26 Şubat 2025
Hicr Sûresi 32-51 (263. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Hicr Sûresi 32. Ayet

قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ  ...


Allah, “Ey İblis! Saygı ile eğilenlerle beraber olmamandaki maksadın ne?” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 يَا إِبْلِيسُ İblis
3 مَا ne (oldu)
4 لَكَ sana
5 أَلَّا
6 تَكُونَ sen olmadın ك و ن
7 مَعَ beraber
8 السَّاجِدِينَ secde edenlerle س ج د

قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri  هُوَ ’dir.

Mekulü’l-kavli,  يَٓا اِبْل۪يسُ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

يَٓا  nida harfidir.  اِبْل۪يسُ  münada olup mahallen mansub müfred alemdir.

Nidanın cevabı  مَا لَكَ ‘dir. 

مَا  istifham ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.  لَكَ  car mecruru  مَا ‘nın mahzuf haberine müteallıktır.

أن  harfi masdariyyedir.  ﻻ  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.

تَكُونَ  nakıs, merfû muzari fiildir.  تَكُونَ ‘nin ismi müstetir olup takdiri  أنت ’dir. 

أن  ve masdar-ı müevvel, takdir edilen  فِی  harfiyle, mahzuf hale müteallıktır. Cümlenin takdiri …  مالك في ألّا تكون مع الساجدين (Sana ne oluyor da secde edenlerle birlikte secde etmiyorsun?)  şeklindedir.

مَعَ  mekan zarfı,  يَكُونَ ‘ün mahzuf haberine müteallıktır. 

السَّاجِد۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Cer alameti  ى ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

سَاجِد۪ينَ  kelimesi sülasi mücerredi  سجد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ يَٓا اِبْل۪يسُ مَا لَكَ اَلَّا تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan …  يَٓا اِبْل۪يسُ  nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı  مَا لَكَ , istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham ismi  مَا  mübtedadır. 

Zamandan mücerret, sübut ifade eden, isim cümlesinde haberin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  لَكَ  bu mahzuf habere müteallıktır.

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen gerçek manada soru olmayıp takrir, ikrara zorlamak ve tevbih manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Masdar harfi ve nefy harfinden müteşekkil  اَلَّا ’nın dahil olduğu  تَكُونَ مَعَ السَّاجِد۪ينَ  cümlesi, masdar tevilindedir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel, takdir edilen  فِی  harfiyle, mahzuf hale müteallıktır. Cümlenin takdiri …  مالك في ألّا تكون مع الساجدين  şeklindedir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  مَعَ السَّاجِد۪ينَ , nakıs fiil  تَكُونَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan, s. 124)

 
Hicr Sûresi 33. Ayet

قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ  ...


İblis dedi ki: “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş balçıktan yarattığın insan için saygı ile eğilemem.”

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 لَمْ
3 أَكُنْ ben edemem ك و ن
4 لِأَسْجُدَ secde س ج د
5 لِبَشَرٍ insana ب ش ر
6 خَلَقْتَهُ yarattığın خ ل ق
7 مِنْ -dan
8 صَلْصَالٍ bir çamur- ص ل ص ل
9 مِنْ -tan
10 حَمَإٍ bir balçık- ح م ا
11 مَسْنُونٍ değişken س ن ن

قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri  هُوَ ‘dir.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

اَكُنْ  nakıs, meczum muzari fiildir.  اَكُنْ ‘ün ismi müstetir olup takdiri  أنا ‘dir. 

Mekul’lül-kavli,  لَمْ اَكُنْ ‘dür.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

اَسْجُدَ  fiiline dahil olan  لِ , lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli  اَنْ ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.

اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harfi ile birlikte  اَكُنْ ‘nün mahzuf haberine müteallıktır.

اَسْجُدَ  mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir.  لِبَشَرٍ  car mecruru  اَسْجُدَ  fiiline müteallıktır.

خَلَقْتَهُ  cümlesi  بَشَرٍ ‘in sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَلَقْتَهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamiri  تَ  fail olarak mahallen merfûdur. 

Muttasıl zamiri  هُ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ صَلْصَالٍ  car mecruru  بَشَراً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır.

مِنْ حَمَأٍ  car mecruru  صَلْصَالٍ ‘ın mahzuf sıfatına müteallıktır.

مَسْنُونٍ  kelimesi  حَمَأٍ ‘in sıfatı olup lafzen mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

قَالَ لَمْ اَكُنْ لِاَسْجُدَ لِبَشَرٍ خَلَقْتَهُ مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin İblisin sözlerinden oluşan mekulü’l-kavli menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi …  لَمْ اَكُنْ , faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ’nin haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Lam-ı cuhûdun dahil olduğu  اَسْجُدَ  cümlesi, cer mahallinde, masdar tevilindedir. Başındaki harf-i cerle birlikte  كَانَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.

مَا كَان li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)

خَلَقْتَهُ  cümlesi  بَشَرٍ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, matbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

حَمَأٍ  ve  صَلْصَالٍ ’deki tenvin, tazim ve nev ifade eder. Bu kelimeler arasında 

mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İblisin bu sözleri lâzım-ı faide-i haberdir.

"Ben çamurdan yarattığın adama secde mi ederim?" demek suretiyle, İblis, Âdem'in topraktan yaratıldığını söylemekle iktifa etmiştir.

İblisin cevabını suale uygun olarak vermemesi, tartışmadan kurtulmak içindir. Zaten tartışma onun ne haddine! Hülasa olarak şöyle demiş oluyor:

"Ben emre uymaktan ve melekler zümresine dahil olmaktan imtina etmedim; ben şanıma layık olmayan benden aşağı olan birine boyun eğmekten imtina ettim." (Ebüssuûd)

İblis'in Diretmesi: Kelamın başındaki lâm, olumsuzluğu tekid içindir ve manası: "Benim bir beşere secde etmem doğru olmaz" şeklindedir.

"Âdem'in beşer oluşunun, kesif (katı) bir cisim olduğunu gösterir. Halbuki İblis, ruhanî ve latif bir varlıktır. O halde şu anda bile, bu bakımdan ikisi arasında fark vardır." Buna göre sanki şeytan, "Beşer, kesif bir varlıktır ve derisi (beşeresi) vardır. Ben ise ruhanî ve latif bir varlığım. Kesif ve maddi olan, ruhanî ve latif olanlardan daha düşüktürler. Daha düşük olana, daha yüce olan nasıl secde edebilir? Hem sonra Âdem, kuru bir çamurdan, suretlenmiş bir balçıktan yaratılmıştır. Bu asıl madde ise, son derece değersizdir. İblisin asıl maddesi ise ateştir. Ateş ise, dört asıl elementin en kıymetlisidir. İblis'in aslı, Âdem'in aslından daha kıymetlidir. Binaenaleyh İblis'in Âdem'den daha kıymetli ve şerefli olması gerekir. Şerefliye daha aşağı durumda olana secde etmesini emretmek çirkin olur. Binâenaleyh birinci söz, beşerî veya ruhanî olmak bakımından söz konusu olan farka -ki bu şu anda da mevcuttur-; ikinci söz ise, meydana geldikleri asıl maddeler bakımından bulunan farka işarettir. İblis'in şüphesinin tamamı bundan ibarettir. (Fahreddin er-Râzî) 

26 ve 28. ayetlerde zikredilen,  مِنْ صَلْصَالٍ مِنْ حَمَأٍ مَسْنُونٍ  ibaresinde tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.


Hicr Sûresi 34. Ayet

قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ  ...


34-35. Ayetler Meal  :   
Allah, “Öyleyse çık oradan, çünkü sen kovuldun. Şüphesiz hesap gününe kadar lânet senin üzerinedir” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 فَاخْرُجْ öyleyse çık خ ر ج
3 مِنْهَا oradan
4 فَإِنَّكَ çünkü sen
5 رَجِيمٌ kovuldun ر ج م

قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri  هُوَ ‘dir.    

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri;  إن لم ترض السجود فاخرج  (Eğer secdeye razı değilsen, çık.) şeklindedir.

Mekul’ül-kavl, mukadder şart cümlesi olarak mahallen mansubdur.

اخْرُجْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir takdiri  أنت ‘dir.

مِنْهَا  car mecruru  اخْرُجْ  fiiline müteallıktır.

فَ  ta’liliyyedir. İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur.

رَج۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup merfûdur.

قَالَ فَاخْرُجْ مِنْهَا 

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Mahzuf şartın cevabı olan  فَاخْرُجْ مِنْهَا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir. Takdiri,  إن لم ترض السجود فاخرج  (Eğer secdeye razı değilsen, çık.) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli, mahzufla birlikte, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.


فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ

Fasılla gelen cümlede  فَ , ta’liliyyedir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Sübut ifade eden isim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِنَّ ’nin haberi sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir. 

Allah Teâlâ’nın  فَاِنَّكَ رَج۪يمٌ  sözü kinayedir. Taşlanan kimse zaten her hayırdan ve şereften uzaklaştırılmış kimsedir. (Mahmud Sâfî)

"Çünkü sen gerçekten taşlandın, kovuldun!"

Sen gerçekten bütün hayır ve bereketlerden kovuldun. Zira kovulan kimse, taşlanır. Yahut sen gerçekten semavi alevlerle kovuldun.

Bu ilâhi kelam, İblisin şüphesine verilecek cevabı zımnen ifade eden bir tehdittir. Zira nassa kıyasla karşı çıkan kimse, kovulmuş bir lanetlidir. (Ebüssuûd)

Hak Teâlâ’nın, “çık buradan” emri ile, “Adn cennetinden çık”; yahut “göklerden” ya da “meleklerin içinden çık” gibi manaların kastedildiği söylenmiştir.(Fahreddin er-Râzî)

Ayetteki ilk  فَ , “fâ-i fasiha”, ikinci  فَ , ta’lil harfidir. (Muhyiddin  Derviş, Îrab)

 
Hicr Sûresi 35. Ayet

وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّ ve şüphesiz
2 عَلَيْكَ üzerine
3 اللَّعْنَةَ la’net edilecektir ل ع ن
4 إِلَىٰ kadar
5 يَوْمِ gününe ي و م
6 الدِّينِ ceza د ي ن

وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. 

عَلَيْكَ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

اللَّعْنَةَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin muahhar ismi olup lafzen mansubdur.

اِلٰى يَوْمِ  car mecruru  اللَّعْنَةَ ‘a müteallıktır.  الدّ۪ينِ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

وَاِنَّ عَلَيْكَ اللَّعْنَةَ اِلٰى يَوْمِ الدّ۪ينِ

 

 

وَ  atıf harfidir. Ayet, …  اِنَّكَ رَج۪يمٌ  cümlesine matuftur.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  عَلَيْكَ  car-mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  اللَّعْنَةَ  kelimesi  اِنَّ ’nin muahhar ismidir.

Az sözle çok anlam ifade etmek üzere izafet formunda gelen  يَوْمِ الدّ۪ينِ , karşılıkların verildiği gün, kıyamet günü anlamındadır.

Cenab-ı Hak “Hiç şüphesiz din gününe kadar lanet senin tependedir” buyurmuştur. İbn Abbas (ra) ayetteki  يَوْمِ الدّ۪ينِ  (din günü) tabiri ile, kıyamet gününün kastedildiğini söylemiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Ayette, "kıyamet gününe değin" denilmesi, İblisin asıl azap ve cezasının kıyamete ertelendiğini ve son derece fecaati ile beraber lanetin, İblisin fiilinin tam cezası olmadığını, o cezanın kıyamet gününde gerçekleşeceği ve bu azabın anlatılamayacak kadar korkunç olduğunu zımnen bildirmek içindir.

"Gökler ile yer durduğu müddetçe cehennemde kalacaklardır" (Hûd: 11/107) ayeti de bu kabildendir. (Ebüssuûd)


Hicr Sûresi 36. Ayet

قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ  ...


İblis: “Rabbim! Öyle ise onların tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ki ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 فَأَنْظِرْنِي (bari) beni ertele ن ظ ر
4 إِلَىٰ kadar
5 يَوْمِ güne ي و م
6 يُبْعَثُونَ tekrar dirilecekleri ب ع ث
İblîs’in, emri yerine getirmediği gibi, yeniden dirilme gününe kadar yaşaması için dilekte bulunarak bu süre içinde insanları yoldan çıkarmaya ahdetmesinin, insanın sahip olduğu ayrıcalığı hazmedememesinden ve onu kıskanmasından, özellikle rahmetten kovulmasına Âdem’in yaratılışının sebep olduğu şeklindeki vehminden kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Halbuki aslında böyle bir cezaya çarptırılmasının asıl sebebi, kendi küstahlığı ve isyanı idi. Muhtemelen İblîs, içten içe kendi günahına yine kendisinin kulluktaki samimiyetsizliğinin sebep olduğunu da düşündüğü için, bu tecrübesinden hareketle samimi kullara zarar veremeyeceğini ifade etmektedir. Allah Teâlâ, insanlar hakkında dünya hayatını bir imtihan süreci kılmayı murat ettiği için İblîs’in dileğini kabul etmiş; bu arada kendisine varan doğru yolun, şeytanın tuzaklarına kapılmayacak olan ihlâslı kulların tutacağı yol olduğunu, bunlar üzerinde şeytanın hâkimiyet kuramayacağını, buna karşılık şeytana uyacakların buluşma yerinin cehennem olacağını bildirmek suretiyle dolaylı olarak insanlara da akıllarını başlarına alıp şeytana kapılmamaları, kendisine varan doğru yoldan şaşmamaları, cehennemden korunmaları gerektiği yolunda uyarıda bulunmuştur.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 352-353

İblisin emir sigasıyla gelen sözleri dua manasında mecaz-ı mürsel mürekkeptir.

Rabbi lafzında muzafun ileyh olan mütekellim zamiri mahzufdur. Esre zamirden ivazdır.

Fiil cümlesi olarak gelen bu ayet beyani istinaf cümlesidir.

قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri  هُوَ ‘dir.

Mekulü’l-kavli,  رَبِّ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır. 

Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri,  إن طردتني ولعنتني فأنظرني  (Beni kovduysan ve lanetlediysen bana mühlet ver) şeklindedir.

İblisin bundan maksadı, onları azdırmak için zaman bulması, onlardan intikam alması ve ölümden kurtulması idi. Zira kıyamet gününden sonra ölmek artık imkânsızdır. 

(Ebüssuûd)

Nidanın cevabı mukadder şart cümlesidir.  اَنْظِرْن۪ٓي  dua manasında sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir takdiri  أنت ‘dir. Sonundaki  نَ , nûn-u vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

اِلٰى يَوْمِ  car mecruru  اَنْظِرْن۪ٓي  fiiline müteallıktır.  يُبْعَثُونَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

يُبْعَثُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.

يُبْعَثُونَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  بعث ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

قَالَ رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli  رَبِّ فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ , nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  فَاَنْظِرْن۪ٓي اِلٰى يَوْمِ يُبْعَثُونَ  cümlesi, mukadder şartın cevabı olarak  فَ  karînesiyle gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Takdiri,  إن طردتني ولعنتني  (Beni kovduysan ve lanetlediysen) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cümle emir üslubunda gelse de vaz edildiği emir anlamından çıkarak dua manası taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

رَبِّ  izafeti, mahzuf muzâfun ileyh için şeref ifade eder. Muzâfun ileyhin hazfi, mütekellimin muhatabına yakın olma isteğine işarettir.

Kur’an-ı Kerim ayetlerinde çoğunlukla  رَبّ  kelimesinden önce nida harfi hazf olur. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan  يُبْعَثُونَ  cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Yüce Allah lanetin sınırı olarak din gününü belirlemiştir. Bunun sebebi ya insanların sözlerinde kullandıkları en uzak sürenin bu olmasıdır ki “Gökler ve yer durdukça…” (Hûd 11/107) ifadesi de buna benzer şekilde ebedilik anlamında kullanılmıştır ya da anlam, “Sen azaba uğramaksızın yerde ve göklerde yargılanma gününe kadar kınanmış, lanetlenmiş durumdasın; ama yargılanma günü geldiği zaman lanetlenmenin acısını bile unutturacak bir azaba maruz kalacaksın!” şeklindedir. Kur’an’da: “Yargılanma günü” (Hicr 15/35), “Diriltilecekleri gün” (Hicr 15/36) ve “Vakti malum gün” (Hicr 15/38) ifadeleri aynı manadadır. Ancak sözün belâgat üslubunca ifade edilmesi için aynı anlam farklı ifadelerle dile getirilmiştir (tefennün). (Keşşâf)


Hicr Sûresi 37. Ayet

قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ  ...


37-38. Ayetler Meal  :   
Allah da, "O hâlde, sen vakti (yalnızca benim tarafımdan) bilinen güne (kıyamete) kadar mühlet verilenlerdensin" dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 فَإِنَّكَ haydi sen
3 مِنَ
4 الْمُنْظَرِينَ ertelenmişlerdensin ن ظ ر

قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri  هُوَ ‘dir.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasihadır. Takdiri,  إن أردت الإنظار فإنّك من المنظرين  (Mühlet istiyorsan muhakkak ki mühlet verilenlerdensin) şeklindedir.

Mekulü’l-kavl mukadder şart cümlesidir.  

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ‘nin ism-i olup mahallen mansubdur.

مِنَ الْمُنْظَر۪ينَ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  الْمُنْظَر۪ينَ ‘nin cer alameti ي  ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

مُنْظَر۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.

قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ

 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

فَ  karînesiyle gelen  فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَ  cümlesi, takdiri  إن أردت الإنظار  [Mühlet istiyorsan] olan mahzuf şartın cevabıdır. Mahzuf şart ve mezkür cevabından müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Şartın cevabı,  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنَ الْمُنْظَر۪ينَ  tekid edatı olan  اِنَّ  ’nin mahzuf haberine müteallıktır.

Denilmiştir ki: “İblis, sırf ölmemek için insanların diriltileceği gün olan kıyamete kadar kendisine zaman tanınmasını ve mühlet verilmesini istemiştir. Bunun da nedeni, insanların diriltildiği gün, artık bundan böyle ölüm denen olay olmayacaktır ve dolayısıyla kendisi de ölmemiş olacaktır. İblis böyle bir hileye başvurmuş olmakla birlikte ona, sorumluluk günlerinin kalkacağı günlerin sonuna kadar bu mühlet tanınmıştır. Ölümden kurtuluşu olmayacaktır. (Nesefî)


Hicr Sûresi 38. Ayet

اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَىٰ kadar
2 يَوْمِ gününe ي و م
3 الْوَقْتِ vaktin و ق ت
4 الْمَعْلُومِ bilinen ع ل م

اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ

 

اِلٰى يَوْمِ  car mecruru   مُنْظَر۪ينَ ‘a müteallıktır.  الْوَقْتِ  kelimesi muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.  الْمَعْلُومِ  kelimesi  الْوَقْتِ ‘in sıfatıdır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِلٰى يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ

 

Önceki ayetin devamı olan ayette car mecrur,  الْمُنْظَر۪ينَ ’ye müteallıktır.

يَوْمِ الْوَقْتِ الْمَعْلُومِ  ibaresi, kıyamet gününden, hesap gününden kinayedir.

الْمَعْلُومِ  kelimesi  الْوَقْتِ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme)

O güne din günü denilmesi, zikredilen ceza günü olması itibarıyladır. Ona o belli vaktin günü denilmesi de, zikredilen husustan dolayıdır. Bu değişik ifadelerin kullanılmasının sebeplerini elbette yalnız Allah bilir; o bilgiyi yalnız kendisine saklamıştır. Muhtemeldir ki, bütün halkın helaki, dirilmeleri ve hesaplarının görülmesi bir günde gerçekleşecektir. (Ebüssuûd)

 
Hicr Sûresi 39. Ayet

قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ  ...


39-40. Ayetler Meal  :   
İblis, “Rabbim! Beni azdırmana karşılık, andolsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde ihlâsa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 رَبِّ Rabbim ر ب ب
3 بِمَا ötürü
4 أَغْوَيْتَنِي beni azdırmandan غ و ي
5 لَأُزَيِّنَنَّ andolsun (günahları) süsleyeceğim ز ي ن
6 لَهُمْ onlara
7 فِي
8 الْأَرْضِ yer yüzünde ا ر ض
9 وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ ve onları azdıracağım غ و ي
10 أَجْمَعِينَ hepsini ج م ع

قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri  هُوَ ‘dir.

Mekulü’l-kavli  رَبِّ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

Nida harfi ve muzâfun ileyh mahzuftur.  رَبِّ  kelimesinin sonundaki esre, mütekellim zamirinden ivazdır. 

Münada alem ise veya mütekellim ya’sına muzâfsa yahut nida edilen, nida edenin yakınında bulunursa nida harfi hazf edilebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَٓا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceri ile birlikte mahzuf fiile müteallıktır. Takdiri,  أقسم بإغوائك لأزيّننّ  (Beni saptırdığın için mutlaka ….. süsleyeceğim.) şeklindedir. İsm-i mevsûlün sılası  اَغْوَيْتَن۪ي ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık – bedel, istiane, zaman – mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَغْوَيْتَن۪ي  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تَ  fail olarak mahallen merfûdur.

Sonundaki  نَ , nûn-u vikayedir. Mütekellim zamiri  ى  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

لَ  kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  اُزَيِّنَنَّ  fiilinin sonundaki  نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Fetha üzere mebni, muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ‘dir.

Tekid nunları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nunu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن  , fiilinin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

لَهُمْ  car mecruru  زَيِّنَنَّ  fiiline müteallıktır. 

فِي الْاَرْضِ  car mecruru  زَيِّنَنَّ  fiilin mukadder mef’ûlün bihine müteallıktır. Takdiri,  أزيّننّ لهم المعاصي كائنة في الأرض  (Yeryüzündeki isyanları mutlaka onlara süsleyeceğim.) şeklindedir.

 لَاُغْوِيَنَّهُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la kasemin cevabına matuftur. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَ  kasemin cevabına gelen muvattie harfidir.  اُغْوِيَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri  أنا ’dir.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

اَجْمَع۪ينَ  kelimesi gaib zamiri için manevi tekid veya hal olup mansubdur. Nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

Tekid, tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı îrabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denir. Tekid eden kelimeye veya cümleye tekid (müekkid -  ٌمُؤَكِّد  ), tekid edilen kelime veya cümleye de müekked (  مُؤَكَّدٌ  ) denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevi olmak üzere ikiye ayrılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُغْوِيَنَّهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi  غوي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

اُزَيِّنَنَّ  sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زين ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

قَالَ رَبِّ بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ

 

Beyânî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Nidanın cevabı olan  بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الْاَرْضِ  cümlesi, kasem üslubunda gelmiştir. 

Mecrur mahaldeki masdar harfi  مَّا  ve akabindeki  اَغْوَيْتَن۪ي  cümlesi, masdar tevilindedir. Sılası olan  اَغْوَيْتَن۪ي  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. Masdar-ı müevvel, harf-i cerle birlikte, takdiri  أقسم  (Yemin ederim) olan mahzuf kasem fiiline müteallıktır.

لَ  ve  نَّ  ‘la tekid edilen  لَاُزَيِّنَنَّ لَهُمْ  cümlesi mahzuf kasemin cevabıdır. Faide-i haber inkârî kelamdır. 

Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. Aynı zamanda nidanın cevabıdır. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda, vurgu kasemin cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur’an'da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur’ân-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)

رَبِّ  izafeti, mahzuf muzâfun ileyh için şeref ifade eder. Muzâfun ileyhin hazfi, mütekellimin muhatabına yakın olma isteğine işarettir.

Kur’an-ı Kerim ayetlerinde çoğunlukla  رَبّ  kelimesinden önce nida harfi hazf olur. (Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Aynı üslupta gelen  وَلَاُغْوِيَنَّهُمْ اَجْمَع۪ينَ  cümlesi, kasemin cevabına  وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

اَجْمَع۪ينَ  manevi tekid için gelmiştir.

Burada sözü edilen İblisin süslü göstermesi; ya masiyetlerin işlenmesi yahut da onları dünya süsü ile uğraştırarak itaat fiillerini işlemelerini engellemesi suretiyle olur. (Kurtubî)

بِمَٓا  ifadesindeki  بِ  harfi, kasem (yemin)  بِ ’sı;  مَٓا  ise, ma-i masdariyye olup, bu kasemin cevabı, “mutlaka süslü göstereceğim” ifadesidir. Buna göre mana “senin beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, onların masiyetlerini mutlaka onlara süslü göstereceğim” şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)

بِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي  terkibindeki  بِ  harf-i ceri sebep içindir. (Âşûr)

زَيِّنَ  fiilinin  فِي  ile geçişli kılınması yer ile dünyanın kastedilmesi itibariyledir. Mesela [“o, yere (dünyaya) meyl etti”] (Araf /176) ayetinde olduğu gibi. (Beyzâvî)

اَغْوَيْتَن۪ي  -  اُغْوِيَنَّهُمْ  fiilleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İblis’in bu işte ne kadar kararlı olduğu cümledeki tekid  لَ ‘ı, tekid  نَّ ‘u, zaid  بِ  harfi ve manevi tekid olan  اَجْمَع۪ينَ  lafzının delaletiyle anlaşılır.
Hicr Sûresi 40. Ayet

اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا ancak hariç
2 عِبَادَكَ kulların ع ب د
3 مِنْهُمُ içlerinden
4 الْمُخْلَصِينَ ihlâslı خ ل ص

اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ

 

اِلَّا  istisna harfidir.  عِبَادَكَ  müstesna olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır: 1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir. 3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır: 1. Muttasıl istisna  2. Munkatı’ istisna  3. Müferrağ istisna. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مِنْهُمُ  car mecruru  عِبَادَكَ ‘nin mahzuf haline müteallıktır. 

الْمُخْلَص۪ينَ  kelimesi  عِبَادَكَ ‘nin sıfatı olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

الْمُخْلَص۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.

اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ

 

Ayet önceki ayette sayılanlardan istisna edilenleri bildirmektedir.  عِبَادَكَ  

müstesnadır. 

عِبَادَكَ  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait  كَ  zamirine muzâf olmasıyla  عِبَادِ , şan ve şeref kazanmıştır.

الْمُخْلَص۪ينَ  kelimesi  عِبَادَكَ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme) 

اِلَّا عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَص۪ينَ  [Ancak onlardan ihlaslı kulların hariç ] taat için ihlaslı kıldığın ve günah şaibelerinden arındırdığın kulların hariçtir ki, hilem onlara tesir etmez. İbn Kesîr, İbn Âmir ve Ebû Bekir Kur’ân’ın her yerinde kesr ile  مخلِصين  okumuşlardır ki, nefislerini Allah için halis kılanlar demek olur. (Beyzâvî)

Bil ki İblis, muhlis kimseleri istisna etmiştir. Çünkü hile ve tuzağının, onlara tesir etmeyeceğini ve onların onu kabul etmeyeceğini biliyordu. Bir va’z-u nasihatimde şöyle dedim: İblis’i bu istisnayı yapmaya sevkeden şey, iddiasında yalancı duruma düşmemektir. İblis bile, yalandan sakındığına göre, yalanın son derece hasis, adi bir iş olduğunu anlıyoruz. (Fahreddin er-Râzî)


Hicr Sûresi 41. Ayet

قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ  ...


41-42. Ayetler Meal  :   
Allah, “İşte bu bana ulaştıran dosdoğru yoldur. Azgınlardan sana uyanlar dışında, kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin yoktur” dedi.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ buyurdu ki ق و ل
2 هَٰذَا işte budur
3 صِرَاطٌ yol ص ر ط
4 عَلَيَّ bana varan
5 مُسْتَقِيمٌ dosdoğru ق و م

قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri  هُوَ ‘dir. 

Meku’lül-kavli,  هٰذَا صِرَاطٌ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlün bihi olarak mahallen mansubdur.

İsm-i işaret  هٰذَا  mübteda olup mahallen merfûdur.  صِرَاط  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

عَلَيَّ  car mecruru   صِرَاطٌ ‘ın mahzuf sıfatına müteallıktır.  مُسْتَق۪يمٌ  kelimesi ise ikinci sıfattır. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Burada  مُسْتَق۪يمٌ kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُسْتَق۪يمٌ  sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

قَالَ هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰذَا صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ , mübteda ve haberden oluşan, sübut ve istimrar ifade eden, isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bu ayette müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilenin önemini, şerefini ifade eder. 

هٰذَا  ile Allah’ın dinine işaret edilmiştir. Bu nedenle işaret isminde istiare vardır. Bilindiği gibi işaret ismi mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’ her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

 مُسْتَق۪يمٌ  kelimesi  صِرَاطٌ  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için kullanılan bir açıklama biçimidir. Sıfatın kullanılmasının, metbusunun daha iyi tanınması, övülmesi, yerilmesi, pekiştirilmesi, acındırılması, kapalılığının giderilmesi, tahsis edilmesi gibi maksatları vardır. Itnâb, bazen de sıfatlar vasıtasıyla yapılmaktadır. (Ar. Gör. Ömer Kara, Belâgat İlminde İki İfade Biçimi: Itnâb-Îcâz (I) Kur’ân Metninin Anlaşılmasındaki Rolü Üzerine Bir Deneme) 

هٰذَا  istisnanın içerdiği şeye işaret etmektedir ki, o da ihlaslıların onun azdırmasından kurtulmalarıdır ya da ihlasa işaret etmektedir ki, mana şöyle olur: O öyle bir yoldur ki, eğilmeden ve sapmadan bana ulaştırır.

صِرَاطٌ عَلَيَّ  de okunmuştur ki, yüksek ve şerefli demektir. (Beyzâvî)

صِرَاطٌ عَلَيَّ مُسْتَق۪يمٌ  tabirinde istiare vardır.  صِرَاطٌ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din (ihlaslı olmak) yola benzetilmiştir. Müşebbeh (din) hazf edilmiş müstearun minh (sırat) zikredilmiştir. Tasrihî istiaredir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Müsnedün ileyhin ism-i işaret ile merfû oluşu; burada müsnedün ileyhi, yakında, elle tutulur, gözle görülür, işitilebilir hissi bir şey menziline koyarak, muhatabın dikkatini çekip iyice belirlemek içindir.

مُسْتَق۪يمٌ  kelimesi  صِرَاطٌ  için sıfattır. Onda eğrilik yok, demektir. İstikamet kelimesi kâmil halin mülazımı manasında müsteardır. (Âşûr)

عَلى  ise mecazî vücub anlamında kullanılmıştır. (Âşûr)

 
Hicr Sûresi 42. Ayet

اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 عِبَادِي benim kullarım ع ب د
3 لَيْسَ yoktur ل ي س
4 لَكَ senin
5 عَلَيْهِمْ üzerinde
6 سُلْطَانٌ bir gücün س ل ط
7 إِلَّا dışında
8 مَنِ kimseler
9 اتَّبَعَكَ sana uyan ت ب ع
10 مِنَ -dan
11 الْغَاوِينَ azgınlar- غ و ي

اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

عِبَاد۪ي  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olup mahallen merfûdur.

لَيْسَ  camid, nakıs fiildir.  كَانَ  gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.

لَكَ  car mecruru  لَيْسَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  عَلَيْهِمْ  car mecruru سُلْطَانٌ ‘nın mahzuf haline müteallıktır. 

سُلْطَانٌ  kelimesi,  لَيْسَ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. 

اِلَّا  istisna harfidir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنِ  istisna-i munkatı’ olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası  اتَّبَعَكَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.

İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.

İstisnanın 3 unsuru vardır:

1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.

2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.

3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.

Not: Müstesna minh;

a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,

(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.

(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)

Not: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.

İstisnanın kısımları üçe ayrılır:

1. Muttasıl istisna

2. Munkatı’ istisna

3. Müferrağ istisna

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّبَعَك  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri  هُوَ ‘dir.

Muttasıl zamir  كَ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

مِنَ الْغَاو۪ينَ  car mecruru failin mahzuf haline müteallıktır. 

غَاو۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  غوي  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اتَّبَعَكَ  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, önceki ayetteki mekulü’l-kavle dahildir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ’nin ismi olan  عِبَاد۪ي  lafzı, muzâfın şanı için izafet şeklinde gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.

اِنَّ ’nin haberi,  لَيْسَ ‘nin dahil olduğu  لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ  cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَكَ  nakıs fiil  لَيْسَ  ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  لَيْسَ ’nin muahhar ismi olan  سُلْطَانٌ ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi menfi siyakta tenkir, selbin umumuna işarettir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

"Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak sapkınlardan sana uyanlar müstesna."

Bu kelam, İblisin söylediklerinin, bir tespiti olmakla beraber, halis kulların şanını tazim ve onların yüksek mertebesini beyan etmekte, azdırma pençelerinin bu bahtiyar kullardan kesildiğini ve İblisin sapkınları azdırmasının, onlara hakimiyet yoluyla olmadığını, fakat onların kendi kötü tercihleriyle olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)

Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنِ ’nın sılası olan  اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ  cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. 

Müzekker sıygada gelmiş  مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ  ifadesi, istiğrak yoluyla müenneslere de şamildir.

الِاتِّباعُ  kelimesi,  فاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ  ayetinde olduğu gibi itaat etmek ve görüşü onaylamak anlamında mecaz olarak gelmiştir. (Âşûr)

عِبَاد۪ي  -  غَاو۪ينَ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.

Bu cümle İblis’i yaptığı istisnada tasdik etmekte olanlara ve ihlaslılara saygı göstermesinde durumun farklı olduğunu bildirmektedir. Bir de maksat onların masum olduklarını ve şeytanın pençesinden kurtulduklarını açıklamaktır. (Beyzâvî)

Taberî bu ayet-i kerimeyi şu şekilde izah etmiştir: “Ey İblis, şüphesiz ki senin, kullarımı saptırırken bu yaptığını haklı gösterecek hiçbir delilin yoktur. Ancak kendi heva ve heveslerine uyarak azıp sana tabi olanlar müstesnadır.

Taberî bu ayet-i kerimenin izahında şunları da anlatmaktadır: “Bir mümin, Şeytanın şerrinden, Allah’a sığınarak kurtulabilir. Zira Allah Teâlâ, izah edilen bu ayet-i kerimede: [“Eğer Şeytan tarafından sana bir vesvese gelirse Allah’a sığın. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir”] manasındaki A’raf/200 ayetinde, şeytandan bir vesvese geldiğinde, kendisine sığınılmasını emretmektedir. Şeytanın insana galip gelmesi ise, insanın öfkeli bulunduğu an ve heva ve hevesine kapıldığı zamandır. (Taberî)

Zemahşerî, Bakara/169 ve benzeri olan ayet Hicr/42 arasında, görünüşte bir çelişki olduğunu kaydeder. Çünkü her ne kadar emretmek ve emre itaatı mecbur kılmak birbirlerinden farklı olsalar da, hükümranlık gücüne sahip olmayanın emir yetkisine de sahip olmaması gerekir. Şu halde Şeytanın kötülükleri süsleyerek güzel göstermesi ve insanlara kötülük yolları açması, bir bakıma emretmesine benzetilerek teşbih yapılmıştır. Görüldüğü gibi teşbih unsurunun göz önünde bulundurulduğu bu yaklaşımla ayetler arasında var olduğu düşünülebilen çelişki rahatça çözümlenebilmektedir. (Keşşâf, I, 211)

Bil ki İblis, ["Yemin olsun ki ben de yeryüzünde, onların masiyetlerini mutlaka onlara süslü göstereceğim. Onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan, muhlis kulların müstesna"] (Hicr, 39-40) deyince, bu söz o İblis'in Allah'ın ihlaslı olan kulları üzerinde de bir sultası olduğu zannını uyandırmıştır. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu ayette, ister ihlaslı isterse ihlassız olsunlar, onun Allah'ın herhangi bir kulu üzerinde bir sultasının bulunmadığını, aksine o kullardan, İblis'e sadece kendi irade ve ihtiyariyle tabi olanların tabi olacaklarını, ancak ne var ki, bu tabi olmanın da İblis'in tabi olmaya zorlaması ve icbariyle olmadığını beyan etmiştir. Netice olarak diyebiliriz ki: İblis, kendisinin Allah'ın kullarından bazısı üzerinde bir sultası olduğu zannını vermeye çalışmış, Allah Teâlâ ise onun bu hususta yalan söylediğini, kullarından hiçbiri üzerinde asla bir sultası ve hükümranlığı olmadığını beyan buyurmuştur.

(Fahreddin er-Râzî)


Hicr Sûresi 43. Ayet

وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ  ...


Şüphesiz cehennem, onların hepsinin buluşacağı yerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِنَّ ve şüphesiz
2 جَهَنَّمَ Cehennem
3 لَمَوْعِدُهُمْ onların buluşma yeridir و ع د
4 أَجْمَعِينَ hepsinin ج م ع

وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir. Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

جَهَنَّمَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarife “memnu’un mine’s-sarf (  اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ  )” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.

مَوْعِدُهُمْ  kelimesi  اِنَّ ‘nin haberi olup merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَجْمَع۪ينَ  kelimesi  مَوْعِدُهُمْ ‘deki zamir için tekiddir. Cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanırlar.

Tekid: Tabi olduğu kelimenin veya cümlenin manasını kuvvetlendiren, pekiştiren, manasındaki kapalılığı gideren ve aynı îrabı alan sözdür. Tekide “tevkid” de denilir. Tekid eden kelimeye veya cümleye tekid (müekkid -  ٌمُؤَكِّد ), tekid edilen kelime veya cümleye de müekked ( مَؤَكَّدٌ ) denir. Tekid, çoğunlukla muhatabın zihninde iyice yerleşmesi veya onun tereddüdünü gidermek için yapılan vurguya denir. Tekid, lafzî ve manevî olmak üzere ikiye ayrılır.

Manevi Tekid: Marifeyi tekid eder, belirli kelimelerle yapılır. Bu kelimeler:  كُلُّ , اَجْمَعُونَ    اَجْمَعِينَ ‘dir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاِنَّ جَهَنَّمَ لَمَوْعِدُهُمْ اَجْمَع۪ينَۙ

 

Ayet, önceki ayetteki …  اِنَّ عِبَاد۪ي  cümlesine matuftur.  اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

اِنَّ ‘nin haberinin izafet formunda gelmesi veciz ifade kastına matuftur.

Tekid lamı diye de isimlendirilen lam-ı muzahlakanın kullanımı oldukça yaygındır. Fethalı olarak kullanılan bu lam, sadece ismin ve muzari fiilin başına dahil olur. İsim cümlesinin başına  اِنَّ  edatı gelince, cümlenin başında gelmesi gereken lam-ı ibtida, اِنَّ ‘nin haberinin başına kayar. Bundan dolayı lam-ı muzahlaka olarak da adlandırılır. (Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اَجْمَع۪ينَ , lafzi tekiddir.  لَمَوْعِدُهُمْ ‘daki zamiri tekid eder.

Ya da haldir. Amili de  مَوْعِدُ ’dir, eğer müevvel masdar kabul edilirse amili, izafetteki manadır. (Beyzâvî)

المَوْعِدُ  vadedilen yerdir. Burada Allah’a dönme manasında kullanılmıştır. İnsanlar arasındaki buluşma için tayin edilen mekâna benzetilerek, buluşma yeri anlamında istiare yapılmıştır. (Âşûr)

 
Hicr Sûresi 44. Ayet

لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟  ...


Onun yedi kapısı vardır ve her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَهَا onun vardır
2 سَبْعَةُ yedi س ب ع
3 أَبْوَابٍ kapısı ب و ب
4 لِكُلِّ her ك ل ل
5 بَابٍ kapıya ب و ب
6 مِنْهُمْ onlardan
7 جُزْءٌ bir bölüm ج ز ا
8 مَقْسُومٌ ayrılmıştır ق س م

لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ 

 

لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍ  cümlesi önceki ayetteki  اِنَّ ‘nin ikinci haberidir.

İsim cümlesidir.  لَهَا  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. 

سَبْعَةُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  اَبْوَابٍ  muzâfun ileyh olarak kesre ile mecrurdur.


لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟

 

لِكُلِّ  car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.

بَابٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  جُزْءٌ ‘ün mahzuf haline müteallıktır. 

جُزْءٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

مَقْسُومٌ۟  kelimesi  جُزْءٌ ‘nün sıfatı olup lafzen merfûdur. Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat iki kısma ayrılır:

1. Hakiki sıfat

2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT 

1. Müfred olan sıfatlar

2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR

Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Not: Gayri akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar.

Burada مَقْسُومٌ۟  kelimesi hakiki ve müfred sıfat olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَقْسُومٌ۟  kelimesi sülasi mücerredi olan  قسم  fiilin ism-i mef’ûlüdür.

لَهَا سَبْعَةُ اَبْوَابٍۜ لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟

 

Fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede  takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهَا , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  سَبْعَةُ اَبْوَابٍ , muahhar mübtedadır. Mübtedanın izafet formunda gelmesi  veciz ifade kastına matuftur.

اَبْوَابٍ ‘in sıfatı konumundaki  لِكُلِّ بَابٍ مِنْهُمْ جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟  cümlesi de sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لِكُلِّ بَابٍ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır.  جُزْءٌ مَقْسُومٌ۟ , muahhar mübtedadır. Sıfat terkibi formunda gelen mübtedanın nekre gelişi nev, kesret ve tahkir ifade eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

اَبْوَابٍ  ve  بَابٍ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları, 

جُزْءٌ  ve  مَقْسُومٌ۟  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

جُزْءٌ , bir şeyin parçası manasında olup cemi  أجزاء  lafzıdır. Nitekim “onu parçalara ayırdım” manasında kullanılır. Buna göre ayet “Allah, onları kısım kısım ayırdı” manasında, “İblise tabi olanlarını kısımlara ayırdı, cehennemin bir bölümüne soktu” demektir. Bunun sebebi şudur: Küfrün mertebeleri ve dereceleri, ağırlık ve hafiflik bakımından farklı farklı olunca, azap ve ikâbın da dereceleri ağırlığına ve hafifliğine göre farklı farklı olmuştur. Allah en iyi bilendir. (Fahreddin er-Râzî)
Hicr Sûresi 45. Ayet

اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ  ...


Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, cennetler içinde ve pınarlar başındadır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ muhakkak
2 الْمُتَّقِينَ muttakiler و ق ي
3 فِي
4 جَنَّاتٍ cennetlerde ج ن ن
5 وَعُيُونٍ pınar başlarındadırlar ع ي ن
Bundan önceki üç âyette şeytanın kışkırtma ve saptırmasına kapılarak azgınlaşanların, günahlarının derecesine göre yedi grup halinde cehennemin yedi kapısından içeri atılacakları bildirilmişti. Bu âyetlerde ise Allah’a karşı saygısızlıktan sakınan samimi müminlerin, esenlik ve güvenlik içinde cennete girmelerinin müjdeleneceği, cennet bahçelerinde, pınar başlarında her türlü korku, kaygı, yorgunluk gibi fiziksel ve psikolojik problemlerden korunmuş, kezâ kin ve düşmanlık gibi ahlâkî kusurlardan kalpleri arındırılmış olarak dostluk ve kardeşlik içinde bulunacakları bildirilmekte ve böylece bir bakıma, insanların, şeytanın aldatmalarına kapılmaları halinde ebedî hayatlarında neleri kaybedecekleri de hatırlatılmış bulunmaktadır.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 354

اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.

الْمُتَّق۪ينَ  kelimesi  اِنَّ ‘nin ismi olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanırlar.

ف۪ي جَنَّاتٍ  car mecruru  اِنَّ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.

عُيُونٍ  kelimesi atıf harfi  وَ ‘la  جَنَّاتٍ ‘e matuftur.  

الْمُتَّق۪ينَ  kelimesi, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِنَّ الْمُتَّق۪ينَ ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet,  اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي جَنَّاتٍ , mahzuf habere müteallıktır.

جَنَّاتٍ  ‘e matuf olan  عُيُونٍ ’in atıf sebebi temâsüldür. Bu kelimelerdeki tenvin nev, kesret ve tazim ifade eder. 

ف۪ي جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۜ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde istiare-i tebeiyye vardır.  ف۪ي  harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla bahçe ve pınar, içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada  ف۪ي  harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü pınar hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak bu nimetlerin güzelliklerini etkili bir şekilde ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)

Pınar başlarında ve bahçelerde olmaları aslında her türlü sıkıntı ve zorluktan uzak olmaları demektir. Bu ifadede idmâc sanatı vardır.

جَنَّاتٍ  ve  عُيُونٍ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

“Takva sahipleri ise, muhakkak cennetlerde ve pınar başlarındadırlar.” Yani, hayasızlıklardan ve şirkten korunan kimseler cennetlerde, bağ ve bahçelerde ve pınar başlarındadırlar.” (Kurtubî)

Evet, cennetlikler için ahirette herhangi bir felakete maruz kalma söz konusu olmadığı gibi bunlar, güven içinde yaşayacaklar, cennetten çıkarılma veya cennet nimetlerinden mahrum olma yahut belli bir süre sonra yok olma korkusu taşımayacaklardır. Zira cennet, esenlik ve güven yurdudur. (Taberî)

İbtidaî istînaftır. Kur’an’ın alışılagelmiş tefennün üslubuyla, günahkârlara yapılan tehditten muttakiler için olan müjdeye geçilmiştir. (Âşûr)

 
Hicr Sûresi 46. Ayet

اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ  ...


Onlara, “Girin oraya esenlikle, güven içinde” denilir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 ادْخُلُوهَا oraya girin د خ ل
2 بِسَلَامٍ esenlikle س ل م
3 امِنِينَ güven içinde ا م ن

اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ

 

Cümle mahzuf sözün mekulü’l-kavlidir. Takdiri  يقال لهم  [Onlara … denir.] şeklindedir.

Fiil cümlesidir. اُدْخُلُو  fiili  نَ ‘nun hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.  بِسَلَامٍ  car mecruru muttasıl zamir olan failin mahzuf haline müteallıktır.

اٰمِن۪ينَ  ikinci hal olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanırlar. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde, iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و  (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). 

Burada hal müfred olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اٰمِن۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ

 

Fasılla gelen ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan  اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ اٰمِن۪ينَ  cümlesi, takdiri  يقال لهم  [Onlara … denir.] olan fiilin mekulü’l-kavlidir.  

Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen ibaha ve ikram amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebtir. 

اُدْخُلُو  emir fiili; ikram için gelebilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

بِسَلَامٍ  -  اٰمِن۪ينَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

بِسَلَامٍ  ibaresi  اُدْخُلُو  fiilinin failinin haline mütealliktir.

بِ  harf-i ceri, musahabe içindir. (Âşûr)

اٰمِن۪ينَ , hal-i müekkide olarak ıtnâbtır. Cümlenin manası onsuz da anlaşılan müekked hal, cümlenin anlamını tekid etmek amacını güder.

اُدْخُلُوهَا بِسَلَامٍ  [Oraya selametle girin] cümlesinde hazif yoluyla îcâz vardır. ‘’Onlara, oraya selametle girin denilir’’ demektir. (Safvetü’t Tefâsîr)

Bu söz, Allah Teâlâ’ya ait olabileceği gibi, melekler tarafından söylenmiş olması da muhtemeldir. (Fahreddin er-Râzî)
Hicr Sûresi 47. Ayet

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَاناً عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ  ...


Biz, onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنَزَعْنَا çıkarıp atmışızdır ن ز ع
2 مَا olan
3 فِي
4 صُدُورِهِمْ göğüslerindeki ص د ر
5 مِنْ
6 غِلٍّ kini غ ل ل
7 إِخْوَانًا kardeşler olarak ا خ و
8 عَلَىٰ üzerinde
9 سُرُرٍ divanlar س ر ر
10 مُتَقَابِلِينَ karşı karşıya otururlar ق ب ل

صدر Sadera : صَدْرٌ vücudun bir organı olan göğüstür. Çoğulu صُدُورٌ şeklinde gelir. Bu asıl anlamdan sonra herşeyin ön kısmı/baş tarafı için istiare olarak kullanılmaktadır. صَدَرَ fiili عَنْ harfi ceriyle müteaddi (geçişli) yapıldığında geri dönmek anlamına gelir. Hikmet ehlinden bazıları şöyle demiştir: Yüce Allah kalb قَلْبٌ sözcüğünü zikrettiği her yerde akıl ve ilme işaret ederken صَدْرٌ’u zikrettiği her yerde ise hem bunlara hem de şehvet, heva ve öfke gibi kuvvelere işaret etmiştir. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 46 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sadr, sudûr, masdar, müsâdere, sadr-ı âzam ve sedirdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَاناً عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  نَزَعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. 

Müşterek ism-i mevsûl  مَا , mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. 

ف۪ي صُدُورِهِمْ  car mecruru ism-i mevsûlün mahzuf sılasına müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مِنْ غِلٍّ  car mecruru mahzuf sılanın aid zamirinin haline müteallıktır. 

اِخْوَاناً  kelimesi  صُدُورِهِمْ ‘deki gaib zamirin hali olarak fetha ile mansubdur.  عَلٰى سُرُرٍ  car mecruru  اِخْوَاناً ‘in mahzuf sıfatına müteallıktır. 

مُتَقَابِل۪ينَ  ikinci sıfat olup nasb alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanırlar. 

مُتَقَابِل۪ينَ  kelimesi, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan  تَفَاعَلَ  babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَنَزَعْنَا مَا ف۪ي صُدُورِهِمْ مِنْ غِلٍّ اِخْوَاناً عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ

 

Atıfla gelen ayet, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

نَزَعْنَا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَا ‘nın sılasının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  ف۪ي صُدُورِهِمْ , bu mahzuf sılaya müteallıktır.

غِلٍّ ’deki tenvin kıllet ve nev ifade eder.

اِخْوَاناً  kelimesi,  ف۪ي صُدُورِهِمْ ‘daki zamirden hal-i müekkide olarak ıtnâbtır. Cümlenin manası onsuz da anlaşılan müekked hal, cümlenin anlamını tekid etmek amacını güder.

إخْوانًا  haldir ve teşbih manasındadır. Yani onlar, orada kardeş gibilerdir, halleri dünyada kardeş olanların halleri gibidir.(Âşûr)

سُرُرٍ  için sıfat olan  مُتَقَابِل۪ينَ , mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için gelmiş, ıtnâb sanatıdır.

سرير , سُرُرٍ  sevinç için hazırlanmış, kıymetli ve yüksek bir oturma yeridir. Bu oturma yeri sevinç meclisi olduğu için böyle isimlendirilmiştir. Leys şöyle der: “Araplar, kendisinde sevinçli ve huzurlu olarak itminan buldukları, huzura erdikleri yer için,  سريرالعيش  tabirini kullanırlar.” Ayetteki  مُتَقَابِل۪ينَ  kelimesinin masdarı olan  تقابل , yüz yüze, karşılıklı oturma olup, تدابر ‘ün (sırt sırta durmanın) zıddıdır. Oturmanın en kıymetli ve güzel şeklinin, yüz yüze oturma şekli olduğunda şüphe yoktur. (Fahreddin er-Râzî, Âşûr) 

اِخْوَاناً  kelimesi  جَنَّاتٍ ‘deki zamirden veya  اُدْخُلُوهَا ‘daki failden ya da  اٰمِن۪ينَ ‘deki zamirden yahut ona muzâf olanın zamirinden haldir, amili de izafetteki manadır.

عَلٰى سُرُرٍ مُتَقَابِل۪ينَ  de öyledir. İkisinin de  اِخْوَاناً ’e sıfat, yahut zamirinden hal olması da caizdir, çünkü  متصافين  manasındadır,  مُتَقَابِل۪ينَ ’in  عَلٰى سُرُرٍ  şeklindeki zarf-ı müstekardan hal olması da caizdir. (Beyzâvî)

غِلٍّ  ve  سُرُرٍ  kelimelerindeki tenvinler kesret,  اِخْوَاناً  kelimesindeki tenvin tazim içindir.
Hicr Sûresi 48. Ayet

لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ  ...


Onlara orada hiçbir yorgunluk dokunmaz, onlar oradan çıkarılacak da değillerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا
2 يَمَسُّهُمْ onlara dokunmaz م س س
3 فِيهَا orada
4 نَصَبٌ hiçbir yorgunluk ن ص ب
5 وَمَا ve değillerdir
6 هُمْ onlar
7 مِنْهَا oradan
8 بِمُخْرَجِينَ çıkarılacak خ ر ج
Riyazus Salihin, 709 Nolu Hadis
Ebû İbrâhim veya Ebû Muhammed yahut Ebû Muâviye Abdullah İbni Ebû Evfâ radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Hatice radıyallahu anhâ’yı cennette, içinde hiçbir gürültünün duyulmayıp hiçbir yorgunluğun hissedilmeyeceği, inciden yapılmış bir köşkle müjdeledi.
(Buhârî, Umre 11, Menâkıbü’l-ensâr 20, Nikâh 108, Edeb 23, Tevhîd 32, 35; Müslim, Fezâilü’s-sahâbe, 71-74. Ayrıca bk. Tirmizî, Menâkıb 61; İbni Mâce, Nikâh 56)

لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ

 

Fiil cümlesidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَمَسُّهُمْ  merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

ف۪يهَا  car mecruru  يَمَسُّهُمْ   fiiline mütallıktır.  نَصَبٌ  fail olup lafzen merfûdur. 

وَ  atıf harfidir.  مَا  nefy harfi olup  لَيْسَ  gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder.

هُمْ  munfasıl zamiri  مَا ‘nın ismi olup mahallen merfûdur. 

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مِنْهَا  car mecruru  مُخْرَج۪ينَ ‘e müteallıktır. 

بِ  harf-i ceri zaiddir.  مُخْرَج۪ينَ  kelimesi lafzen mecrur,  مَا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur. Cer alameti  ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanırlar.

مُخْرَج۪ينَ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i mef’ûlüdür.

بِ  harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık - bedel, istiane, zaman - mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا يَمَسُّهُمْ ف۪يهَا نَصَبٌ وَمَا هُمْ مِنْهَا بِمُخْرَج۪ينَ

 

مُتَقَابِل۪ينَ ’deki zamirden hal olan ayet, menfi muzari fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil, muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Yorgunluğun,  مَسُّ  fiiline isnadı mecaz-ı aklîdir.

المَسُّ ; isabetten kinayedir. (Âşûr) 

نَصَبٌ ‘daki tenvin kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi olumsuz siyakta nekre, selbin umumuna işarettir. Yani onlara, herhangi bir çeşit, herhangi bir miktarda, herhangi bir şekilde yorgunluk dokunmaz.

Car mecrur  ف۪يهَا , siyaktaki önemine binaen faile takdim edilmiştir.

Ayetteki, وَ ’la gelen ikinci hal cümlesi, öncesine matuftur. Menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Yine cümlede car mecrurun, önemine binaen amiline takdimi söz konusudur.

Cümle müsnedün ileyhin önüne nefy harfi gelerek bina edilmiştir. Abdu'l-Kâhir'e göre bu ihtisasa delalet eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Şura/6 s.57) 

İsim cümleleri sübut ifade ederler. Bu ayette medih makamı dolayısıyla istimrar da ifade etmiştir.

Önceki ayetle birlikte bu ayette cennete selametle girenlerin halleri sayılmıştır. Taksim sanatı vardır.

“Onlara orada bir yorgunluk dokunmaz” yeni söz başıdır veya da ikinci haldir ya da  مُتَقَابِل۪ينَ ’deki zamirden haldir. “Ve onlar oradan çıkacak değiller” çünkü nimet ölümsüzlükle tamam olur. (Beyzâvî)

 
Hicr Sûresi 49. Ayet

نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ  ...


49-50. Ayetler Meal  :   
Ey Muhammed! Kullarıma, benim elbette çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğumu, azabımın da elem dolu azap olduğunu haber ver.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نَبِّئْ haber ver ن ب ا
2 عِبَادِي kullarıma ع ب د
3 أَنِّي şüphesiz
4 أَنَا ben
5 الْغَفُورُ bağışlayanım غ ف ر
6 الرَّحِيمُ esirgeyenim ر ح م
İlk âyet tergîb (ümit aşılama ve özendirme), ikinci âyet de terhîb (korkutma ve caydırma) maksadı taşımakta; başka bir deyişle bu iki âyette insanlara, tasavvufî kaynaklarda havf ve recâ denilen bir ahlâkî ve dinî duyarlılık veya tedbirlilik kazandırılması amaçlanmaktadır. Esasen insanın âhiretteki durumuna ilişkin bilgi verilirken Kur’ân-ı Kerîm’in bütününde izlenen yöntem burada özetlenmiş bulunmaktadır. İslâm inancına göre Allah, ne acımasız, adaletsiz bir zorba ne de insanların her türlü kötülükleri karşısında duyarsız, ilgisiz veya aciz bir varlıktır. O, kendi kelimesinin (hüküm, yasa) iki temel özelliğini “kusursuz bir doğruluk ve adalet” şeklinde bildirmektedir (En‘âm 6/115). Bu da O’nun bütün doğruluk ve iyilikleri özendirici, yanlışlık ve kötülüklerden caydırıcı mahiyette sıfatlara, tasavvufta celâl ve cemâl sıfatları diye ifade edilen niteliklere sahip olduğunu gösterir. Böylece ulûhiyyetine yakışır mükemmellikteki hikmetiyle Allah, herkesin her türlü yapıp ettiklerini görmekte, bilmekte ve onların hesabına kaydetmektedir. Derin hikmetinin kusursuz ölçülerine göre kimilerine mağfiret ve rahmetiyle, kimilerine de azabıyla muamele edecektir. Allah’ın insanlara mutlaka şöyle veya böyle muamele etmeye mecbur olduğu iddia edilemeyeceği gibi kendi “kelime”sini nitelediği doğruluk ve adalet ilkelerinden sapmayı kendisine lâyık göreceği de asla söylenemez. Böyle olunca da iyilik edenler yahut günahlarından vazgeçmek isteyenler Allah’ın rahmet ve merhametinden ümit kesmemeli, kötülük edenler de O’nun bu yaptıklarına ilgisiz kaldığını düşünmemeli veya kendisini mutlaka bağışlamak zorunda olduğu gibi bir duyguya kapılmamalıdırlar. Genellikle kabul edildiği üzere ahlâk en etkili yaptırım gücünü böyle bir Tanrı inancından alır. Her ne kadar Emile Durkheim gibi bazı pozitivist ve ateist düşünürler bu konuda Tanrı yerine toplumu koyarak, ahlâkı güya Tanrı otoritesine dayanmaktan kurtarıp toplumsal otoriteye dayandırmak istemişlerse de, bilhassa XIX. yüzyıl ile XX. yüzyılın ilk yarısında daha ziyade Batı dünyasında ve Batılılaşma sürecini yaşayan toplumlarda çok etkili olan bu felsefe, günümüzde pek çok uzmanın da kabul ettiği büyük tahribata yol açmıştır. Hatta bu dönemde yaşanan iki büyük dünya savaşında dahi bu felsefenin rolünün olduğu düşünülmektedir. Bu sebeple de Batı dünyasında artık tanrısız ve dinsiz ahlâk sürecinden kurtulma yönünde politikalar oluşturma yoluna girilmiştir.
 Râzî, bu âyette dört incelik bulunduğunu belirterek bunları şöyle sıralamaktadır (XIX, 194-195): a) Allah Teâlâ, “kullarım” tamlamasında kullarını kendi zâtına izâfe ederek onlara çok büyük bir şeref bahşetmiştir. b) Rahmet ve mağfiretinden söz ederken, azabından bahsettiği âyete göre daha çok tekit edatları kullanarak rahmetinin genişliğini özellikle vurgulamıştır. Kezâ azabından bahsettiği âyette sadece onun çok şiddetli olduğunu ifade ettiği halde rahmet ve mağfiretini anlatırken bunları “gafûr ve rahîm” şeklinde doğrudan doğruya kendi isimleri olarak zikretmiştir ki bu da yine onun rahmetini azabından daha önemli tuttuğuna işaret eder. Ayrıca Allah’ın rahmetini gazabından daha geniş gösteren hadisler de vardır (meselâ bk. Buhârî, “Tevhid”, 15, 22, 28; “Edeb”, 19; Müslim, “Tevbe”, 14-16). c) Peygamber’ine hitaben, “Kullarıma benim gerçekten çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olduğumu bildir” buyurarak bir bakıma rahmet vaadini zamanı geldiğinde yerine getireceğine bizzat peygamberini şahit tutmuştur. d) “Kullarıma… bildir” buyurmakla, ibadetleri eksik de olsa, Allah’a inanıp kulluğunu kabul etmiş herkesin, günahkâr bile olsa, rahmetine lâyık olduğunu anlatmak istemiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 354-355

نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ

 

Fiil cümlesidir.  نَبِّئْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir takdiri  أنت ‘dir. 

عِبَاد۪ٓي  mef’ûlün bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  نَبِّئْ  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ‘nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur.

 اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  اَنَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.

الْغَفُورُ  kelimesi mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الرَّح۪يمُ  ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

الْغَفُورُ  -  الرَّح۪يمُ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَبِّئْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نبأ ‘dir. 

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hitap, Hz. Peygamberedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  عِبَاد۪ٓي  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  عِبَاد۪ٓ , şan ve şeref kazanmıştır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ , sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ  ve akabindeki cümle, masdar teviliyle,  نَبِّئْ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden;  اِنَّ , isim cümlesi, fasıl zamiri ve tahsis olmak üzere birden çok tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

الْغَفُورُ  birinci haber,  الرَّح۪يمُ  ikinci haberdir.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında  isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karînesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

الْغَفُورُ  -  الرَّح۪يمُ  sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbıdır.

‘’Ey Resulüm, kullarıma bildir ki, onlar, günahlarından tevbe ettikleri takdirde onların günahlarını örtecek ve cezalarını affedecek olan benim. Yaptıklarından vazgeçmeleri halinde, onlara merhametli davranacak olan da benim. Yine onlara haber ver ki, günahlarında ısrar edip vaz geçmeyenlere karşı benim azabım can yakıcı bir azaptır. O, hiçbir azaba benzememektedir.’’ (Taberî)

Allah Teâlâ,  عِبَاد۪ٓي (kullarım) diyerek, kulları kendisine izafe etmiştir ki bu, büyük bir şereflendirmedir. Cenab-ı Hak, “Kullarıma haber ver” deyince, bu “Bana kulluk etmeyi kabul eden herkese haber ver” demek olur. Dolayısıyla buna, itaatkâr mümin girdiği gibi, günahkâr mümin de girer ki bütün bunlar, Allah Teâlâ’nın rahmet ve mağfiret tarafının daha ağır bastığına delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)

Kulların Hak Teâlâ’ya ait zamire muzâf olarak marife olması kulları yüceltme ve medih içindir.

Allah Teâlâ, kendisinin affedici ve merhametli olduğunu, kullarının bu konuda hiçbir şüpheleri kalmaması için  اِنَّ , fasıl zamiri, tekid lamı olmak üzere çok tekidli isim cümlesiyle bildirmiştir. ‘Haber ver, söyle, bildir’ manasındadır.

 
Hicr Sûresi 50. Ayet

وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ  ...


 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَأَنَّ fakat
2 عَذَابِي benim azabım ع ذ ب
3 هُوَ o
4 الْعَذَابُ bir azabdır ع ذ ب
5 الْأَلِيمُ çok acı ا ل م
Riyazus Salihin, 444 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Eğer mü’min, Allah’ın azabının nitelik ve niceliğini bilseydi, cennet ümidine kapılmazdı. Kâfir de Allah’ın rahmetinin nitelik ve niceliğini tam olarak kavrayabilseydi, O’nun cennetinden asla ümidini kesmezdi”.
(Müslim, Tevbe 23)

وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ

 

İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

عَذَاب۪ي  kelimesi  اَنَّ ‘nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ  cümlesi  اَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

Munfasıl zamir  هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

الْعَذَابُ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الْاَل۪يمُ  kelimesi,  الْعَذَابُ ‘ın sıfatıdır.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t (  النَّعَتُ  )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut (  المَنْعُوتُ  ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اَل۪يمٌ  kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ

 

Ayet makabline matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklık ve tezattır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ  ve akabindeki  اَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ  cümlesi, masdar teviliyle önceki ayetteki masdar-ı müevvele matuftur.

اَنَّ , isim cümlesi ve tahsis olmak üzere birden çok tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

اَنَّ ’nin haberi olan isim cümlesi  هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ , faide-i haber inkârî kelamdır.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

الْاَل۪يمُ  kelimesi,  الْعَذَابُ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

الْعَذَابُ  -  الْاَل۪يمُ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Azabın Allah Teâlâ’ya ait olan zamire izafesi, elîm sıfatıyla vasıflanıp tekrar edilmesi, azabın korkunçluğunu ve tehdidin büyüklüğünü ifade etmektedir.  عَذَاب۪  kelimesinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

 نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ  [Kullarıma, benim çok bağışlayıcı ve merhamet edici olduğumu haber ver] ayeti ile  وَاَنَّ عَذَاب۪ي هُوَ الْعَذَابُ الْاَل۪يمُ  [Benim azabımın, acıklı azap olduğunu da söyle] ayeti arasında güzel bir mukabele sanatı vardır. Burada Yüce Allah mağfirete karşılık da elem verici azabı getirdi. Bu, güzel edebî sanatlardandır. (Safvetü’t Tefâsîr)

Allah Teâlâ önceki ayette Gafûr ve Rahîm vasıflarıyla muttasıf olduğunu çok tekidli bir cümle ile haber vermiştir. Fakat azabından bahsedince, “benim, ben, azab eden” dememiş ve kendisini açıkça böyle tavsif etmemiş, aksine “benim azabım da, azab-ı elîmdir” buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)

Bu kelam, daha önce geçen mükâfat ve ceza vaatlerine bir fezleke ve izah mahiyetindedir.

Gafûr sıfatı zımnında (maksadıyla) mağfiretin zikredilmesi bize bildiriyor ki, takva sahiplerinden murad, büyükleri de küçükleri de dahil bütün günahlardan sakınanlar değildir.

Allah'ın (cc) zatının mağfiret ve rahmetle hasr şeklinde vasıflandırılması ve azap vermekle vasıflandırılmaması bize bildiriyor ki, mağfiret ve rahmet Allah'ın zatının gerekleridir; azap ise ancak, onu gerektiren haricî bir sebeple tahakkuk etmektedir. (Ebüssuûd)

 
Hicr Sûresi 51. Ayet

وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ  ...


Onlara İbrahim’in misafirlerinden de haber ver.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَنَبِّئْهُمْ onlara haber ver ن ب ا
2 عَنْ -ndan
3 ضَيْفِ konukları- ض ي ف
4 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’in
Hz. İbrâhim’e meleklerin gönderilmesi ve sonrasında gelişen olaylar Hûd sûresinde ayrıntılı olarak anlatılmıştır (Hûd 11/69-83). Konunun burada tekrar özetle hatırlatılmasının sebebi ise az önceki âyetlerde bahsedilen Allah Teâlâ’nın rahmetinin genişliğine ve azabının şiddetli olduğuna tarihten birer örnek göstererek insanların ibret almalarını, buna göre hareket etmelerini sağlamaktır. Konumuz olan âyetlerde, Allah’ın rahmetinin, gerektiğinde biz insanlara olağan üstü gelecek derecedeki genişliğine bir örnek olmak üzere sevdiği kullarından olup, “dost” (halîl) diye nitelediği (en-Nisâ 4/125) Hz. İbrâhim’e meleklerden insan görünümünde misafirler göndererek ona “bilgili bir çocuk” müjdelemesinden söz edilmektedir. Hûd sûresinde bu çocuğun İshak olduğu bildirilir. Burada onun tek kelimeyle “bilgili” diye nitelendirilmesi, bilginin mutlak değerine ve önemine işaret eder. Hz. İbrâhim, böyle ummadığı bir şekilde, olağan üstü bir haber almanın verdiği şaşkınlıktan dolayı “Peki bana neyi müjdeliyorsunuz?” diye soruverdi. Bu bir bakıma “Verdiğiniz müjdenin ne kadar şaşırtıcı olduğunun farkında mısınız?” anlamına geliyordu (Zemahşerî, II, 315). Habercilerin “Sana gerçeği müjdeledik” demeleri ise “Eğer Allah bir şeyin olacağını bildirmişse, olağan üstü de olsa bu bildirdiği haktır, mutlaka gerçekleşecektir” anlamına gelir. “Sakın ümitsizliğe kapılanlardan olma!” uyarısı da Hz. İbrâhim’in şahsında sıradan müminlere bir uyarıdır. Çünkü, bizzat kendisinin “Rabbimin rahmetinden, sapmışlardan başka kim ümit keser?” şeklindeki sözünden de anlaşılacağı üzere bir peygamber için ümitsizlikten söz edilemez. Hûd sûresinde Hz. İbrâhim’in eşine müjde verildiği bildirildiğine göre, melekler İshak’ın doğacağını müjdelerken İbrâhim’in eşi de orada bulunuyordu ve her ikisine de müjde iletilmişti; yaşlılıkları dolayısıyla bir çocuk beklemeleri mümkün olmadığı için ikisi de bu habere şaşırmıştı. İbrâhim ile eşinin ayrı ayrı yerlerde bulundukları ve haberin kendilerine ayrı ayrı verildiği de düşünülebilir.
ضيف Dayefe : ضَيْفٌ lafzı aslen meyletmek/eğilmek demektir. الضَّيْفُ senin yanında konaklamak için sana meyleden kişi yani misafirdir. ضِيافَةٌ sözcüğü ise misafiri ağırlama, ikramda bulunma anlamında yaygın bir kullanım kazanmıştır. إضافَةٌ lafzına gelince dilcilerin literatüründe kendinden önceki ismin bağlandığı mecrur (esrelenmiş) isim anlamında kullanılır. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de bir kez fiil beş kez ise isim olmak üzere toplam 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri ziyafet ve izafettir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)

وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ

 

Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  نَبِّئْهُمْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir takdiri  أنت ‘dir.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşâî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Matufun îrabı her zaman için matufun aleyhe uyar.

و : Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.

عَنْ ضَيْفِ  car mecruru  نَبِّئْهُمْ  fiiline mütallıktır.

 اِبْرٰه۪يمَۢ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

İsimler îrab harekelerinin hepsini alıp almama bakımından ikiye ayrılır:

1. Munsarif isimler: Tenvini ve îrab harekelerinin hepsini gerektiği durumlarda alabilen isimlerdir. Yani ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde kesrayı alırlar.

2. Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. 

Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Arapçada bazı isimlerin birtakım özellikleri ve illetleri vardır. Bir ismin munsarif olmasını engelleyen dokuz illet vardır. Bu dokuz illetten ikisi her ne zaman bir isimde bir araya gelse artık o isim gayri munsarif olur. Yukarıda da söylendiği gibi burada hem alemlik hem de ucmelik vasfı bir aradadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَبِّئْهُمْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نبأ ‘dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

وَنَبِّئْهُمْ عَنْ ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ

 

Ayet, 49.ayetteki ..  نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي ’ye matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki ayet arasında inşâî olmak bakımından mutabakat da vardır.

Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Az sözle çok anlam ifade kastına matuf  ضَيْفِ اِبْرٰه۪يمَۢ  izafetinde, Hz.İbrahim’e muzâf olması sebebiyle  ضَيْفِ , şan ve şeref kazanmıştır.

Cenab-ı Hakk’ın,  نَبِّئْهُمْ  [Onlara haber ver] emrindeki  هُمْ  zamiri, 49. ayetteki  عِبَاد۪ٓي  [kullarım] ifadesine raci olup, bunun takdiri, “kullarıma İbrahim’in misafirlerinden bahset” şeklinde olur. Allah Teâlâ bu ayette, Hazret-i İbrahim’in misafirlerinin, yaşlılığına rağmen çocuğunun olacağı; Lût’un kavminden olan müminlere de, azab-ı ilahiden kurtulacakları müjdesini verdiklerini, Allah Teâlâ’nın, Lût’un inanmayan kavmine, köklerini kazıma azabı ile azap edeceğini haber verdiklerini belirtmiştir ki, bütün bunlar, Cenab-ı Hakk’ın, müminler için Gafûr ve Rahîm olduğuna; O’nun azabının ise kâfirler hakkında çok elîm bir azap olduğuna dair bahsetmiş olduğu açıklamaları destekler.

ضَيْفِ  kelimesi aslında, bir kimse bir kimseye misafir olmak için geldiğinde kullanılan ضاف  fiilinin masdarıdır. Daha sonra ise, masdar olan bu kelime, misafire verilen isim olmuştur. Bundan dolayı, Hazret-i İbrahim’e gelen misafirler çok olduğu halde, kelime cins manasında olmak üzere, müfred olarak getirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Günün Mesajı
Kur'ân, Âhiret'teki azap çeşitleri veya yerleri için yedi farklı isim kullanır: Cehennem, Nâr (Ateş), Sair (Alevli Ateş), Cahîm (Kızgın Alevli Ateş), Hutame (Yok Eden Ateş), Sekar (Kavuran Ateş), Lezâ (Kuduran Alev).
Bunlar, büyük ihtimal, her biri için onu hak edecek sorumlu varlıkların (insanlar ve cinler) bulunduğu birer azap derecesi veya tabakası olup, yine her biri için bir kapı veya kendisine giriş ya da onu tatma ve çekme şekli vardır.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Şeytanın ettiği yeminleri anlattıktan sonra hoca dersine şöyle devam etti:

İnsanın kendisiyle ilgili değiştirebileceği özellikleriyle, tamamlayabileceği eksiklikleriyle, düzeltebileceği hatalarıyla ve eğitebileceği nefsiyle; değişime gerek duymaksızın barışması, belki kısa dönem rahatlık ama uzun dönem zarar ve huzursuzluk getirir. Kötü alışkanlıklara, yapılmayan ibadetlerin boşluğuna, doyumsuz nefsani isteklere ve dünyayı sevdiren vesveselere teslim olmak, ruhu daraltan ama nefsi sevindirendir. Bir nevi kolay olan seçenektir çünkü değişim; çaba, zaman, azim, istikrar ve sabır ister.

 

Tekrarlanması tercih edilen ya da de sevilen görüş, insanın değişemeyeceği yönündedir çünkü insan temelde zaten pistir ve o yüzden de çaresizdir. Halbuki, İslam nazarında insan temelde temizdir ve asla çaresiz değildir. Seçimleriyle saflığının üzerini kirletip örtebildiği ve karanlıklara bürünebildiği gibi tövbesiyle saf haline geri dönebilir ve aydınlıklara kavuşabilir. Zira insan, Allah katında derecesi yükselebilen ve alçalabilen bir varlıktır.

Allah yolunda değişim; Allah’ın sınırlarına aykırı olan ve insanın saf doğasını yıpratan/karartan hatalarının varlığını kabul etmekle ve onlar üzerinde söz hakkına sahip olduğunu idrak etmekle başlar. Hedef; kalbi bulanıklaştıran halleri zayıflatarak, temize çıkaran halleri alışkanlık haline getirerek güçlendirmektir.

Ey Rabbim! Kalbimin etrafını haya duvarlarıyla ör ve iman sarmaşıklarıyla etrafını sarmala ki; sevmekte seçici olsun ve daima hakka ulaştıranı seçsin. Kalbimi zikrinle ve kelamınla doldur ki; vesveselerin ve yolundan sapmış nefsani isteklerin sesi duyulmasın. Kalbimin içini ve dışını, nurunla aydınlat ki; karartıya sebep olacak hiçbir şey içeriye sızamasın. Dünyevi meseleler gözümde küçülsün. Batıl sevimsizleşsin, hak ise güzelleşsin.

Ey Rabbim! Bedenime, zihnime, iç huzuruma, amellerime ve etrafımdakilere zarar veren hallerimi; Senin rızanı gözeterek ve yardımınla değiştirmemi nasip et. Beni; şeytanın vesveselerinin tesir edemediği ihlas sahibi kullarından eyle.

Amin.

***

Allah’a nankörlük edenlerin çoğunda, belki de tamamında, şeytanın kibrine benzer bir hal vardır. 

Kötü ahlaka ya da kalpteki reziletlere karşı uyarıldığında; insanın nefsi heyecanlanır ve kesinlikle öyle biri olmadığını iddia eder. Halbuki kötü ahlak uyuyan bir sinsidir. Yani nefsinin şartları zorlandığında uyanır. 

Hz. Adem’e secde etmesi emredildiği zaman şeytanın kibri uyandı ve Allah’a itaatsizlik belasına yuvarlandı.

Kötü ahlak kördür ve sahibini de körleştirir. Öyle ki verdiği geçici lezzetle ne yaptığının, ne de kimin karşısında olduğunun bir önemi yoktur. Uydurduğu savunmasından emindir ve savundukça arsızlaşır.

Bakımsız kalan ve beslenmeyen her canlı gibi kalbin koruma duvarları da zayıflar ve hastalıklar türemeye başlar.

Kötü ahlak yalancıdır ve sahibini de kandırır. İnsan, kendi ter ve ağız kokusunu alamadığı gibi yozlaşan ahlakının da farkında değildir. Kalbine, beden ve ağız temizliğine özen gösterdiği gibi davranmalıdır.

Ancak o zaman bugünkü halinden emin olmamanın verdiği telaşla Allah’a ve O’nun emirlerine sığınır. İtaatsizliğe itecek her ihtimalden kaçınır.

Ey Allahım! Kibir, haset, cimrilik, iki yüzlülük, kendimizi ve amellerimizi beğenmek, öfkeye yenik düşmek, aşırı yemek ve gereksiz konuşmak, dünyalıklara sevgiyle bağlanmak, mala ve makama düşkünlük göstermek gibi felaketlerin hepsinden muhafaza buyur. 

Ey Allahım! Ahlakımızı güzelleştir. İmanımızı sağlamlaştır. Kalplerimizi reziletlerden arındır. Faziletler ile doldur. Ahlakımıza ve imanımıza zarar getirebilecek her şeyden uzaklaşanlardan ve bunun için de hep tetikte bekleyenlerden eyle. Yüzümüzü, kalbimizi, bedenimizi ve amellerimizdeki niyetlerin hedefini Sana çevir. Senden sakınanlardan ve Senin emirlerini samimiyet ile yerine getirenlerden ve Senin kelamın ile Rasulunun sünnetine sımsıkı yapışanlardan eyle.

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji