Hicr Sûresi 18. Ayet

اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ  ...

Ancak kulak hırsızlığı eden olursa, onu da parlak bir ateş takip etmektedir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak hariçtir
2 مَنِ kimse
3 اسْتَرَقَ hırsızlığı eden س ر ق
4 السَّمْعَ kulak س م ع
5 فَأَتْبَعَهُ onu kovalar ت ب ع
6 شِهَابٌ bir alev ش ه ب
7 مُبِينٌ parlak ب ي ن
 
Putperestlerin, yukarıda (6-7 ve 15. âyetlerde) özetle fakat çok net bir şekilde bildirilen Hz. Peygamber ve İslâm dini karşısındaki inkârcı ve inatçı tutumlarının temelinde iki önemli sebep bulunmaktadır: Putlarının tanrı olduğu iddialarının reddedilmesi, âhiret inancının getirilmiş olması. Nitekim Kur’an’ın önemle üzerinde durduğu, ısrarla savunduğu ve yerleştirmeye çalıştığı iman esaslarının başında tevhid inancıyla âhiret inancının geldiği, bu iman esaslarını kanıtlamak için pek çok delil ortaya konduğu görülmektedir. İşte, 6-7 ve 15. âyetlerde putperestlerin inkârcı ve inatçı tutumları hakkında özetle bilgi verildikten sonra konumuz olan âyetler kümesinin ilk üçünde Allah’ın birliğini ve kudretinin sınırsızlığını ifade etmek üzere gökle ilgili, bunları takip eden âyetlerde arzla ilgili, 26. ve devamındaki âyetlerde de insanın yaratılışıyla ilgili kozmolojik deliller sıralanmakta; daha sonra âhiret hayatından söz edilmektedir. 
 16. âyetin metnindeki burûc kelimesinin tekili olan burc (burç), sözlükte “yüksek köşk” anlamına gelmektedir. Ayrıca kalelerin kulelerine burç denildiği gibi, klasik astronomi terimi olarak güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin içlerinden geçtiği, belli sembollerle gösterilen on iki takım yıldızından her biri için de burç kelimesi kullanılmaktadır (bilgi için bk. Kürşat Demirci-İlhan Kutluer, “Burç”, DİA, VI, 421-424).
 Kelime Kur’ân-ı Kerîm’de dört defa çoğul şeklinde geçmektedir, 85. sûreye de Burûc adı verilmiştir. Bu âyetlerin birinde “kale burcu” (enNisâ 4/78), konumuz olan âyetin de dahil olduğu diğerlerinde ise “yıldız kümeleri” veya “takım yıldızları” anlamında kullanılmıştır. Grek astronomi geleneğinin İslâm dünyasındaki etkisinin başladığı dönemlerden itibaren kaleme alınan eski tefsirlerin çoğunda buradaki burçlar genellikle “ayın ve güneşin menzilleri” şeklinde açıklanmakta ve bilinen on iki burcun adları sıralanmaktadır (meselâ bk. Kurtubî, X, 14; Şevkânî, III, 142). Ancak daha önceki yorumlarda burûc kelimesi kısaca “yıldızlar” diye açıklanmıştır (bk. Taberî, XIV, 14; İbn Kesîr, IV, 446).Begavî’nin Meâlimü’t-tenzîl’inde “büyük yıldızlar” olarak yorumlanır (III, 45). Astronomi biliminin ortaya koyduğu yeni veriler dikkate alınarak kelimeyi “yıldız kümeleri” veya “takım yıldızları” şeklinde karşılamak daha isabetli görünmektedir. Böylece bir yandan semanın pek çok yıldız kümeleriyle donatılması, bir yandan bunların muhteşem estetik görünüşü, gerçeği görebilen ve güzelliğin arkasındaki anlamı kavrayabilenler için Allah’ın ortaksız varlığını ve kudretinin mükemmelliğini gösteren açık seçik kanıtlardır. İnsanın, bunları bilip görürken hâlâ inkârcılıkta direnmesi akıl ve iz‘anla bağdaşabilir mi?
 Anlamlarını açık seçik kavramak ya çok güç veya imkânsız olduğu için “müteşâbihât” grubuna giren 17-18. âyetler hakkında klasik tefsirlerde bazı yorumlar yapılmış, güvenilirliği kuşkulu olan rivayetlere dayanılarak bazı ayrıntılar verilmiştir (meselâ bk. Taberî, XIV, 14; Kurtubî, X, 15-17). Ancak bir gayb, bir sır olan vahiy ile ilgili bu âyetlerin tam olarak anlaşılabileceğini söylemek güçtür; bununla birlikte burada –vahyin Allah tarafından korunduğunu bildiren 9. âyetle de bağlantılı olarak– vahyin korunmuşluğuna dikkat çekildiği söylenebilir. Bu çerçevede şu hususlara işaret edildiği de düşünülebilir: Allah’ın dilemesi dışında hiçbir güç gayb ilmine ulaşamayacak; –müşrik Araplar’ın hurafeden başka bir şey olamayan inançları dolayısıyla ileri sürdükleri gibi– kâhinlik ve büyücülük için kullanmak maksadıyla metafizik âlemdeki saklı bilgileri öğrenmeye kalkışan bazı şeytanî güçler bulunsa bile, bunlar başarılı olamayacaklar; bunlar, “parlak bir ışık” diye ifade edilen, mahiyetini bilemediğimiz bir ışıkla –belki bir ateş topuyla– engelleneceklerdir. Câhiliye döneminde Arap kâhinleri, kendilerinin özel cinleri ve şeytanları bulunduğunu, bunların kendilerine gökten haberler getirdiğini, bu sayede gaybı bildiklerini iddia ederlerdi. Hatta bu yüzden putperestler Kur’ân-ı Kerîm’i bir kâhin sözü, dolayısıyla Hz. Peygamber’i de kâhin olarak nitelemeye kalkışmışlar, fakat Allah Teâlâ bu iddiayı açıkça reddetmiştir (Tûr 52/29; Hâkka 69/42). Konumuz olan âyetlerin de bu tür hurafeye dayalı iddialara bir cevap teşkil ettiği anlaşılmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 342-343
 
شهب Şehebe : شِهابٌ yanan ateşten yükselen ve gökte beliren, ışık saçan alevdir. Dumanla karışık aleve benzetilerek siyahla karışmış beyazlığa da شُهْبَةٌ denir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de isim olarak 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Şehâbeddin’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
 

اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ

 

İsim cümlesidir. اِلَّا  istisna edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنِ , istisna-i munkatı’ veya istisna-i muttasıl olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اسْتَرَقَ ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

اسْتَرَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

السَّمْعَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

فَ  atıf harfidir.  اَتْبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

شِهَابٌ  fail olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ  kelimesi  شِهَابٌ ‘un sıfatıdır. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اسْتَرَقَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’âl babındandır.

Sülasisi  سرق ‘dır. 

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

مُب۪ينٌ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ

 

Ayet önceki ayette sayılanlardan istisna edilenleri bildirmektedir. Müstesna olan  müşterek ism-i mevsûl  مَنِ ‘in sılası  اسْتَرَقَ السَّمْعَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ  cümlesi sılaya matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مُب۪ينٌ  kelimesi  شِهَابٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اَتْبَعَ  fiilinin  شِهَابٌ  kelimesine isnadı, aklî mecazdır.

شِهَابٌ  ’daki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

شِهَابٌ  lügatte ateş alevi demektir. Parıltılardan dolayı yıldızlara ve süngüye de denilir. Özellikle gökten yıldız kayıyor gibi, görünen aleve denildiği çok olmuştur. Bunun bir alevleme olduğu görülürse de fiziki olarak oluşma şekli henüz ilmi olarak açıklanmış değildir. Bu konuda değişik varsayımlar vardır. (Elmalılı)

Hak Teâlâ’nın “Ancak kulak hırsızlığı eden (şeytan)” ifadesindeki  اِلَّا  edatını, istisna (müstesna) manasına hamletmek mümkün değildir. Bunun delili şudur: Onların kulak hırsızlığı yapmaya yönelmeleri, “gökleri onlardan korunmuş olma” özelliğinden çıkarmaz. Fakat onlar oraya girmekten menedilmişlerdir ve oraya yaklaşma çabası içindedirler. Binaenaleyh bu edatın, gerçek manada bir istisna olması doğru olmaz. Dolayısı ile bunun, ‘lakin’ manasında olması gerekir. Zeccâc şöyle demiştir: Bu ifâdedeki  مَنِ  ism-i mevsûlü, bu izaha göre mahallen mansubdur. Fakat kulak hırsızlığı yapanlardan her birinin takdirinde olmak üzere cer mahallinde olması da caizdir. (Fahreddin er-Râzî)