Hicr Sûresi 49. Ayet

نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ  ...

Ey Muhammed! Kullarıma, benim elbette çok bağışlayıcı, çok merhametli olduğumu, azabımın da elem dolu azap olduğunu haber ver.  (49 - 50. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 نَبِّئْ haber ver ن ب ا
2 عِبَادِي kullarıma ع ب د
3 أَنِّي şüphesiz
4 أَنَا ben
5 الْغَفُورُ bağışlayanım غ ف ر
6 الرَّحِيمُ esirgeyenim ر ح م
 
İlk âyet tergîb (ümit aşılama ve özendirme), ikinci âyet de terhîb (korkutma ve caydırma) maksadı taşımakta; başka bir deyişle bu iki âyette insanlara, tasavvufî kaynaklarda havf ve recâ denilen bir ahlâkî ve dinî duyarlılık veya tedbirlilik kazandırılması amaçlanmaktadır. Esasen insanın âhiretteki durumuna ilişkin bilgi verilirken Kur’ân-ı Kerîm’in bütününde izlenen yöntem burada özetlenmiş bulunmaktadır. İslâm inancına göre Allah, ne acımasız, adaletsiz bir zorba ne de insanların her türlü kötülükleri karşısında duyarsız, ilgisiz veya aciz bir varlıktır. O, kendi kelimesinin (hüküm, yasa) iki temel özelliğini “kusursuz bir doğruluk ve adalet” şeklinde bildirmektedir (En‘âm 6/115). Bu da O’nun bütün doğruluk ve iyilikleri özendirici, yanlışlık ve kötülüklerden caydırıcı mahiyette sıfatlara, tasavvufta celâl ve cemâl sıfatları diye ifade edilen niteliklere sahip olduğunu gösterir. Böylece ulûhiyyetine yakışır mükemmellikteki hikmetiyle Allah, herkesin her türlü yapıp ettiklerini görmekte, bilmekte ve onların hesabına kaydetmektedir. Derin hikmetinin kusursuz ölçülerine göre kimilerine mağfiret ve rahmetiyle, kimilerine de azabıyla muamele edecektir. Allah’ın insanlara mutlaka şöyle veya böyle muamele etmeye mecbur olduğu iddia edilemeyeceği gibi kendi “kelime”sini nitelediği doğruluk ve adalet ilkelerinden sapmayı kendisine lâyık göreceği de asla söylenemez. Böyle olunca da iyilik edenler yahut günahlarından vazgeçmek isteyenler Allah’ın rahmet ve merhametinden ümit kesmemeli, kötülük edenler de O’nun bu yaptıklarına ilgisiz kaldığını düşünmemeli veya kendisini mutlaka bağışlamak zorunda olduğu gibi bir duyguya kapılmamalıdırlar. Genellikle kabul edildiği üzere ahlâk en etkili yaptırım gücünü böyle bir Tanrı inancından alır. Her ne kadar Emile Durkheim gibi bazı pozitivist ve ateist düşünürler bu konuda Tanrı yerine toplumu koyarak, ahlâkı güya Tanrı otoritesine dayanmaktan kurtarıp toplumsal otoriteye dayandırmak istemişlerse de, bilhassa XIX. yüzyıl ile XX. yüzyılın ilk yarısında daha ziyade Batı dünyasında ve Batılılaşma sürecini yaşayan toplumlarda çok etkili olan bu felsefe, günümüzde pek çok uzmanın da kabul ettiği büyük tahribata yol açmıştır. Hatta bu dönemde yaşanan iki büyük dünya savaşında dahi bu felsefenin rolünün olduğu düşünülmektedir. Bu sebeple de Batı dünyasında artık tanrısız ve dinsiz ahlâk sürecinden kurtulma yönünde politikalar oluşturma yoluna girilmiştir.
 Râzî, bu âyette dört incelik bulunduğunu belirterek bunları şöyle sıralamaktadır (XIX, 194-195): a) Allah Teâlâ, “kullarım” tamlamasında kullarını kendi zâtına izâfe ederek onlara çok büyük bir şeref bahşetmiştir. b) Rahmet ve mağfiretinden söz ederken, azabından bahsettiği âyete göre daha çok tekit edatları kullanarak rahmetinin genişliğini özellikle vurgulamıştır. Kezâ azabından bahsettiği âyette sadece onun çok şiddetli olduğunu ifade ettiği halde rahmet ve mağfiretini anlatırken bunları “gafûr ve rahîm” şeklinde doğrudan doğruya kendi isimleri olarak zikretmiştir ki bu da yine onun rahmetini azabından daha önemli tuttuğuna işaret eder. Ayrıca Allah’ın rahmetini gazabından daha geniş gösteren hadisler de vardır (meselâ bk. Buhârî, “Tevhid”, 15, 22, 28; “Edeb”, 19; Müslim, “Tevbe”, 14-16). c) Peygamber’ine hitaben, “Kullarıma benim gerçekten çok bağışlayıcı, çok esirgeyici olduğumu bildir” buyurarak bir bakıma rahmet vaadini zamanı geldiğinde yerine getireceğine bizzat peygamberini şahit tutmuştur. d) “Kullarıma… bildir” buyurmakla, ibadetleri eksik de olsa, Allah’a inanıp kulluğunu kabul etmiş herkesin, günahkâr bile olsa, rahmetine lâyık olduğunu anlatmak istemiştir.

Kaynak :Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 354-355
 

نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ

 

Fiil cümlesidir.  نَبِّئْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir takdiri  أنت ‘dir. 

عِبَاد۪ٓي  mef’ûlün bih olup mukadder fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri  ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel,  نَبِّئْ  fiilinin iki mef’ûlü yerinde olup mahallen mansubdur.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

ي  mütekellim zamiri  اِنَّ ‘nin ismi olup mukadder fetha ile mansubdur.

 اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ  cümlesi  اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Munfasıl zamir  اَنَا  mübteda olarak mahallen merfûdur.

الْغَفُورُ  kelimesi mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.  الرَّح۪يمُ  ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

الْغَفُورُ  -  الرَّح۪يمُ  isimleri mübalağa sıygasındadır. Son derece affeden ve son derece merhamet eden demektir.

Mübalağalı ism-i fail kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

نَبِّئْ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi  نبأ ‘dir. 

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlün çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

 

نَبِّئْ عِبَاد۪ٓي اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُۙ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Hitap, Hz. Peygamberedir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Veciz anlatım kastıyla gelen,  عِبَاد۪ٓي  izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  عِبَاد۪ٓ , şan ve şeref kazanmıştır.

Tekid ve masdar harfi  اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  اَنّ۪ٓي اَنَا الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ , sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.  اَنَّ  ve akabindeki cümle, masdar teviliyle,  نَبِّئْ  fiilinin iki mef’ûlü yerindedir.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden;  اِنَّ , isim cümlesi, fasıl zamiri ve tahsis olmak üzere birden çok tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

الْغَفُورُ  birinci haber,  الرَّح۪يمُ  ikinci haberdir.

Müsnedin  الْ  takısıyla marife gelmesi, haberin biliniyor olduğunu belirtmesi yanında  isnadın Allah Teâlâ’ya olduğu karînesiyle kasr ifade eder. Haberin mübtedaya has olduğu kesin bir dille belirtilmiştir. Ayrıca müsnedin  الْ  takısıyla marife gelişi, bu vasfın mübtedada kemâl derecede olduğunu ifade eder. 

Hasr kastedilerek bu iki isim marife olarak gelmiştir. Sadece Allah Teâlâ bu iki vasıfta kemâl derecededir. Bu iki vasıfta kemâl dereceye sahip olan Allah Teâlâ’dan başka hiçbir varlık yoktur. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c. 4, s. 24) 

Allah Teâlâ’ya ait bu iki vasfın aralarında  وَ  olmadan gelmesi, bu vasıfların ikisinin birden O’nda mevcudiyetini gösterir.

الْغَفُورُ  -  الرَّح۪يمُ  sıfatlarının ayetin konusuyla olan uyumu teşâbüh-i etrâf sanatı, iki sıfatın birbiriyle uyumu mürâât-ı nazîr sanatıdır. Her ikisi de mübalağalı ism-i fail kalıbıdır.

‘’Ey Resulüm, kullarıma bildir ki, onlar, günahlarından tevbe ettikleri takdirde onların günahlarını örtecek ve cezalarını affedecek olan benim. Yaptıklarından vazgeçmeleri halinde, onlara merhametli davranacak olan da benim. Yine onlara haber ver ki, günahlarında ısrar edip vaz geçmeyenlere karşı benim azabım can yakıcı bir azaptır. O, hiçbir azaba benzememektedir.’’ (Taberî)

Allah Teâlâ,  عِبَاد۪ٓي (kullarım) diyerek, kulları kendisine izafe etmiştir ki bu, büyük bir şereflendirmedir. Cenab-ı Hak, “Kullarıma haber ver” deyince, bu “Bana kulluk etmeyi kabul eden herkese haber ver” demek olur. Dolayısıyla buna, itaatkâr mümin girdiği gibi, günahkâr mümin de girer ki bütün bunlar, Allah Teâlâ’nın rahmet ve mağfiret tarafının daha ağır bastığına delalet eder. (Fahreddin er-Râzî)

Kulların Hak Teâlâ’ya ait zamire muzâf olarak marife olması kulları yüceltme ve medih içindir.

Allah Teâlâ, kendisinin affedici ve merhametli olduğunu, kullarının bu konuda hiçbir şüpheleri kalmaması için  اِنَّ , fasıl zamiri, tekid lamı olmak üzere çok tekidli isim cümlesiyle bildirmiştir. ‘Haber ver, söyle, bildir’ manasındadır.