25 Şubat 2025
Hicr Sûresi 16-31 (262. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hicr Sûresi 16. Ayet

وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجاً وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ  ...


Andolsun, biz gökte burçlar yaptık ve onu, bakanlar için süsledik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 جَعَلْنَا biz yaptık ج ع ل
3 فِي
4 السَّمَاءِ gökte س م و
5 بُرُوجًا burçlar ب ر ج
6 وَزَيَّنَّاهَا ve onu süsledik ز ي ن
7 لِلنَّاظِرِينَ bakanlar için ن ظ ر
Putperestlerin, yukarıda (6-7 ve 15. âyetlerde) özetle fakat çok net bir şekilde bildirilen Hz. Peygamber ve İslâm dini karşısındaki inkârcı ve inatçı tutumlarının temelinde iki önemli sebep bulunmaktadır: Putlarının tanrı olduğu iddialarının reddedilmesi, âhiret inancının getirilmiş olması. Nitekim Kur’an’ın önemle üzerinde durduğu, ısrarla savunduğu ve yerleştirmeye çalıştığı iman esaslarının başında tevhid inancıyla âhiret inancının geldiği, bu iman esaslarını kanıtlamak için pek çok delil ortaya konduğu görülmektedir. İşte, 6-7 ve 15. âyetlerde putperestlerin inkârcı ve inatçı tutumları hakkında özetle bilgi verildikten sonra konumuz olan âyetler kümesinin ilk üçünde Allah’ın birliğini ve kudretinin sınırsızlığını ifade etmek üzere gökle ilgili, bunları takip eden âyetlerde arzla ilgili, 26. ve devamındaki âyetlerde de insanın yaratılışıyla ilgili kozmolojik deliller sıralanmakta; daha sonra âhiret hayatından söz edilmektedir. 
 16. âyetin metnindeki burûc kelimesinin tekili olan burc (burç), sözlükte “yüksek köşk” anlamına gelmektedir. Ayrıca kalelerin kulelerine burç denildiği gibi, klasik astronomi terimi olarak güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yörüngenin içlerinden geçtiği, belli sembollerle gösterilen on iki takım yıldızından her biri için de burç kelimesi kullanılmaktadır (bilgi için bk. Kürşat Demirci-İlhan Kutluer, “Burç”, DİA, VI, 421-424).
 Kelime Kur’ân-ı Kerîm’de dört defa çoğul şeklinde geçmektedir, 85. sûreye de Burûc adı verilmiştir. Bu âyetlerin birinde “kale burcu” (enNisâ 4/78), konumuz olan âyetin de dahil olduğu diğerlerinde ise “yıldız kümeleri” veya “takım yıldızları” anlamında kullanılmıştır. Grek astronomi geleneğinin İslâm dünyasındaki etkisinin başladığı dönemlerden itibaren kaleme alınan eski tefsirlerin çoğunda buradaki burçlar genellikle “ayın ve güneşin menzilleri” şeklinde açıklanmakta ve bilinen on iki burcun adları sıralanmaktadır (meselâ bk. Kurtubî, X, 14; Şevkânî, III, 142). Ancak daha önceki yorumlarda burûc kelimesi kısaca “yıldızlar” diye açıklanmıştır (bk. Taberî, XIV, 14; İbn Kesîr, IV, 446).Begavî’nin Meâlimü’t-tenzîl’inde “büyük yıldızlar” olarak yorumlanır (III, 45). Astronomi biliminin ortaya koyduğu yeni veriler dikkate alınarak kelimeyi “yıldız kümeleri” veya “takım yıldızları” şeklinde karşılamak daha isabetli görünmektedir. Böylece bir yandan semanın pek çok yıldız kümeleriyle donatılması, bir yandan bunların muhteşem estetik görünüşü, gerçeği görebilen ve güzelliğin arkasındaki anlamı kavrayabilenler için Allah’ın ortaksız varlığını ve kudretinin mükemmelliğini gösteren açık seçik kanıtlardır. İnsanın, bunları bilip görürken hâlâ inkârcılıkta direnmesi akıl ve iz‘anla bağdaşabilir mi?
 Anlamlarını açık seçik kavramak ya çok güç veya imkânsız olduğu için “müteşâbihât” grubuna giren 17-18. âyetler hakkında klasik tefsirlerde bazı yorumlar yapılmış, güvenilirliği kuşkulu olan rivayetlere dayanılarak bazı ayrıntılar verilmiştir (meselâ bk. Taberî, XIV, 14; Kurtubî, X, 15-17). Ancak bir gayb, bir sır olan vahiy ile ilgili bu âyetlerin tam olarak anlaşılabileceğini söylemek güçtür; bununla birlikte burada –vahyin Allah tarafından korunduğunu bildiren 9. âyetle de bağlantılı olarak– vahyin korunmuşluğuna dikkat çekildiği söylenebilir. Bu çerçevede şu hususlara işaret edildiği de düşünülebilir: Allah’ın dilemesi dışında hiçbir güç gayb ilmine ulaşamayacak; –müşrik Araplar’ın hurafeden başka bir şey olamayan inançları dolayısıyla ileri sürdükleri gibi– kâhinlik ve büyücülük için kullanmak maksadıyla metafizik âlemdeki saklı bilgileri öğrenmeye kalkışan bazı şeytanî güçler bulunsa bile, bunlar başarılı olamayacaklar; bunlar, “parlak bir ışık” diye ifade edilen, mahiyetini bilemediğimiz bir ışıkla –belki bir ateş topuyla– engelleneceklerdir. Câhiliye döneminde Arap kâhinleri, kendilerinin özel cinleri ve şeytanları bulunduğunu, bunların kendilerine gökten haberler getirdiğini, bu sayede gaybı bildiklerini iddia ederlerdi. Hatta bu yüzden putperestler Kur’ân-ı Kerîm’i bir kâhin sözü, dolayısıyla Hz. Peygamber’i de kâhin olarak nitelemeye kalkışmışlar, fakat Allah Teâlâ bu iddiayı açıkça reddetmiştir (Tûr 52/29; Hâkka 69/42). Konumuz olan âyetlerin de bu tür hurafeye dayalı iddialara bir cevap teşkil ettiği anlaşılmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 342-343

وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجاً وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  ل  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim  zamiri  نَا  fail olup mahallen merfûdur. 

فِي السَّمَٓاءِ  car mecruru  جَعَلْنَا  fiiline müteallıktır.  بُرُوجاً  mef’ûlun bih olup  fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  زَيَّنَّاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

لِلنَّاظِر۪ينَ  car mecruru  زَيَّنَّ  fiiline müteallıktır. اَلنَّاظِر۪ينَ ‘nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

اَلنَّاظِر۪ينَ  kelimesi sülasi mücerredi olan نظر  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ بُرُوجاً وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَۙ

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَ  ise mukadder kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.

Mukadder kasem sebebiyle ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.

Kasemin cevabı olan  وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَٓاءِ  cümlesi  لَ  ve  قَدْ  ile tekid edilmiş müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِر۪ينَ  cümlesi öncesine matuf olup, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Yüce Allah, kâfirlerin küfür ve inkârından, putlarının acizliklerinden söz ettikten sonra, vahdaniyetine delil olarak kullanılsın diye kudretinin kemalini sözkonusu etmektedir. Araplar, yıldızların yerlerini ve onların doğuş ve batış hallerini bilmeyi en üstün ilimler arasında sayarlar ve yıldızlarla yollarını bulurlar, vakitleri, bolluk ve kuraklık zamanlarını onlarla tayin etmeye çalışırlar. Derler ki: Felekte on iki burç vardır. Her bir burç ise iki buçuk mildir.  بُرُوج  aslında zuhur (çıkmak, görünmek) demektir. Ziynetini açığa çıkarması anlamıyla “kadının teberrücü” tabiri buradan gelmektedir. Burçların, büyük yıldızlar demek olduğu da söylenmiştir ki, bu açıklamayı Ebû Salih yapmıştır. Bununla da yedi gezegeni kastetmektedir. Başka bir topluluk ise “burçlar”dan kasıt, Allah’ın gökte yaratmış olduğu ve içinde koruyucu bekçilerin bulunduğu yüksek köşkler ve evlerdir demiştir.. Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır. (Kurtubî - Ebüssuûd)

بُرُوجاً ’in tenkiri tazim içindir.

بُرُوجاً  ve  السَّمَٓاءِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Hicr Sûresi 17. Ayet

وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ  ...


Onu kovulmuş her şeytandan koruduk.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَحَفِظْنَاهَا ve onu koruduk ح ف ظ
2 مِنْ
3 كُلِّ her ك ل ل
4 شَيْطَانٍ şeytandan ش ط ن
5 رَجِيمٍ recim (taşlanmış) ر ج م

وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  حَفِظْنَاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim  zamir نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ كُلِّ  car mecruru  حَفِظْنَاهَا  fiiline müteallıktır.  شَيْطَانٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  رَج۪يمٍ  kelimesi  شَيْطَانٍ ‘nın sıfatıdır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

وَحَفِظْنَاهَا مِنْ كُلِّ شَيْطَانٍ رَج۪يمٍۙ

 

Ayet وَ ‘la öncesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

رَج۪يمٍ  kelimesi  شَيْطَانٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

شَيْطَانٍ ’deki tenvin tahkir ve kesret ifade eder.

رَج۪يمٍۙ - حَفِظْنَاهَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.

“Kovulmuş” anlamı verilen  رَج۪يمٍۙ ile aynı kökten gelen  رجم  kelimesi, taş atmak demektir, Bu kelimenin lanetlemek ve kovmak anlamında olduğu da söylenmiştir. Kisaî der ki: Kur’an-ı Kerim’de geçen tüm  رَج۪يمٍۙ  kelimeleri sövmek ve hakaret anlamını taşır. (Kurtubî)

Ayetin  كُلِّ شَيْطَان  olarak gelişi, "رَج۪يمٍۙ "in muhtemel bütün manalarına, cin ve insan şeytanlarının hiçbiri dışarıda kalmamak üzere, hepsini içine almak suretiyle, yani her birine birer kapsam ifade eder. Ve  رَج۪يمٍۙ (taşlanmış) niteliği, diğerlerini dışarda bırakan bir kayıt olmayıp şeytanın açıklayıcı bir niteliği olduğundan bu nitelik, "bütün şeytanlar"dan hiçbirini kapsam dışında bırakmaz yani her şeytan, her manası ile racîmdir.  رَج۪يمٍۙ (taşlanmış) olmayan hiçbir şeytan yoktur.(Elmalılı)


Hicr Sûresi 18. Ayet

اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ  ...


Ancak kulak hırsızlığı eden olursa, onu da parlak bir ateş takip etmektedir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak hariçtir
2 مَنِ kimse
3 اسْتَرَقَ hırsızlığı eden س ر ق
4 السَّمْعَ kulak س م ع
5 فَأَتْبَعَهُ onu kovalar ت ب ع
6 شِهَابٌ bir alev ش ه ب
7 مُبِينٌ parlak ب ي ن
شهب Şehebe : شِهابٌ yanan ateşten yükselen ve gökte beliren, ışık saçan alevdir. Dumanla karışık aleve benzetilerek siyahla karışmış beyazlığa da شُهْبَةٌ denir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de isim olarak 5 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Şehâbeddin’dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ

 

İsim cümlesidir. اِلَّا  istisna edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنِ , istisna-i munkatı’ veya istisna-i muttasıl olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  اسْتَرَقَ ‘dır. Îrabtan mahalli yoktur. 

اسْتَرَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

السَّمْعَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

فَ  atıf harfidir.  اَتْبَعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هَ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

شِهَابٌ  fail olup lafzen merfûdur. مُب۪ينٌ  kelimesi  شِهَابٌ ‘un sıfatıdır. 

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

اسْتَرَقَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan ifti’âl babındandır.

Sülasisi  سرق ‘dır. 

Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.

مُب۪ينٌ  kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَّا مَنِ اسْتَرَقَ السَّمْعَ فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ

 

Ayet önceki ayette sayılanlardan istisna edilenleri bildirmektedir. Müstesna olan  müşterek ism-i mevsûl  مَنِ ‘in sılası  اسْتَرَقَ السَّمْعَ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

فَاَتْبَعَهُ شِهَابٌ مُب۪ينٌ  cümlesi sılaya matuftur. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مُب۪ينٌ  kelimesi  شِهَابٌ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اَتْبَعَ  fiilinin  شِهَابٌ  kelimesine isnadı, aklî mecazdır.

شِهَابٌ  ’daki tenvin kesret ve tazim ifade eder.

شِهَابٌ  lügatte ateş alevi demektir. Parıltılardan dolayı yıldızlara ve süngüye de denilir. Özellikle gökten yıldız kayıyor gibi, görünen aleve denildiği çok olmuştur. Bunun bir alevleme olduğu görülürse de fiziki olarak oluşma şekli henüz ilmi olarak açıklanmış değildir. Bu konuda değişik varsayımlar vardır. (Elmalılı)

Hak Teâlâ’nın “Ancak kulak hırsızlığı eden (şeytan)” ifadesindeki  اِلَّا  edatını, istisna (müstesna) manasına hamletmek mümkün değildir. Bunun delili şudur: Onların kulak hırsızlığı yapmaya yönelmeleri, “gökleri onlardan korunmuş olma” özelliğinden çıkarmaz. Fakat onlar oraya girmekten menedilmişlerdir ve oraya yaklaşma çabası içindedirler. Binaenaleyh bu edatın, gerçek manada bir istisna olması doğru olmaz. Dolayısı ile bunun, ‘lakin’ manasında olması gerekir. Zeccâc şöyle demiştir: Bu ifâdedeki  مَنِ  ism-i mevsûlü, bu izaha göre mahallen mansubdur. Fakat kulak hırsızlığı yapanlardan her birinin takdirinde olmak üzere cer mahallinde olması da caizdir. (Fahreddin er-Râzî)
Hicr Sûresi 19. Ayet

وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ  ...


Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْأَرْضَ ve arzı ا ر ض
2 مَدَدْنَاهَا yaydık م د د
3 وَأَلْقَيْنَا ve attık ل ق ي
4 فِيهَا oraya
5 رَوَاسِيَ sağlam dağlar ر س و
6 وَأَنْبَتْنَا ve bitirdik ن ب ت
7 فِيهَا orada
8 مِنْ
9 كُلِّ her ك ل ل
10 شَيْءٍ şey(den) ش ي ا
11 مَوْزُونٍ ölçülü mütenasib و ز ن
Sema ile ilgili delillerden sonra bu âyetlerle başlayan bölümde de yapısı, özellikleri ve canlıların üreyip gelişmesine, hayatlarını sürdürmelerine elverişli şartlarıyla arzın Allah’ın varlığı, birliği ve engin kudreti için başka bir delil oluşturduğu konusu üzerinde durulmaktadır. 
 Arzın yayılmasından maksat, dünyanın çeşitli jeolojik oluşumlar neticesinde bugünkü halini alması ve arazi yapısı itibariyle üzerinde dolaşmaya, barınmaya ve korunmaya, ziraat yapmaya ve başka faaliyetlerde bulunmaya, uygarlık kurmaya elverişli kılınması, kısaca gerek insanın gerekse diğer canlıların hayatlarını sürdürmeleri için lüzumlu olan özellikleri taşır hale getirilmesidir. Bunun yanında arz üzerinde sağlam dağlar yerleştirildiğinin ayrıca zikredilmesi de, hem dağların etkileyici yapıları ve haşmetli duruşlarıyla ilâhî kudretin tecellisini yansıttığına hem de insanlar ve diğer yeryüzü varlıkları için uygun hayat şartlarının oluşmasında önemli bir payı ve rolü bulunduğuna işaret etmektedir. Nitekim bu iki âyetin devamındaki ifadeler de mevcut yapısıyla arzdaki doğal hayatın başlaması ve devamı için gerekli olan imkânları çok kısa olarak özetlemekte, hatırlatmaktadır. Buna göre Allah Teâlâ arzda her şeyi bir ölçü ve karara göre yaratmıştır; arzdaki hayat ve bütünüyle organik ve inorganik oluş, bu ölçü ve kararın sonucudur. Hiçbir şey düzensiz, yasasız, rastgele var olmamıştır; her şeyin bir hesabı kitabı vardır; bu da bir yaratıcının varlığını kanıtlar. Özellikle arzın, gerek insanların gerekse diğer canlıların yaşamaları ve barınmaları için, hayatlarını ve nesillerini devam ettirmeleri için lüzumlu olan maddî varlıklarla donatılmış olması ve bu suretle üzerinde yaşanır hale getirilmesi yüce Allah’ın hem kudretinin büyüklüğünü hem de engin lutfunu yansıtmaktadır. İnsanoğlu sadece dünyaya gelmesini değil, dünyada elde ettiği bütün imkânları da Allah’a borçludur. Hem bizi hem de görünüşte bizim bakıp beslediğimiz veya beslemediğimiz diğer bütün canlıları asıl barındırıp yaşatan, yedirip içiren, kondurup göçüren Allah Teâlâ’dır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 343-344

وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ

 

 

وَ  atıf harfidir.  الْاَرْضَ  mahzuf fiilin mef’ûlu bihi olarak fetha ile mansubdur. Takdiri , مددنا (uzattık, yaydık) şeklindedir. 

مَدَدْنَاهَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

اَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ  cümlesi fiili atıf harfi  وَ ‘la  مَدَدْنَا ‘ya matuftur. 

اَلْقَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur.

ف۪يهَا  car mecruru  اَلْقَيْنَا  fiiline müteallıktır.  رَوَاسِيَ  mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

اَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ   cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  اَلْقَيْنَا ‘ya matuftur.

اَنْبَتْ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur. 

ف۪يهَا  car mecruru  اَنْبَتْنَا  fiiline müteallıktır.  مِنْ كُلِّ  car mecruru mukadder cümle için sıfattır. Takdiri;  أنواعا من كلّ شيء (Her şeyden çeşitler) şeklindedir.

شَيْءٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مَوْزُونٍ  kelimesi  شَيْءٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

مَوْزُونٍ  kelimesi sülasi mücerredi  وزن  olan fiilin ism-i mef’ûludür.

وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ

 

Ayet  وَ ‘la 16.ayetteki … جعلنا cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  الْاَرْضَ , iştigal olmak üzere mansubdur. Takdiri  مَدَدْنَا [Uzattık, yaydık.] olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür.

Cümle mahzufla birlikte, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl fiilden önce gelir ve fiilin sonunda da bu mef’ûle ait bir zamir bulunursa buna iştigal denir. (M.Meral Çörtü, Nahiv, s.282) 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  مَدَدْنَاهَا  cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. 

Aynı üsluptaki  وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ  ve  وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ  cümleleri hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir.

Ayette cümleler mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Vakafat, S.107)

شَيْءٍ ’deki tenvin, kesret ve nev ifade eder.

مَوْزُونٍ  kelimesi, mecazî anlamda kullanılmıştır. Hikmetin gerektirdiği miktar anlamındadır. (Mahmud Sâfî)

مَوْزُونٍ - كُلِّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رَوَاسِيَ , sabit dağlar demek olup, müfredi  راسي ‘dir. Bunun cemisi,  راسية ; cem’ül-cem’i (cemisinin cemisi) ise  رواسى ‘dir. (Fahreddin er-Râzî)

مَوْزُونٍ ; güzel ve mütenasip (orantılı) demektir ki,  كلام موزون  (ölçülü söz) deyiminden gelir ya da ağırlığı olan ve takdir edilen demektir ya da nimet ve menfaat çeşitleri arasında tartısı olan demektir. (Beyzâvî)

الْاَرْضَ - رَوَاسِيَ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Hicr Sûresi 20. Ayet

وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ  ...


Orada hem sizin için, hem de sizin rızık vermediğiniz kimseler için geçimlikler meydana getirdik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَجَعَلْنَا ve var ettik ج ع ل
2 لَكُمْ sizin için
3 فِيهَا orada
4 مَعَايِشَ geçimlikler ع ي ش
5 وَمَنْ ve canlılar için
6 لَسْتُمْ olmadığınız ل ي س
7 لَهُ onları
8 بِرَازِقِينَ rızıklandırıcı ر ز ق

وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  جَعَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir.Mütekellim zamir  نَا fail olup mahallen merfûdur. 

لَكُمْ  car mecruru  جَعَلْنَا  fiiline müteallıktır.

ف۪يهَا  car mecruru  جَعَلْنَا  fiiline müteallıktır.  مَعَايِشَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

وَ  atıf harfidir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl,  مَعَايِشَ ‘e matuf olup mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

لَسْتُمْ  nakıs, mazi fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

تُمْ  muttasıl zamiri  لَيْسَ ‘nin ismi olup mahallen merfûdur.  لَهُ  car mecruru  رَازِق۪ينَ ‘a müteallıktır.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  رَازِق۪ينَ  lafzen mecrur,  لَيْسَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur.

رَازِق۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi olan  رزق  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ وَمَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ

 

Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle önceki ayetin ilk cümlesine atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لَكُمْ  konudaki önemine binaen mef’ûle takdim edilmiştir.

Müşterek ism-i mevsûl,  مَعَايِشَ ‘e matuf olarak veya takdiri  أعشنا  [Yaşattık.] olan mahzuf fiilin mef’ûlü olarak mansub konumdadır. 

Sılası olan  لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ , nakıs fiil  ليس ‘nin dahil olduğu isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

ليس ‘nin haberi  بِرَازِق۪ينَ ’ye dahil olan  بِ , tekid ifade eden zaid harftir. 

Car mecrur  لَهُ , siyaktaki önemine binaen amili olan  بِرَازِق۪ينَ ‘ye takdim edilmiştir.

وَجَعَلْنَا لَكُمْ ف۪يهَا مَعَايِشَ  cümlesiyle,  لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

مَعَايِشَ  ve  رَازِق۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Ayetteki  مَعَايِشَ ‘den [geçim vasıtaları] maksat insanların elde ettikleri çeşitli menfaatlerdir. Bu menfaatleri iki kısma ayırmak mümkündür:

a) Meyveleri ve benzeri şeyleri yaratması gibi, doğrudan doğruya Allah’ın yaratması ile meydana gelen menfaatler…

b) İnsanın çalışıp çabalaması ile elde ettiği menfaatler…

Gerçekte bu iki kısmın hepsi de, Allah’ın fazlı ile, O’nun muktedir kılması ve imkân vermesi ile olur. Dolayısıyla her şey Allah Teâlâ tarafından verilmiş bir nimettir.

مَنْ ; ism-i mevsûlu, akıllı olmayan varlıklar için de kullanılabilir. Bunun delili, “Allah her hayvanı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde yürüyor, kimi iki ayağı üstünde yürüyor, kimi de dört ayağı üstünde” (Nur / 45) ayetidir. (Fahreddin er- Râzî)

مَنْ لَسْتُمْ لَهُ بِرَازِق۪ينَ [Rızıkları size ait olmayanlar] denmesi, onların ihtiyaçlarını kendilerinin karşıladıklarını sanmalarını reddetmek ve onların da, kendilerinin de rızıkları verenin Allah (cc) olduğu gerçeğini ortaya koymak içindir. (Ebüssuûd)


Hicr Sûresi 21. Ayet

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُـهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ  ...


Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنْ ve yoktur
2 مِنْ hiçbir
3 شَيْءٍ şey ش ي ا
4 إِلَّا sadece
5 عِنْدَنَا bizim yanımızdadır ع ن د
6 خَزَائِنُهُ hazineleri خ ز ن
7 وَمَا ve
8 نُنَزِّلُهُ biz indirmeyiz ن ز ل
9 إِلَّا dışında
10 بِقَدَرٍ bir miktar ق د ر
11 مَعْلُومٍ bilinen ع ل م
İster göklerde ister yerde olsun var olan her şeyin hazineleri, kaynağı Allah’ın katındadır ve O, nimetlerini insanlara, canlılara belirli bir ölçüye, düzene, kurala ve yasaya göre indirir. Bu yüzden O’nun lutuf ve ikramları yerli yerincedir, her türlü aşırılıktan, eksiklik veya fazlalıktan uzaktır; O’nun verdikleri özünde hep yararlıdır, hayırlıdır; onların zararlı hale dönüşmesine sebep olan kulların kendileridir. O’ndan gelen ve birer musibet şeklinde görülen hadiseler bile O’nun hikmetini kavrayıp gereğince davrananlar için son tahlilde birer nimettir. O,“mâlikü’l-mülk”tür. Her şey yok iken O istediği için, O’nun istediği vakitte, O’nun istediği ölçü ve miktarda, O’nun istediği şekilde ve düzende var olmuştur; O istediği sürece de var olur, O’nun var olmasını uygun görmediği de varlık sahnesinden çekilir. “Ol! dedi bir kerre var oldu cihan; olma derse yok olur ol dem heman!” Bu sebeple insan, muhtaç olduğu, elde etmek istediği meşrû şeyleri O’ndan dilemeli, O’nun koyduğu ve uyulmasını gerekli kıldığı tabii-kozmolojik ve dinî-ahlâkî yasalara uyup esbabına tevessül ederek O’ndan istemelidir; sahip olduğu her şeyi de O’nun mülkünden elde ettiğini, şu halde O’na minnet ve şükran borçlu olduğunu bilmelidir. Bunun ilk şartı da Allah’ın varlık ve birliğini tanımak ve O’nu, yalnız O’nu velinimet bilip bunun gerektirdiği vecîbeleri yerine getirmeye çalışmaktır. İşte gerek bu âyetlerin gerekse bütünüyle Kur’an’ın birinci amacı da insanlığa bu borcunu hatırlatmaktır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 344-345

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ وَمَا نُنَزِّلُـهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ

 

İsim cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

مِنْ  harf-i ceri zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, mübteda olarak mahallen merfûdur.

اِلَّا  hasr edatıdır.  عِنْدَنَا  mekân zarfı, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir  نَا  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

خَزَٓائِنُهُ  mübteda muahhar olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

نُنَزِّلُـهُٓ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir takdiri هو ‘dir.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih  olarak mahallen mansubdur.

اِلَّا  hasr edatıdır. بِقَدَرٍ  car mecruru  مَعْلُومٍ ‘a müteallıktır.  مَعْلُومٍ  kelimesi بِقَدَرٍ ‘nin sıfatıdır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نُنَزِّلُـهُٓ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

مَعْلُومٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  علم  fiilinin ism-i mef’ûludur.

وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلَّا عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ 

 

وَ , istînâfiye  اِنْ  nafiyedir. Ayet menfi isim cümlesi formunda faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, zaid harf ve isim cümlesi olmak üzere birden çok tekid içeren cümle sübut ve istimrar ifade eder. Zaid harfin dahil olduğu  شَيْءٍ , mübtedadır.

شَيْءٍ ’in haberi olan  عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ  cümlesinde, îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Mekân zarfı  عِنْدَنَا  mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

Az sözle çok anlam ifadesi için izafetle gelen  خَزَٓائِنُهُۘ , muahhar mübtedadır. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِنْ  ve  إِلَّا  ile kasr meydana gelmiştir. Mübteda olan  شَيْءٍ , maksûr/mevsuf, haber olan  عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ maksûrun aleyh/sıfattır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

[Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın] cümlesi kasr üslubuyla gelerek her şeyin hazinelerinin kaynağının Allah’ın katında olduğunu tekidli bir şekilde ifade etmiştir.

İstiğrak harfi  مِنْ ’in dahil olduğu  شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Kelimeye ‘hiçbir’ manası katmıştır. Bilindiği gibi menfi siyakta nekre umum ifade eder. 

عِنْدَنَا  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  عِنْدَ  tazim edilmiştir.

عِنْدَنَا خَزَٓائِنُهُۘ [Onun hazineleri bizim katımızdadır] cümlesi, istiare-i tahyiliyyedir. Bu, Allah’ın kudretinin mükemmelliğine bir misaldir. Yüce Allah istiare yoluyla, her şeye gücünün yetmesini, içine eşyalar konulan hazinelere ve hikmetinin gerektirdiği şekilde bu hazinelerden her şeyi çıkarmaya benzetti. (Safvetü’t Tefâsîr, Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi, Âşûr)

خَزَٓائِنُ  kelimesi,  خزانة ‘in çoğuludur. Bu ise insanın malını içinde sakladığı yer demektir. Yine bu kelime; “Gizleyip sakladı, saklar” fiilinin de mastarıdır. İnsanın hazinesinde bulunan bir şey, onun için hazırlanmış demektir. Buna göre yüce Rabbin kudreti altında olan her şey âdeta onun yanında hazır hale getirilmiş gibidir. Bu açıklamayı Kuşeyrî yapmıştır. (Kurtubî)

Vahidî (rh) şöyle der:  خَزَٓائِنُ  kelimesi, خِزَانَ ‘nin cemisidir.  خِزَانَ  ise, içinde birşey biriktirilip, korunan yer demektir.  خِزَانَ  aynı zamanda, "biriktirip korumak" (hazinelemek) manasında bir masdardır. Nitekim, birisi, bir şeyi hazinesinde (kasasında v.b. yerinde) koruduğunda, topladığında, denir." Bütün müfessirler, ayetteki bu tabir ile yağmurların kastedildiği görüşündediler. Çünkü yağmur, insanların, kuşların ve yabani hayvanların geçimlerinin ve rızıkların sebebidir. 

(Fahreddin er-Râzî)


 وَمَا نُنَزِّلُـهُٓ اِلَّا بِقَدَرٍ مَعْلُومٍ

 

Cümle makabline matuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. 

مَا  ve  اِلَّٓا  ile oluşan kasr, cümleyi iki kez tekid etmiştir. Kasr faille, müteallık arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır. 

Fail ile cümlenin diğer çeşitli öğeleri (yâni mef'ûlün bihi, mef'ûlün li-eclihi, zarf, mef'ûlu mutlak, temyîz ve car mecrur) arasında gerçekleşen kasrların hem kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf hem de kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması caizdir. Bu; failin mef'ûle kasredilmesinde açıklığa kavuşan mana bakımındandır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayet-i kerimedeki  إنْزل [indirmek] den maksat, إحداث (meydana getirmek), إنْشاء (inşa etmek) ve  إبداع  etmek anlamındadır. (Fahreddin er-Râzî)

بِقَدَرٍ ‘deki tenvin tazim ifade eder.

مَعْلُومٍ  kelimesi, بِقَدَرٍ  için sıfatttır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

Cenab-ı Hak, “Biz onları malum bir miktar dışında indirmeyiz” buyurmuştur. İbn Abbas (ra) Cenab-ı Hakk’ın bu ifade ile, “yetecek miktarı” manasını kastettiğini söylerken, Hakem şöyle demiştir: “Hiçbir yılın yağmuru, bir başka yılınkinden daha çok değildir. Fakat bir yıl bir yöre insanları daha çok yağmur alırken, bir başka yöre mahrum edilir. Yani Allah Teâlâ, yağmuru her yıl belli miktarda yağdırır. Fakat onu, istediği yere, istediği kadar, istediği kimselere yöneltir. (Fahreddin er-Râzî)

 
Hicr Sûresi 22. Ayet

وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِـحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ  ...


Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَرْسَلْنَا ve gönderdik ر س ل
2 الرِّيَاحَ rüzgarları ر و ح
3 لَوَاقِحَ aşılayıcı olarak ل ق ح
4 فَأَنْزَلْنَا indirdik ن ز ل
5 مِنَ -ten
6 السَّمَاءِ gök- س م و
7 مَاءً su م و ه
8 فَأَسْقَيْنَاكُمُوهُ böylece sizi suladık س ق ي
9 وَمَا ve değilsiniz
10 أَنْتُمْ siz
11 لَهُ onu
12 بِخَازِنِينَ depolayan خ ز ن
Bitkileri aşılayan rüzgârlar, canlıların su ihtiyaçlarını karşılayan yağmurlar da O’nun hazinelerinden gelen nimetlerdir. Rüzgâr esmese aşılanma olmaz, yağmur yağmasa canlılar su bulamaz ve hayat sönerdi. Bunları insan depolamış da o depolardan geliyor değildir. Hepsinin hazinesi Allah’a aittir. Her gün her saat içinde yaşadığımız için bu olaylar bize normal ve sıradan geliyorsa da her birinde Allah’ın sonsuz kudretini, akıllara durgunluk veren hikmetini yansıtan nice tecelliler vardır. Sadece arzdaki suyun önce güneşten gelen yeterli ölçüdeki ısıyla buharlaşması, buharların uygun meteorolojik şartların yardımıyla, kezâ esen rüzgârların, fırtınaların denizlerden kaldırdığı tuz zerrecikleri ve karalardan kaldırdığı toz zerreciklerinden oluşan “yoğunlaşma çekirdekleri” sayesinde üst atmosfer tabakasına taşınması ve burada uygun fiziksel ortamda tekrar yoğunlaşarak kazandığı ağırlıkla, –yukarıdan aşağıya düşen diğer bütün cisimlerin aksine– hızında ivme olmadan, tahribata yol açmayacak ölçüdeki sabit bir hızla (limit hız) yere inmesi; ardından insanlar ve diğer canlılar tarafından kullanılabildiği kadarının kullanılması, bir kısmının da yerin üstünde (denizler, göller) veya altında depolanması ve nihayet bütün bu olup bitenlerin bağlı bulunduğu sayısız çeşitteki diğer doğal şartların gerçekleşmesi, ince ince ayarların yapılması, bunların hepsi gören göze, hisseden kalbe, düşünen akla sürekli Allah’ı hatırlatmaktadır. Onun için Kur’ân-ı Kerîm’de bunlara “Allah’ın âyetleri” yani O’nun varlığının işaretleri, delilleri denmektedir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 245-246

وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِـحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir.  اَرْسَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

الرِّيَاحَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  لَوَاقِـحَ  hal olup fetha ile mansubdur.

فَ  atıf harfidir.  اَنْزَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim  zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur.

مِنَ السَّمَٓاءِ  car mecruru  اَنْزَلْنَا  fiiline müteallıktır.  مَٓاءً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

فَ  atıf harfidir.  اَسْقَيْنَاكُمُوهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  اَسْقَيْنَاكُمُوهُ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denir. 

Muttasıl zamir  هُ  ikinci  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

وَ  haliyyedir. مَٓا  nefiy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. 

اَنْتُمْ  munfasıl zamir,  مَٓا ‘nın ismi olup mahallen merfûdur.  لَهُ  car mecruru  خَازِن۪ينَ ‘ye müteallıktır.

بِ  harf-i ceri zaiddir.  خَازِن۪ينَ  lafzen mecrur,  مَٓا ‘nın haber olarak mahallen mansubdur.  خَازِن۪ينَ ‘nin nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır. 

Bazen  لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَازِن۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi olan  خزن  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَسْقَيْنَاكُمُوهُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’âl babındandır. Sülâsîsi  سقي ’dir.

İf’al babı fiile, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.

وَاَرْسَلْنَا الرِّيَاحَ لَوَاقِـحَ فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لَوَاقِـحَ , hal olarak mansubtur. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden ıtnâb sanatıdır.

Aynı üslupta gelen  فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً  cümlesi ve  فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُ  cümleleri, makabline  فَ  ile atfedilmişlerdir. Cümleler arasında hükümde ortaklık vardır. Hepsi azamet zamirine isnad edilmiş, mazi fiil sıygasında gelmiştir. Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Vakafat, S.107)

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, C. 2, S. 467)

مَٓاءً ’deki tenvin nev ve tazim ifade eder.

مَٓاءً - اَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

اَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ  fiiline iki mef’ûl eklenmiştir.  هُ ’dan önceki  وَ  işbâ vavıdır. (Vezni denkleştirmek için kelimenin bünyesine eklenen ziyade bir harftir. (TDV)

الرِّيَاحَ لَوَاقِـحَ  ibaresi iki tevile göre istiaredir: Birincisine göre buradaki  لَوَاقِـحَ  kelimesi  ﻻقح ’ nın (döllenen/ aşılan) çoğuludur. Burada yağmur bulutlarını taşıyan rüzgâr bu özelliğiyle erkek devenin erlik suyunu taşıyan döllenmiş deveye benzetilmiştir. Bu en güzel, en tesirli teşbihlerdendir. Çünkü bulutun döktüğü yağmur damlalarıyla meydana gelen yerin bitkisi sanki bulutu şekillendiren rüzgârların doğurduğu yavru konumundadır. Nitekim şairler şiirlerinde yeni çıkmış bitkileri çok zaman ’yavru’ olarak tasvir etmişler, onlara bitkilerin çocukları, bahçelerin çocukları demişlerdir. Aynı şekilde şairler bulutu da onları emzirip yaşatan, her ne kadar buradaki  لَوَاقِـحَ (kelimesinin)  ملاقح  (aşılananlar/ döllenenler) anlamında kullanıldığı söylenmişse de mana bizim anlattığımız şekildedir.

İkinci görüş de  لَوَاقِـحَ ’ın tekilinin  مُلقح , yani ‘’dölleyici’’ konumunda olduğu yönündedir ki, buna göre sanki rüzgârlar buluta su aşılıyor da buluta nispetle rüzgârlar, yavrulara nispetle erkek develer konumunda oluyor. Allah’a hamd olsun, bu mesele açıklığa kavuşmuştur. (Şerîf er-Radî, Kur’an Mecazları)

[Rüzgârları taşıyıcı olarak gönderdik] . Ayette geçen  لَوَاقِـحَ  kelimesini  حواملا  şeklinde açıklayan Beyzâvî, buradaki teşbihi şu ifadelerle ortaya koyar: ‘’Yağmur getirmeyen hayırsız rüzgâr kısıra benzetildiği gibi, yağmur dolu bulutlarla hayır ve bereket getiren rüzgâr da hamileye benzetilmiştir.” Cümlede edat ve vech-i şebeh söylenmediğinden bu teşbih, beliğ bir teşbihtir. Beyzâvî’ye göre benzetme yönü, rüzgârın bereket getirmesidir.

Kur’an’da zikredildiği bağlam düşünüldüğünde bu ayetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinden birinin kevnî ayetlerin içine gizlenerek insanlara nimetlerinin hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu vb. bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen ayetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler. (Hasan Uçar, Kur’ân-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

Taşıyıcı olarak gönderilme anlamında  لَوَاقِـحَ  kelimesinin seçilmiş olması anlam-lafız uyumu babında mürâât-ı nazîr sanatına güzel bir örnektir.

فَاَنْزَلْنَا مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءً  [ve gökten (yukarıdan) bir su indirdik] cümlesinde  مَٓاءً  kelimesinin elif lamsız olmasının da işaret ettiği gibi bir kısım su indirdik manası vardır. Yani yukarda zikri geçen rüzgârlarla yağmur yüklü bulutlar meydana getirdikten sonra size yukarıdan biraz su indirdik. Ayet metninde  السَّمَٓاءِ (gök) kelimesi ile kastedilen, insanın yukarısı demektir. Çünkü insanı evin tavanı gibi yukarıdan kuşatan her şeye Arapçada ”semâ" denir. Yukarıdan indirilen, suyun bir kısmıdır. Çünkü herkes bilir ki semadan suyun tamamı indirilmez. Yani tersine insanların yararlanabilecekleri ve zarardan korunabilecekleri kadar su indirilir. (Rûhu’-l Beyân)


وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ

 

وَ ’la gelen menfi isim cümlesi,  فَاَسْقَيْنَاكُمُوهُۚ ‘daki muhatap zamirinden haldir.

Hal وَ ‘ıyla gelen menfi isim cümlesi  وَمَٓا اَنْتُمْ لَهُ بِخَازِن۪ينَ , faide-i haber inkârî kelamdır. 

Nefy harfi  مَٓا , nakıs fiil  ليس  gibi amel etmiştir. ليس ‘nin haberine dahil olan  بِ  harfi zaiddir. Tekid ifade eder.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , amili olan  بِخَازِن۪ينَ ‘ye siyaktaki önemine binaen takdim edilmiştir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

“Onunla susuzluğunuzu giderdik” onu sizin için içimlik su kıldık. “Yoksa onun hazinesine siz sahip değilsiniz.” Bu ifade ile Yüce Allah, “Hiçbir şey yoktur ki hazineleri Bizim katımızda olmasın.” ifadesinde kendisi hakkında olumladığı şeyi, insanlar hakkında olumsuzlamıştır. Sanki, O’nun kudretinin büyüklüğünü göstermek ve kulların acizliğini ortaya koymak için “Su hazinelerinin sahibi Biziz, yani onu yaratmaya ve gökten indirmeye Biz kādiriz; siz ise kādir değilsiniz” buyurulmuştur. (Keşşâf)

 
Hicr Sûresi 23. Ayet

وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ  ...


Hiç şüphesiz biz diriltir, biz öldürürüz ve biz (her şeye gerçek) varisleriz

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّا biziz
2 لَنَحْنُ elbette biz
3 نُحْيِي yaşatırız ح ي ي
4 وَنُمِيتُ ve öldürürüz م و ت
5 وَنَحْنُ ve biziz
6 الْوَارِثُونَ gerçek varis olan و ر ث
Yukarıdaki bilgilerden de anlaşılıyor ki, zâhirdeki sebepler ne olursa olsun evrendeki her şeyi yapıp yaratan Allah’tır, gökten indirdiği su ile yeryüzünü canlandıran, vakti geldiğinde bitkileri sarartıp solduran doğal güçlerin arkasındaki en büyük kudret de O’dur; şu halde can veren ve yaşatan da O’dur, hayata son verip öldüren de O’dur. Mülkün (canlısıyla cansızıyla bütün varlığın) asıl mâliki Allah olduğuna göre insanın kendi varlığının ve bu dünyada kendisinin bildiği diğer bütün şeylerin, kısaca topyekün mevcudatın hakiki sahibi de O’dur.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 346

وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

نَا  muttasıl zamiri  اِنَّ ‘nin ismi olup mahallen mansubdur. 

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

نَحْنُ نُحْـي۪  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen mansubdur.  نُحْـي۪  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

نُحْـي۪  merfû muzari fiildir. Faili müstetir takdiri  نحن ‘dur.

نُم۪يتُ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  نُحْـي۪  fiiline matuftur.

Munfasıl zamiri  نَحْنُ  atıf harfi  وَ ‘la öncesiki munfasıl zamirine matuftur.

Munfasıl zamir  نَحْنُ  mübteda olarak mahallen mansubdur.

الْوَارِثُونَ  kelimesi mübtadanın haberi olup ref alameti  وَ ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır. 

الْوَارِثُونَ  kelimesi sülasi mücerredi olan  ورث  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّا لَنَحْنُ نُحْـي۪ وَنُم۪يتُ وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ

 

Ayet  وَ ’la öncesine atfedilmiştir.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  نَحْنُ نُحْـي۪ , isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

اِنَّ ’nin haberi olan cümlede, müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Makabline matuf olan  نُم۪يتُ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler;  اِنَّ , isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Aynı üslupta gelen  وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ  cümlesi,  نَحْنُ نُحْـي۪  cümlesine matuftur. Mübteda ve haberden müteşekkil, faide-i haber ibtidaî inkârî kelamdır.

الْوَارِثُونَ  haberdir. Müsnedin  ال  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Allah Teâlâ, öldürmenin ve diriltmenin kendi tekelinde olduğunu şüpheye yer vermeyecek şekilde, tekidli bir üslupla bildirmiştir.

Ayrıca müsnedin  ال  ile marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder.

نَحْنُ ’nun haberi olan  الْوَارِثُونَ , ism-i fail kalıbında gelerek, durumun devamlılığını ve istimrarını  vurgulamıştır.

نُحْـي۪  [Diriltiriz] ile  نُم۪يتُ  [Öldürürüz] lafızları arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü’t Tefâsîr)

وَنَحْنُ الْوَارِثُونَ  sözü, mahlukatın helakından sonra baki kalan Allah’tır demektir. Baki (olan Allah’a), varis denmesinin sebebi, ölünün arkasından baki kalan varis istiaresidir. Çünkü varis, meyyitin arkasından geride kalandır. (Kur’andaki deyimler ve Zemahşeri’nin Keşşâf’ı, Fahreddin er-Râzî)

Bu ayeti kerimedeki “diriltme” nin, rahimlerde nutfenin canlandırılması olduğu da söylenmiştir. Öldükten sonra dirilişi yüce Allah bundan sonra:”Şüphe yok ki, Rabbin onları toplayacak olandır” (25. ayet) ayetinde söz konusu etmektedir. (Kurtubî)

Cenab-ı Hakk’ın, “Gerçekten biz, mutlak biz, hem diriltiriz” buyruğu hasr ifade etmektedir. Yani, “Bizden başka öldürme ve diriltmeye kādir olan hiç kimse yoktur” demektir.(Fahreddin er-Râzî)

نَحْنُ ’nun tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Hicr Sûresi 24. Ayet

وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ  ...


Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, sonraya kalanları da.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ andolsun
2 عَلِمْنَا biliriz ع ل م
3 الْمُسْتَقْدِمِينَ önce geçenleri ق د م
4 مِنْكُمْ sizden
5 وَلَقَدْ ve elbette
6 عَلِمْنَا biliriz ع ل م
7 الْمُسْتَأْخِرِينَ geri kalanları da ا خ ر
Zerresinden küresine kadar bütün kozmik varlık ve olaylar gibi geçmişiyle geleceğiyle bütün insanlık dünyası da Allah’ın mülkünde ve tasarrufunda olup onların bütün durumları ve yapıp ettikleri de O’nun ilmi tarafından kuşatılmıştır. Bu sebeple O, öncekileriyle sonrakileriyle bütün insanlığı bir gün tekrar canlandırıp bir araya toplayacak, herkese iyi ve kötü olarak neler yaptığını gösterecek, hükmünü verecektir. O, hakîmdir, alîmdir; sınırsız ilmiyle kuşattığı işlerimizi gözümüzün önüne serecek ve derin hikmetiyle herkes hakkında en uygun, en âdil ve en hakîmane hükmünü verecektir.
Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 246

وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder. 

عَلِمْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim  zamiri نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

الْمُسْتَقْدِم۪ينَ  mef’ûlun bih  olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır. 

مِنْكُمْ  car mecruru  لْمُسْتَقْدِم۪ينَ ‘nin mahzuf haline müteallıktır. 

وَ  atıf harfidir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.

عَلِمْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  الْمُسْتَأْخِر۪ينَ  mef’ûlun bih olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

الْمُسْتَأْخِر۪ينَ  -  الْمُسْتَقْدِم۪ينَ  kelimeleri sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan  istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ

 

وَ  atıf harfidir. Ayet, … اِنَّا لَنَحْنُ  cümlesine matuftur.

لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

قَدْ  ve  لَ  ile tekid edilmiş cevap cümlesi …  وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

عَلِمْنَا  fiilindeki  نَا  zamiri azamet zamiridir.

Allah Teâlâ, Kur'an'da ne zaman kendisinden azamet zamiriyle bahsetse hemen öncesinde veya sonrasında vahdaniyetinin bilinmesi için kendisine ait tekil bir zamir gelir. (Samerrâî,  Beyânî Tefsîr Yolu, C. 2, S. 467)

Aynı üslupta gelen  وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ  cümlesi de birinci kaseme matuf olup, mahzuf kasemin cevabıdır. 

وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَقْدِم۪ينَ مِنْكُمْ  cümlesiyle,  وَلَقَدْ عَلِمْنَا الْمُسْتَأْخِر۪ينَ  cümlesi arasında mukabele sanatı vardır..

Bu ayet-i kerimeyi müfessirler şu şekillerde izah etmişlerdir:

“Şüphesiz ki biz, sizden önce yaratılmış olup ölenleri de şu anda diri olanları da ve bundan sonra yaratılacak olardan da biliriz.”

“Şüphesiz ki biz, ölenleri de diri kalanları da biliriz.”

“Şüphesiz ki biz, geçmiş ümmetleri de, sonradan gelen Muhammed ümmetini de biliriz.”

“Şüphesiz ki biz, sizden, ölüp ahirete intikal etmiş olanları da sizden sonra babalarının sulbünde ve analarının rahminde olacak olanları da biliriz.”

“Şüphesiz ki biz, namazda ön safta olanları da ve belli sebeplerden dolayı arka saflarda duranlan da biliriz.” (Taberi - Fahreddin er-Râzî)

Ayette Allah Teâlâ, bildiklerini iki gruba ayırmıştır. Taksim sanatı vardır.

الْمُسْتَقْدِم۪ينَ  ve  الْمُسْتَأْخِر۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab, muvazene, لَقَدْ  ve  عَلِمْنَا kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr  sanatları vardır.

لَقَدْ  ve  عَلِمْنَا ‘nın tekrarı manayı zihinde iyice yerleştirmeye ve tekide matuf ıtnâbtır.

 
Hicr Sûresi 25. Ayet

وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟  ...


Şüphesiz senin Rabbin onları diriltip bir araya getirecektir. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّ ve gerçekten
2 رَبَّكَ Rabbindir ر ب ب
3 هُوَ O
4 يَحْشُرُهُمْ onları toplayacak olan ح ش ر
5 إِنَّهُ muhakak O
6 حَكِيمٌ Hakîmdir ح ك م
7 عَلِيمٌ Bilendir ع ل م

وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ

 

İsim cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

رَبَّكَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubtur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

هُوَ يَحْشُرُهُمْ  isim cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merf’ûdur. 

Munfasıl zamiri  هُوَ  mübteda olarak mahallen merf’ûdur.  يَحْشُرُهُمْ  cümlesi mübtedanın   haberi olup mahallen merf’ûdur.


 اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

حَك۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merf’ûdur. عَل۪يمٌ۟ ise ikinci haber olup lafzen merf’ûdur. 

حَك۪يمٌ -  عَل۪يمٌ۟  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَحْشُرُهُمْۜ 

 

Ayet, önceki ayetteki mukadder kasem cümlesine matuftur.

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  Rabb isminin zikredilmesi  tecrîd sanatıdır.

رَبُّكَ  izafeti, Rabb isminin muzâfun ileyhi olan  كَ  zamiri dolayısıyla Hz. Peygambere, tazim ve destek ifade eder.

Az sözle çok anlam ifadesi için gelen  رَبَّكَ  izafetinde, Rabb isminin muzâfun ileyhi olan  كَ  zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber şan ve şeref kazanmıştır.

Önceki ayetteki azamet zamirinden sonra bu ayette, Rabb ismine iltifat edilmiştir.

Siyak değişmediği halde bu ayette ifadenin, mütekellim zamirinden muhataba iltifatındaki amaç, durağanlığı bozarak muhatabın dikkatini canlı tutmak, zihnini harekete geçirmektir.

Burada  رَبَّكَ  olarak Rabb unvanının kullanılması, hükmün illetini zımnen bildirmek içindir. Yani Rabb olduğu için buna kādirdir. (Ebüssuûd)

إِنَّ ‘nin haberi olan  هُوَ يَحْشُرُهُمْ , isim cümlesi formunda gelerek sübut ifade etmiştir. 

İsim cümlesinde müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.(Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

[Senin rabbin onları haşredendir] ifadesinde  رَبَّ  sıfatının seçilmesi, lafız mana uyumu olan mürâât-ı nazîr vardır.

Haşretmek ifadesinde, zımni olarak onlara gereken muamelenin yapılacağı anlamının bulunması idmâc sanatıdır.


اِنَّهُ حَك۪يمٌ عَل۪يمٌ۟

 

Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır. İsme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder.

Rabbin  حَك۪يمٌ  ve  عَل۪يمٌ  şeklindeki haberlerinin tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğunu, aralarında  و  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır 

حَك۪يمٌ - عَل۪يمٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Her ikisi de sıfat-ı müşebbehe vezninde mübalağa ifade eder. 

Cümle mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Tezyîl, bir cümlenin diğer bir cümleyi takip etmesi ve tekid etmek amacıyla birincinin manasını kapsaması ve onu sağlamlaştırmasına verilen isimdir. Bu iki şekilde olmaktadır: Birinci cümle, ikinci cümlenin ya mantukunu ya da mefhumunu tekid etmektedir. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz  Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

 
Hicr Sûresi 26. Ayet

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍۚ  ...


Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَلَقَدْ ve andolsun
2 خَلَقْنَا biz yarattık خ ل ق
3 الْإِنْسَانَ insanı ا ن س
4 مِنْ -dan
5 صَلْصَالٍ pişmemiş çamur- ص ل ص ل
6 مِنْ -tan
7 حَمَإٍ cıvık balçık- ح م ا
8 مَسْنُونٍ değişmiş س ن ن
Allah’ın kudretini, ilminin ve hikmetinin mükemmelliğini delilleriyle açıklayan bu bölümde sıra, akıl ve zekâsı, duyguları ve estetik zevkleri gibi özellikleriyle Allah’ın eserlerinin en önemlisi ve en seçkini olan insan türünün veya ilk insanın yaratılışı konusuna gelmiştir. “Kuru çamur” diye çevirdiğimiz 26. âyet metnindeki salsâl kelimesi sözlük ve tefsirlerde genellikle “uzun süre bekletilerek vurulduğunda çınlayacak derecede kurumuş olan çamur” şeklinde açıklanmaktadır. Kendi halinde bırakılarak kuruyan çamura salsâl, ateşte kurutulana da fahhâr (Rahmân 55/14) denir. Âyet metnindeki hame’ kelimesine özetle “kokuşmuş kara balçık”, mesnûn kelimesine de “uzun süre kalan, akışkan, değişebilir, farklı şekillere sokulabilen, bir sûrete bürünmüş olan nesne” gibi mânalar verilmektedir (Taberî, XIV, 28-30; İbn Âşûr, XIV, 41-42). Âyette insan bedeninin, Allah’ın yaratma sıfatının bir eseri ve tecellisi olarak topraktan başlayıp devam eden fiziksel-biyolojik değişim ve gelişim sürecine işaret edilmektedir (insanın fiziksel oluşum ve gelişimi hakkında bilgi için bk. Mü’minûn 23/12-14).

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 346-347

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍۚ

 

وَ  atıf harfidir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

قَدْ  tahkik harfidir.

خَلَقْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

الْاِنْسَانَ  mef’ûlun bih olup  fetha ile mansubdur.  مِنْ صَلْصَالٍ  car mecruru  خَلَقْنَا  fiiline müteallıktır.

مِنْ حَمَأٍ  car mecruru  صَلْصَالٍ ‘nin mahzuf sıfatına müteallıktır.  مَسْنُونٍ  kelimesi  حَمَأٍ ‘in sıfatı olup mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مَسْنُونٍ  kelimesi, sülasisi olan  سنن  fiilin ism-i mef’ûludür.

وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍۚ

 

وَ  istînâfiyye,  لَ  mahzuf kasemin cevabının başına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. 

قَدْ  ve  لَ  tekid edilmiş cevap cümlesi … وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümle mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

صَلْصَالٍ ; "Ses veren yani vurulduğu zaman tıngırdayan, kuru pişmemiş çiğ çamur"  dur ki, pişmiş olursa tuğla, kiremit gibi ses çıkaran kuru bir çamur olur. Çünkü Rahmân Sûresi'nde "Vurulduğunda testi gibi ses çıkaran kuru bir balçıktan..." (Rahmân, 55/14) buyurulmuştur.

حَمَأٍ ': Uzun süre su ile yumuşayıp bozulmuş cıvık kokar çamur, yani balçık demektir.

(Elmalılı)

مَسْنُونٍ  kelimesi,  حَمَأٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’an Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

حَمَأٍ  ve  صَلْصَالٍ ’deki tenvin, tazim ve nev ifade eder.

صَلْصَالٍ - حَمَأٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

“Bir balçıktan” ifadesi ise  صَلْصَالٍ ‘in [kuru çamur] türünü açıklayıcı bir ifadedir. (Kurtubî)

Bu ayette tekrar azamet zamirine iltifat edilmiştir.

مِنْ  harf-i cerinde reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.

 
Hicr Sûresi 27. Ayet

وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ  ...


Cinleri de daha önce dumansız ateşten yaratmıştık.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَالْجَانَّ ve Cinleri ج ن ن
2 خَلَقْنَاهُ yarattık خ ل ق
3 مِنْ
4 قَبْلُ daha önce ق ب ل
5 مِنْ -ten
6 نَارِ ateş- ن و ر
7 السَّمُومِ nüfuz eden س م م
Nihayet bazı bakımlardan insana benzeyen niteliklere sahip olmakla birlikte bedeni ve bedensel özellikleri bulunmayan, bu sebeple de gözle görülmediği için cin diye adlandırılmış olan varlık türünün yaratılışı da ilâhî kudretin eserlerine son örnek olarak zikredilmektedir. Tefsirlerde, âyet metnindeki cân kelimesiyle cinlerin atasının veya İblîs’in kastedildiğine dair görüşlere yer verilmektedir. Buna göre 26. âyette insanlığın atası olan Hz. Âdem’in, 27. âyette de cinlerin atası olan İblîs’in yaratılışı söz konusu edilmiştir (bk. Taberî, XIV, 27, 30; Kurtubî, X, 25, 28). Ancak cin ve İblîs hakkındaki bu görüşler birer tahminden ibarettir. Bu konulara dair Kur’ân-ı Kerîm’de ve sahih hadislerde bildirilenlerin dışında elimizde kesin bilgi bulunmamaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 247
سمّ Semme : سَمٌّ iğne, burun ve kulak deliği gibi her dar deliğe denir. سُمٌّ kelimesi zehir manasındadır. Çünkü zehir ince etkisiyle bedenin içine girip nüfuz eder. سَمُومٌ ise zehir etkisine benzer şekilde etki yapan sıcak bir rüzgardır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de iki farklı isim formunda 4 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Sam (yeli) dir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ

 

وَ  atıf harfidir.  الْجَٓانَّ  mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

خَلَقْنَاهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  خَلَقْنَا  fiiline müteallıktır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنْ نَارِ  car mecruru  خَلَقْنَا  fiiline müteallıktır.  السَّمُومِ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ

 

Ayet  وَ ‘la  خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ  cümlesine atfedilmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  الْجَٓانَّ , iştigal olmak üzere mansubdur. Takdiri  خلقنا  [Yarattık.] olan mahzuf fiilin mef’ûlüdür. Cümle mahzufla birlikte, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mef’ûl fiilden önce gelir ve fiilin sonunda da bu mef’ûle ait bir zamir bulunursa bu duruma iştigal denir. (M. Meral Çörtü Nahiv s.282) İştigal mahzuf fiilin mef’ûlündedir.

وَالْجَٓانَّ ‘yi nasb eden  خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ  fiilinin tefsir ettiği gizli fiildir. Cini, insandan önce yarattık demektir. (Beyzâvî)

الْجَٓانَّ ’ı da daha önceden “yani, Âdem’in yaratılıştan önce yarattık.” Hasen der ki: Bununla İblis kastedilmektedir. Yüce Allah İblisi, Âdem (as)’dan önce yaratmıştır. Ona,  الْجَٓانَّ  adının verilmesi, gözle görülmeyip gözden saklı olmasındandır. (Kurtubî)

والجانَّ خَلَقْناهُ  cümlesi Âdem (as) ve şeytanın askerleri arasındaki düşmanlığı daha iyi açıklamak için idmâc (bir araya getirip birbirine girdirmek) ve açıklama yolu ile gelmiştir. (Âşûr)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ cümlesi, tefsiriyye olarak fasılla gelmiştir. 

Ayette fiil, mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Vakafat, S.107)

مِنْ قَبْلُ  kelimesinin muzâfun ileyhi mahzuftur. Kelimedeki ötre mahzuftan ivazdır.

İzafette mevsufun, bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri Ahkaf/20)

Ayetteki ilk  مِنْ  ibtidaiyye, ikincisi  مِنْ  ise ba’ziyye’dir. Bu kelimelerde tam cinas ve reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.

السَّمُومِ - نَارِ - جَٓانَّ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr vardır.

Müfessirler, Adem’in (as), insanın atası olması gibi, cinlerin atasının da can olduğu açıklamasını yapmışlardır.

Takdim ve tehir, bazen varlıkların dünyadaki kıdem ve öncelik sırasına göre gerçekleşir. Ayet ve suredeki söz diziminin bu esasa göre düzenlendiğini görürüz. Daha eski (kadîm) olanla başladıktan sonra diğerlerini getirir. Bu hususu Yüce Allah’ın  وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ  [Ben cinleri ve insanları, yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım!] (Zariyat/56) sözünde görmekteyiz. Allah Teâlâ, cinleri insanlardan daha önce yaratmıştır. Bunun delili de  وَالْجَٓانَّ خَلَقْنَاهُ مِنْ قَبْلُ مِنْ نَارِ السَّمُومِ [Ondan önce de cinni (n babası olan İblis‟i) öldürücü/zehirleyici ateşten/alevden yaratmıştık] (Hicr/27) şeklindeki ayettir. Dolayısıyla önce cinleri sonra insanları zikretmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, et-Ta‘bîru’l-Kur’ânî, s. 51-53)
Hicr Sûresi 28. Ayet

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ  ...


28-29. Ayetler Meal  :   
Hani Rabbin meleklere, “Ben kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğim zaman, onun için hemen saygı ile eğilin” demişti.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذْ ve bir zaman
2 قَالَ demişti ki ق و ل
3 رَبُّكَ Rabbin ر ب ب
4 لِلْمَلَائِكَةِ meleklere م ل ك
5 إِنِّي muhakkak ben
6 خَالِقٌ yaratacağım خ ل ق
7 بَشَرًا bir insan ب ش ر
8 مِنْ
9 صَلْصَالٍ kupkuru çamurdan ص ل ص ل
10 مِنْ -tan
11 حَمَإٍ balçık- ح م ا
12 مَسْنُونٍ değişken س ن ن
Burada belirtilmemekle birlikte, başka âyetlerde meleklerin secde etmekle emrolundukları bu ilk insanın Âdem aleyhisselâm olduğu bildirilmektedir (meselâ bk. Bakara 2/34; A‘râf 7/11; İsrâ 17/61). Ancak burada Hz. Âdem’in yaratıldığı asıl unsura yani başlangıçta cıvık bir balçık iken sonraları kuruyup sertleşen nesneye, dolayısıyla onun aslının toprak olduğu gerçeğine de dikkat çekiliyor. Bununla birlikte yaratmanın gelişim ve oluşum süresiyle ilgili bilgi verilmemektedir. Kur’an için önemli olan insanın aslının toprak, yaratıcısının da Allah olduğu gerçeğinin bilinmesi; toprak gibi alelâde bir tabiat nesnesinden insan gibi muhteşem bir varlığı vücuda getiren kudretin büyüklüğüne dikkat çekilmesidir. Yaratılışta tesadüfe ve tanrısız bir tekâmüle yer yoktur. Buradaki 26-29. âyetler bize bunu anlatmaktadır. Konunun dini ilgilendiren yönü de budur. Bundan ötesinin aydınlatılması insanoğlunun, ihtiyaç duyduğu ve başarabildiği kadarıyla kendi çabasıyla antropolojide ve genel olarak bilimde sağlayacağı ilerlemeye kalmıştır. Bu konuda da henüz kesin bilimsel bir sonuca varılmış değildir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 249

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ

 

وَ  istînâfiyyedir. Zaman zarfı  اِذْ , takdiri أذكر  olan mahzuf fiile müteallıktır. 

قَالَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  رَبُّكَ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لِلْمَلٰٓئِكَةِ   car mecruru  قَالَ  fiiline müteallıktır. 

Mekulül-kavl,  اِنّ۪ي خَالِقٌ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

ي  mütekellim zamiri,  اِنَّ ‘nin ismi olup mahallen mansubtur. 

خَالِقٌ  kelimesi,  اِنَّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.  بَشَراً  kelimesi ism-i fail olan  خَالِقٌ ‘nun mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. İsmi failin fiil gibi amel şartları şunlardır: 

1. Harfi tarifli (ال) olmalıdır. 

2. Haber olmalıdır. 

3. Sıfat olmalıdır. 

4. Hal olmalıdır. 

5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 

6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.

Not: Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir. Bu amel şartlarından birini taşıyan ism-i fail kendisinden sonra fail ve mef’ûl alabilir. Bu fail veya mef’ûl bazen ism-i failin muzâfun ileyhi konumunda da gelebilir. İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manası da olabilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنْ صَلْصَالٍ  car mecruru  بَشَراً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.

 مِنْ حَمَأٍ  car mecruru  صَلْصَالٍ ‘ın mahzuf sıfatına müteallıktır.

مَسْنُونٍ  kelimesi  حَمَأٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

خَالِقٌ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلق  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Bilgisi)  

مَسْنُونٍ  kelimesi, sülasisi olan  سنن  fiilin ism-i mef’ûludür.

وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ

 

وَ  istînâfiyyedir. Atıf harfidir. Kıssanın kıssaya atfı kabilindendir. (Âşûr)

Zaman zarfı  اِذْ , takdiri  اذكر  olan mahzuf fiile müteallıktır. Muzâfun ileyh olan  قَالَ رَبُّكَ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

رَبُّكَ  izafeti muzâfun ileyhin şanı içindir. Ayrıca Rabb isminin seçilmesi Peygamber’e destek mahiyetindedir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki Rabb isminde tecrîd sanatı vardır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan … اِنّ۪ي خَالِقٌ بَشَراً  cümlesi,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

مَسْنُونٍ  kelimesi  حَمَأٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Ayette gaib sıygasına iltifat edilmiştir.  بَشَراً  ve  مَلٰٓئِكَةِ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı sanatı vardır.

Bu Hazret-i Âdem (as)'in bir beşer oluşunun izahı hakkındadır. Bundan murad, onun, kendisine dokunulan ve kendisi ile yüz yüze gelinebilen kesif bir cisim olmasıdır. Melekler ve cinlerin cisimleri ise, beşerin cisminden ve maddesinden daha latif ve şeffaf olduğu için, onlara dokunulamaz. Her canlının dış cildine de "beşere" denir. (Fahreddin er-Râzî)


Hicr Sûresi 29. Ayet

فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِذَا zaman
2 سَوَّيْتُهُ onu düzenlediğim س و ي
3 وَنَفَخْتُ ve üflediğimde ن ف خ
4 فِيهِ ona
5 مِنْ
6 رُوحِي ruhumdan ر و ح
7 فَقَعُوا hemen kapanın و ق ع
8 لَهُ ona
9 سَاجِدِينَ secdeye س ج د
Allah Teâlâ, Hz. Âdem’in bedenini yaratıp “ona ruhundan üfledikten” sonra yani ilk insanın biyolojik gelişimini tamamlayıp ruhbeden birliğini sağlayarak bu suretle adına “insan” denilen en gelişmiş canlı türünü yarattıktan sonra meleklere, Âdem’in önünde secdeye kapanmalarını emretti; meleklerin hepsi de secde ederken İblîs, kendi âciz aklıyla vardığı mantıkî sonucu Allah’ın buyruğundan daha önemli sayarak buyruğa karşı geldi. Bakara ve A‘râf sûrelerinde de görüldüğü gibi Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm’inde insan oğluna yaratıcısını ve kendi aslını, atasını tanıtmayı, hatırlatmayı yararlı gördüğü durumlarda ilk insanın yaratılışını ve onu takip eden gelişmeleri, ilgili âyetlerin bağlamına göre az çok farklı ifadelerle tekrar etmiştir (ayrıntılı bilgi için bk. Bakara 2/30-39; A‘râf 7/11-25). Buradaki en önemli ilâve bilgi, ilâhî kudretin, alelâde toprağı balçık ve kurumuş çamur aşamalarından geçirerek “tesviye etmesi” yani insan biçimine sokması ve böylece miktarını bilemediğimiz bir zaman içinde “beşer”in yani Âdem’in bedensel varlığını şekillendirmesi, biyolojik oluşumunu tamamlaması; ardından da ona “ruhundan üflemesi”dir. Böylece Kur’ân-ı Kerîm’de insanın bir ruh-beden varlığı olduğu açıkça ifade edilmiş bulunmaktadır. Beden insanın fizyolojik yönünü, ruh da metafizik yönünü oluşturmaktadır. İsrâ sûresinde (ayrıntı için bk. 17/85) ruhun mahiyeti hakkında insanlara çok az bilgi verildiği belirtilmekle beraber konumuz olan âyette “ona ruhumdan üflediğim vakit…” buyurulmakla ruhun kesinlikle fiziksel bir fonksiyon, bir sözde varlık olmadığı ifade edilmiştir. Şu halde ruh, Allah’ın, bedeniyle bu dünyaya ait, ama mâna boyutuyla ilâhî âlemle ilişkisi bulunan yeni bir varlık türü yaratmak üzere tabiat ötesinden, aşkın âlemden gönderdiği, tabiat üstü gerçek bir varlıktır; hatta Cenâb-ı Hakk’ın “ruhumdan” buyurarak insan ruhunu kendi zâtına yani bizâtihî gerçek olan yegâne varlığa izâfe etmesini dikkate alarak, insanın insan olmasını sağlayan asıl ve hakiki varlığının bedeni değil ruhu olduğunu kabul etmek gerekir. İslâm düşüncesine özgü “felsefî antropoloji”nin tartışmasız en büyük ismi olan Gazzâlî’nin İhyâ’da, insandaki mevki tutkusunun doğal ve metafizik kaynaklarını araştırdığı bölümde (III, 278 vd.) yer alan, İslâm dünyasında hiçbir zaman ulaşılamamış mükemmellikteki ruhla ilgili tahlilinin bir kısmını önemi dolayısıyla kısaltarak alıyoruz: “Ruh, tanrısal bir gerçekliktir (emrun rabbânîyyün). Çünkü yüce Allah, ‘Senden ruh hakkında bilgi istiyorlar. De ki: O rabbimin emrindendir’ (İsrâ 17/85) buyurmuştur… İnsan –açıklanması uzun sürecek– çeşitli asıllardan oluşturulmuştur. Onun özünde tanrısal gerçeklikten de bir pay bulunduğu için doğal olarak rubûbiyyeti sever. Rubûbiyyetin anlamı, bağımsızlık yoluyla varlıkta tekleşmek ve yetkinlikte eşsizleşmektir. Böylece yetkinlik ilâhî niteliklerden olduğu (ve insan da ilâhî gerçeklik olan ruha sahip olduğu) içindir ki, yetkinlik insan tarafından doğal olarak sevilmektedir. Yetkinlik varlıkta eşsizleşmedir, çünkü varlık bakımından başkalarıyla aynı düzeyde olmanın bir eksiklik olduğunda kuşku yoktur… Her insan, tabiatı gereği mükemmellikte eşsiz olmak ister. Bu sebeple sûfîlerin önde gelenlerinden biri “Her insanın içinde, Firavun’un, ‘Ben sizin en büyük tanrınızım’ diyerek seslendirdiği şekilde bir ululuk iddiası vardır, fakat bunu açığa vuramaz” demiştir. “Ruh rabbimin emrindendir” şeklindeki beyanın göstermiş olduğu rubûbiyyet ilişkisinden dolayı kölelik ruha ağır gelir, efendilik ise insanın doğası gereği sevilir. Ruh, yetkinliğin son noktasına ulaşamasa da ondaki yetkinleşme arzusu hiçbir zaman sönmez… Her varlık kendi zatını ve zatının yetkinleşmesini sever, bu sebeple de –ister zatının yokluğu olsun, ister üstün niteliklerinin yokluğu olsun– yokluğa mâruz kalmaktan nefret eder. İnsan, varlıkta eşsizleşmeyi istemesi yanında, diğer bütün varlıklar üzerinde hâkimiyet kurmayı da bir yetkinlik olarak düşünür ve ister… Bu yüzden, bir yetkinlik türü olması dolayısıyla başka bütün varlıklar üzerinde hâkimiyet kurmak da doğal olarak arzulanmaktadır. Herhangi bir şey üzerinde hâkimiyet kurmak demek, onu etkisi altına alma, istediği şekilde değiştirme ve onu dilediği gibi kullanacağı şekilde kontrolü altına alma gücüne sahip olmak demektir.” Gazzâlî, insanın canlı-cansız varlıklar üzerinde hâkimiyet kurma arzusunu, ruhun tanrısal âlemden gelmesinin bir sonucu olduğunu belirten açıklamalardan sonra insanın, kullanılması mümkün olan varlıkları dilediği gibi kullanarak, kullanılması mümkün olmayan varlıklar hakkında da bilgi edinerek bu hâkimiyet arzusunu gerçekleştirdiğini belirtir. Bu arada sahte yetkinliklerden de söz ettikten sonra, ruhun tanrısal gerçeklik olmasının gerektirdiği hakiki yetkinliğe, aynı zamanda Allah’ın da (hemen hemen bütün ilâhî dinlerde, teolojilerde ve mezheplerde müştereken kabul edilen) temel sıfatları olan ilim, irade ve kudret niteliklerini kazanmakla ulaşılacağı sonucuna varır. Şu halde insanın bütün varlıklar arasındaki değeri ve önemi bedenden değil, “rabbânî bir emir” olan, üzerinde durduğumuz 29. âyetteki ifadesiyle “Allah tarafından bedene üflenmiş” bulunan, dolayısıyla aşkın âlemden gelen ruhtan kaynaklanmaktadır. İnsan bu yönüyle seçkin bir varlık olduğu için varlıkta ve yetkinlikte eşsiz olmak, üstün olmak, başka bütün şeyleri tanımak, bilmek ve onları buyruğu altına almak ister. Buna da Gazzâlî’nin belirttiği gibi ancak bilgi, özgürlük ve güç ile ulaşılabildiği için normal olarak bütün insanlar bilgili, özgür ve güçlü olmak isterler. Fakat insanlar sık sık bu kavramların anlamı, mahiyeti ve amacı konusunda yanılırlar ve böylece hakiki değil, “sahte (vehmî) yetkinlik” peşinde koşarlar. Oysa insan, fizik ve metafizik varlık ve olaylar hakkında doğru bilgiler edinmeli, özgürlüğü geçici istek ve tutkuları yenerek onların karşısında bağımsız olmada aramalı, bilgisini ve özgürlüğünü mükemmelleştirme gücünü kazanmalıdır ki, sahte yetkinlikler arayışına sapmadan, ruhunun kaynağı olan aşkın âlemle bağını sürdürüp geliştirebilsin. İşte yüce Allah’ın, önünde meleklerin secdeye kapanmasını istediği insanın bu mertebesi, ruhun aşkın hüviyetinden gelmektedir. Bakara sûresinde (2/30-33) bildirildiğine göre Allah Teâlâ melekleri insanın bu hüviyeti hakkında bilgilendirmiş, onlar da secde buyruğuna uymuşlardı. Buna karşılık İblîs’in, Âdem’in ruhî cevherinin menşeini ve mükemmelliğini dikkate almadan sadece maddî karşılaştırma yaparak yani Âdem’in bedeninin topraktan, kendi varlığının ateşten yaratıldığına bakarak isyana kalkışması onun ilâhî rahmetten kovulmasına, kıyamete kadar lânetlenmesine sebep olmuştur.

فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ

 

فَ  atıf harfidir. اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

سَوَّيْتُهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

سَوَّيْتُهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir. نَفَخْتُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُ  fail olarak mahallen merf’ûdur.

ف۪يهِ  car mecruru  نَفَخْتُ  fiiline müteallıktır.

مِنْ رُوح۪ي  car mecruru  نَفَخْتُ  fiiline müteallıktır. Mütekellim  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıtadır.  قَعُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

لَهُ  car mecruru  قَعُوا  fiiline müteallıktır.  سَاجِد۪ينَ  hal olup  ي  ile mansubdur. Çünkü cemi müzekker salimler îrabını harf ile alırlar.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubtur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazfedilmiş) olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

سَاجِد۪ينَ  kelimesi sülasi mücerredi olan  سجد  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَاِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ

 

Ayet  فَ  atıf harfiyle … إِنِّي خَالِقٌ  cümlesine atfedilmiştir. اِذَا , şart manası taşıyan zaman zarfıdır. Müteallakı cevap cümlesidir.

Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzâfun ileyh olan …  سَوَّيْتُهُ  şart cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Aynı üslupta gelen  نَفَخْتُ  cümlesi şart cümlesine matuftur. Cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

Şartın cevabı olarak  فَ  karinesiyle gelen  قَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ  cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

رُوح۪ي  izafeti, veciz ifade yanında, muzâfın tazimini ifade eder.

سَاجِد۪ينَ  haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

فَقَعُوا - سَاجِد۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

رُوح۪  hayatın kendisidir, diyen kimseler, bedene ruh verildiği zaman hayat bulur, demek isterler.

Âdem'e Ruh Üflenmesi:

Nefh yani üfleme, havayı, bir cismin boşluğuna kaydırmak, akıtmaktır. Bu lafzın zahiri, bize, ruhun hava ve rüzgâr gibi birşey olduğunu ihsas ettirir. Yoksa burada onun üflendiğini söylemek doğru olmazdı. Fakat ruhun hakikatine dair tam izah, ayetinin tefsirinde gelecektir.

“Siz de derhal onun için secdeye kapanın” yani, onun için secde edin. Bu secde, bir selamlama ve bir ikram secdesidir. İbadet kastıyla yapılan bir secde değildir. (Kurtubî)

Burada Cenab-ı Hak, onu şereflendirmek ve kıymetini göstermek için, Hazret-i Âdem’in ruhunu  مِنْ رُوح۪ي (ruhumdan) diyerek zat-ı ilâhiyesine nispet etmiştir. 

Ayetin zahiri, Hak Teâlâ tarafından Hazret-i Âdem'e ruh üflenmesi sebebiyle, meleklerin ona secde etmeleri gerektiğine delalet etmektedir. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın, "Onun yaratılışını bitirdiğim" "Ona ruhumdan üflediğim zaman" ve "Derhal onun için secdeye kapanın" cümleleri, fâ-i takibiyye ile birbirine bağlanmıştır. Bu edat ise, bu üç işin terâhisine manidir (yani bunlar hemen, peş peşe olmuşlardır). (Fahreddin er-Râzî)


Hicr Sûresi 30. Ayet

فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ  ...


Bunun üzerine bütün melekler saygı ile eğildiler.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَسَجَدَ secde ettiler س ج د
2 الْمَلَائِكَةُ melekler م ل ك
3 كُلُّهُمْ hepsi ك ل ل
4 أَجْمَعُونَ topluca ج م ع

فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ

 

 

Fiil cümlesidir.  فَ  istînâfiyyedir.  سَجَدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْمَلٰٓئِكَةُ  fail olup lafzen merfûdur. 

كُلُّهُمْ  kelimesi  الْمَلٰٓئِكَةُ  için manevi tekid olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اَجْمَعُونَ  ikinci tekid olup ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı îrabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denir. Tekid eden kelimeye veya cümleye tekid (müekkid- ٌمُؤَكِّد), tekid edilen kelime veya cümleye de müekked (ٌمُؤَكَّد) denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır. Buradaki tekid manevidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ

 

فَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs,temekkün ve istikrar ifade eder.

كُلُّهُمْ  ve اَجْمَعُونَ  manevi tekid lafızlarıdır ve aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ  [Bütün melekler toptan secde ettiler. كُلُّ  ve  اَجْمَعُونَ  ile tekid etmesi genellemede mübalağa, özellemeyi men etme içindir. (Beyzâvî)

Müzekker lafızla dile getirilen bir manayı sözün devamında müennes lafızla veya müennes lafzı müzekker lafızla ifade etmek de iltifat sanatıdır. İltifat sanatına bu türü İsâmuddin el-İsferâyînî (ö.945/1538) dahil etmiştir. (İsmail Durmuş, “İltifat”, DİA, XXII, 153)

Meleklerden bazen müzekker, bazen de müennes olarak zikredilir. Burada, فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ كُلُّهُمْ اَجْمَعُونَۙ  [Bunu üzerine meleklerin hepsi secde ettiler] melekler müzekker zikredilirken  فَنَادَتْهُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَهُوَ قَٓائِمٌ يُصَلّ۪ي فِي الْمِحْرَابِۙ  [O mabedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler] ayetinde müennes zikredilmiştir.

Sâmerrâî’nin bu soruyla ilgili açıklamalarına göre, Kur’an-ı Kerim’de meleklerin müzekker ve müennes zikredilmesiyle ilgi bazı durumlar vardır. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür:

Bakara/31-34.ayetlerinde olduğu gibi Kur’an’da meleklere verilen tüm emirler için müzekker sıygası kullanılmıştır. “Rahmân’ın kulları olan melekleri dişi bildiler. Yoksa yaratılışlarına tanık mı oldular!” (Zuhruf/19) ayetinde hikâye edildiği gibi cahiliye döneminde yaşayan insanlardaki ‘melekler dişidir’ inancını yıkmak içindir. Başka bir ifadeyle, batıl bir inancın yıkılması için bu şekilde melekler müzekker ifade edilmiştir. وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ ”Melekler şahitlik de ederler“ ifadesinde olduğu gibi Kur’an’da melek kelimesinden sonra gelen tüm fiiller müzekker kalıbındadır.  الْمَلٰٓئِكَةُ الْمُقَرَّبُونَۜ [‘’yakın melekler’’], فَقَعُوا لَهُ سَاجِد۪ينَ  [”onun için secdeye kapanın”] ayetlerinde olduğu gibi melekler için kullanılan tüm sıfatlar müzekker olarak gelmiştir.

Meleklerle ilgili anlatılan iki durumdan birisi diğerine göre daha şiddetliyse, durumun şiddetini ve kuvvetini belirtmek için, şiddetli ve kuvvetli olan durumda melekler müzekker zikredilmektedir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Esiletün Beyaniyyetün fil Kuranil Kerim, s. 189)

Cenab-ı Hakk'ın "Bunun üzerine meleklerin hepsi toptan secde etti" beyanına gelince, Halil ve Sîbeveyhi "hepsi" ve "toptan" kelimelerinin, ard arda gelen iki tekid olduğunu söylemişlerdir. Müberred'e bu ayet sorulunca o, şöyle demiştir: "Eğer Allah Teâlâ burada, melekler secde etti" demiş olsaydı, bundan, onların bir kısmının secde etmiş oldukları manası çıkarılabilirdi. Ama  كُلُّهُمْ  buyurunca, bu ihtimal ortadan kalkmış ve onların hepsinin secde ettikleri anlaşılır. (Fahreddin er-Râzî)

 
Hicr Sûresi 31. Ayet

اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ  ...


Ancak İblis, saygı ile eğilenlerle beraber olmaktan kaçındı.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا yalnız
2 إِبْلِيسَ İblis
3 أَبَىٰ kabul etmedi ا ب ي
4 أَنْ
5 يَكُونَ olmayı ك و ن
6 مَعَ beraber
7 السَّاجِدِينَ secde edenlerle س ج د

اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ

 

اِلَّٓا  istisna edatıdır.  اِبْل۪يسَ  istisna-i munkatı’ veya muttasıl olarak fetha ile mansubdur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır: 1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir. 3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır: 1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَبٰٓى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri هُوَ ’dir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  اَبٰٓى  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

يَكُونَ  nakıs, mansub muzari fiildir.  يَكُونَ  ismi müstetir olup takdiri  هُوَ ’dir. 

مَعَ  zaman zarfı,  يَكُونَ ‘ün mahzuf haberine müteallıktır. 

السَّاجِد۪ينَ  muzâfun ileyh olup cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.

السَّاجِد۪ينَ  kelimesi sülasi mücerred olan  سجد  fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ 

 

فَسَجَدَ الْمَلٰٓئِكَةُ  cümlesinden istisna edilenlerin bildirildiği ayet fasılla gelmiştir. İblis müstesna olarak mansubdur. İblisin meleklerden olup olmadığı konusunda müfessirler ihtilaf etmişlerdir. Meleklerden olduğu kabul edilirse istisna muttasıl olur. Yoksa munkatı’ istisna olur. 

Ayetteki  اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ  [Ancak iblis (müstesna)] ifadesine gelince, alimler İblis’in de Âdem’e secde etmekle emrolunduğu hususunda ittifak etmişler, ama onun meleklerden olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir. Ayetteki “O, secde edenlerle beraber olmaktan kaçındı” ifadesi, bir müste’nef cümledir. Sanki birisi, “O secde etti mi?” diye sormuş da bunun üzerine, “Hayır, bundan kaçındı ve secde etmeye karşı büyüklük tasladı” denilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)


 اَبٰٓى اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  اَنْ يَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ  cümlesi,  اَبٰٓى  fiilinin mef’ûlun bihidir. Masdar-ı müevvel cümlesi,  يَكُونَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiş, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Bu ifadede masdar-ı müevvel tercih edilmiştir. Bunun sebebi; açık masdarın, olayın bir kere gerçekleşmiş olması ihtimaline işaret etmesidir. Oysa burada İblisin durumunu belirtirken, bir kere gerçekleşmesi manası murad edilmemiştir. Bu yüzden de teceddüt ve devama delalet eden fiil getirilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.1, s. 83)

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مَعَ السَّاجِد۪ينَ , nakıs fiil  كَان ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

اَبٰٓى - السَّاجِد۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
Günün Mesajı
Büyük müfessir ve tefsirinde rivayetlere yer veren İbni Cerir et-Taberi (839-923) 22. ayete dayanarak, asırlarca önce rüzgârların bulutları aşıladığından ve bunun neticesinde yağmurun meydana geldiğinden söz eder. Âyet de, açıkça görüldüğü üzere bunu ifade buyurmaktadır. Bilim adamları, bu gerçeği, yani yağmurun meydana gelmesi için yağınur bulutları arasında bir eksi-artı kutup karşılaşması ve elektrik boşalması olması gerektiğini daha son zamanlarda keşfetmişlerdir. Allah (c.c), yağmuru indirdiği gibi, onu yerin yüzeyine yakın taş havuzlarda depolar. Bu su, tuzlardan ve kirlerden arıtılır ve başka varlıklar gibi, insanın da içme dahil, pek çok yollarla kullanımına sunulur.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Allahım! Attığımız her adımda; bize yolumuzda yardımcı olacak, dünyamızı kolaylaştıracak ve Sana yaklaştıracak kullarını çıkar karşımıza. Zorluklarda destek olacak, hakkı hatırlatacak ve hayırlara teşvik edecek insanlar yoldaş olsun yolumuza. Sıkıntımızda Senin yardımını, günahımızda Senin azabını ve pişmanlığımızda Senin rahmetini hatırlatacak kullarını sevdir ve yaklaştır gönüllerimize.

Allahım! Bizi dünyevi ve uhrevi işlerde yavaşlatacak insanlardan ve onların amellerinden koru. Yaşamı zorlaştıran, yaptığımız yanlışlarda uyarmayan, beraber geçirilen vakitlerde ve edilen sohbetlerde; dünyaya daha yakın ve ahirete daha uzak durmamıza sebep olanları gönüllerimizden ve hayatlarımızdan uzaklaştır. Nefsimin dünyada yalnız kalma korkusundan dolayı, yanlış arkadaşlıklar kurmaktan Sana sığınırım. Dünyada ve ahirette, bizi yalnız bırakma.

Allahım! Razı olduğun kullarınla donat etrafımızı ve bizi de razı olduğun kullarından eyle. Bizi; rahmetinde şükreden, imtihanında sabreden, daraldığında tevekkül eden, günahında af dileyen ve af dilediği günahı işlemeyi bırakanlardan eyle.

 

Allahım! Bizi; hayırlı evlatlardan, hayırlı arkadaşlardan, hayırlı akrabalardan eyle. Evli olanlarımızı hayırlı eşlerden, anne baba olanlarımızı hayırlı ebeveynlerden eyle.

Allahım! Dilimize, gönlümüze ve zihnimize hakkımızda hayırlı olacak en güzel duaları düşür. Eksikliklerimizi nurunla tamamla. Hatalarımızı rahmetinle gider.

Amin.

Allahım! Attığımız her adımda; bize yolumuzda yardımcı olacak, dünyamızı kolaylaştıracak ve Sana yaklaştıracak kullarını çıkar karşımıza. Zorluklarda destek olacak, hakkı hatırlatacak ve hayırlara teşvik edecek insanlar yoldaş olsun yolumuza. Sıkıntımızda Senin yardımını, günahımızda Senin azabını ve pişmanlığımızda Senin rahmetini hatırlatacak kullarını sevdir ve yaklaştır gönüllerimize.

Allahım! Bizi dünyevi ve uhrevi işlerde yavaşlatacak insanlardan ve onların amellerinden koru. Yaşamı zorlaştıran, yaptığımız yanlışlarda uyarmayan, beraber geçirilen vakitlerde ve edilen sohbetlerde; dünyaya daha yakın ve ahirete daha uzak durmamıza sebep olanları gönüllerimizden ve hayatlarımızdan uzaklaştır. Nefsimin dünyada yalnız kalma korkusundan dolayı, yanlış arkadaşlıklar kurmaktan Sana sığınırım. Dünyada ve ahirette, bizi yalnız bırakma.

Allahım! Razı olduğun kullarınla donat etrafımızı ve bizi de razı olduğun kullarından eyle. Bizi; rahmetinde şükreden, imtihanında sabreden, daraldığında tevekkül eden, günahında af dileyen ve af dilediği günahı işlemeyi bırakanlardan eyle.

Allahım! Bizi; hayırlı evlatlardan, hayırlı arkadaşlardan, hayırlı akrabalardan eyle. Evli olanlarımızı hayırlı eşlerden, anne baba olanlarımızı hayırlı ebeveynlerden eyle.

Allahım! Dilimize, gönlümüze ve zihnimize hakkımızda hayırlı olacak en güzel duaları düşür. Eksikliklerimizi nurunla tamamla. Hatalarımızı rahmetinle gider.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji