اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder.
عِبَاد۪ي kelimesi اِنَّ ‘nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri ي muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olup mahallen merfûdur.
لَيْسَ camid, nakıs fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
لَكَ car mecruru لَيْسَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. عَلَيْهِمْ car mecruru سُلْطَانٌ ‘nın mahzuf haline müteallıktır.
سُلْطَانٌ kelimesi, لَيْسَ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
اِلَّا istisna harfidir. Müşterek ism-i mevsûl مَنِ istisna-i munkatı’ olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlün sılası اتَّبَعَكَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır.
İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Not: Müstesna minh;
a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,
(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehiy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Not: Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları üçe ayrılır:
1. Muttasıl istisna
2. Munkatı’ istisna
3. Müferrağ istisna
(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّبَعَك fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir takdiri هُوَ ‘dir.
Muttasıl zamir كَ mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur.
مِنَ الْغَاو۪ينَ car mecruru failin mahzuf haline müteallıktır.
غَاو۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan غوي fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اتَّبَعَكَ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
İftiâl babındadır. Sülâsîsi تبع ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, önceki ayetteki mekulü’l-kavle dahildir. اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin ismi olan عِبَاد۪ي lafzı, muzâfın şanı için izafet şeklinde gelerek az sözle çok anlam ifade etmiştir.
اِنَّ ’nin haberi, لَيْسَ ‘nin dahil olduğu لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan bu cümlede, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكَ nakıs fiil لَيْسَ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. لَيْسَ ’nin muahhar ismi olan سُلْطَانٌ ’deki tenvin, kıllet ve nev ifade eder. Bilindiği gibi menfi siyakta tenkir, selbin umumuna işarettir.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
"Şüphesiz kullarım üzerinde senin bir hakimiyetin yoktur. Ancak sapkınlardan sana uyanlar müstesna."
Bu kelam, İblisin söylediklerinin, bir tespiti olmakla beraber, halis kulların şanını tazim ve onların yüksek mertebesini beyan etmekte, azdırma pençelerinin bu bahtiyar kullardan kesildiğini ve İblisin sapkınları azdırmasının, onlara hakimiyet yoluyla olmadığını, fakat onların kendi kötü tercihleriyle olduğunu bildirmektedir. (Ebüssuûd)
Müstesna konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنِ ’nın sılası olan اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ cümlesi, mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Müzekker sıygada gelmiş مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ ifadesi, istiğrak yoluyla müenneslere de şamildir.
الِاتِّباعُ kelimesi, فاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ ayetinde olduğu gibi itaat etmek ve görüşü onaylamak anlamında mecaz olarak gelmiştir. (Âşûr)
عِبَاد۪ي - غَاو۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.
Bu cümle İblis’i yaptığı istisnada tasdik etmekte olanlara ve ihlaslılara saygı göstermesinde durumun farklı olduğunu bildirmektedir. Bir de maksat onların masum olduklarını ve şeytanın pençesinden kurtulduklarını açıklamaktır. (Beyzâvî)
Taberî bu ayet-i kerimeyi şu şekilde izah etmiştir: “Ey İblis, şüphesiz ki senin, kullarımı saptırırken bu yaptığını haklı gösterecek hiçbir delilin yoktur. Ancak kendi heva ve heveslerine uyarak azıp sana tabi olanlar müstesnadır.
Taberî bu ayet-i kerimenin izahında şunları da anlatmaktadır: “Bir mümin, Şeytanın şerrinden, Allah’a sığınarak kurtulabilir. Zira Allah Teâlâ, izah edilen bu ayet-i kerimede: [“Eğer Şeytan tarafından sana bir vesvese gelirse Allah’a sığın. Şüphesiz ki Allah, her şeyi çok iyi işiten ve çok iyi bilendir”] manasındaki A’raf/200 ayetinde, şeytandan bir vesvese geldiğinde, kendisine sığınılmasını emretmektedir. Şeytanın insana galip gelmesi ise, insanın öfkeli bulunduğu an ve heva ve hevesine kapıldığı zamandır. (Taberî)
Zemahşerî, Bakara/169 ve benzeri olan ayet Hicr/42 arasında, görünüşte bir çelişki olduğunu kaydeder. Çünkü her ne kadar emretmek ve emre itaatı mecbur kılmak birbirlerinden farklı olsalar da, hükümranlık gücüne sahip olmayanın emir yetkisine de sahip olmaması gerekir. Şu halde Şeytanın kötülükleri süsleyerek güzel göstermesi ve insanlara kötülük yolları açması, bir bakıma emretmesine benzetilerek teşbih yapılmıştır. Görüldüğü gibi teşbih unsurunun göz önünde bulundurulduğu bu yaklaşımla ayetler arasında var olduğu düşünülebilen çelişki rahatça çözümlenebilmektedir. (Keşşâf, I, 211)
Bil ki İblis, ["Yemin olsun ki ben de yeryüzünde, onların masiyetlerini mutlaka onlara süslü göstereceğim. Onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan, muhlis kulların müstesna"] (Hicr, 39-40) deyince, bu söz o İblis'in Allah'ın ihlaslı olan kulları üzerinde de bir sultası olduğu zannını uyandırmıştır. Bunun üzerine Allah Teâlâ bu ayette, ister ihlaslı isterse ihlassız olsunlar, onun Allah'ın herhangi bir kulu üzerinde bir sultasının bulunmadığını, aksine o kullardan, İblis'e sadece kendi irade ve ihtiyariyle tabi olanların tabi olacaklarını, ancak ne var ki, bu tabi olmanın da İblis'in tabi olmaya zorlaması ve icbariyle olmadığını beyan etmiştir. Netice olarak diyebiliriz ki: İblis, kendisinin Allah'ın kullarından bazısı üzerinde bir sultası olduğu zannını vermeye çalışmış, Allah Teâlâ ise onun bu hususta yalan söylediğini, kullarından hiçbiri üzerinde asla bir sultası ve hükümranlığı olmadığını beyan buyurmuştur.
(Fahreddin er-Râzî)