بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا |
|
|
2 | تَتَّخِذُوا | yapmayın |
|
3 | أَيْمَانَكُمْ | yeminlerinizi |
|
4 | دَخَلًا | bozan bir şey |
|
5 | بَيْنَكُمْ | aranızı |
|
6 | فَتَزِلَّ | kayar |
|
7 | قَدَمٌ | ayak |
|
8 | بَعْدَ | sonra |
|
9 | ثُبُوتِهَا | sağlam bastıktan |
|
10 | وَتَذُوقُوا | ve tadarsınız |
|
11 | السُّوءَ | kötülüğü |
|
12 | بِمَا | dolayı |
|
13 | صَدَدْتُمْ | engel olduğunuzdan |
|
14 | عَنْ | -dan |
|
15 | سَبِيلِ | yolu- |
|
16 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
17 | وَلَكُمْ | ve sizin için vardır |
|
18 | عَذَابٌ | bir azab |
|
19 | عَظِيمٌ | büyük |
|
ذوق Zeveqa :
ذَوْقٌ ağızda bir tadın olmasıdır. ذَوْقٌ sözcüğü kök itibarıyla kendinden az miktarda tadılan yiyecek ve içecek için kullanılır. Zira miktar çok olduğunda buna أكْلٌ denir. Kur'an-ı Kerim'de azapla ilgili ذَوْقٌ kelimesi tercih edilmiştir. Çünkü örf bakımından her ne kadar az miktarda yenen şeyler için kullanımı yaygın olsa da çok yenen şeyler için de kullanılabilir. Bundan dolayı Yüce Allah her iki hususu da bildirmesi için bu sözcüğü özellikle tercih etmiştir. Bu kelime rahmetle ilgili de kullanılmaktadır ve Kur'an'da bunun da misali mevcuttur. (Müfredat) Kuran’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 63 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli zevktir.(Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَتَّخِذُٓوا fiili نْ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اَيْمَانَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
دَخَلاً ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بَيْنَ mekân zarfı olup دَخَلاً ’e müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ sebebiyyedir. Muzariyi gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren harftir. Fâ-i sebebiyyeden önce nefy, talep bulunması gerekir.
تَزِلّ mansub muzari fiildir. قَدَمٌ fail olup lafzen merfûdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, önce geçen mukadder masdara matuf olarak mahallen merfûdur. Takdiri, لا يكن منكم اتخاذ ايمان فزلل قدم (Sizden yeminlerini … edinen olmasın yokda onların ayağı kayar.) şeklindedir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan حَتّٰٓى ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَعْدَ zaman zarfı olup تَزِلَّ fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. ثُبُوتِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَعْدَ ve قَبْلَ ’nin geliş şekilleri şöyledir:
1. Başlarına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduklarında mansubdurlar.
2. Muzâf olup başlarına harf-i cer geldiğinde mecrur olurlar.
3. Cümleye muzâf olduklarında cümlenin başında اَنْ bulunur.
4. Muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar.
Ayette بَعْدَ başına harf-i cer gelmeksizin muzâf olduğu için mansubdur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَتَّخِذُٓوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ
Cümle atıf harfi وَ ’la تَزِلَّ fiiline matuftur.
تَذُوقُوا fiili نْ ’un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
السُّٓوءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte تَذُوقُوا fiiline müteallıktır.
صَدَدْتُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru صَدَدْتُمْ fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâli muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
و istînâfiyyedir. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
عَذَاب muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. عَظ۪يمٌ kelimesi عَذَابٌ ’un sıfatı olup lafzen merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ
وَ istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
دَخَلاً ’deki tenvin kıllet, nev ve tahkir ifade eder.
Fa-u sebebiyyenin gizli أنْ ’le masdar yaptığı فَتَزِلَّ قَدَمٌ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel, önceki nehyin sebebini bildirmektedir.
وَلَا تَتَّخِذُٓوا cümlesi nehyi açıklar, تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ cümlesi makablindeki تَتَّخِذُونَ اَيْمَانَكُمْ دَخَلاً بَيْنَكُمْ (Nahl Suresi, 92) sözünü tekid eder. فَتَزِلَّ قَدَمٌ cümlesinden, عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ cümlesine kadar olan bölüm de دَخَلاً ile kısaca ifade edilen mana için tefrîğdir. (Âşûr)
قَدَمٌ ’daki tenvin tazim içindir.
قَدَمٌ ’nin müfred ve nekre olarak zikredilmesi, bir tek ayağın bile hak yolda iken kaymasının önemli olduğunu, çok sayıda ayağın kayması halinde ise bunun büyük bir önemi haiz olduğunu ifade etmek içindir. (Keşşâf)
Yeminlerinizi aranızda hile vasıtası yapmayın anlamındaki cümlenin benzeri 92. ayette de geçmişti. Aralarında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
تَزِلَّ قَدَمٌ ifadesi istiaredir. Burada قَدَمٌ (ayak) ile kastedilen dinde sebattır. Bir şey üzerinde sabit durup istikrarlı olmak sadece ayak ile gerçekleştiği için bu mananın ayak lafzıyla anlatılması güzel düşmüştür. Allah Teâlâ’nın فَتَزِلَّ قَدَمٌ بَعْدَ ثُبُوتِهَا [Ayağınız sebat etmişken kayar.] sözüyle kastedilen ise muhtemelen, “Dininiz zayıflar, kesin inancınız bulanır da kayan ayak bir tarafa meyletmiş sütun gibi olur.” şeklindeki anlamındadır. (Şerîf er-Radî, Kur'an Mecazları)
وَتَذُوقُوا السُّٓوءَ بِمَا صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ cümlesi, aynı üslupla gelerek, masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi temâsüldür.
Mecrur mahaldeki masdar harfi مَا ’nın sılası صَدَدْتُمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِۚ, mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Masdar-ı müevvel başındaki harf-i cerle birlikte تَذُوقُوا fiiline müteallıktır.
Masdar harfine dahil olan بِ harfi sebebiyet bildirir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
تَذُوقُوا [tadarsınız] fiilinde istiare vardır. Kötülük; çirkinlik hususunda acı bir yiyeceğe benzetilmiştir. Müşebbeh bih (müstear minh) hazf edilmiş ve kendisine onunla ilgili bir şey (lâzımı) olan tadarsınız ifadesiyle işaret edilmiştir. Yani “tatmak” zararın tesirini idrak etmek anlamında müsteâr olarak kullanılmıştır.
سَب۪يلِ kelimesi din manasında istiaredir. سَب۪يلِ aslında yol demektir. Hedefe ulaştırmak bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstearun leh) hazf edilmiş müstearun minh kalmıştır.
سَب۪يلِ kelimesi lügatte “yol” manasınadır. Araplar, inançları, insanın üzerinde yürüyüp cennete gideceği yola benzettiler. (Fahreddin er-Râzî)
Veciz ifade amacıyla gelen سَب۪يلِ اللّٰهِۚ izafetinde Allah lafzına izafesi سَب۪يلِ ’i tazim içindir.
وَلَكُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌ
\
وَ istînâfiyyedir. Ayetin fasılası, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir ve îcâzı hazif sanatı vardır. Siyaktaki önemine binaen takdim edilen لَكُمْ, mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عَذَابٌ, muahhar mübtedadır.
Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ kelimesinin nekre gelmesi nev, tazim ve kesret ifade etmiştir. Azabın hakikatinin ancak Allah tarafından bilineceğine işaret eder.
عَظ۪يمٌ۟ sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
السُّٓوءَ - زِلَّ - عَذَابٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, تَزِلَّ - ثُبُوتِ arasında tıbâk-ı hafî vardır.
Allah Teâlâ ilk ayette ahitleri ve yeminleri bozmaktan sakındırınca, bu ayette de yine sakındırarak yeminlerinizi aranızda hile ve fesada alet edinmeyin buyurmuştur ki bundan murad, mutlak manada yeminleri bozmaktan sakındırmak değildir. Aksi halde aynı konuda, faydasız bir tekrar yapılmış olurdu. Aksine, bununla kastedilen, kendilerine bu hitabın yöneltildiği o kimseleri, yeltendikleri ve yaptıkları hususi (belli) bazı yeminleri bozmaktan nehiydir. İşte bu sebepten müfessirler şöyle demişlerdir: “Bu ayet ile ahdi bozmama hususunda, Resulullah’a (sav) biat eden (söz veren) kimseler kastedilmiştir. Çünkü Hak Teâlâ'nın ‘Aksi halde ayak (İslâm'da) sebat etmişken kayar.’ ifadesi ile anlatılan tehdit daha önce bulunan bir ahdi bozmaya uygun düşmez. Bu ancak, Allah'a ve O'nun kanunlarına iman hususunda Resulullah'a verilen sözü bozma işine uygun düşer. O halde ayetteki ayak (İslâm'da) sebat etmişken kayar ifadesi, iyi halden sonra belaya, nimetten sonra sıkıntıya düşen herkes için zikredilmiş bir mesel (bir durum)dur. Çünkü Müslüman olma hususundaki sözünü bozan, yüksek mertebeden kaymış ve böyle bir sapıklığın içine düşmüş olur. Ayetteki Allah'ın yolundan alıkoymanız sebebiyle (dünyada) kötü azabı tadarsınız cümlesi buna delalet eder.Cenab-ı Hak, ayrıca sizin için (ahirette) büyük bir azap var yani ‘Tadacağınız o fena azap, büyük bir azap ve çetin bir cezadır.’ buyurmuştur.” (Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd)وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَا | ve asla |
|
2 | تَشْتَرُوا | satmayın |
|
3 | بِعَهْدِ | verdiğiniz sözü |
|
4 | اللَّهِ | Allah’a |
|
5 | ثَمَنًا | bir paraya |
|
6 | قَلِيلًا | az |
|
7 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
8 | عِنْدَ | yanında olan |
|
9 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
10 | هُوَ | o |
|
11 | خَيْرٌ | daha hayırlıdır |
|
12 | لَكُمْ | sizin için |
|
13 | إِنْ | eğer |
|
14 | كُنْتُمْ |
|
|
15 | تَعْلَمُونَ | bilirseniz |
|
وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ
وَ atıf harfidir. لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.
تَشْتَرُوا fiili نْ ’un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
بِعَهْدِ car mecruru تَشْتَرُوا fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
ثَمَناً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. قَل۪يلاً kelimesi ثَمَناً ’in sıfatı olup lafzen mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
İsim cümlesidir . اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. مَا müşterek ism-i mevsûlu اِنَّ ’nin ism-i olarak mahallen mansubdur.
عِنْدَ zaman zarfı, ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâl muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
تَشْتَرُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi شري ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur.
خَيْرٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. لَكُمْ car mecruru خَيْرٌ ’a müteallıktır.
هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ cümlesi اِنَّ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
İsm-i tafdil; bir vasfın, bir hususun bir varlıkta diğer bir varlıktan daha fazla olduğunu ifade eder. İsm-i tafdil اَفْضَلُ veznindendir. خَيْرٌ ve شَرٌّ kelimeleri Kur'an-ı Kerim’de umumiyetle ism-i tafdil manasında gelmiştir. Bunların asılları اَخْيَرُ ve اَشْرَرُ veznindedir. Çok kullanıldıklarından dolayı Arap dilbilgisinde bu şekilde gelmektedir. İsm-i tafdilin geliş şekilleri:
1. ال ’sız مِنْ ’li gelir. مِنْ hazf edilebilir. Karşılaştırma içindir. “Daha” manası verir. Müfred müzekker olmalıdır.
2. ال ’lı gelir. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat
olmalıdır (yani bir önceki kelimeye uymalıdır).
3. Marifeye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Mutabakat olabilir (yani bir önceki kelimeye uymalıdır) veya müfred müzekker olabilir.
4. Nekreye muzâf olur. “En” manası verir. Kıyaslama (üstünlük) ifade eder. Müfred müzekker olmalıdır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. كُنتُم ’ün dahil olduğu isim cümlesi şart cümlesidir. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَعْلَمُونَ fiili كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْلَمُونَ fiili, نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ ثَمَناً قَل۪يلاًۜ
Önceki ayetteki …وَلَا تَتَّخِذُٓوا اَيْمَانَكُمْ cümlesine matuf olan ilk cümle, nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. İki cümle arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Lafza-i celâlin بِعَهْدِ ile izafesi, عَهْدِ ’ye tazim ve teşrif ifade eder.
ثَمَنًا ’deki tenvin nev, kıllet ve tahkir içindir.
قَل۪يلًا kelimesi sıfat olarak gelmiştir. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
وَلَا تَشْتَرُوا بِعَهْدِ اللّٰهِ [Allah’ın ahdini satmayın] cümlesinde, تَشْتَرُوا hakiki manasında değil, istiare yoluyla kullanılmıştır.
Az bir değere satmayın ibaresinde ثَمَناً ’in tenkiri ve قَل۪يلاًۜ 'le tavsifi tahkir içindir. O yüzden bu ifadeden “az değere değil çok değere satabilirsiniz” anlamı çıkmaz.
اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ
Cümle ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ifade eden bu cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin ismi konumundaki müşterek ism-i mevsul مَٓا ’nın sılası mahzuftur. عِنْدَ اللّٰهِ, bu mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Sübut ve istimrar ifade eden هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ cümlesi, اِنَّ ’nin haberidir. Bu isim cümlesinde haberin sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelmesi mübalağa ifade eder.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Buradaki اِنَّمَا kasr edatı değil “harfi müşebbehe bi’l fiil” olan اِنَّ ve ism-i mevsûl olan مَا ’dır.
عَهْدِ ve عِنْدَ kelimelerinin Allah lafzına izafesi onları yüceltmek içindir. Bu kelimeler arasında cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette Allah lafzı iki kez zikredilmiştir. Müsnedin yani verilen haberin kesinliğini ve önemini ifade eden bu tekrarda, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنْ كُنْتُمْ تَعْلَمُونَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen son cümle, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesidir. Müsnedin muzari sıygada fiil olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Şart cümlesinin cevabı, Kur'an’da çoğu yerde olduğu gibi öncesinin delaletinden mana anlaşıldığı için hazf edilmiştir. Cevabın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, s. 103)
اِنْ edatı başlıca şu yerlerde kullanılır:
1. Muhatabın tam olarak inanmadığı durumlarda kesinlikle doğru olan sözün başında
2. Bilmezden gelinen durumlarda da: Efendisini soran birisine hizmetçinin evde olduğunu bildiği halde: “Evdeyse sana haber veririm.” demesi gibi.
3. Bilen kimse sanki bilmiyormuş gibi kabul edildiğinde: Sebebi de kişinin, bildiği şeyin gereğini yerine getirmemesidir. إِنْ كُنْتَ مِنْ تُرَابٍ فَلَا تَفْتَخِرْ “Eğer sen topraktan yaratılmışsan böbürlenme.” örneğinde olduğu gibi. Kişi, topraktan yaratıldığını bilmektedir. Ancak bunu unutup kibirlenmektedir. Bu nedenle de kendisine hitapta اِنْ edatı kullanılmıştır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَا | bulunan |
|
2 | عِنْدَكُمْ | sizin yanınızda |
|
3 | يَنْفَدُ | tükenir |
|
4 | وَمَا | bulunan ise |
|
5 | عِنْدَ | yanında |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | بَاقٍ | kalıcıdır |
|
8 | وَلَنَجْزِيَنَّ | elbette vereceğiz |
|
9 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
10 | صَبَرُوا | sabreden(lerin) |
|
11 | أَجْرَهُمْ | karşılığını |
|
12 | بِأَحْسَنِ | en güzeliyle |
|
13 | مَا |
|
|
14 | كَانُوا | olduklarının |
|
15 | يَعْمَلُونَ | yapıyor(lar) |
|
مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ
Müşterek ism-i mevsûl مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur.
عِنْدَكُمْ zaman zarfı, ism-i mevsûlun mahzuf sılasına müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَنْفَدُ fiili, ism-i mevsûl مَا ’nın haberi olarak mahallen merfûdur. يَنْفَدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
مَا عِنْدَ اللّٰهِ cümlesi atıf harfi وَ ’la مَا عِنْدَكُمْ ’e matuftur. مَا müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur.
عِنْدَ zaman zarfı, ism-i mevsûlun mahzuf sılası olarak müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بَاقٍ kelimesi مَا ’nın ikinci haberi olup mahzuf ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir:
a. Merfû halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdirî îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzi olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بَاقٍ kelimesi; sülâsî mücerred olan بقي fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
وَ atıf harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.
نَجْزِيَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası صَبَرُٓوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
صَبَرُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اَجْرَهُمْ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِاَحْسَنِ car mecruru نَجْزِيَنَّ fiiline müteallıktır.
مَا ve masdar-ı müevvel, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَانُوا nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Zamir olan çoğul و ’ı كَانُوا ’un ismi olarak mahallen merfûdur.
يَعْمَلُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ
Önceki anlam için ta’liliyye hükmünde olan ayetin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
İlk cümle faide-i haber ibtidaî kelam olan isim cümlesidir. Sübut ifade eder.
Mübteda olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası mahzuftur. عِنْدَكُم, mahzuf sılaya müteallıktır. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَنْفَد, mübtedanın haberidir. Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Aynı üslupta gelen وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ cümlesi, makabline وَ ’la atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır.
مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ cümlesiyle مَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
يَنْفَدُ [tükenir] ile بَاقٍۜ [devamlı] kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. (Safvetü't Tefasir)
مَا عِنْدَكُمْ يَنْفَدُ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ بَاقٍۜ cümlesi, اِنَّمَا عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرٌ لَكُمْ cümlesinin muhtevası için tezyîl ve ta’lil cümlesidir. Nitekim onlar için Allah katındaki devamlı yenilenen ve tükenmeyen nimetler, müşriklerin onlara sunmuş oldukları sınırlı ve tükenen nimetlerden daha hayırlıdır. Çünkü insanoğlunun hazinesi vermekle tükenmeye mahkum, Allah’ın hazineleri ise sınırsız ve bâki olandır. (Âşûr)
وَلَنَجْزِيَنَّ الَّذ۪ينَ صَبَرُٓوا اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
وَ atıf, لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.
Mukadder kasemin cevabı olan cümle, muvattie lamı ve şeddeli nun ile tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası صَبَرُٓوا, mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)
Ayette بِاَحْسَنِ [en güzeliyle] ifadesinin kullanılması, onun güzelliğinin mükemmeliyetini bildirmek içindir. Nitekim “ve ahiret sevabının güzelliğini verdi.” (Âl-i İmran Suresi, 148) ayeti de bu kabildendir. (Ebüssuûd)
Masdar harfi مَا ve akabindeki كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi, masdar teviliyle بِاَحْسَنِ için muzâfun ileyhtir.
كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesidir. Müsnedin muzari sıygada fiil cümlesi olması, hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Ayetin başındaki Allah lafzından sonra, bu cümlede azamet zamirine iltifat vardır.
مَا - عِنْدَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
الَّذ۪ينَ - مَا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı, farklı görevlerdeki مَا ’lar arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Son cümlede yapmak anlamına gelen فعل fiili değil de عمل fiilinin tercih edilmesinde mürâât-ı nazîr sanatı olabilir. عمل canlıdan isteğe bağlı, kasıtlı olarak meydana gelen iyi ya da kötü her fiile denir. Araplar عمل fiilini hayvanlara çok nadir nispet etmişlerdir. (Müfredat)مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | مَنْ | her kim |
|
2 | عَمِلَ | bir iş yaparsa |
|
3 | صَالِحًا | iyi |
|
4 | مِنْ |
|
|
5 | ذَكَرٍ | erkekten |
|
6 | أَوْ | veya |
|
7 | أُنْثَىٰ | kadından |
|
8 | وَهُوَ | o |
|
9 | مُؤْمِنٌ | inanmış olarak |
|
10 | فَلَنُحْيِيَنَّهُ | onu yaşatırız |
|
11 | حَيَاةً | bir hayatla |
|
12 | طَيِّبَةً | hoş |
|
13 | وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ | ve elbette veririz |
|
14 | أَجْرَهُمْ | onların ücretini |
|
15 | بِأَحْسَنِ | en güzeliyle |
|
16 | مَا |
|
|
17 | كَانُوا | olduklarının |
|
18 | يَعْمَلُونَ | yapıyor(lar) |
|
مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ
مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur. عَمِلَ صَالِحاً cümlesi, مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
عَمِلَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir. صَالِحاً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مِنْ ذَكَرٍ car mecruru عَمِلَ ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.
اَوْ atıf harfi tahyir / tercih ifade eder. Türkçede “veya, yahut ya da yoksa” kelimeleriyle karşılayabileceğimiz bu edat iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُنْثٰى atıf harfi اَوْ ile ذَكَرٍ ’e matuftur. اُنْثٰى elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur.
وَهُوَ مُؤْمِنٌ cümlesi hal olarak mahallen mansubdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُؤْمِنٌ mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l-hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l-hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hal’i sahibu’l-hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُؤْمِنٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
صَالِحاً kelimesi sülâsî mücerred olan صلح fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem ve cevabı mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, نحن (Biz) şeklindedir.
نُحْيِيَنَّ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
حَيٰوةً mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubdur.
Mef’ûlu Mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi şeklinde, aynen, tıpkı tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir.Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
طَيِّبَةً kelimesi حَيٰوةً ’in sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
و atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. نَجْزِيَنَّهُمْ fetha üzere mebni muzari fiildir. Fiilin sonundaki نَ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir.Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) هُمْ mef’ûlun bih olup mahallen mansubdur.اَجْرَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بِاَحْسَنِ car mecruru نَجْزِيَنَّ fiiline müteallıktır.
مَا ve masdar-ı müevvel, muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَانُوا nakıs, damme üzere mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. Zamir olan çoğul و ’ı كَانُوا ’un ismi olarak mahallen merfûdur.
يَعْمَلُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.مَنْ عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ
İstînafiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi, şart üslubunda gelmiştir. مَنْ, umum ifade eden şart ismi, mübtedadır.
Sübut ifade eden isim cümlesi عَمِلَ صَالِحاً مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى, şart cümlesidir. Mübtedanın haberinin, mazi fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsîr Yolu, c. 2, s. 106.)
Şart isimleri, ism-i mevsûller gibi umum ifade eder. (Halidi, Vakafat, s. 112)
مَنْ kelimesi; mana bakımından her ikisini de kapsadığı halde ayrıca kadın ve erkek şeklinde açıklanması, bu kelimenin her iki tür için kullanıma uygun müphem bir lafız olmakla birlikte, zikrolunduğu zaman zahir manası erkeklere mahsus olması dolayısıyladır. Bundan dolayı açık bir şekilde “erkek olsun, kadın olsun” denmek suretiyle vaadin her iki türü de içine alması istenmiştir. (Keşşâf)
عَمِلَ fiilinin mef’ûlu olan صَالِحاً ism-i faildir. İsm-i mef’ûl yerinde ism-i fail kullanılması mecazî isnaddır. Mefûliyyet alakasıyla mecaz-ı aklîdir. صَالِحاً ’daki tenvin tazim ifade eder.
مِنْ ذَكَرٍ ve ona matuf olan اُنْثٰى, mahzuf hale müteallıktır. Bu kelimelerdeki tenvin cins ifade eder.
عَمِلَ fiilinin failinden hal olan وَهُوَ مُؤْمِنٌ sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Cümlenin haberinin ism-i fail kalıbıyla gelmesi durumun devamlılığına işaret etmiştir. İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)
Bu ayetteki مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى ve وَهُوَ مُؤْمِنٌ ifadeleri tetmîm için gelmiştir. Birincisiyle cennete girme hükmüne hem erkek hem de kadınların, ikincisiyle de sadece mümin olanların dahil olduğu ifade edilerek مَنْ يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ [kim iyi işler yaparsa] hükmü daraltmıştır. (Ali Bulut, Kur'an-ı Kerim’de Itnâb Üslûbu)
Bunlar zikredilmek suretiyle kelamın manası tamamlanmış ve ifade son derece beliğ olmuştur. Eğer bu iki cümlecik hazf edilmiş olsaydı, sözün anlamı eksik kalır ve beyanın güzelliği bozulurdu. (Dr. Mustafa Aydın Arap Dili Belâgatında Bedî‘ İlmi Ve Sanatları)
هُوَ مُؤْمِنٌ [Mü'min olarak] çünkü sevabı hak etmede kâfirlerin ameline itibar yoktur. Ona karşı sadece beklenen azabın hafifletilmesidir. (Ebüssuûd)
فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ cümlesinde فَ rabıta, لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.
Çoğu kez hayat kelimesi; muayyen bir vakte işaret eden, şahsın hayatı anlamında kullanıldığında, hayat kelimesinden o belirli zaman dilimi kastedilir. İşte bu itibarla ayette hayat, “güzel” vasfıyla vasıflandırılmıştır. Yani, o zaman diliminde meydana gelen şeylerin güzelliği kastedilir ve bu vasıflandırma aklî mecaz olarak da isimlendirilebilir. Hayatın içerisinde ne varsa güzeldir manası çıkar ve bu güzellikler, ömür içerisindeki geçici-arızi hallerle kıyaslanır. Neticede müslüman olarak ölmüş ve salih ameller işlemiş kişinin, yapmaya niyetlenip de ömrü sebebiyle yetişemediği hayırlar, yapmış olduklarından telafi edilerek Allahın fazlıyla yapmış gibi sayılır. (Âşûr)
Mukadder kasemin cevabı olan cümle, muvattie lamı ve şeddeli nun ile tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
طَيِّبَةًۚ, mef’ûlü mutlak olan حَيٰوةً için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mahzuf şart ve mezkür cevap cümlesinden oluşan terkip, takdiri نحن olan mahzuf mübtedanın haberidir. Bu isim cümlesi, ayetin başındaki şart cümlesinin cevabıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip ise şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
فَلَنُحْيِيَنَّهُ ile لَنَجْزِيَنَّهُمْ kelimelerinde müfred ve cemi zamirler arasında güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
فَلَنُحْيِيَنَّهُ حَيٰوةً طَيِّبَةًۚ [Ona elbette hoş bir hayat yaşatacağız] dünyada güzel bir hayat yaşar çünkü eğer zengin ise açıktır; eğer fakir ise yaşamı kanaat, kısmete rıza ve ahirette mükâfat beklemekle hoş olur. Kâfir ise öyle değildir; eğer fakir ise açıktır, eğer zengin ise hırs ve elden kaçırma korkusu ona mutlu bir hayat yaşatmaz. Bunun ahirette olacağı da söylenmiştir. (Beyzâvi - Ebüssuûd)
لَنُحْيِيَنَّهُ - حَيٰوةً kelimeleri arasında iştikak cinası, reddü’l-acüz ale’s-sadr, ذَكَرٍ - اُنْثٰى kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır
وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَجْرَهُمْ بِاَحْسَنِ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
وَ atıf, لَ mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.
Mukadder kasemin cevabı olan cümle, muvattie lamı ve nûn-u sakîle ile tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Kasem cümlesinin mahzuf olduğu durumda vurgu kasem cevabına yapıldığından kasem cümlesi telaffuzda terk edilir. Kasem cümlesini oluşturan kasem fiili, kasem edatı ve kasem edilen isim üçü birlikte hazfedilir. Fakat kasemin varlığı kasem cevabından anlaşılmaktadır. Bu form, Kur'an’da sıkça kullanılmıştır. (Nihat Tarı, Arap Dilinde Kasem Formları ve Kur'an-ı Kerim’e Özgü “La Uksimu” Formu ile İlgili Tartışmalar)
Masdar harfi مَا ve akabindeki كَانُوا يَعْمَلُونَ cümlesi, masdar teviliyle بِاَحْسَنِ için muzâfun ileyhtir. كَان ’nin dahil olduğu, sübut ifade eden isim cümlesidir.
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi )
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir sure devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
Ayetin son bölümünün önceki ayetle aynı olması sebebiyle aralarında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
صَالِحاً - طَيِّبَةًۚ - اَحْسَنِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
عمل - يَعْمَلُونَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
فَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezm etmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
قَرَأْتَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. قَرَأْتَ sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تَ fail olarak mahallen merfûdur.
الْقُرْاٰنَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اسْتَعِذْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
بِاللّٰهِ car mecruru اسْتَعِذْ fiiline müteallıktır. مِنَ الشَّيْطَانِ car mecruru اسْتَعِذْ fiiline müteallıktır. الرَّج۪يمِ kelimesi الشَّيْطَانِ sıfatı olup lafzen mecrurdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اسْتَعِذْ fiili, sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındadır. Sülâsîsi عوذ ’dir.
Bu bab fiile talep, tehavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.فَاِذَا قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّج۪يمِ
فَ istînâfiyyedir. Cümle şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Müstakbel şart manalı zaman zarfı إِذَا ’nın muzâfun ileyh olan قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
اِذَا edatı mazi, hal ve istikbal manasında gelebilir. Bu edat, muzari fiilde olduğu gibi mazi, hal ve istikbal ifade eden durumlarda istimrar için kullanılır. (İtkan, s. 407) Yani ayette “Kuran okuyacağınız zaman kovulmuş şeytandan devamlı olarak Allah’a sığının.” anlamı vardır.
Şartın cevabı olarak فَ karînesiyle gelen اسْتَعِذْ بِاللّٰهِ cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
قَرَأْتَ الْقُرْاٰنَ [Kur'an okudun] cümlesinde iştikak cinâsı vardır. Aynı zamanda burada mecaz-ı mürsel de vardır. Müsebbep, sebep yerinde kullanılmıştır. Yani “Kur'an okumak istediğin zaman” demektir. (Safvetü't Tefasir)
فَاسْتَعِذْ بِاللّٰهِ ’daki فَ , takibiyyedir. Ayet zahiren, istiazenin (yani şeytandan Allah'a sığınmanın) Kur'an okumanın peşi sıra yapılacağı manasına gelir. (Fahreddin er-Râzî)
Mana Kur'an okumaya karar verdiğin veya azmettiğin ya da istediğin zaman hemen Allah'a sığın şeklindedir. Nitekim Kuran okumaya başlarken istiaze sünnettir. Burada istiazenin فَ harfiyle atfedilmesi okumak fiilinin “okumayı istemek ve azmetmek” manasında olduğunun delilidir. Müsebbebiyyet alakasıyla fiil zikredilmiş, bu fiile sebep olan arzu kastedilmiştir. Müsebbep hemen hasıl olduğu için sebebin ne kadar kuvvetli olduğunu ifade maksadıyla bu mecaz üslubu tercih edilmiştir. Bunda, müminleri azimle fiili birleştirmeye teşvik etmek ve tenbih gayeleri de vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Kur'an okuduğun zaman; okumak istediğin zaman, Mesela, “namaza kalktığınız zaman” (Maide Suresi, 6) ayeti gibi kovulmuş şeytandan Allah'a sığın seni onun vesveselerinden korumasını iste, sana okumada vesvese vermesin. Cumhur bunun müstahap olduğu görüşündedir. Bunda şuna delil vardır ki namaz kılan her rekatta eûzu çeker, çünkü bir şarta bağlı hüküm kıyasa göre onun tekrarı ile tekerrür eder. Bunun iyi amelden ve ona edilen vaatten sonra zikredilmesi, okuma sırasında eûzü çekmenin de bu türden olduğunu akla getirir. İbn Mesud (ra) şöyle buyurmuştur: Resulullah’a (sav) Kur'an okudum أعوذ بالله السميع العليم من الشيطان الرجيم dedim, bana:
أعوذ بالله من الشيطان الرجيم, dememi söyledi ve Cebrail bana Kalem'den, Levh-i Mahfûz'dan böyle okuttu, dedi. (Beyzâvî)
Ayetteki Kur'an okuduğun zaman ifadesi, Hz. Peygambere (sav) bir hitaptır. Ama bununla bütün müminler kastedilmiştir. Çünkü Peygamber bile Kur'an okurken eûzu besmele çekmeye muhtaç olunca O’nun dışındaki kimseler buna haydi haydi muhtaç olur. Ayetteki şeytan ile İblis'in kastedildiği ileri sürülmüştür. Ama doğruya en yakın olan, bu kelimenin başındaki elif-lam'ın, “cins” manasını ifade etmesidir. Çünkü vesvesede, bütün شيطان الرجيم ’lerin (kovulmuş şeytanların) payı vardır. (Fahreddin er-Râzî, Ebüssuûd)
شيطان - الرجيم kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri, اِنَّ ’in ismi olarak mahallen mansubdur.
لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ cümlesi اِنَّ ’in haberi olarak mahallen merfûdur.
لَيْسَ nakıs, mazi fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَه car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. سُلْطَانٌ kelimesi لَيْسَ ’nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
عَلَى الَّذ۪ينَ car mecruru سُلْطَانٌ ’a müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
وَ atıf harfidir. عَلٰى رَبِّهِمْ car mecruru يَتَوَكَّلُونَ fiiline müteallıktır. رَبِّ muzâftır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَتَوَكَّلُونَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
يَتَوَكَّلُونَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi وكل ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا
Ayet, talebin mahzuf cevabına ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Yani استعذ بالله من الشيطان تكف شرّه “Şeytandan Allah'a sığınınca onun şerri uzaklaştı. Çünkü …..” demektir.
اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. اِنَّ ’nin haberi nakıs fiil لَيْسَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir. Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim tehir sanatları vardır. لَهُ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. سُلْطَانٌ muahhar mübtedadır.
سُلْطَانٌ ’a müteallık olan has ism-i mevsûl الَّذٖينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
اِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا cümlesi istiaze emrinin yahut onun kastedilen cevabının yani “O, seni korur” gibi bir gizli cümlenin illetidir. (Ebüssuûd)
Şüphe yok ki onun iman edenler ve Rablerine güvenenler üzerinde gücü yoktur, otorite ve yetkisi yoktur; çünkü onun emirlerini dinlemez ve vesveselerini kabul etmezler. Ancak nadiren ve gaflet anlarında böyle şey olabilir. Bunun içindir ki eûzu çekmeleri emredilmiştir. Eûzu emrinden sonra otoritesinden bahsedilmesi onun herkes için geçerli bir yetkisinin olduğu akla gelmemesi içindir. (Beyzâvi)
وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ
وَ ’la sılaya atfedilen cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrurun amiline takdimi kasr ifade etmektedir. عَلٰى رَبِّهِمْ maksûrun aleyh/mevsûf, يَتَوَكَّلُونَ sıfat/maksûrdur. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. Yani sadece ve sadece rablerine tevekkül ederler.
رَبِّهِمْ izafetinde Rabb ismine muzâfun ileyh olan هِمْ zamiri dolayısıyla iman edenler şeref kazanmıştır. Ayrıca Rabb isminin onlara ait zamire muzâf olmasında, Rablerinin onlar üzerindeki ihsan ve faziletleri konusundaki rububiyetini vurgulamak manası vardır. O’nun otoritesi, terbiyesi ve idaresi altında olduklarını haber vermektedir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اٰمَنُوا ile يَتَوَكَّلُونَ kelimeleri arasında maziden muzariye geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
İman edenler ibaresinden sonra tevekkül edenler sıfatı, hususun umuma atfı babında ıtnâbdır. Çünkü iman eden zaten Allah’a tevekkül eder.
اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟
اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ
اِنَّمَا , kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
سُلْطَانُهُ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَلَى الَّذ۪ينَ car mecruru mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَتَوَلَّوْنَهُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
يَتَوَلَّوْنَ fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
يَتَوَلَّوْنَ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ولي ’dir. Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüb (sakınma) ve talep anlamları katar.
وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl, atıf harfi وَ ’la önceki ism-i mevsûle matuf olup mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟ ’dür. Îrabtan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur.
بِه۪ car mecruru مُشْرِكُونَ ’ye müteallıktır.
مُشْرِكُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. مُشْرِكُونَ sülâsi mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟
Ayet beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Kasr edatı اِنَّمَا ile tekid edilen ilk cümle faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrur عَلَى الَّذ۪ينَ , mahzuf habere müteallıktır. Kasr, mübteda ve mahzuf haber arasındadır.
سُلْطَانُهُ maksûr/sıfat, عَلَى الَّذ۪ينَ ’ye yani maksûrun aleyhe/mevsuf tahsis edilmiştir. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur.
Kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf; sıfatın, zikredilen mevsûftan başkasında asla bulunmamasıdır. Bu tip kasrlarda, mevsufta başka vasıflar bulunabilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayetteki مَا harfi اِنَّ ’yi amelden düşüren “mâ-i kâffe”dir.
اِنَّمَا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Muhataba konunun bilindiği tenbih edilir. اِنَّمَا edatı; siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl عَلَى الَّذ۪ينَ , mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. Sılası olan يَتَوَلَّوْنَهُ , muzari fiil sıygasında gelerek hudûsa, istimrara, teceddüt ve tecessüme işaret etmiştir.
Yine mecrur mahaldeki önceki mevsûle atfedilen, ikinci ism-i mevsûlun sılası هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟ cümlesi, sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsm-i mevsûlun sılası devamlılık ve istikrara delalet için isim cümlesi olarak gelmiştir. Çünkü şirk koşmak devamlılık arz eden bir sıfattır ve masiyet’in aksine karar kıldığı yer kalp, dışa vuran yüzü ise organlardır. Burada şeytanın müşrikler üzerindeki hakimiyetinin çok güçlü ve devamlı olduğuna işaret vardır. Çünkü bu hakimiyet, değişmez ve sürekli olan bir hakimiyettir. (Âşûr)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan بِه۪ , amili مُشْرِكُونَ۟ ’ye, önemine binaen takdim edilmiştir.
بِه۪ مُشْرِكُونَ car mecrurun takdimi hasr ifade eder. Yani sadece ortak koşmaları sebebiyle müşrik oldular. لَوْ شاءَ اللَّهُ ما أشْرَكْنا (Enam Suresi, 148) şeklindeki sözlerine cevaptır. (Âşûr)
İsim cümleleri sübut ifade eder. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayetten önce mütevekkil müminlere şeytanın hükmünün olmadığı zikredildikten sonra burada da onun hükmünün müşrik dostlarına mahsus olduğunun zikredilmesi, Allah'a tevekkül hak ile şeytan dostluğu hak arasında mefhum olarak olabilse bile gerçekte bir orta hal olmadığına ve Allah'a tevekkül etmeyen kimsenin, farkında olmadan şeytanın dostları zümresine dahil olduğuna delildir. Zira bundan önceki illet, bu ayet ile tamamlanmaktadır. Bu itibarla ayet, tevekküle ve zıddından kaçınmaya ziyadesiyle teşvik etmektedir. (Ebüssuûd)
Ayette الَّذ۪ينَ ’nin tekrar edilmesinde reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
اِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَتَوَلَّوْنَهُ ile وَالَّذ۪ينَ هُمْ بِه۪ مُشْرِكُونَ۟ arasında; ilk cümledeki هُ zamiri şeytana, ikinci cümledeki هُ zamiri Allah'a ait olduğu için gramer yapısı bakımından güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)وَاِذَا بَدَّلْـنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍۜ بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِذَا | ve zaman |
|
2 | بَدَّلْنَا | değiştirdiğimiz |
|
3 | ايَةً | bir ayeti |
|
4 | مَكَانَ | yerine |
|
5 | ايَةٍ | bir ayet |
|
6 | وَاللَّهُ | ve Allah |
|
7 | أَعْلَمُ | bilirken |
|
8 | بِمَا | ne |
|
9 | يُنَزِّلُ | indirdiğini |
|
10 | قَالُوا | derler |
|
11 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
12 | أَنْتَ | sen |
|
13 | مُفْتَرٍ | iftira ediyorsun |
|
14 | بَلْ | hayır |
|
15 | أَكْثَرُهُمْ | onların çokları |
|
16 | لَا |
|
|
17 | يَعْلَمُونَ | bilmiyorlar |
|
وَاِذَا بَدَّلْـنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ
وَ atıf harfidir. اِذَا şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
بَدَّلْـنَٓا ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بَدَّلْـنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَٓا fail olarak mahallen merfûdur. اٰيَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
مَكَانَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. اٰيَةٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍۜ
İsim cümlesidir. وَ itirâziyyedir. Haliyye olması da caizdir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. اَعْلَمُ haber olup lafzen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûl بِ harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمُ ’ya müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يُنَزِّلُ ’dür. Îrabtan mahalli yoktur.
يُنَزِّلُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
قَالُٓوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍ ’dir. قَالُٓوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
اِنَّـمَٓا , kâffe ve mekfufedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
Munfasıl zamir اَنْتَ mübteda olarak mahallen merfûdur. مُفْتَرٍ haber olup mahzuf ي üzere mukadder damme ile merfûdur. Mankus isimdir.
Mankus isimler: Sondan bir önceki harfi kesralı olup son harfi de “ya (ي)” olan isimlere “mankus isimler” denir. Mankus isimlerin îrab durumu şöyledir:
a. Merfu halinde takdiri damme ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi),
b. Mansub halinde lafzi olarak yani fetha ile (رَاعِيًا – اَلرَّاعِيَ gibi),
c. Mecrur halinde takdiri kesra ile (رَاعٍ – اَلرَّاعِي gibi) îrab edilir.
Yani mankus isimler ref ve cer durumlarında maksur isimler gibi takdiri îrab edilir. Bu durumda damme ve kesra harekeleri son harflerinin üzerinde açıkça görülmez, fakat var olduğu kabul edilir. Nasb hallerinde ise lafzî olarak îrab edilir, son harfin üzerinde fetha harekesi açık bir şekilde görünür.
Mankus isimler nekre halinde yani başlarında elif lam olmaksızın kullanıldığında ref ve cer durumlarında sonlarındaki “ya” harfi düşürülür. Ancak meydana gelen bu değişikliğe işaret olmak üzere kelimenin sonundaki kesra harekesi tenvinli kesra olur. Îrabı ise yine takdiren olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُفْتَرٍ kelimesi sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan if’tiâl babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنَزِّلُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نزل ’dir.
Bu bab, fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
بَلْ idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrab (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki halbuki bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَرُهُمْ mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَعْلَمُون fiili نْ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَاِذَا بَدَّلْـنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍۜ
وَ atıf, اِذَا gerçekleşme ihtimalinin yüksek olduğu fiillerin başına gelen şart edatıdır. Müspet mazi fiil sıygasında gelen şart cümlesi olan بَدَّلْـنَٓا اٰيَةً مَكَانَ اٰيَةٍۙ , zaman zarfı اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebat, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)
بَدَّلْـنَٓا ile Allah kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır. (Müşerref Ulusu (Ülger), Arap Dili Ve Belâgatı İltifat Sanatı)
اٰيَةً ’deki tenvin muayyen olmayan cins ve tazim ifade eder. Bu kelimenin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
نزّل fiili tef’il babındandır. Fiile fiilin azar azar gerçekleştiği anlamı katar.
اَعْلَمُ ’da irsâd sanatı vardır.
İtiraziyye olan وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ cümlesi, mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Burada müşriklerin bu sözünü hikâye etmek, o küfrün, şeytanın dürtülerinden kaynaklandığını ve onların şeytanın dostları olduklarını zımnen bildirmek içindir.
(Ebüssuûd)
Nesihteki ilahi hikmeti açıklamak için gelmiştir. Burada, birinci şahıstan üçüncü şahsa dönüş sanatı vardır. Allah lafzının söylenmesi ise kalplere korkuyu yerleştirmek içindir. (Safvetü't Tefasir)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَعْلَمُ ’ya müteallık, mecrur mahaldeki mevsûlün sılası olan يُنَزِّلُ , muzari fiil sıygasında gelmiştir. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ Cenab-ı Hak, “Halbuki Allah neyi indireceğini çok iyi bilendir.” buyurmuştur. Bu ifade, bir cümle-i itirâziyye (ara cümle)dir Buna göre mana, “Allah indireceği nâsihi, mensûhu, şiddetli ve yumuşak ifadeyi en iyi bilendir yani kullarının maslahatlarını en iyi bilendir.” şeklindedir. Bu, kâfirleri “sen, ancak bir iftiracısın” şeklindeki sözlerinden ötürü bir kınamadır. Yani “Allah indireceği şeyi en iyi bilendir. Binaenaleyh o kâfirlere ne oluyor ki bu tebdîl ve nesihten ötürü, Muhammed'e iftiracı diyorlar.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)
فَ karînesi olmadan gelen cevap cümlesi قَالُٓوا اِنَّـمَٓا اَنْتَ مُفْتَرٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli, kasr edatıyla tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, mübteda ve haber arasındadır.
اَنْتَ mevsûf ve maksûr, مُفْتَرٍ sıfat ve maksûrun aleyhtir. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
اِنَّـمَٓا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette farklı konumlardaki مَا ’lar arasında tam cinas vardır.
بَلْ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْلَمُونَ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Mübteda ve haberden oluşan cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin izafetle marife olması, az sözle çok anlam ifade etme amacına matuftur.
بَلْ atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal için bazen da bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, s. 437) Bu ayette idrâb harfidir. Önceki cümlenin hükmünü iptal etmek için gelmiştir.
بَلْ atıf edatlarından bir tanesidir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, matufu sadece îrab yani hareke bakımından ma’tufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler (Doktora Tezi) Abdullah Hacıbekiroğlu)
Cümlede müsnedin menfi muzari fiil sıygasıyla gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği sayesinde muhayyile harekete geçer ve konuyu anlamak kolaylaşır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur'an’da çok örneği vardır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَعْلَمُونَ - اَعْلَمُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | قُلْ | de ki |
|
2 | نَزَّلَهُ | onu indirdi |
|
3 | رُوحُ | Ruhu’l- |
|
4 | الْقُدُسِ | -Kudüs |
|
5 | مِنْ | -nden |
|
6 | رَبِّكَ | Rabbi- |
|
7 | بِالْحَقِّ | gerçek olarak |
|
8 | لِيُثَبِّتَ | sağlamlaştırmak için |
|
9 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
10 | امَنُوا | inanan(ları) |
|
11 | وَهُدًى | ve yol gösterici |
|
12 | وَبُشْرَىٰ | ve müjde olarak |
|
13 | لِلْمُسْلِمِينَ | müslümanlara |
|
قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir. Mekulü’l-kavli, نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ ’dur. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
نَزَّلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
رُوحُ fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır. الْقُدُسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنْ رَبِّكَ car mecruru نَزَّلَ fiiline müteallıktır. بِالْحَقِّ car mecruru نَزَّلَ ’deki failin mahzuf haline veya رَبِّكَ ’deki muhatap zamirine müteallıktır.
لِ harfi, يُثَبِّتَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte نَزَّلَ fiiline müteallıktır.
يُثَبِّتَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Haliyye olması da caizdir.
هُدًى elif üzere mukadder kesra ile mecrur olup masdar-ı müevvel’e matuf veya mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هو (O) şeklindedir.
بُشْرٰى atıf harfi وَ ’la هُدًى ’e matuftur.
لِلْمُسْلِم۪ينَ car mecruru بُشْرٰى ’ya müteallıktır. لِلْمُسْلِم۪ينَ ’nin cer alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harf ile îrablanır.
مُسْلِم۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِنْ رَبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَهُدًى وَبُشْرٰى لِلْمُسْلِم۪ينَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Ayetin başında bu emrin bulunması mekulü’l-kavlin Allah katında bir önemi, şanı ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder.
قُلِ fiilinin mekulü’l-kavli olan نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
رَبِّكَ izafetinde Rabb ismine muzâf olan كَ zamiri dolayısıyla Hz. Peygamber, şan ve şeref kazanmıştır. Ayrıca bu izafet, Allah Teâlâ’nın onu koruyup desteklediğinin işaretidir.
كَ zamiri Peygamberimize ait ise zamirde iltifat var demektir. مِنْ ربي (Rabbimden) demesi beklenirdi.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı …لِيُثَبِّتَ cümlesi, لِ ile birlikte mukadder نَزَّلَ fiiline müteallıktır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِيُثَبِّتَ fiilinin mef’ûlü konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir. (Vakafat, s. 107)
رُوحُ ’un, temiz manasına olan الْقُدُسِ ’ye izafeti, خاتم الجود (cömert Hatim) türünden (mevsûfun sıfata izafeti kabilinden)dir.
رُوحُ الْقُدُس ifadesinde istiare vardır. Çünkü bununla kastedilen, - ona selam olsun- Cebrail’dir. Kudüs temizliktir. Ona Rûhulkudüs (temiz ruh) adının verilmesi, dinin canlılığının, müminlerin temizliğinin, onun (Cebrail’in) peygamberlere -onlara selam olsun- getirdiği hükümler, şeriatlar, edepler ve faydalı şeyler sayesinde gerçekleşmesidir.
ينزِّل ve نَزَّلَ kalıplarındaki tefîl babı Kur'an'ın maslahat icabı ve değişim gereği olarak azar azar indirildiğine dikkat çekmek içindir.
Ayetteki هُدًى ve بُشْرٰى..... ifadeleri mef'ûlün leh olup يُثَبِّتَ fiilinin mahalline matuftur. Buna göre ifadenin takdiri, “Onları sabit kadem kılmak, irşad etmek ve müjdelemek için” şeklinde olur. Bu ifadede, bu sıfatların zıddının müminlerin dışındakiler için olduğuna da bir tarîz ve çıtlatma vardır. (Fahreddin er-Râzî)
رُوحُ الْقُدُسِ ’un indirdiği şeyin özellikleri sayılmıştır ki bu taksim sanatıdır.
حَقِّ - بُشْرٰى - هُدًى - اٰمَنُوا - مُسْلِم۪ينَ - رُوحُ الْقُدُس - رَبِّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. .İslam dünya hayatı için çalışmaya, ahiret için de hazırlıklı olmaya teşvik eder.
Kur'an-ı Kerim'i okumak ayetleri üzerinde iyice düşünmek hidayetin ve dünya ve ahirette mutluluğa ulaşmanın yoludur.
Kur'an okumaya başlamadan önce ve bütün amellerimizde uyunması gereken edeplerden birisi de kovulmuş şeytandan Allah'a sığınmaktır.
Şeytan zayıftır, iman gücü önünde direnemez.
Allah’ın rahmetiyle donattığı, hayatının baharında olan biri yaşarmış. Nefsi, geçici olanların peşinden koşar, kalbi ise kalıcı olanlara gitmeleri gerektiğini hatırlatırmış. Bedeni ikisinin arasında kararsız, gidip gelirmiş. Ruhunun hali ise sıkıştıkça sıkışırmış. Bilinirmiş ki; zaman, Allah rızası için yaşamayan her kulun, sadece, aleyhine işlermiş.
Yolunda ilerlerken, karşı taraftan kendisine benzeyen birinin geldiğini görmüş. Halini tavrını beğendiği bu kişiyle tanışmak umuduyla hızlanmış. Burun buruna geldiklerinde şaşırmış çünkü önünde bir ayna duruyormuş. Aynadaki yansıması konuşmaya başlayınca, iki adım geriye doğru sıçramış:
“Hayatının baharında oluşuna güvenme, kışın ne zaman geleceği belli olmaz.
Dünyalıklara sırtını dayama, seninle ne kadar kalacakları bilinmez.
Mutluluğu ısrarla dünyalıklarda arama çünkü kavuşsan bile; ya kıymetini bilmezsin ya varlığına alışırsın ya da terkedilirsin. Yine mutsuzluğa düşersin.
Sahip olmak istediklerine bak. Aşırıya kaçan nefsinin gerçek haliyle yüzleş ve kendini kandırmayı bırak. Yine acıkacaksın ve yine daha fazlasını isteyeceksin.
Her dünyalığın başlangıcı olduğu gibi sonu da vardır. Elindekileri ve karşılaştığın kolaylıklarla zorlukları, Allah’ın rızasını kazanmak ümidiyle birer fırsata çevir.
Nefsini vesveseleriyle besleyen kovulmuş şeytandan Allah’a sığın ve dilinle kalbini Allah’ın kelamıyla meşgul et. Kurtuluşun için kolaylık iste.
Belki yarın deme. Hangi bugününün son olduğundan emin olamazsın. Belki yarın deme. Geçicilere dalarsın da, kalıcılara olan son çıkış kapısını da kaçırırsın.”
Bir rüya gibi bütün ömrünü gösterdikten sonra yolundan çekilmiş. Meğer aynanın arkasından itibaren yol ikiye ayrılıyormuş. Kalbi hasretle kalıcıların yoluna bakarken, nefsi geçicilerin yoluna çekiştirmiş. Kim bilir hangi yolda ilerlemeyi seçmiş?
Allahım! Kovulmuş şeytandan, vesveselerinden, nefsimin doyumsuzluğundan ve nefsiyle şeytana uyup yolundan sapanlardan Sana sığınırım. Beni; Kur’an-ı Kerim’i kendisine dost edinenlerden eyle. Ki yeryüzünde rehberim, kararsızlığımda yol göstericim, umutsuzluğumda müjdem ve unuttuğumda hatırlatıcım olsun. Beni; Sana iman ederek güzel işler yapanlardan, bereketli ve huzurlu bir hayat yaşattıklarından, kurtuluşuna ve nimetlerinin daha güzellerine kavuşanlardan, rahmetine ve mükafatlarına nail olanlardan eyle.
Amin.
***
Zamanların ve yerlerin birindeki hocalardan biri dersine şöyle başladı:
Allah Teâlâ, Nahl suresinin 98. ayetinde şöyle buyurur:
‘Kur’an okuyacağın vakit o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın.’
Allah’ın kelamını okuyan kişinin ilk adımı, elindeki kitabı indiren alemlerin rabbine sığınmaktır. Kimden? Şeytandan. Şeytanın en bilinen özelliği nedir? Kibir. Kur’an-ı Kerim’i okumak da bir ibadettir değil mi? Lakin her şeyin en iyisini bildiğini sananın kalbi onu okumaktan gelecek hayırlara kapalıdır.
Kur’an-ı Kerim en doğru kaynaktır ama nefsani şüphelerden arınmak, şeytani ukalalıklardan uzaklaşmak, bu eşsiz kitabın rehberliğinden faydalanmak ve nuruyla aydınlanarak yaşamak için kişinin haddini bilmesi ve edebini takınması şarttır. Zira, yeryüzü çok okuyanlarla ve yüzünden okuduğu kitapları en doğru şekilde anladığı iddiasıyla kendi aklına güvenerek alim olduğuna inananlarla doludur ama bunların hepsinin Allah yolunda olmadığı aşikardır.
İşte, belki de bu sığınmanın en önemli amaçlarından biri budur yani kişiye aciz bir kul olduğunu hatırlatmaktır. Ancak o zaman kişi, kalbini tam anlamıyla açabilir ve Allah’ın sözünün en üstün söz olduğunu idrak eder. Kendi aklını üstün tutan ise almak istediklerini alır, nefsinin beğenmediklerini ise çeşitli bahanelerle kenara atar. Yanılır ve yanıltır. Kendine güvenmenin verdiği heyecanla büyük laflar eder; bence demesi sıklaşır, hadislere burun kıvırır, yanlış sandıklarını küçümser ve birçok alimi cahil ilan eder.
Gerçek manada kibirden Allah’a sığınan bir kul ise temkinlidir. Hataya düşmekten ve düşürmekten korkar. Aklından geçenlere ve dilinden dökülenlere dikkat eder. Güveni kendine değil, Allah’adır.
Ey Allahım! Kovulmuş şeytandan Sana sığınırız. Kalplerimizde kibir kırıntısı bırakma. Hatalarımızda ısrar etmekten ve başkalarını da yanıltmaktan muhafaza buyur. Bizi haddini bilenlerden ve edebini takınanlardan eyle. Rahmetinle hatalarımızı fark etmemizi ve onları düzeltmemizi kolaylaştır. Aklımızı ve amellerimizi beğenerek; kendimizi ve nefsimizin beğendiklerini üstün görmekten muhafaza buyur. Kalplerimizi hakikate aç ve bizi Senin rızan için Senin yolunda doğru yaşayanlardan ve salih bir kul olarak ölüp dirilenlerden eyle.
Amin.