Hicr Sûresi 71. Ayet

قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ  ...

Lût: “İşte kızlarım. Eğer yapacaksanız (onlarla evlenebilirsiniz)” dedi.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 قَالَ dedi ق و ل
2 هَٰؤُلَاءِ işte
3 بَنَاتِي kızlarım ب ن ي
4 إِنْ eğer
5 كُنْتُمْ siz ك و ن
6 فَاعِلِينَ yapacaksanız ف ع ل
 
Kentin ahlâksız halkı, Lût’un konukları olduğunu duyunca –muhtemelen onlara sarkıntılık etmek üzere– geldiklerinde Hz. Lût onların niyetlerini sezdiği için kendilerini uyardı; fakat “Seni el âlemi korumaktan menetmedik mi?” diyerek azgınlıklarında ısrar ettiler. Bu ifadeden anlaşıldığına göre Hz. Lût onları daha önce de bu ahlâksızlıklarından uzaklaştırmaya çalışmış; fakat olumsuz, hatta küstahça cevaplar almıştı. Buna rağmen son bir defa daha “İşte kadınlar, benim kızlarım, (nikâh) yaparsanız” diyerek onları arzularını meşrû ve ahlâkî yollardan karşılamaya çağırdı. Bu sözüyle Lût, bir peygamber olarak kendisini ümmetinin babası yerinde görüyor, dolayısıyla ümmetinin kızlarını da kendi kızları kabul ediyor (Zemahşerî, II, 317), bu azgın topluluğa, yapmak istediklerini bu kızlarla evlenerek yapmaları gerektiğini, doğru ve meşrû tutumun bu olduğunu bildiriyordu. Âyetlerin üslûbundan anlaşıldığına göre aslında bu kavim felâketi çoktan hak etmişti. Fakat yüce Allah’ın, yukarıda işaret buyurulan geniş rahmeti ve bir peygamber olarak Hz. Lût’un ümmetine duyduğu şefkat sebebiyle yine de onlar, ahlâksızlıktan vazgeçip hallerini düzeltmeye çağırılmıştır. Ne var ki, 72. âyetten anlaşıldığına göre sapık duyguları akıllarını başlarından almış, ihtirasları gözlerini kör etmiş, mâkul ve ölçülü düşünüp hareket etme kabiliyetlerini büsbütün kaybetmişlerdi. Âyetteki yemin ifadesi, onların bu hallerinin artık ıslah edilemez olduğuna işaret etmektedir. Cenâb-ı Hak, Lût kavmi hakkındaki bu açıklamalarıyla sadece geçmişteki bir toplum hakkında bilgi vermeyi değil, daha önemlisi, insanoğlunun Allah’tan ve peygamberden gelen her türlü uyarıya kulak tıkayarak beşerî tabiatına, arzu ve ihtiraslarına esir olması halinde sağlıklı düşünme yeteneklerinin nasıl işlemez hale geleceğini, en doğru ve yararlı öğütleri bile duyup anlayamayacak kadar insanlığını kaybedeceğini anlatmaktadır.
 
Kentin ahlâksız halkı, Lût’un konukları olduğunu duyunca –muhtemelen onlara sarkıntılık etmek üzere– geldiklerinde Hz. Lût onların niyetlerini sezdiği için kendilerini uyardı; fakat “Seni el âlemi korumaktan menetmedik mi?” diyerek azgınlıklarında ısrar ettiler. Bu ifadeden anlaşıldığına göre Hz. Lût onları daha önce de bu ahlâksızlıklarından uzaklaştırmaya çalışmış; fakat olumsuz, hatta küstahça cevaplar almıştı. Buna rağmen son bir defa daha “İşte kadınlar, benim kızlarım, (nikâh) yaparsanız” diyerek onları arzularını meşrû ve ahlâkî yollardan karşılamaya çağırdı. Bu sözüyle Lût, bir peygamber olarak kendisini ümmetinin babası yerinde görüyor, dolayısıyla ümmetinin kızlarını da kendi kızları kabul ediyor (Zemahşerî, II, 317), bu azgın topluluğa, yapmak istediklerini bu kızlarla evlenerek yapmaları gerektiğini, doğru ve meşrû tutumun bu olduğunu bildiriyordu. Âyetlerin üslûbundan anlaşıldığına göre aslında bu kavim felâketi çoktan hak etmişti. Fakat yüce Allah’ın, yukarıda işaret buyurulan geniş rahmeti ve bir peygamber olarak Hz. Lût’un ümmetine duyduğu şefkat sebebiyle yine de onlar, ahlâksızlıktan vazgeçip hallerini düzeltmeye çağırılmıştır. Ne var ki, 72. âyetten anlaşıldığına göre sapık duyguları akıllarını başlarından almış, ihtirasları gözlerini kör etmiş, mâkul ve ölçülü düşünüp hareket etme kabiliyetlerini büsbütün kaybetmişlerdi. Âyetteki yemin ifadesi, onların bu hallerinin artık ıslah edilemez olduğuna işaret etmektedir. Cenâb-ı Hak, Lût kavmi hakkındaki bu açıklamalarıyla sadece geçmişteki bir toplum hakkında bilgi vermeyi değil, daha önemlisi, insanoğlunun Allah’tan ve peygamberden gelen her türlü uyarıya kulak tıkayarak beşerî tabiatına, arzu ve ihtiraslarına esir olması halinde sağlıklı düşünme yeteneklerinin nasıl işlemez hale geleceğini, en doğru ve yararlı öğütleri bile duyup anlayamayacak kadar insanlığını kaybedeceğini anlatmaktadır.
 

قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُوَ ’dir.

Mekulü’l-kavli,  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي ‘dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

هٰٓؤُ۬لَٓاءِ  işaret ismi, mübteda olarak mahallen merfûdur. 

بَنَات۪ٓي  haber olup mukadder damme ile merfûdur.  ي  muzafun ileyh olup mahallen mecrurdur.

اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir.  

تُمْ  muttasıl zamiri  كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.

فَاعِل۪ينَ  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup nasb alameti  ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanırlar.

Şartın cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri; إن كنتم فاعلين فافعلوا هذا القدر من التفريق (Eğer yapacaksanız böyle bir farkla yapın) şeklindedir.

فَاعِل۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  فعل  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail, eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي  cümlesi, mübteda ve haberden oluşan isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenlere dikkat çekmek  içindir.

İşaret ismi işaret edilen kelimeyi kâmil bir şekilde tarif edip ortaya çıkarır. Öyle ki kendisinden bahsedilen şey çok net olarak ortaya çıkar. Ayrıca bahsedilen şeyin açıklanmasının çok önemli olduğuna delalet eder.

Müsned olan  بَنَات۪ٓي , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir. 

Sübut ifade eden isim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

قَالَ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ بَنَات۪ٓي اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَ  [Lût: 'Alacaksanız işte benim kızlarım' dedi.]  Yani işte benim kavmimin kızları. Bunlarla evlenirsiniz. Lût (as)'ın kavminin kızlarını kendi kızı olarak nitelemesinin sebebi, her peygamberin şefkat ve terbiye açısından ümmetinin babası olması dolayısıyladır. 

Ya da Lût (as), bu ifadeyle kendi öz kızlarını da kastetmiş olabilir. Buna göre Hazret-i Lût şöyle demiş olmaktadır: İşte kızlarım, onlarla evlenin, misafirlerime sataşmayın. Onlar daha önce de Lût'un kızlarını istiyorlar fakat ahlâksız ve pis olduklarından ve bir peygamberin kızına denk olmadıklarından kendilerine olumlu bir cevap vermiyordu. Bunun için Lût (as) onlara, eğer şehvetinizi tatmin edecekseniz bunu Allah'ın helal kıldığı yollardan yapın, haram ettiği yoldan vazgeçin demiş olmaktadır. Çünkü Yüce Allah kadınları erkekler için yaratmıştır. Yoksa erkekleri erkekler için yaratmış değildir. (Ruhu’l Beyan) 


اِنْ كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşaî isnaddır. Şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.  كان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesidir.

Takdiri  اِن كُنْتُمْ فَاعِل۪ينَۜ فتزوّجوهنّ  (Eğer (bunu) yapacaksanız onlarla nikâhlanın) olan terkipte, öncesinin delaletiyle cevap cümlesi hazf edilmiştir. Dolayısıyla cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Cevap cümlesinin hazfi, muhatabın muhayyilesini kısıtlamadan, serbestçe düşünebilmesini sağlamaktadır.

كَان ’nin haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan, S. 124)

Hazret-i Lût’un söylediği ikinci söz “Eğer dediğinizi yapacaksanız, işte bunlar kızlarım” şeklindedir. Bundan muradın, onun kendi kızları olduğu söylendiği gibi, kavminin bütün kadınları olduğu da söylenmiştir. 

Çünkü bir ümmetin peygamberi, onların babası gibidir. Bu, tıpkı, “O peygamber, müminlere öz nefislerinden evlâdır. Onun zevceleri de (müminlerin) anneleridir” (Ahzab, 6) ayetinde olduğu gibidir. (Fahreddin er-Râzî)