirilecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مِنْ
2 وَرَائِهِ ardından da و ر ي
3 جَهَنَّمُ cehennem
4 وَيُسْقَىٰ kendisine içirilir س ق ي
5 مِنْ
6 مَاءٍ bir suy م و ه
7 صَدِيدٍ irin (gibi) ص د د
سقي Seqaye : سَقْيٌ birine içeceği bir şey vermektir. İf’al kalıbındaki إسْقاءٌ formu ise sülâsi olan سَقْيٌ dan daha mübalağalıdır. Zira إسْقاءٌ hem birisine verebileceği hem sulama yapabileceği hem de kendi içebileceği su sağlamaktır. Yine Kuran-ı Kerim’de geçen istif’al babı formu olan إسْتِسْقاءٌ içmek veya sulamak maksadıyla su talep etmek demektir. سِقايَةٌ ise kendisiyle su içilen su kabıdır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 25 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri saka, sâkÎ, musakka ve sıskadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

مِنْ وَرَٓائِه۪ جَهَنَّمُ وَيُسْقٰى مِنْ مَٓاءٍ صَد۪يدٍۙ

 

مِنْ وَرَٓائِه۪  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

جَهَنَّمُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Bu kelime gayri munsarif olup tenvin almaz.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَ  atıf harfidir.  يُسْقٰى  elif üzere mukadder damme ile merfû, meçhul muzari fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.

مِنْ مَٓاءٍ  car mecruru  يُسْقٰى  fiiline müteallıktır.  صَد۪يدٍ  kelimesi  مَٓاءٍ ‘den bedeldir.

مِنْ وَرَٓائِه۪ جَهَنَّمُ وَيُسْقٰى مِنْ مَٓاءٍ صَد۪يدٍۙ

 

Cümle كُلُّ جَبَّارٍ  ifadesinin sıfatıdır. Sübut ifade eden isim cümlesi formunda gelmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنْ وَرَٓائِه۪ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  جَهَنَّمُ  muahhar mübtedadır.

وَيُسْقٰى مِنْ مَٓاءٍ صَد۪يدٍۙ  cümlesi, öncesine matuf olup, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  يُسْقٰى  meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir.

مَٓاءٍ  kelimesindeki nekralık, özel bir neve işaret ve tazim için olabilir.

صَد۪يدٍۙ  kelimesi  مَٓاءٍ  için  sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

يُسْقٰى  ve  مَٓاءٍ  lafızları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Mücâhid ve diğer bazı zatlara göre bu irinli su, cehennem ehlinin cesetlerinden akan sudur. Cehennemin azap çeşitlerinden yalnız bunun zikre tahsis edilmesi, cehennemin en ağır azaplarından olmasından dolayıdır. (Ebüssuûd)


İbrahim Sûresi 17. Ayet

يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُس۪يغُهُ وَيَأْت۪يهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍۜ وَمِنْ وَرَٓائِه۪ عَذَابٌ غَل۪يظٌ  ...


Onu yudumlamaya çalışacak fakat boğazından geçiremeyecektir. Ona her yönden ölüm gelecek fakat ölmeyecek, arkasından da şiddetli bir azap gelecektir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَتَجَرَّعُهُ onu yutmağa çalışır ج ر ع
2 وَلَا fakat
3 يَكَادُ geçiremez ك و د
4 يُسِيغُهُ boğazından س و غ
5 وَيَأْتِيهِ ve ona geldiği halde ا ت ي
6 الْمَوْتُ ölüm م و ت
7 مِنْ
8 كُلِّ her ك ل ل
9 مَكَانٍ yandan ك و ن
10 وَمَا ve yine
11 هُوَ o
12 بِمَيِّتٍ ölemez م و ت
13 وَمِنْ
14 وَرَائِهِ bunun ardından و ر ي
15 عَذَابٌ bir azab ع ذ ب
16 غَلِيظٌ kaba غ ل ظ

يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُس۪يغُهُ وَيَأْت۪يهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍۜ

 

Fiil cümlesidir.  يَتَجَرَّعُهُ  merfû muzari fiildir. Faili, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir. لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَكَادُ  nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

يَكَادُ ’nun ismi, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

يُس۪يغُهُ  fiili,  يَكَادُ ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.  يُس۪يغُهُ  merfû muzari fiildir. Faili, müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  يَأْت۪يهِ  fiili,  ي  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

الْمَوْتُ  fail olup lafzen merfûdur.  مِنْ كُلِّ  car mecruru  يَأْت۪يهِ  fiiline müteallıktır.  مَكَانٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  haliyyedir.  ما  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.  

هُوَ  munfasıl zamiri  مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  مَيِّتٍ  kelimesi lafzen mecrur,  َٓما ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.

يَتَجَرَّعُ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi   جرع ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


 وَمِنْ وَرَٓائِه۪ عَذَابٌ غَل۪يظٌ

 

وَ  atıf harfidir.  مِنْ وَرَٓائِه۪  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

عَذَابٌ  mübteda muahhar olup lafzen merfûdur.  غَل۪يظٌ  kelimesi  عَذَابٌ  sıfatı olup lafzen merfûdur.

غَل۪يظٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُس۪يغُهُ وَيَأْت۪يهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍۜ 

 

Ayet önceki ayetteki  مَٓاءٍ ‘in sıfatıdır. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Nakıs fiil  كاد ’nin dahil olduğu  وَلَا يَكَادُ يُس۪يغُهُ , makabline matuf, menfi isim cümlesidir.  يَكَادُ ’nun haberi muzari fiil cümlesi formunda gelerek hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

وَيَأْت۪يهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Makabline  وَ  ile atfedilmiştir.

Hal konumundaki  وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍ  cümlesi, menfi isim cümlesi formunda gelmiştir.  مَا  nefy harfi  ليس  gibi amel etmiştir. Haberi olan  بِمَيِّتٍ ’ye dahil olan  بِ  harfi zaiddir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

وَيَأْت۪يهِ الْمَوْتُ مِنْ كُلِّ مَكَانٍ  cümlesiyle,  وَمَا هُوَ بِمَيِّتٍۜ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

لَا يَكَادُ  fiilinde mübalağa vardır. (Muhyiddin Derviş, Îrab)

Allah Teâlâ önceki ayetteki  مِنْ مَٓاءٍ صَد۪يدٍۙ  sözüyle yetinmeyip onun kötülüğünü iyice anlaşılır kılmak için manzarayı bizim gözümüzün önüne seriyor. İçmekte zorlandığını, neredeyse içemeyecek olduğunu, sonra zorla içtiğini görür gibi oluyoruz. Bu üslup, durumun ne kadar korkunç olduğunu anlatmak amacıyla yapılan ıtnâbtır.

Neredeyse içemeyecek demekle içmekte çok zorlandığı edebi bir dille belirtilmiştir.

يَكَادُ  fiilinin olumsuzunda olumlu; olumlusunda da olumsuz mana bulunmaktadır. Buna göre bu ayetin manası, “O, onu boğazından gecikerek akıtabiliyordu ancak…” şeklinde olur. Çünkü Araplar, “Neredeyse kalkmayacaktım” derler; bu, “bir müddet sonra kalktım” demektir. Bu cümlede mübalağa vardır.

يَأْت۪يهِ الْمَوْتُ  ibaresi istiaredir. Buradaki  الْمَوْتُ [ölüm]  ile kastedilen gerçek ölüm olsaydı Yüce (Allah) ‘’Oysa ölecek değildir’’ demezdi. Onun için bunun anlamı üzüntü ve kederin, sıkıntılı işlerin her taraftan onu kaplayıp sarmasıdır. Nitekim üzüntü ve kederlere batmış, zor meselelerin stresi içinde boğulan kimse için kendisini saran kederlerin, çektiği acıların büyüklüğünde mübalağa ifadesi kastedilerek  غَمَرَاتِ الْمَوْتِ (Ölüm deryasına dalmış) denilerek durumu tasvir edilir.  (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları, Enam/93)

يَأْت۪يهِ الْمَوْتُ  (Ona ölüm gelir) cümlesinde ölüm, insanı saran sıkıntı ve ızdıraplardan müsteardır. Bazen üzüntülü kimselerin başına gelenlerin büyüklüğünü ve karşılaştıkları şeyin ızdırap verici olduğunu abartarak söylemek için ‘’o,ölüm sıkıntıları içindedir’’ denir. (Safvetü't Tefasir)

Burada ölüm, kendi iradesiyle hareket eden, her yönden gelebilen bir varlık yerine konmuş. Ölüm kelimesiyle sebepleri kastedilmiştir. Sebep alakasıyla mecaz-ı mürsel olduğu da söylenebilir. (Muhyiddin Derviş)

الْمَوْتُ - مَيِّتٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

مَكَانٍ ’deki tenvin kesret ve nev ifade eder.


وَمِنْ وَرَٓائِه۪ عَذَابٌ غَل۪يظٌ

 

وَيَأْت۪يهِ الْمَوْتُ  cümlesine  وَ ‘la atfedilen bu cümle, sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdIr.

Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  مِنْ وَرَٓائِه۪ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  عَذَابٌ  muahhar mübtedadır.

Müsnedün ileyhin tehir edilerek nekre gelmesi, onun tasavvur edilemeyecek evsafta olduğuna işarettir.

غَل۪يظٌ  kelimesi,  عَذَابٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

غَل۪يظٌ  kelimesi kuvvet ve yapışmaktan kinayedir. (Muhyiddin Derviş, Îrab)

عَذَابٌ غَل۪يظٌ  ifadesiyle, o azabın kesintiye uğramayacağı ve devamlı olduğu kastedilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

مِنْ وَرَٓائِه۪  (arkasından) ifadesi sonra anlamındadır.

يَتَجَرَّعُهُ وَلَا يَكَادُ يُس۪يغُهُ  Şiddetli susuzluktan ve hararetten dolayı onu yudum yudum içmeye çalışacaksa da boğazından geçiremeyecek; boğazına takılacak ve nice uğraşlardan sonra zar zor yutabilecek. Böylece hem hararet ve susuzlukla hem de bu şekilde yutmakla azabı uzadıkça uzayacak. Ve her yandan yahut cesedinin her yanından hatta saçlarının dibinden ve ayaklarının baş parmağından bile kendisine ölüm sebepleri saldıracak, oysa o, bütün bu zahiri sebeplere rağmen ölmeyecek hatta onun önünde daha da ağır bir azap daha olacak. Öyle ki her vaktin azabı, bir öncekinden daha ağır olacaktır. Böylece bu ifade, dünya azabında âdet olduğu üzere zamanla hafifleme olacak vehmini de tamamen bertaraf etmektedir. (Ebüssuûd)
İbrahim Sûresi 18. Ayet

مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ  ...


Rablerini inkâr edenlerin durumu şudur: Onların işleri, fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. (Dünyada) kazandıkları hiçbir şeyin (ahirette) yararını görmezler. İşte bu, derin sapıklıktır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَثَلُ durumu م ث ل
2 الَّذِينَ kimselerin
3 كَفَرُوا inkar eden(lerin) ك ف ر
4 بِرَبِّهِمْ Rablerini ر ب ب
5 أَعْمَالُهُمْ işleri ع م ل
6 كَرَمَادٍ küle benzer ر م د
7 اشْتَدَّتْ savurduğu ش د د
8 بِهِ onu
9 الرِّيحُ rüzgarın ر و ح
10 فِي
11 يَوْمٍ bir günde ي و م
12 عَاصِفٍ fırtınalı ع ص ف
13 لَا
14 يَقْدِرُونَ ele geçiremezler ق د ر
15 مِمَّا şeylerden
16 كَسَبُوا kazandıkları ك س ب
17 عَلَىٰ
18 شَيْءٍ hiçbir şeyi ش ي ا
19 ذَٰلِكَ işte
20 هُوَ o
21 الضَّلَالُ sapıklıktır ض ل ل
22 الْبَعِيدُ derin ب ع د
Önceki âyetlerde Allah’ın birliğini inkâr edenlerin âhirette cezalandırılacağı bildirilmişti. Böyle olunca “bunların dünyada yaptıkları fakirlere yardım, misafir ağırlama ve benzeri dünya hayatında faydalı ve iyi işlerden yararlanıp yararlanamayacakları” sorusu akla gelmektedir. Yüce Allah, bu soruya cevap olmak üzere onların dünyada yaptıkları ve kazandıkları –ne kadar çok ve iyi olursa olsun– fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu kül yığınına benzeterek âhirette hiçbir değer ifade etmeyeceğini, bunun da telâfisi mümkün olmayan bir ziyan ve bir yanılgı olduğunu vurgulamıştır. Çünkü Allah insanları önce kendisine ve gönderdiği peygamberlere iman etmekle yükümlü kılmıştır. İnanmayanların dünya hayatında ortaya koydukları güzel eserler, insanlar için fayda sağlayan hizmetler değerli olmakla beraber Allah’a ve âhirete inanmadan yapıldığı takdirde karşılıkları da dünyada alınacak, âhirette sahiplerine bir fayda sağlamayacaktır. Zaten bunları yapanların da amacı dünya hayatıyla sınırlıdır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 310-311

مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ

 

İsim cümlesidir.  مَثَلُ  kelimesi mübteda olup aynı zamanda muzâftır. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  ٱلَّذِینَ , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

بِرَبِّهِمْ  car mecruru  كَفَرُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

Mübtedanın haberi mahzuftur. Takdiri;  فيما يتلى عليكم (Size okunan şeydedir.) şeklindedir.

اَعْمَالُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

كَرَمَادٍ  car mecruru  mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır.

اشْتَدَّتْ  fiili,  رَمَادٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.  اشْتَدَّتْ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  تْ  te’nis alametidir.

الرّ۪يحُ  fail olup lafzen merfûdur.  ف۪ي يَوْمٍ  car mecruru  اشْتَدَّتْ  fiiline müteallıktır.  عَاصِفٍ  kelimesi  يَوْمٍ  sıfatı olup lafzen mecrurdur.


  لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ 

 

Fiil cümlesidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَقْدِرُونَ  fiili  نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

مَا  müşterek ism-i mevsûl,  مِنْ  harf-i ceri ile birlikte  شَيْءٍ ‘in mahzuf haline müteallıktır. İsmi mevsûlun sılası  كَسَبُوا  cümlesidir. Îrabtan mahalli yoktur.

كَسَبُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

عَلٰى شَيْءٍ  car mecruru  يَقْدِرُونَ  fiiline müteallıktır.  


ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ

 

İsim cümlesidir. İşaret ismi  ذٰلِكَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildiren harf,  ك  ise muhatap zamiridir.

هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ  cümlesi  ذٰلِكَ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  هُوَ  ikinci mübteda olarak mahallen merfûdur.  الضَّلَالُ  haber olup lafzen merfûdur.  الْبَع۪يدُ  ise  الضَّلَالُ  kelimesinin sıfatıdır.

مَثَلُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mübteda olan  مَثَلُ , müşterek ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘ye muzâf olmuştur. Mazi fiil sıygasıyla gelen sıla cümlesi  كَفَرُوا بِرَبِّهِمْ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübtedanın haberi mahzuftur.

Takdiri; ... فيما يتلى عليكم  [Size okunan şeydedir.] şeklindedir.

 

اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede  كَرَمَادٍ ’nin müteallakı olan haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

 اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ  cümlesi,  رَمَادٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

الرّ۪يحُ  deki marifelik cins içindir. (Âşûr)

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

Sibeveyhî şöyle demiştir: “Ayetin takdiri, “ve size okunanlar arasında, o kâfirlerin misâli de vardır”

Ayetteki  كَرَمَادٍ  kelimesi de, mukadder bir suâlden dolayı, müstenef bir cümledir. Buna göre o soruyu soran sanki, “Onların misalleri nasıldır?” demiş de, “onların amelleri…. kül gibidir” denilmiştir.

Bu ifadede, esme işi, güne nispet edilmiştir. Bu, o günün ihtiva ettiği şey, yani rüzgâr veya rüzgârlar sebebiyledir.

Bu ayet aslında az önce geçen: “İnat eden her zorba ise zarara uğradı” (İbrahim, 14/15) ayeti ile ilişkilidir. Onların amelleri boşa çıkmış olacak ve kabul edilmeyecektir, demektir. Kül ise bir şeyin yanmasından sonra geriye kalandır. Şanı Yüce Allah bu ayet-i kerime ile inkâr eden kâfirlerin amellerinin misalini vermektedir. Fırtınalı bir günde şiddetli rüzgarın külü savurduğu gibi Yüce Allah ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍ  (fırtınalı bir amellerini yok edecektir. (Kurtubî)

Bu mesel ile bu ameller arasındaki "vech-i şebeh" (benzeşme yönü) şudur: Şiddetli bir rüzgârın, külü her tarafa uçurup o külden herhangi bir eser ve iz kalmayacak bir biçimde, onu darmadağın etmesidir. Burada da böyledir, zira onların küfürleri, amellerini boşa çıkarmış, o amellerden onların yanında herhangi bir iz, herhangi bir eser kalmayacak bir biçimde, onların amellerini yakıp kül etmiştir. (Fahreddin er-Râzî)

günde) ibaresinde geçen asf rüzgârın şiddetle esmesidir. Zamanın onunla nitelenmesi mübalağa içindir. Tıpkı  نهاره سائم (gündüzü oruçlu) ve  ليله قائم (gecesi namazlı) sözleri gibi.  عَاصِفٍۜ  kelimesi rüzgâra değil güne isnad edilmiştir. Mecazî isnad vardır.

Ayet-i kerimedeki  اَعْمَالُهُمْ كَرَمَادٍۨ اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ  ifadesi vech-i şebeh birçok unsurdan elde edildiği için teşbih-i temsîlîdir. 

“Kâfirler, cehennem ateşinde karşılaşacakları azap bir yana, bir de dünyada işledikleri iyi işlerinin zayi olup boşa gitmesine ve ahirette kendilerine bir fayda vermemesine üzüleceklerdir. Allah, onların amelleri için şöyle misal vermiştir: Kâfirlerin; sadaka vermek, sıla-i rahim, ana babaya iyilik etmek gibi yaptığı iyi amellerin kıyamet gününde Allah’tan bunların sevaplarını talep ettikleri vakitte durumu, fırtınalı bir günde kuvvetli ve şiddetli rüzgârın/kasırganın savurduğu külün durumu gibidir. Dünyada yaptıkları bu amellerden hiçbir şey elde etmeye güç yetiremezler. Ancak sadece o fırtınalı günde o küllerden ne kadar toplayabilirlerse o kadarını elde edebilirler. Onların çalışmaları ve amelleri, herhangi bir temel ve bir istikamete mebni değildir. Bilakis haktan son derece uzaktır. Öyle ki bu amellerin kabul şartı olan imanı yitirdikleri için sevabını da kaybetmişlerdir.

İbn Âşûr da benzer açıklamalarla birlikte bu temsilin şöyle bir inceliği olduğunu zikreder. O da, temsil için kül birikintisine benzetmenin seçilmesidir. Çünkü kül, ilk muhatap konumundaki kâfirlerin en faziletli kabul ettikleri ve aralarında en yaygın olan misafir ağırlama amellerinin eseri idi. Öyle ki “külü çok” ifadesi onların dilinde cömertlikten kinaye olarak kullanılırdı. Dolayısıyla kâfirlere en çok güvendikleri amellerinin bile boşa çıkacağı temsil yoluyla en güzel şekilde anlatılmış olmaktadır. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr Adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

اشْتَدَّتْ بِهِ الرّ۪يحُ  ve  يَوْمٍ عَاصِفٍۜ  ifadelerinin ikisi de istiaredir. اشتداد ‘ın Arap kelamındaki asıl anlamı ‘’hızla koşmaktır.’’ Nitekim Araplar  اشْتَدَّ اَلْقَوْمُ (kavim hızla koştu) derler. Yüce Allah burada rüzgârın külü savurmadaki süratini uzun koşu yapan koşucunun süratine benzetmiştir. Diğer istiare de Allah Teâlâ’nın  ف۪ي يَوْمٍ عَاصِفٍۜ  [Şiddetle esen bir günde] sözüdür. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

Bu kelâm, mukadder bir sualin cevabı mahiyetindedir. Sanki, peki onların sıla-ı rahim, köleleri azat etmek, fidye verip esirleri azat etmek, tehlikede olanları kurtarmak, konukları ağırlamak gibi iyi amelleri ne oldu da, sonuçları böyle kötü oldu? diye sorulmuş da buna cevap olarak denilmiş ki işte Rablerini inkâr edenlerin garip halleri şöyledir... işte onların sayılan iyi işleri, Allah'ı tanımak, O'na iman etmek ve O'na yönelmek temeli üzerine bina edilmediği için fırtına rüzgârlarının savurduğu bir kül yığınına benzetilmiştir. Yani onlar kıyamet gününde kazandıkları amellerin, mükâfat veya azabın hafifletilmesi gibi bir faydalı sonuç göremezler. Tıpkı, mezkûr kül yığını gibi yaptıkları havaya gider.

Kâfirlerin, putlar adına yaptıkları amellerin korkunç cezaları da olduğu halde burada yalnız, faydalı sonuçlarını görmeyeceklerinin beyan edilmesiyle iktifa edilmesi, onların putlara karşı olan inançlarının ve Allah (cc) katında kendilerine şefaatçi olacakları iddialarının bâtıl olduğunu sarahaten belirtmek ve bir de onlarla istihza etmek ve gazap beyan etmek içindir. (Ebüssuûd)


لَا يَقْدِرُونَ مِمَّا كَسَبُوا عَلٰى شَيْءٍۜ 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mecrur mahaldeki mevsûlün sılası olan  كَسَبُوا  cümlesi müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekküne ve istikrara işaret etmiştir. 

Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu cümle, kulun kendi fiillerini kesbedeceğine delâlet etmektedir. (Fahreddin er-Râzî)

عَاصِفٍ - الرّ۪يحُ  ve  كَفَرُوا - الضَّلَالُ  ve  كَسَبُوا - يَقْدِرُونَ  kelime grupları arasında mürâât-ı  nazîr sanatı vardır.


ذٰلِكَ هُوَ الضَّلَالُ الْبَع۪يدُ

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.

Fasıl zamiri ve haberin tarifi ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

الضَّلَالُ  mübtedanın haberidir. Müsnedin ال takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğunu, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu kesin bir dille belirtilmiştir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, fasıl zamiri, isim cümlesi ve müsnedin harf-i tarifle marife olması sebebiyle üç katlı tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede  ذٰلِكَ  ile dalalette olanların durumuna işaret edilmiştir. 

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan, istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Beyân İlmi)

ذٰلِكَ  sözünde cem’ ve iktidâb vardır. Olayı özetleyen bir kelimedir. 

Zamir makamında gelen işaret ismi  ذٰلِكَ  bunun son derece belli, müşahede edilebilir cinsten sayıldığını bildirir

Uzağı işaret etmekte kullanılan  ذٰلِكَ , son cümlenin müsnedün ileyhidir. Müsnedin nekra gelmesi gerekirken marife gelmesi mübalağa ifade eder. ‘Öyle bir dalalettir ki asıl sapkınlık odur’ manası vardır.


Günün Mesajı
Kâfirler peygamberlerine inanmamakta direnip onlara iki seçenek sunmuşlardır: Ya kendilerine uyması ya da başka bir ülkeye sürgün. İlginç bir şekilde inanca tahammül yoktur. Bu durum tarih boyunca tekrarlanmıştır. 
Sayfadan Gönüle Düşenler

İnsan, kimi zaman, kimi ortamlarda kendisini kanıtlama derdine düşer. Altından kalkamayacağı ifadeleri kullanır. Manaları üzerinde düşünmediği kelimeleri sarfeder. Sonunu hesaplamadığı yanlış işlere kalkışır. Belki nefsini tatmin etmek için, belki sevgisini ispatlamak için.

Bazı şarkılarda ve şiirlerde, böylesi yanlış kalıplara rastlanır. Misal; sevdiğine kavuşmak için cehenneme gitmeye razı (ahmak) yürekliler. Cehennemin de, cennet kadar gerçek olduğunu idrak edenin söylemeye cesaret edemeyeceği saçma sözler. Cennet, huzurun eksik olmadığı bir hayat. Cehennem ise acının eksik olmadığı bir hayat.

Müslüman; adımlarını bilinçli atmaya çalışandır. Kelimelerini ölçüp tartarak konuşmaya, kararlarını İslam kaidelerine göre almaya, hareketlerini ve hatta hayallerini Allah’ın rızasına uygun düzenlemeye çalışır. Hiçbir şeyde aşırıya gitmemeye çalışır ki, dili uygunsuz kelimeler sarfetmesin, nefsi uygunsuz kararları ummasın ve bedeniyle zihni Allah’ın rızasından uzaklaştıracak işlerle meşgul olmasın.

Ey Allahım! Bizi, cehennem azabından koru. Bizi; mahşer günü, cehennem ateşinin sesini duymadan ve sıcaklığını hissetmeden cennetine giren kullarından eyle.

Ey Allahım! Bizi; üzerimize cehennem daraltısını yaklaştıracak hallerden, düşüncelerden, kararlardan, işlerden, sözlerden ve insanlardan uzak tut. Gönlümüze; üzerimize cennet ferahlığını yaklaştıracak işleri, hedefleri, hayalleri, insanları, düşünce ve duyguları sevdir.

Mütevekkil kullardan olmak duasıyla.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji