بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi? |
|
3 | أَنَّ | şüphesiz |
|
4 | اللَّهَ | Allah |
|
5 | خَلَقَ | yarattı |
|
6 | السَّمَاوَاتِ | gökleri |
|
7 | وَالْأَرْضَ | ve yeri |
|
8 | بِالْحَقِّ | hak ile |
|
9 | إِنْ | eğer |
|
10 | يَشَأْ | dilerse |
|
11 | يُذْهِبْكُمْ | sizi götürür |
|
12 | وَيَأْتِ | ve getirir |
|
13 | بِخَلْقٍ | bir halk |
|
14 | جَدِيدٍ | yepyeni |
|
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ
İstifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir.
تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)
اَلَمْ تَرَ ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)
اَنَّ ve masdar-ı müevvel , تَرَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübtedayı ve haberi iki mef’ûl yaparak nasbederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibarıyla onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.
Bu ayette تَرَ fiili bilmek manasına gelen fiillerdendir ve iki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak almıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.
اللّٰهَ lafza-i celâl اَنَّ ‘in ismi olarak lafzen mansubdur.
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ cümlesi اَنَّ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.
خَلَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
السَّمٰوَاتِ mefûlun bih olarak kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanırlar.
الْاَرْضَ atıf harfi وَ ‘la السَّمٰوَاتِ ‘a matuftur.
بِالْحَقّ car mecruru خَلَقَ ‘deki failin veya mef’ûlun bihin mahzuf haline müteallıktır.
اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۙ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. يَشَأْ şart fiili olup meczum muzari fiildir.Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يُذْهِبْكُمْ fiili, فَ harfi bitişmeksizin şartın cevabıdır.
يُذْهِبْ meczum muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَأْتِ fiili atıf harfi وَ ‘la يُذْهِبْكُمْ fiiline matuftur.
يَأْتِ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
بِخَلْقٍ car mecruru يَأْتِ fiiline müteallıktır. جَد۪يدٍ kelimesi خَلْقٍ ‘ın sıfatı olup kesra ile mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (النَّعَت dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ve mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda olmasına rağmen cümle, taaccüp ve kınama manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. اَنَّ ile tekid edilmiş faide-i haber inkârî kelam olan masdar-ı müevvel cümlesi, تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Ayetteki görme, kalp görmesidir. Yani kalbinle idrak etmez misin ki, Allah (cc) gökleri ve yeri hikmet ile ve yaratılması gerektiği şekilde yaratmıştır. O, dilerse sizi tamamen yok eder ve sizin yerinize, sizinle onlar arasında hiçbir alâka bulunmayan yepyeni bir halk yaratır.(Ebüssuûd)
اَنَّ ’nin haberi olan خَلَقَ السَّمٰوَاتِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضَ arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
اَلَمْ تَرَ ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’an’ın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâgi Tefsîri, S. 343)
Allah'ın (cc) zikredilen şeylere muktedir olduğunu, gökleri ve yeri bu harika nizam üzere yaratmaya muktedir olduğu delili üzerine bina etmesi, istidlal yolunu göstermek içindir. Zira bu gibi muazzam cisimleri yaratmaya muktedir olan kuvvet, bu halkı başka bir halkla değiştirmeye daha kolaylıkla muktedir olur. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)
اِنْ يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şartın cevabı فَ karînesi olmadan gelen يُذْهِبْكُمْ cümlesidir. Muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
Muzari fiilin tercih edilmesi olayın zihinde daha kolay canlandırılması için de olabilir. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
يَشَأْ fiilinin mef’ûlünün hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
Aynı üslupta gelen وَيَأْتِ بِخَلْقٍ جَد۪يدٍ cümlesi şartın cevabına matuftur.
بِخَلْقٍ ibaresinin tenkirinden murad; kimsenin anlayamayacağı, bilemeyeceği bir yaratış olması ve tazim içindir.
Bu ayetteki بِالْحَقِّۜ tabiri “Cenab-ı Hak, bunu boşuna değil tam aksine sahih, doğru bir maksat için yaratmıştır” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
Ayetin ilk cümlesindeki اللّٰهَ isminden bu cümlede gaib zamire iltifat edilmiştir.
جَد۪يدٍ kelimesi, خَلْقٍ için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)
يُذْهِبْ [giderir] ile يَأْتِ [getirir] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
خَلْقٍ ve بِالْحَقِّۜ arasında cinas-ı nakıs, خَلَقَ ve خَلْقٍ arasında ise iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَز۪يزٍ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve değildir |
|
2 | ذَٰلِكَ | bu |
|
3 | عَلَى | karşı |
|
4 | اللَّهِ | Allah’a |
|
5 | بِعَزِيزٍ | güç |
|
وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَز۪يزٍ
وَ atıf harfidir. مَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. ذٰلِكَ işaret ismi مَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir.
عَلَى اللّٰهِ car mecruru عَز۪يزٍ ‘a müteallıktır.
بِ zaiddir. بِعَز۪يزٍ car mecruru lafzen mecrur, مَا ’nın haberi olarak mahallen mansubdur.وَمَا ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ بِعَز۪يزٍ
Ayet وَ ‘la … اِنْ يَشَأْ cümlesine matuftur. Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eder. Nefy harfi, ليس gibi amel etmiştir.
ليس ‘nin haberi olan بِعَز۪يزٍ ’deki بِ harfi zaiddir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. عَلَى اللّٰهِ kelimesi, amili بِعَز۪يزٍ ’e takdim edilmiştir.
Cümlede car mecrur takdim edilmiş ve zaid harf kullanılmıştır. Bütün bunlar tekid ifade eder, hükmü kuvvetlendirir.
Müsnedün ileyhin ism-i işaret olması, şanının yüceliğine işaret etmek ve dikkat çekecek biçimde başkalarından ayırt etmek içindir.
İşaret isminde istiare vardır. ذٰلِكَ ile olaya işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Cenab-ı Hak, “Eğer dilerse sizi giderir, yepyeni bir halk getirir” buyurmuştur. Bu, “Gökleri ve yeri hak ile yaratmaya kādir olan, bir kavmi yok edip, bir başkasını var ederek diriltmeye haydi haydi kādirdir” demektir. (Fahreddin er-Râzî)وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَم۪يعاً فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَح۪يصٍ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَبَرَزُوا | ve göründüler |
|
2 | لِلَّهِ | Allah’ın huzurunda |
|
3 | جَمِيعًا | hepsi |
|
4 | فَقَالَ | dediler ki |
|
5 | الضُّعَفَاءُ | zayıflar |
|
6 | لِلَّذِينَ | kimselere |
|
7 | اسْتَكْبَرُوا | büyüklük taslayan(lara) |
|
8 | إِنَّا | şüphesiz biz |
|
9 | كُنَّا | idik |
|
10 | لَكُمْ | size |
|
11 | تَبَعًا | tabi |
|
12 | فَهَلْ | misiniz? |
|
13 | أَنْتُمْ | siz |
|
14 | مُغْنُونَ | savabilir |
|
15 | عَنَّا | bizden |
|
16 | مِنْ | -ndan |
|
17 | عَذَابِ | azabı- |
|
18 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
19 | مِنْ | (en ufak) |
|
20 | شَيْءٍ | bir şey |
|
21 | قَالُوا | dediler ki |
|
22 | لَوْ | eğer |
|
23 | هَدَانَا | bize yol gösterseydi |
|
24 | اللَّهُ | Allah |
|
25 | لَهَدَيْنَاكُمْ | biz de size yol gösterirdik |
|
26 | سَوَاءٌ | artık birdir |
|
27 | عَلَيْنَا | bize |
|
28 | أَجَزِعْنَا | sızlansak da |
|
29 | أَمْ | ya da |
|
30 | صَبَرْنَا | sabretsek de |
|
31 | مَا | yoktur |
|
32 | لَنَا | bize |
|
33 | مِنْ | hiç |
|
34 | مَحِيصٍ | kaçıp sığınacak bir yer |
|
وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَم۪يعاً فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. بَرَزُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
لِلّٰهِ car mecruru بَرَزُوا fiiline mütealıktır.
جَم۪يعاً kelimesi بَرَزُوا ‘nun failinin hali olarak fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَ atıf harfidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الضُّعَفٰٓؤُ۬ا fail olup lafzen merfûdur.
لِلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl لِ harf-i ceriyle birlikte قَالَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اسْتَكْـبَرُٓوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اسْتَكْـبَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir.Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, اِنَّا كُنَّا لَكُمْ ‘dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
نَا muttasıl zamir اِنَّ ‘in ismi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ ‘in haberi كُنَّا ‘nın dahil olduğu isim cümlesidir.
كُنَّا nakıs,mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
نَا muttasıl zamir كَانَ ‘nin ismi olarak mahallen merfûdur.
لَكُمْ car mecruru تَبَعاً ‘nın mahzuf haline müteallıktır. تَبَعاً kelimesi كَانَ ‘nin haberi olarak mansubdur.
اسْتَكْـبَرُٓ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi كبر ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri; إن جاءنا العذاب، فهل أنتم (Bize azap gelirse siz….?) şeklindedir.
هَلْ istifham harfidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
مُغْنُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanır.
عَنَّا car mecruru مُغْنُونَ kelimesine müteallıktır.
مِنْ عَذَابِ car mecruru شَيْءٍ ‘nin mahzuf haline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. شَيْءٍ lafzen mecrur, ism-i fail olan مُغْنُونَ ‘nin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
مُغْنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsm-i failin fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve meful alabilir. Bu fail veya mefûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulul-kavl, لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ ‘dır. قَالُوا fiilinin mef’ûlu bihi olarak mahallen mansubdur.
لَوْ gayr-ı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
هَدٰينَا elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا mef’ûlu bih olarak mahallen mansubdur.
اللّٰهُ lafza-i celal fail olup lafzen merfûdur.
لَ harfi لَوْ ’in cevabının başına gelen rabıtadır.
هَدَيْنَاكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا مَا لَنَا مِنْ مَح۪يصٍ۟
İsim cümlesidir. سَوَٓاءٌ mukaddem haber olarak merfûdur. عَلَيْنَٓا car mecruru سَوَٓاءٌ ‘e müteallıktır.
Hemze tesviye manasındadır. Çünkü hemze-i tesviye, kendisinden sonra gelen cümleyi masdar (müfred) hükmüne koyar.
Masdar-ı müevvel, muahhar mübteda olup mahallen merfûdur.
جَزِعْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olup mahallen merfûdur.
اَمْ atıf harfidir. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır:
1. Muttasıl اَمْ
2. Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
صَبَرْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir نَا fail olup mahallen merfûdur.
مَا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.
لَنَا car mecruru مَا ‘ın mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. مَح۪يصٍ۟ kelimesi lafzen mecrur , مَا ‘ın haberi olarak mahallen merfûdur.
وَبَرَزُوا لِلّٰهِ جَم۪يعاً فَقَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْـبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً
وَ , istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey, sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
بَرَزُ , gizlilikten sonra ortaya çıktı anlamındadır. Ortaya çıkıp göründüğü, saklanamadığı için, büyük ve geniş yerlere براز denilmesi de bu manadadır.
(Fahreddin er-Râzî)
Bu ayet her ne kadar mana bakımından gelecekle ilgili olsa dahi, mazi sıygasıyla getirilmiştir. Zira, Allah Teâlâ'nın haber verdiği her şey doğru olup, gerçektir. Böylece o şeyler sanki, olup bitmiş ve varlık âlemine girmişler, varolmuşlar demektir. Bunun bir benzeri de ["Cehennemlikler cennetliklere nida ettiler"] (Araf, 50) ayetidir.(Fahreddin er-Râzî)
جَم۪يعاً manevi tekid için gelmiştir.
Öncesine فَ ile atfedilen …قَالَ الضُّعَفٰٓؤُ۬ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
الضُّعَفٰٓؤُ۬ا (zayıflar), tabi olanlar, avam ve halk; اسْتَكْـبَرُٓوا (büyüklük taslayanlar) (müstekbirler) de liderler ve ileri gelenlerdir. İbn Abbas (ra) şöyle demiştir: "Bununla onların, Allah'a ibadet etmekten yüz çeviren, tekebbür eden ileri gelenleri kastedilmiştir."(Fahreddin er-Râzî,Âşûr)
Mecrur mahaldeki لِلَّذ۪ينَ has ism-i mevsûlu başındaki لِ harf-i ceriyle birlikte قَالَ fiiline müteallıktır. Sılası اسْتَكْـبَرُٓوا , temekkün ve istikrar ifade eden müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.107)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Büyüklük taslayanların ism-i mevsûlle ifade edilmesi tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekme amacıyladır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli olan اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
كَان ’nin dahil olduğu كُنَّا لَكُمْ تَبَعاً cümlesi اِنَّ ’nin haberidir.
İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اسْتَكْـبَرُٓوا - الضُّعَفٰٓؤُ۬ا kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.
بروز kelimesi Arapçada, saklanmanın peşinden ortaya çıkmak manasına gelir.
19. ayetteki يُذْهِبْكُمْ fiilinden sonra bu ayetteki بَرَزُوا لِلّٰهِ fiili arasında muhataptan gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger)/Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
Burada istikbal anlamında olmakla birlikte mazi fiil gelmiştir. (Çünkü bu Allah’ın ilminde tahakkuk edecek olan bir şeydir.) (Kurtûbi)
فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍۜ
فَ , takdiri إن جاءنا العذاب ، فهل أنتم (Eğer bize azap gelirse siz ….?) olan mahzuf şartın cevabına gelmiş rabıtadır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bu istifhamdan murad, reislerini kınamak, ayıplamak, azarlamak ve kafalarına vurmaktır. (Ebüssuûd)
Mahzufla birlikte cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mübteda ve haberden müteşekkil cevap cümlesi olan …فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen emir manası taşıdığı ve tevbih murad edildiği için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
هَلْ , belâgî bir nükte için isim cümlesinin başına gelebilir. Bu nükte de zamana bağlı olmaksızın bu fiilin devam etmesini istemektir. Buralarda hemze de gelebilirdi ama o zaman bu belâgî nükte kaybolurdu. Çünkü hemze, âdeten ismin başına gelebilir. Ama هَلْ âdeten fiilin başına geldiği için muhatabın dikkatini çeker. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
عَذَابِ اللّٰهِ izafeti muzâfın tazimi içindir.
شَيْءٍۜ ’deki tenvin, kıllet ve nev anlamındadır.
مِنْ عَذَابِ اللّٰهِ ve مِنْ شَيْءٍۜ ifadesindeki مِنْ ‘lerin ikisi de, ba’ziyet, kısmîlik manasınadır. O halde bu ifade, “Siz bizden, Allah’ın azabından (bir kısmını) giderebilir misiniz?” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
قَالُوا لَوْ هَدٰينَا اللّٰهُ لَهَدَيْنَاكُمْۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli, şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.
Lam-ı rabıtanın dahil olduğu, aynı üslupla gelen لَهَدَيْنَاكُمْ cümlesi لَوْ ’in cevabıdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
هَدٰينَا اللّٰهُ cümlesiyle, لَهَدَيْنَاكُمْۜ cümlesi arasında mukabele sanatı sanatı vardır.
هَدٰينَا - اللّٰهُ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
قَالَ ve قَالُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَا
Büyüklük taslayanların sözlerinin devamı olan cümle, istinafiye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. سَوَٓاءٌ , mukaddem haberdir.
اَجَزِعْنَٓا cümlesine dahil olan hemze masdariyyedir. Cümle masdar teviliyle muahhar mübteda konumundadır. Masdar-ı müevvel, müspet mazi fiil sıygasında gelerek temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Cenab-ı Hak,سَوَٓاءٌ عَلَيْنَٓا اَجَزِعْنَٓا اَمْ صَبَرْنَ ا "Şimdi bizler sızlansak da katlansak da bir" dediklerini nakletmiştir. Bu, "Bizim sızlanmamız veya sabretmemiz, bir şeyi değiştirmez, aynıdır" demektir. Ayetteki, istifham hemzesi ve اَمْ edatı, "eşit olma", "bir olma" manasına gelir. Bunun bir benzeri de, "İster sabredin, ister sabretmeyin, sizce birdir" (Tur, 16) ayetidir.(Fahreddin er-Râzî)
Aynı üsluptaki صَبَرْنَا cümlesi اَمْ harfiyle اَجَزِعْنَٓا ‘ya atfedilmiştir.
اَجَزِعْنَٓا cümlesi ile صَبَرْنَا cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
مَا لَنَا مِنْ مَح۪يصٍ۟
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.
Menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Zamandan mücerret, sübut ifade eder.
مَا ; nakıs fiil ليس gibi amel etmiştir. Cümlede takdim tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَنَا , mukaddem mahzuf habere müteallıktır. Muahhar müsned olan مِنْ مَح۪يصٍ۟ ‘deki مِنْ harfi zaiddir. Tekid ifade eder.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَنَا - عَلَيْنَٓا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
محيص (sığınak), tıpkı مغيب (batmak), مشيب، (ihtiyarlamak) gibi bazan masdar (sığınmak) bazan da, tıpkı مبيت (geceleyecek yer) ve مضيق (dar geçit) gibi ism-i mekân olur. Gerek حاص , gerek حاض aynı sığınmak manasınadırlar. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr)
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْۜ وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّٓا اَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ ل۪يۚ فَلَا تَلُومُون۪ي وَلُومُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ مَٓا اَنَا۬ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّۜ اِنّ۪ي كَفَرْتُ بِمَٓا اَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَالَ | şöyle dedi |
|
2 | الشَّيْطَانُ | şeytan |
|
3 | لَمَّا | ne zaman ki |
|
4 | قُضِيَ | bitirildi |
|
5 | الْأَمْرُ | iş |
|
6 | إِنَّ | şüphesiz |
|
7 | اللَّهَ | Allah |
|
8 | وَعَدَكُمْ | size va’detti |
|
9 | وَعْدَ | va’di |
|
10 | الْحَقِّ | gerçek |
|
11 | وَوَعَدْتُكُمْ | ve ben de size va’dettim |
|
12 | فَأَخْلَفْتُكُمْ | ama ben sözümden caydım |
|
13 | وَمَا | ve yoktur |
|
14 | كَانَ |
|
|
15 | لِيَ | benim |
|
16 | عَلَيْكُمْ | size karşı |
|
17 | مِنْ | hiç |
|
18 | سُلْطَانٍ | bir güc(üm) |
|
19 | إِلَّا | başka |
|
20 | أَنْ |
|
|
21 | دَعَوْتُكُمْ | sizi davet etmekten |
|
22 | فَاسْتَجَبْتُمْ | siz de da’vetime koştunuz |
|
23 | لِي | benim |
|
24 | فَلَا | o halde |
|
25 | تَلُومُونِي | beni kınamayın |
|
26 | وَلُومُوا | fakat kınayın |
|
27 | أَنْفُسَكُمْ | kendi kendinizi |
|
28 | مَا | ne |
|
29 | أَنَا | ben |
|
30 | بِمُصْرِخِكُمْ | sizi kurtarabilirim |
|
31 | وَمَا | ne de |
|
32 | أَنْتُمْ | siz |
|
33 | بِمُصْرِخِيَّ | beni kurtarabilirsiniz |
|
34 | إِنِّي | şüphesiz ben |
|
35 | كَفَرْتُ | reddetmiştim |
|
36 | بِمَا |
|
|
37 | أَشْرَكْتُمُونِ | beni ortak koşmanızı |
|
38 | مِنْ |
|
|
39 | قَبْلُ | önceden |
|
40 | إِنَّ | doğrusu |
|
41 | الظَّالِمِينَ | zalimler |
|
42 | لَهُمْ | (onlar) için vardır |
|
43 | عَذَابٌ | bir azab |
|
44 | أَلِيمٌ | acıklı |
|
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur.
لَمَّٓا kelimesi حين (...dığı zaman) manasında şart anlamı taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
قُضِيَ الْاَمْر ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur. Takdiri; قال الشيطان şeklindedir.
قُضِيَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir. الْاَمْرُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
Mekulü’l-kavl, اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ‘in ismi olarak lafzen mansubdur.
وَعَدَكُمْ cümlesi اِنَّ ‘in haberi olarak mahallen merfûdur.
وَعَدَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
وَعْدَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْحَقِّ muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.
وَعَدْتُكُمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ cümlesine matuftur.
وَعَدْتُكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَ atıf harfidir. اَخْلَفْتُكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
اَخْلَفْتُكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi خلف ’dir.
İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّٓا اَنْ دَعَوْتُكُمْ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
كَانَ nakıs, mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. لِيَ car mecruru كَانَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
عَلَيْكُمْ car mecruru سُلْطَانٍ ‘nın mahzuf haline müteallıktır.
مِنْ harf-i ceri zaiddir. سُلْطَانٍ lafzen mecrur, كَانَ ‘in ismi mahallen merfûdur.
اِلَّٓا istisna edatıdır. اَنْ ve masdar-ı müevvel müstesna-i munkatı’ olup mahallen mansubdur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:
1. Muttasıl istisna ,2. Munkatı’ istisna ,3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
دَعَوْتُكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olup mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
فَاسْتَجَبْتُمْ ل۪يۚ فَلَا تَلُومُون۪ي وَلُومُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ
Fiil cümlesidir. فَ atıf harfidir. اسْتَجَبْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olup mahallen merfûdur.
ل۪ي car mecruru اسْتَجَبْتُمْ fiiline müteallıktır.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, أردتم الحقّ فلا تلوموني (Hakkı istiyorsanız bizi kınamayın) şeklindedir.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَلُومُون۪ي fiili ن۪ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Sonundaki نِ vikayedir. Muttasıl zamir ى mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
لُومُٓوا fiili atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
لُومُٓوا fiili ن ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَنْفُسَكُمْ mef’ûlun bih olarak fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اسْتَجَبْتُمْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi جوب ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
مَٓا اَنَا۬ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّۜ
مَٓا nefy harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.
اَنَا۬ munfasıl zamiri مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri zaiddir. مُصْرِخِ kelimesi مَٓا ‘ın haberi olup lafzen mecrur, mahallen mansubdur.
Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَ atıf harfidir. اَنْتُمْ munfasıl zamiri مَٓا ‘nın ismi olarak mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri zaiddir.
مُصْرِخِيَّ kelimesi lafzen mecrur, مَٓا ‘ın haberi olarak mahallen mansubdur. مُصْرِخِيَّ kelimesi cemi müzekker salim olduğu için ى ile mecrurdur. İzafetten dolayı ن harfi hazf edilmiştir.
مُصْرِخِ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنّ۪ي كَفَرْتُ بِمَٓا اَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
ي mütekellim zamiri اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.
كَفَرْتُ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
كَفَرْتُ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُ fail olup mahallen merfûdur.
مَٓا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle birlikte كَفَرْتُ fiiline müteallıktır.
اَشْرَكْتُمُونِ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olup mahallen merfûdur.
Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir و harfi getirilir. اَشْرَكْتُمُونِ fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir.
Sonundaki نِ vikayedir. Hazf edilen ي ise mef‘ûlün bihtir.
Burada bir ي harfinin mahzuf olduğuna işaret etmek için fiilin sonunda bulunan نِ harfinin harekesi esre gelmiştir.
مِنْ قَبْلُ car mecruru اَشْرَكْتُمُونِ fiiline müteallıktır.
قَبْلُ muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ zarfı, hem cümleye, hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup nasb alameti ي ‘dir.Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.
لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olup mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.
اَل۪يمٌ kelimesi, عَذَابٌ ‘ün sıfatı olup merfûdur.
الظَّالِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan ظلم fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَل۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَقَالَ الشَّيْطَانُ لَمَّا قُضِيَ الْاَمْرُ اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ وَوَعَدْتُكُمْ فَاَخْلَفْتُكُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İtiraziyye olarak fasılla gelen لَمَّا قُضِيَ الْاَمْرُ cümlesindeki لَمَّا , şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Cümleye muzaf olur.
Şart cümlesi olan قُضِيَ الْاَمْرُ , muzâfun ileyh konumundadır. Müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Öncesinin delaletiyle cevap cümlesi mahzuftur. Cümlenin takdiri, ...قال الشيطان [Şeytan dedi ki] şeklindedir.
Ayetteki şeytan kelimesi ile, iblis kastedilmiştir. Çünkü bu, müfred bir lafızdır ve dolayısıyla tek bir ferdi ifade eder. İblis, şeytanların başı ve reisleridir. (Fahreddin er-Râzî):
Mahzuf şart ve cevap cümlesinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالَ fiilinin mekulü’l-kavli اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ şeklinde sübut ifade eden isim cümlesidir.
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
اِنَّ ’nin haberi, mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üsluptaki, öncesine matuf وَعَدْتُكُمْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَعْدَ الْحَقِّ cümlesinde وَعْدَ ‘in الْحَقِّ ‘a izafeti mevsufun sıfatına izafesi olup sıfattaki mübalağa içindir. Hak olan vaat asla bozulmaz demektir. (Âşûr)
قُضِيَ الْاَمْرُ [İş tamamlanınca] , “Cennetlikler cennette, cehennemlikler de cehennemde iyice yerleşince” demektir.
Şeytanın “Ben de size vadettim, ama size yalancı çıktım” sözündeki وَعَد [vaad] fiili, ikinci bir mef’ûlü gerektirir. Bu mef’ûl karînelerden anlaşıldığı için hazf edilmiştir ve kelamın takdiri, “Ben size, cennet ve cehennemin, haşır ve hesabın olmayacağını vadettim ama…” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
الْحَقِّ - فَاَخْلَفْتُكُمْۜ ve وَعَدْتُكُمْ - اَخْلَفْتُكُمْۜ kelime grupları arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.
اِنَّ اللّٰهَ وَعَدَكُمْ وَعْدَ الْحَقِّ cümlesi ile وَوَعَدْتُكُمْ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
وَمَا كَانَ لِيَ عَلَيْكُمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّٓا اَنْ دَعَوْتُكُمْ فَاسْتَجَبْتُمْ ل۪يۚ
Mekulü’l-kavle matuf olan, menfi كَانَ ’nin dahil olduğu cümle, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır.
لِيَ car mecruru, كَانَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Masdar harfi
اَنْ ‘i müteakip, müspet mazi fiil sıygasındaki دَعَوْتُكُمْ cümlesi, masdar teviliyle müstesnadır. Cümledeki istisna, munkatı’dır.
مَا كَانُ ‘li olumsuz sıygalar gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî Tefsir 3/79)
Yine mazi sıygada faide-i haber ibtidaî kelam olan فَاسْتَجَبْتُمْ ل۪يۚ cümlesi, فَ ile دَعَوْتُكُمْ ’a atfedilmiştir.
دَعَوْتُكُمْ cümlesiyle, فَاسْتَجَبْتُمْ ل۪يۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
دَعَوْتُكُمْ - اسْتَجَبْتُمْ kelimeleri arasında tıbak-ı hafî sanatı vardır.
وَعَدَكُمْ - وَعْدَ - وَعَدْتُكُمْ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَعَدَكُمْ , دَعَوْتُكُمْ kelimeleri arasında ise cinas-ı kalb vardır.
فَلَا تَلُومُون۪ي وَلُومُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ
فَ rabıtadır. Nehiy üslubunda talebî inşâî isnad olan فَلَا تَلُومُون۪ي cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır.
Takdiri …إن أردتم الحقّ [Hakkı istiyorsanız] olan mahzuf şart ve mezkur cevabından oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Öncesine matuf olan وَلُومُٓوا اَنْفُسَكُمْ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
لَا تَلُومُون۪ي ile وَلُومُٓوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Ayrıca bu cümleler arasında mukabele sanatı vardır.
مَٓا اَنَا۬ بِمُصْرِخِكُمْ وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Şeytanın sözlerine dahil olan cümle, menfi isim cümlesi formunda gelmiştir. مَا nefy harfi ليس gibi amel etmiştir. Haberi olan بِمُصْرِخِكُمْ ’ye dahil olan بِ harfi zaiddir. Cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
Aynı üslupta gelen وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّۜ cümlesi, tenasüp sebebiyle makabline atfedilmiştir.
Bahsi geçen kurtarma, imkân dahilinde olmadığı halde bunun belirtilmesi, bu hususu ziyadesiyle beyan etmek ve başkasını kurtarmak bir yana, kendisinin o azaba, duçar olduğunu ve kurtarılmaya muhtaç bulunduğunu bildirmek içindir.
(Ebüssuûd)
مَٓا اَنَا۬ بِمُصْرِخِكُمْ cümlesi ile وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُصْرِخِيَّۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
بِمُصْرِخِ - مَٓا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اِنّ۪ي كَفَرْتُ بِمَٓا اَشْرَكْتُمُونِ مِنْ قَبْلُۜ
Mekulü’l-kavle dahil olan cümle, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelişi hükmü takviye, hudûs, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ ve isim cümlesi ve isnadın tekrar etmesi sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı, Kadr/1)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, بِ harfiyle birlikte كَفَرْتُ fiiline müteallıktır. Sılası olan اَشْرَكْتُمُونِ , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Fiilin sonundaki mütekellim zamiri mahzuftur. Kesre zamirden ivazdır. قَبْلُۜ ’nun ise muzafun ileyhi mahzuftur. Kelimedeki ötre muzâfun ileyhten ivazdır.
بِمَٓا ‘da geçen مَٓا ya mastariyedir, ya da مَٓا mevsûledir ve من manasınadır. (Beyzâvî)
اِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır.
اِنَّ ‘nin haberi olan لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ , isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. Cümlede takdim-tehir ve îcaz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ اَل۪يمٌ , muahhar mübtedadır.
عَذَابٌ ’daki tenkir, bu azabın tasavvur edilemeyecek evsafta olduğuna işarettir.
اَل۪يمٌ , müsnedün ileyhin olan عَذَابٌ için sıfattır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
دَعَوْتُكُمْ - فَاسْتَجَبْتُمْ , وَعْدَ - قُضِيَ , اَشْرَكْتُمُونِ - كَفَرْتُ - الظَّالِم۪ينَ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.وَاُدْخِلَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۜ تَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأُدْخِلَ | ve sokuldular |
|
2 | الَّذِينَ | kimseler |
|
3 | امَنُوا | inanan(lar) |
|
4 | وَعَمِلُوا | ve yapanlar |
|
5 | الصَّالِحَاتِ | iyi işyer |
|
6 | جَنَّاتٍ | cennetlere |
|
7 | تَجْرِي | akan |
|
8 | مِنْ |
|
|
9 | تَحْتِهَا | altlarından |
|
10 | الْأَنْهَارُ | ırmaklar |
|
11 | خَالِدِينَ | sürekli kalacakları |
|
12 | فِيهَا | orada |
|
13 | بِإِذْنِ | izniyle |
|
14 | رَبِّهِمْ | Rablerinin |
|
15 | تَحِيَّتُهُمْ | onların dirlik temennileri |
|
16 | فِيهَا | orada |
|
17 | سَلَامٌ | selamdır |
|
وَاُدْخِلَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اُدْخِلَ fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ,naib-i fail olup mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
عَمِلُوا fiili, atıf harfi وَ ‘la sılaya matuftur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olarak kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
جَنَّاتٍ ikinci mef’ûlun bih olup kesra ile mansubdur. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi جَنَّاتٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَجْر۪ي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. مِنْ تَحْتِهَا car mecruru تَجْر۪ي fiiline müteallıktır.
Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْاَنْهَارُ fail olup lafzen merfûdur. Muzaf mahzuftur. Takdiri; تحت أشجارها (Ağaçlarının altında) şeklindedir.
خَالِد۪ينَ hal olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.
ف۪يهَا car mecruru خَالِد۪ينَ ‘ye müteallıktır. بِاِذْنِ car mecruru اُدْخِلَ fiiline müteallıktır.
رَبِّهِمْ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الصَّالِحَاتِ kelimesi sülâsî mücerred olan صلح fiilinin ism-i failidir.
خَالِد۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan خلد fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌ
İsim cümlesidir. تَحِيَّتُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف۪يهَا car mecruru تَحِيَّتُهُمْ ‘e müteallıktır. İsim cümlesi olan سَلَامٌ ‘un haberidir.
سَلَامٌ ikinci mübteda olup lafzen merfûdur. Haber mahzuftur.Takdiri; عليكم (Size) şeklindedir.وَاُدْخِلَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۜ تَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌ
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede has ism-i mevsûl fail konumundadır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenleri tazim amacına matuftur. الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
عَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, aynı üslupla gelerek sıla cümlesine وَ ’la atfedilmiştir.
تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ cümlesi, جَنَّاتٍ için sıfattır. خَالِد۪ينَ ise haldir. Hal ve sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
جَنَّاتٍ ’deki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
بِاِذْنِ رَبِّهِمْۜ izafeti, Rabb isminin muzâfun ileyhi olan هِمْۜ zamirinin ait olduğu kişilere, yine Rabb ismine muzâf olan اِذْنِ ’ye şeref kazandırmıştır.
Burada “benim iznimle” denilmeyip, “Rablerinin izni ile” diye buyurulması Rabbi tazim ve tefhim içindir. (Kurtubî)
Allah Teâlâ kâfirlerin akıbetinden sonra iman edenlerin akıbetini bildiriyor. İstikbalden bahsederken mazi fiil kullanılması söylenenlerin gerçekleşeceğindeki kesinliğe delalettir.
Müstakbel, vukuunun kesinliğini ifade için maziyle ifade edilebilir. Böylece gelecekte vuku bulacak olan şey sanki vuku bulmuş gibidir. Ahirette olacak haller bu işin kesinlikle vuku bulacağına delalet etmek üzere mazi fille anlatılmıştır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الَّذ۪ينَ ‘de ifade edilen kişilerin iman edenler ve salih amel işleyen kişiler olarak ayrılması taksim sanatıdır.
Cennetin sonsuz olduğu bilindiği halde, orada ebedi kalınacağının belirtilmesi cennetin güzelliklerini vurgulamak için yapılmış ıtnâbtır.
Mübteda ve haberden müteşekkil تَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَلَامٌ cümlesi, mevsûlden haldir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh olan تَحِيَّتُهُمْ ’un izafet terkibiyle gelmesi, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
سَلَامٌ , ikinci mübtedadır. Cümlede müsnedin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Takdiri, عليكم ’dür.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
الصَّالِحَاتِ - جَنَّاتٍ - خَالِد۪ينَ ve تَحِيَّتُهُمْ - سَلَامٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
سَلَامٌ kelimesi, “selamette (esenlikte) olmak” manasına gelen سلامة
Masdarındandır .Doğruya yakın olan buradaki ifadeden muradın, onların dünyanın bela ve pişmanlıklarından yahut dünyanın elem ve hastalıklarından ve onun çeşit çeşit gam ve kederlerinden kurtulmuş olmalarıdır. (Fahreddin er-Râzî)
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَلَمْ |
|
|
2 | تَرَ | görmedin mi |
|
3 | كَيْفَ | nasıl |
|
4 | ضَرَبَ | bir benzetme yaptı |
|
5 | اللَّهُ | Allah |
|
6 | مَثَلًا | benzeri |
|
7 | كَلِمَةً | sözün |
|
8 | طَيِّبَةً | güzel |
|
9 | كَشَجَرَةٍ | bir ağaç gibidir |
|
10 | طَيِّبَةٍ | güzel |
|
11 | أَصْلُهَا | kökü |
|
12 | ثَابِتٌ | sabit |
|
13 | وَفَرْعُهَا | ve dalları |
|
14 | فِي | olan |
|
15 | السَّمَاءِ | gökte |
|
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِۙ
Hemze istifham harfidir. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.
تَرَ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
كَيْفَ istifham ismi hal olup mahallen mansubdur.
ضَرَبَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
مَثَلاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. كَلِمَةً kelimesi مَثَلاً ‘den bedeldir.
طَيِّبَةً kelimesi كَلِمَةً ‘nin sıfatıdır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كَشَجَرَةٍ car mecruru كَلِمَةً ‘e müteallıktır. اَصْلُهَا mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ثَابِتٌ mübtedanın haberi olup merfûdur.
فَرْعُهَا atıf harfi وَ ‘la اَصْلُهَا ‘a matuftur.
فِي السَّمَٓاءِ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
ثَابِتٌ kelimesi sülâsî mücerred olan ثبت fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ اَصْلُهَا ثَابِتٌ وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِۙ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Menfi muzari fiil sıygasındaki cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda olmasına rağmen, taaccüp ve kınama manasına gelmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
تَرَ fiili iki mef’ûle müteaddi olan fiillerdendir. Tekid ve masdar harfi اَنَّ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi اَنَّهُمْ ف۪ي كُلِّ وَادٍ يَه۪يمُونَ , faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, تَرَ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.
Kur’ân'da geçen أولم تر ile ألم تر arasındaki fark için, vav harfiyle gelen ta‘bîrin gözle görülen konularda olduğu, diğerinin ise aklî bir düşünceyle delîl çıkarmak konularında kullanıldığı söylenmiştir.
أولم تر ta‘bîrinin, hayâtta misâli çok görülen konularda kullanıldığı da söylenmiştir.
ألم تر ta‘bîrinin de, çok rastlanmayan konularda kullanıldığı söylenmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.329)
اَلَمْ تَرَ ifadesi zahiren istifhâm ise de muhatabı taaccübe sevk eden bir ifadedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu ifade Kur’ânın en azim cümlelerinden biridir. Pek çok kez tekrarlanmıştır. Bundan sonra da acayip, garip, akla-mantığa aykırı şeyler zikredilmiştir. (Muhammed Ebû Mûsâ, Ğâfir Sûresi Belâği Tefsîri, S. 343)
كَيْفَ istifham ismi, ضَرَبَ fiilinin mef’ûlünden hal olarak nasb mahallindedir.
Fasılla gelen … ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً كَلِمَةً طَيِّبَةً cümlesi iki mef’ûle müteaddi olan تَرَ fiilinin mef’ûlü yerindedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ضَرَبَ fiili iki mef’ûle müteaddidir. Ayette birinci mef'ûl كَلِمَةً , ikinci mef’ûl ise مَثَلاً kelimeleridir. (Mahmud Sâfî)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهُ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
طَيِّبَةً lafzı, كَلِمَةً için sıfattır. Cümledeki ikinci طَيِّبَةٍ lafzı, كَشَجَرَةٍ için sıfattır. Kelimenin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اَصْلُهَا ثَابِتٌ cümlesi, كَشَجَرَةٍ için sıfattır. İsim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Aynı üslupta gelerek makabline tezat sebebiyle atfedilen وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِۙ cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır. فِي السَّمَٓاءِۙ mahzuf habere müteallıktır.
Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
اَصْلُ - فَرْعُ kelimeleri arasında tıbak-ı hafî طَيِّبَةٍ - خَب۪يثَةٍ lafızları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
كَشَجَرَةٍ - اَصْلُ - فَرْعُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَصْلُهَا ثَابِتٌ cümlesi ile وَفَرْعُهَا فِي السَّمَٓاءِۙ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
اَلَمْ تَرَ كَيْفَ ضَرَبَ اللّٰهُ مَثَلاً [Allah’ın nasıl misal getirdiğini görmedin mi?] cümlesi hayret ifade eder. (Safvetü't Tefasir)
اَلَمْ تَرَ hitabıyla başlayan bu ayetteki darb-ı meselin iki unsurundan biri كَلِمَةً طَيِّبَةً [tertemiz bir söz] ifadesinden kast edilen, ”Kelime-i tevhîd, tesbîh, tevbe, istiğfâr ve duâ” gibi güzel sözler ve onlara karşılık verilen sevaplardır. Müşebbehün bih كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ [tertemiz ve bereketli bir ağaç gibidir] ifadesinden kastedilen mana ise, “verimli bir toprağa dikili, kök salan, dalları semaya yükselen, Rabbinin izniyle her mevsim meyve veren” çok faydalı bir ağaca benzetilen “kelime-i tevhîd, tesbîh, tevbe, istiğfâr ve dua” gibi güzel sözlerin sevabının ne ölçüde çok olduğunu, temsîlî bir örnekle anlatmaktır. (Ebüssuûd,İrşâd, V, 43-44)
Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre, ayetteki temsîlî teşbihin uygulanışı şöyle olabilir: Teşbihin taraflarından müşebbeh كَلِمَةً طَيِّبَةً [tertemiz bir söz] müfred, müşebbehün bih olan كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ [tertemiz ve bereketli bir ağaç gibidir] ise, birden çok kelimeden oluştuğu için mürekkebtir. Teşbihin taraflarından birinin aklî, diğerinin hissî öğeler olması, “kelime-i tayyibe” olarak nitelenen güzel sözleri ve onlara verilen sevabının çokluğu; “şecere-i tayyibe” olarak nitelenen yeşil yapraklı, gür dallı, üzerinden meyvesi hiç eksik olmayan çok faydalı ağacın bereketi ve bolluğu, temsîlî teşbihin ortak özelliklerini ortaya koyarlar. Soyut manalara, zihinde suret verilip temsil yoluyla canlandırılarak anlatılması, duyu organlarıyla algılanan bir duruma gelmesini sağlar ve sanki göz önüne konulan canlı bir tablo durumunu yansıtması, mananın net olarak ortaya konulmasını sağlar. Bu teşbih, benzetme edatı anıldığından mürsel teşbih olur; benzetme yönü anılmadığı için de, mücmel teşbih türünden sayılır.
Ebussuûd, teşbihin benzetme yönünü açıklarken, müşebbehün bih yerinde olan كَشَجَرَةٍ طَيِّبَةٍ [tertemiz ve bereketli bir ağaç gibidir] ifadesini, gerçekte böyle bir ağacın olduğu yolunda hatalı bir anlayışa düşülmemesine vurguda bulunur, dikkat çeker ve bunun gözden uzak tutulmamasına özen gösterilmesini belirtir. (Ebussuûd,İrşâd, V, 43; el-Beydâvî, a.g.e., I, 653; Zemahşeri, el-Keşşâf, II, 553)
Güzel ağacın bütün özelliklerinin sayılması, taksim sanatıdır.
İnsanın, nasıl bedenen zayıflaması ya da şişmanlaması mümkünse; manevi dünyasının da zayıflaması ya da kuvvetlenmesi mümkündür. İnsanın nasıl fiziksel sağlığı için her gün yemesi içmesi gerekiyorsa, ruhunun da aynen öyle beslenmeye ve özen görmeye ihtiyacı vardır.
Ruhunu beslemeyen – manevi alemini güçlendirmeyen kul; her manada zayıf düşer. Yaptıklarının sorumluluğunu kabul etmek bir tarafa dursun, bıçak kemiğe dayandığında, başkalarını suçlamaya kalkışır. Hatta işlediği günahların ve suçların bedelini, mümkün olsa bir başkasına ödetecektir.
Şeytan, yalan sözler vererek insanları ayarttığını itiraf edecek ancak aynı zamanda da ‘beni değil, kendinizi kınayın’ diyecektir. Allah’ın izniyle; ömrünü Allah’a itaat ederek geçiren ve yalnız O’nun rızası için davranışlarını, ibadetlerini, kelimelerini, düşüncelerini ve hatta duygularını güzelleştirmeye çalışarak Allah’ın yolunda yürüyen kulu şeytan yoldan çıkaramaz. Zira, o kul seçimlerinden sorumlu olduğunun bilincindedir. Lakin – Allah muhafaza – iblisin vesveselerine kapılan nefsine kulak verenler, yoldan çıkmayı seçer.
Ey Rabbim! İmanını kalbime yerleştir, köklerini sağlamlaştır ve bereketlendir. Öyle ki verdiği meyveleriyle; sahip olduğum her şeyi, yaptığım her işi, emrettiğin her ibadetimi, bedenimdeki her uzvu, ağzımdan çıkan her kelimeyi ve maddi manevi her halimi güzelleştirip nurunla aydınlatsın.
Ey Rabbim! Beni; imanımı tehlikeye atacak her türlü halden, vesveselerden, heveslerden, insanlardan ve işlerden muhafaza buyur. Tehlikelere karşı gözümün açık ve kalbimin ise tetikte olması için yardımcım ol. Şeytanın ve nefsimin tuzaklarına karşı; imanım ‘La İlahe İllallah Muhammedun Rasulullah’ kılıcını kuşansın ve daima kazanan taraf olsun. Rahmetinle, Senin yolunda attığım her adımımı ve her çabamı kolaylaştır ve kabul buyur.
Amin.
***
Allah korkusuyla ortaya çıkan pişmanlığın hissedilen tarafından görülmesi şükredilesi bir nimettir, görmezden gelinmesi ise hüsranla sonuçlanan korkulası bir imtihan halidir.
Pişmanlık, dünyalık özünde hoş bir duygu değildir. İnsanın yükseklerde uçan nefsini yere indiren, başkaları gibi sıradanlaştıran ve rahatlık sınırlarını zorlayan gerçekleri fısıldayandır. Nefsi için değil, kendisini yaratan Allah için yaşamasını; aciz bir varlık olduğunu anlamasını; hata yaptığını ve haksızlığını kabullenmesini; başını tevazu ile eğerek af dilemesini ve daha pek çok hakikati hatırlatır.
Nefsini fazlasıyla sevenler ile salih amellerden uzaklaşarak imanını yeterince korumayanların, imanı zayıflayanların ya da imansız kalanların hepsini pişmanlık hissi huzursuz eder. Bu yüzden de, onu görmemeyi ve işitmemeyi seçerler. Hataları yüzlerine vurulduğu zaman ise suçlarını yeryüzü sebeplerinde haklılık olasılığı olsun ya da olmasın, başka bir kişinin ya da bir şeyin üzerine atarlar.
Allah-u Teâlâ, dini ile beraber kullarına bilinçli yaşamayı ve sorumluluk almayı öğretir. Ancak böyle insanlar, Allah yolunda çabalarlar ve kendilerini geliştirmeye çalışırlar. Böylelikle Allah’a yaklaşma ve rızasını kazanma şerefine nail olurlar. Zira onlar bilirler ki; şeytani ve nefsani vesveselerin hepsi davetten ibarettir. Bütün mesele hangi davete icabet edeceğini bilmektir.
Ey Allahım! Bizi hangi davete icabet etmesi gerektiğini bilenlerden ve doğru davetlere icabet edenlerden eyle. Ayaklarımız ve kalplerimiz sağlam bir şekilde Senin yolunda ilerlesin ve son nefesimiz Senin yolunda verilsin. İmanımızı tehlikeye atacak ve yolunda ayağımızı kaydıracak her türlü tehlikeden muhafaza buyur. Bizi sorumluluk sahibi bilinçli mümin kullarından eyle.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji