Nahl Sûresi 100. Ayet

اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟  ...

Şeytanın hâkimiyeti, sadece onu dost edinenler ve Allah’a ortak koşanlar üzerindedir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّمَا sadece
2 سُلْطَانُهُ onun gücü س ل ط
3 عَلَى üzerinde
4 الَّذِينَ kimselere
5 يَتَوَلَّوْنَهُ onu dost tutan(lar) و ل ي
6 وَالَّذِينَ ve kimselere
7 هُمْ onlar
8 بِهِ onu
9 مُشْرِكُونَ ortak koşan(lar) ش ر ك
 
Hitap Hz. Peygamber’e olmakla birlikte onun şahsında bütün insanların dikkati, bunca hikmetli bilgi ve uyarılar içeren Kur’an’a çekilmektedir; çünkü bu ve benzeri müjde, irşad ve uyarılarıyla Kur’ân-ı Kerîm insanlığa en doğru ve en güvenilir rehberdir. Fakat Kur’an’ın rehberliğinden yararlanabilmek için âyette, “kovulmuş şeytan”ın vesveselerine karşı Allah Teâlâ’ya sığınmamız öğütlenmekte; böylece dolaylı olarak zihin ve kalbimizi kötü duygu ve düşüncelerden uzaklaştırıp Kur’an’ın ışığına açmamız gerektiğine işaret edilmektedir. Bu öğüt dolayısıyla müslümanların Kur’an okumaya başlarken “besmele”den önce “eûzü” çekmeleri gelenek olmuştur (ayrıca bk. Fâtiha 1/1, “eûzü”nün tefsiri).
 
 Bu şekilde Allah’a inanıp O’na sığınanlar, O’na dayanıp güvenenler üzerinde şeytan hâkimiyet kuramaz. Fakat âyette bunu bildiren ifadenin mutlak olup olmadığı hususunda değişik yorumlar yapılmıştır. Bunlar içinde en isabetli ve gerçekçi görüneni şöyle özetlenebilir: Allah’a imanı, bağlılığı ve güveni tam olanlara şeytan bazı hatalar işletmeyi başarsa da, onları inkâr ve şirk gibi affedilmez bir günaha saptıramayacaktır (bk. İbn Atıyye, III, 420; Kurtubî, X, 183-184). Nitekim Kurtubî, İblîs’in Hz. Âdem ve Havvâ’ya günah işlettiğini hatırlatarak, şeytanın müminlere asla günah işletemeyeceği şeklindeki yorumu gerçekçi bulmaz. 100. âyete göre şeytanın insanlar üzerinde hâkimiyet kurmasının asıl sebebi onların kendi tavırlarıdır. Şeytanı kendilerine velî yapanların onun hâkimiyeti altına girecekleri açıktır.
 
 Şeytan cinlerin hemcinsi ve ulusudur. Allah’a inanıp güvenenlere etkisi olamayacağına göre cinlerden korkmak ve cincilere gitmek için de bir sebep yoktur. Allah’a inanmak ve güvenmek cinlere karşı korunmanın en güvenli yoludur.
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 439
 

اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ 

 

اِنَّمَا , kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

سُلْطَانُهُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

عَلَى الَّذ۪ينَ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يَتَوَلَّوْنَهُ dur. Îrabtan mahalli yoktur.  

يَتَوَلَّوْنَ  fiili  نْ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

يَتَوَلَّوْنَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi  ولي ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.


وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟

 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, atıf harfi  وَ la önceki ism-i mevsûle matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟ dür. Îrabtan mahalli yoktur. 

Munfasıl zamir  هُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.

بِه۪  car mecruru  مُشْرِكُونَ ye müteallıktır.  

مُشْرِكُونَ  mübtedanın haberi olup  ref alameti  وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.  مُشْرِكُونَ  sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟

 

Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Kasr edatı  اِنَّمَا  ile  tekid edilen ilk cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur  عَلَى الَّذ۪ينَ , mahzuf habere müteallıktır. Kasr, mübteda ve mahzuf haber arasındadır. 

سُلْطَانُهُ  maksûr/sıfat,  عَلَى الَّذ۪ينَ ’ye yani maksûrun aleyhe/mevsuf tahsis edilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.

Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf; sıfatın, zikredilen mevsûftan başkasında asla bulunmamasıdır. Bu tip kasrlarda, mevsufta başka vasıflar bulunabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Ayetteki  مَا  harfi  اِنَّ yi amelden düşüren “mâ-i kâffe”dir.

اِنَّمَا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhataba konunun bilindiği tenbih edilir. اِنَّمَا  edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl  عَلَى الَّذ۪ينَ , mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Sılası olan  يَتَوَلَّوْنَهُ , muzari fiil sıygasında gelerek hudûsa, istimrara, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.

Yine mecrur mahaldeki önceki mevsûle atfedilen, ikinci ism-i mevsûlun sılası  هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟  cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

İsm-i mevsûlun sılası devamlılık ve istikrara delalet için isim cümlesi olarak gelmiştir. Çünkü şirk koşmak devamlılık arz eden bir sıfattır ve masiyet’in aksine karar kıldığı yer kalp, dışa vuran yüzü ise organlardır. Burada şeytanın müşrikler üzerindeki hakimiyetinin çok güçlü ve devamlı olduğuna işaret vardır. Çünkü bu hakimiyet, değişmez ve sürekli olan bir hakimiyettir. (Âşûr)

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan  بِه۪ , amili  مُشْرِكُونَ۟ ’ye, önemine binaen takdim edilmiştir.

بِه۪ مُشْرِكُونَ  car mecrurun takdimi hasr ifade eder. Yani sadece ortak koşmaları sebebiyle müşrik oldular.  لَوْ شاءَ اللَّهُ ما أشْرَكْنا (Enam Suresi, 148) şeklindeki sözlerine cevaptır. (Âşûr)

İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayetten önce mütevekkil müminlere şeytanın hükmünün olmadığı zikredildikten sonra burada da onun hükmünün müşrik dostlarına mahsus olduğunun zikredilmesi, Allah'a tevekkül hak ile şeytan dostluğu hak arasında mefhum olarak olabilse bile gerçekte bir orta hal olmadığına ve Allah'a tevekkül etmeyen kimsenin, farkında olmadan şeytanın dostları zümresine dahil olduğuna delildir. Zira bundan önceki illet, bu ayet ile tamamlanmaktadır. Bu itibarla ayet, tevekküle ve zıddından kaçınmaya ziyadesiyle teşvik etmektedir. (Ebüssuûd)

Ayette  الَّذ۪ينَ nin tekrar edilmesinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ  ile  وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟  arasında;  ilk cümledeki  هُ  zamiri şeytana, ikinci cümledeki  هُ  zamiri Allah'a ait olduğu için gramer yapısı bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)