Nahl Sûresi 101. Ayet

وَاِذَا بَدَّلْـنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ...

Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygamber’e, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 بَدَّلْنَا değiştirdiğimiz ب د ل
3 ايَةً bir ayeti ا ي ي
4 مَكَانَ yerine ك و ن
5 ايَةٍ bir ayet ا ي ي
6 وَاللَّهُ ve Allah
7 أَعْلَمُ bilirken ع ل م
8 بِمَا ne
9 يُنَزِّلُ indirdiğini ن ز ل
10 قَالُوا derler ق و ل
11 إِنَّمَا şüphesiz
12 أَنْتَ sen
13 مُفْتَرٍ iftira ediyorsun ف ر ي
14 بَلْ hayır
15 أَكْثَرُهُمْ onların çokları ك ث ر
16 لَا
17 يَعْلَمُونَ bilmiyorlar ع ل م
 
Allah’ın, bir âyetin yerine başka bir âyeti getirmesine nesih denmektedir. Burada değiştirildiği ifade edilen “âyet”le, Kur’an âyetinin kastedildiğini kabul eden İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğu Kur’an’ın bir âyetinin hükmünün daha sonra gelen bir âyetle değiştirilebileceğini veya tamamen kaldırılabileceğini söylemişler ve bu görüşlerine konumuz olan âyetle, Bakara sûresinin 106. âyetini delil göstermişlerdir. İmam Ebü’l-Hasan el-Mâverdî’nin en-Nüket ve’l-uyûn adlı tefsirinde (III, 214) aktardığı başka bir görüşe göre konumuz olan âyette Kur’an’ın bir âyetinin başka bir âyetle değiştirilmesi değil, yüce Allah’ın eski bir dinin hükmünü (o hükmü bildiren âyeti) sonradan gelen bir dinin hükmüyle (meselâ Tevrat ve İncil’deki bir hükmü Kur’an’ın bir âyetiyle) değiştirmesi kastedilmiştir (neshin anlamı, kapsamı ve Kur’an’da nesih konusunda bk. “Tefsire Giriş” bölümü, “I. Kur’ân-ı Kerîm F) Nesih” başlığı; Bakara 2/106).
 
 Hz. Peygamber, kendisine indirilen ve eski bir hükmü ortadan kaldıran bir âyeti Mekkeliler’e tebliğ ettiğinde onu zor durumda bırakmak için bahane arayan putperestler, eğer Peygamber’in bildirdikleri Allah’tan olsaydı bunların değişmemesi gerektiğini ileri sürerek, “Bütün bunları sen uyduruyorsun, işine geldiği gibi değiştiriyorsun” şeklinde ithamlarda bulunuyorlardı. “...Onların çoğu bilmiyorlar” ifadesi, bir dönemde bir hükmün, başka bir dönemde farklı bir hükmün insanların daha çok yararına olacağı gerçeği konusunda müşriklerin cehaletini dile getirmektedir (İbn Atıyye, III, 420).
 
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 3 Sayfa: 441
 

وَاِذَا بَدَّلْـنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ 

 

وَ  atıf harfidir.  اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

بَدَّلْـنَٓا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَدَّلْـنَٓا   sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim  zamiri  نَٓا  fail olarak mahallen merfûdur.  اٰيَةً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

مَكَانَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır.  اٰيَةٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.


وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍۜ 

 

İsim cümlesidir. وَ  itirâziyyedir. Haliyye olması da caizdir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  اَعْلَمُ  haber olup lafzen merfûdur. 

مَا  müşterek ism-i mevsûl   بِ  harf-i ceriyle birlikte  اَعْلَمُ ya müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  يُنَزِّلُ dür. Îrabtan mahalli yoktur.

يُنَزِّلُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو dir.

قَالُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli,  اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍ dir.  قَالُٓوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

اِنَّـمَٓا , kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

Munfasıl zamir  اَنْتَ  mübteda olarak mahallen merfûdur. مُفْتَرٍ  haber olup mahzuf  ي  üzere mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir.

Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir: 

a. Merfu halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi), 

b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا  – اَلرَّاعِيَ  gibi), 

c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي  gibi) îrab edilir. 

Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzî olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür. 

Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُفْتَرٍ  kelimesi sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan if’tiâl babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُنَزِّلُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  نزل ’dir.

Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

 بَلْ   idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrab (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki halbuki bilakis, aksine” manaları verilir.

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَكْثَرُهُمْ  mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

يَعْلَمُون  fiili   نْ un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
 

وَاِذَا بَدَّلْـنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍۜ 

 

وَ  atıf,  اِذَا  gerçekleşme ihtimalinin yüksek olduğu fiillerin başına gelen şart edatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelen şart cümlesi olan  بَدَّلْـنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ , zaman zarfı  اِذَا nın muzâfun ileyhidir. 

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)

بَدَّلْـنَٓا  ile Allah kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)

اٰيَةً ’deki tenvin muayyen olmayan cins ve tazim ifade eder. Bu kelimenin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

نزّل  fiili tef’il babındandır. Fiile fiilin azar azar gerçekleştiği anlamı katar.

اَعْلَمُ da irsâd sanatı vardır.

İtiraziyye olan  وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ  cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Burada müşriklerin bu sözünü hikâye etmek, o küfrün, şeytanın dürtülerinden kaynaklandığını ve onların şeytanın dostları olduklarını zımnen bildirmek içindir.

(Ebüssuûd)

Nesihteki ilahi hikmeti açıklamak için gelmiştir. Burada, birinci şahıstan üçüncü şahsa dönüş sanatı vardır. Allah lafzının söylenmesi ise kalplere korkuyu yerleştirmek içindir. (Safvetü't Tefasir) 

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

اَعْلَمُ ’ya müteallık, mecrur mahaldeki mevsûlün sılası olan  يُنَزِّلُ , muzari fiil sıygasında gelmiştir. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.

وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ  Cenab-ı Hak, “Halbuki Allah neyi indireceğini çok iyi bilendir.” buyurmuştur. Bu ifade, bir cümle-i itirâziyye (ara cümle)dir Buna göre mana, “Allah indireceği nâsihi, mensûhu, şiddetli ve yumuşak ifadeyi en iyi bilendir yani kullarının maslahatlarını en iyi bilendir.” şeklindedir. Bu, kâfirleri “sen, ancak bir iftiracısın” şeklindeki sözlerinden ötürü bir kınamadır. Yani “Allah indireceği şeyi en iyi bilendir. Binaenaleyh o kâfirlere ne oluyor ki bu tebdîl ve nesihten ötürü, Muhammed'e iftiracı diyorlar.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

فَ  karînesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.  قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli, kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, mübteda ve haber arasındadır.

اَنْتَ  mevsûf ve maksûr,  مُفْتَرٍ  sıfat ve maksûrun aleyhtir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

اِنَّـمَٓا  ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Ayette farklı konumlardaki  مَا ’lar arasında tam cinas vardır. 

 

بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.

بَلْ  atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal için bazen da bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, s. 437) Bu ayette idrâb harfidir. Önceki cümlenin hükmünü iptal etmek için gelmiştir.

بَلْ  atıf edatlarından bir tanesidir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, matufu sadece îrab yani  hareke bakımından ma’tufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)

Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.

Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü  tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

يَعْلَمُونَ  - اَعْلَمُ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.